392
KASIM-ARALIK 2016
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
KÜLTÜREL MİRAS

Diyarbakır Suriçi ve Çatışmalı Ortam: Gözü Mühürlü Mekânlar ve Yıkıma Direnen Kültürel Miras

Kamuran Sami, Doç. Dr., Dicle Üniversitesi Mimarlık Bölümü

Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri’nin UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girmesinin ardından Suriçi’nde başlayan ve bölgedeki kültürel mirasın tahribatına neden olan çatışmaların toplumda büyük bir yankı uyandırmadığını belirten yazar, bölgenin “kentkırım” (urbicide) tehdidiyle karşı karşıya kaldığını belirtiyor.

“Gök gürledi, yer inledi

Ortalık sessizleşti, karanlık çöktü

Şimşek çaktı, yangın çıktı

Kıvılcımlar parladı, ölüm yağdı”

Gılgameş(1) Tablet 4

“(Bize) kabul ettirdiler

Ölümü ve yaşamı,

(Sadece) bilmeme(miz)i sağlayarak

Ölümün anını”

Gılgameş Destanı(2)

 

Doğu bölgelerinde 1984’lerde başlayan ve 1990’lı yıllara doğru şiddetlenen terör, toplumsal ayrışma ve çatışmalı ortam nedeniyle kırsaldan gelen ve sayıları milyonlara varan iradi olmayan göçün mağdurları, kendilerine sığınak olabilecek yerler arasında bölgenin en yakın kentlerini seçmek zorunda kalmışlardı. Zor yaşam koşullarının sarmalında, yeni bir hayat

kurma mücadelesinin içinde kendilerini bulan göç mağdurları, barış sürecinin sonlanmasıyla birlikte 2015’in sonlarına doğru başka bir insani felaketle yüzleşmek zorunda kalmışlardır. Bölgenin önemli kentsel yerleşimlerinde (Suriçi, Silvan, Cizre, Nusaybin, Silopi, İdil, Yüksekova, Şırnak ve benzeri) aylarca süren, sofistike silahların kullanıldığı çatışmalı ortam nedeniyle insanlar ikinci kez tekerrür eden göçe maruz bırakılmışlardır. Diyarbakır Suriçi’nde altı ayı aşkın sürmüş olan çatışmalı ortamdan kaynaklı binlerce insan evini terk etmek zorunda kalırken; bölge kentlerinin yıkımı, insani dramlar, kültürel ve mimari miras değerlerinin yok oluşu ülke gündeminde gereken ölçüde tepki çekmemiştir. UNESCO Dünya Miras Listesi’ne giren “Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri” ve tampon bölge kabul edilen Suriçi’ndeki tescilli yapılar (454 sivil ve 148 anıtsal yapı) arasında Dört Ayaklı Minare (Resim 1-2), Kurşunlu Camisi (Resim 3), Hasırlı Halk Meclis Binası, Yoğurt Pazarı, Paşa Hamamı, Sırp Gragos ve Katolik Ermeni Kiliseleri, Hacı Ahmet Camii ve Dengbej Evi çatışmalardan dolayı büyük oranda tahrip olmuş ya da bazıları tümden yıkılmıştır.

Tarihsel bir geçmişe dayanan doğu bölgelerindeki terör, şiddet, çatışma ve bunların sonucu olarak iradi olmayan iç göç; toplumsal katmanlar ayrıtında ayrışmalar ve bölge kentleri üzerinde fiziki ve kültürel tahribatları yoğun bir şekilde ortaya çıkarmıştır.(3) Süregelen sosyal, politik ve kültürel sorunların yaraları sarılmadan, kentlerde başlayan çatışmalar ve ortaya çıkan fiziki yıkımlar; Diyarbakır Suriçi kent örneğinde olduğu gibi tahayyülü imkânsız olan yakıcı manzaralarla sonlanmıştır. (Resim 4) Tarihî kentin kültürel ve mimari mirasına odaklanan yıkımlar, olağan bir sonuçmuş gibi ülkenin gündeminde yerini alırken, Diyarbakır’ın Dünya Miras Listesi’nde yer almasından dolayı UNESCO’ya verilen taahhütlerin anlamsızlığı kadar, hukuki bir müeyyidenin olmadığına da dünya şahit olmuştur. Suriçi’nde çatışmaların bitiminden sonra yerle bir olmuş yapılara ait molozlar; kente karşı sorumlu olan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne haber verilmeden tüm delilleriyle birlikte Dicle Nehri kenarındaki üniversite arazisine kamyonlarla aktarılmıştır. Diyarbakır Barosu, Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi, Mezopotamya Hukukçular Derneği ve Diyarbakır Belediyesi’nin UNESCO’ya yaptığı çağrılar yanıtsız kalmıştır.

Tarihî yerleşimlerin ifade ettiği manevi anlamlara da bir saldırı olarak kabul edilebilecek çatışmalı ortam ve şiddet, kentsel bellekteki yaralar açmaktadır. (Resim 5, 6) Savaş ve/ya kentkırım olarak ifade edebileceğimiz süreçte kültürel ve mimari miras yok edilirken; çatışan taraflar hukuk ve uluslararası taahhütler göz ardı ederek, ortaya çıkan yıkımları meşru görebilmektedir.(4) Benzer yıkımların yaşandığı, İsrail’in ablukası altında yok edilmeye çalışılan Filistin yerleşimlerden Batı Şeria ve Gazze kentleri, savaşın yarattığı yıkımı en acımasız haliyle yaşamıştır. Buna karşı toplumsal iradenin ortaya koyduğu direnç sonucunda sivil örgütlerin; kültür ve ulusal kimliğin bekası için, yok edilen / yıkılan yerlerin özgün biçimlerine kavuşabilmelerine yönelik çabaları hâlâ sürmektedir.(5)

Suriçi’ndeki çatışmalı duruma, UNESCO’ya karşı taahhüt ve yükümlülükleri olan devletin olguya bakışı, hukuksal düzlemde dışa vuran sorunların örtülü bir şekilde tartışılıyor olmasına yeni bir boyut kazandırmıştır. Farklı uygarlıkların izlerini taşıyan Suriçi gibi kentsel yerleşimlerdeki kültürel değerleri anlayabilmek, tarih ve toplumsal bir bilincin demokratik bir düzlemde hayat bulmasına bağlıdır. Çünkü “bizim yaşama ve eylem için tarihe gereksinimimiz vardır ve doğru tarih, bizlere doğru bir bellek sunmak için vardır”(6).

Savaş ya da kentkırım; toplumun yaşanmışlıklarıyla biçim alan ve tarihsel olarak süregelen ardışık değerleri toplumsal yaşamdan koparan, ritüellerle örülen belleği örseleyen, kentli haklarıyla ilgili olan her değere saldırıyı kendi açısından meşru gören bir olguyu tanımlamaktadır. Oysa ki kentler insan eliyle kurulan en sofistike yaşam alanlarıyla birlikte coğrafi bir mekân olmanın ötesinde, toplumsal katmanlar ayrıtında şekillenen ve tarihsel bir bellekte aidiyet yaratan mekânsal örüntülerin manzumesidir.

Kentlerin suretinde bir yıkımı tanımlayan kentkırım; bir kentin kimliğine, toplumsal ve kültürel yaşam biçimine, mekânsal örgüsüne ve kentte yaşayanların sahip olduğu kentli haklarına karşı yapılan saldırıların tümünü içermektedir.(7) Savaş, çatışma ve şiddet halleri, geçmişin temsiliyeti olan kent(ler)i, yapıları, evleri ve dini mekânları hedef alarak, bu değerlerin toplumsal bekada ne anlamlar taşıdığına bakmadan, yok edebilmeyi meşru görebilmektedir. Arjantinli yazar Jorge Luis Borges bir öyküsünde şunu anlatır: “Barbarlar İtalya’yı istila ettiklerinde Ravenna kentini kuşatırlar. Sağlam kent duvarları olan bu kente girmek için surlara merdiven dayarlar. İlk çıkan asker, kentin ne kadar düzenli ve güzel olduğunu görerek; ‘Neden bu güzel kenti yıkıp yakıyoruz?’ sorusunu kendine sorar. Bu asker güzelliğe karşı dayanamayıp öbür tarafa iltica eder. Ve o asker kendi ordusu tarafından vurulan ilk kişi olur.”(8)

Toplumların benliklerinde tasavvurunu bulan kimlik ve kültürel aidiyetler, sadece geçmişte kalan ya da toplumların tarihsel mücadelelerinin sonuçlarını ortaya koymuyor. Aynı zamanda hangi tarihin ve hangi uygarlığın kimin mirası olduğunu belirleyen mücadele süreçlerini de ortaya koyuyor.(9) 4 Temmuz 2015’de “Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı” tanımlamasıyla UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınan kente yönelik yeni adımların önü açılmıştır. Diyarbakır’ın kültürel mirasın korunmasını isteyen iradeden alınan güç ile turizm ve kültürel alanların önünün açılmasına yönelik fırsatların dillendirilmesi; geleceğe yönelik barış ortamının sağlayacağı fırsatlar üzerinden yeni toplumsal bir heyecan ortaya çıkmıştır. Merkezî hükümet ile yerel yönetimler, Diyarbakır’ın Dünya Miras Listesi’ne girmesi için sağladıkları çabaların yanında Suriçi koruma amaçlı imar planında tescillenen yüzlerce yapının bulunduğu bölgenin geliştirilmesi ve koruma plan notlarına tezat olan yapıların ayıklanması yönelik vücut bulan irade; ne yazık ki Suriçi’nde başlayan çatışmalar nedeniyle anlamını yitirmek zorunda kalmıştır.

Kentkırım ve savaş kavramlarının etimolojik olarak tanımlanması üzerine farklı görüş ve yaklaşımların var olduğu hep bilinmektedir. Savaş veya bir çatışma ortamına gerek duyulmadan, kentte yaşanan plansız ve sağlıksız gelişme ya da kapitalist sistem örgüsünde filizlenen “rant” politikalarının neden olduğu yaşam ve kültürel değerlerin yozlaştırılması ve kentli haklarının ihlali de “kentkırım” olarak tasavvur edilmektedir.(10) Kentler üzerinde tahakküm kurmada ortaya çıkan güç, şiddet ve savaş mücadelesi içerisinde yerleşimler yok edilerek; ortaya çıkan gayri insani sonuçların nihai olarak kültürel ve mimari mirasın topyekûn yıkımıyla sonuçlandığı görülmüştür.(11)

Cemal Süreya bir şiirinin ilk iki dizesinde şöyle der: “Sizin hiç babanız öldü mü? / Benim bir kere öldü, kör oldum.” Bu dizeleri Diyarbakır Suriçi’nde yaşanan yıkımlar ve insan hikâyeleri için tersyüz ettiğimizde; “Sizin hiç eviniz başınıza yıkıldı mı?” veya “Çatışmalarda yok olan kendi evinizi, komşunuzun evini, ya da akrabalarınızın evini çaresiz bir şekilde hiç izlediniz mi?” diyebiliriz. Yaşanan bu yıkımların ardından merkezî hükümetin aceleci bir yaklaşımla bu alanı kamulaştırması sürece gayri insani bir boyut kazandırmıştır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 16 Mart 2016 tarihli talebi üzerine 21 Mart 2016’da Bakanlar Kurulu kararıyla Suriçi’nde 6 bin 300 parsel için acele kamulaştırma kararı verilmiştir. Suriçi’nin % 70’ini aşan sayıda kamulaştırılan parseller üzerinde birçok dini yapı (kilise), sosyal tesis, sanat merkezi ve belediye binası yer almaktadır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin(12) 17. maddesinin 2. bendi: “Hiç kimse keyfi olarak mülkiyetinden yoksun bırakılamaz” der. Kamulaştırma, Suriçi’nin genelini kapsayacak şekilde ilan edilmiş olmasına rağmen, parsel boyutunda her taşınmazın yasal koşullara uygunluk açısından değerlendirilerek, kamulaştırma kararının gerekçeleriyle birlikte belirlenmesi gerekiyor.

TARİHÎ SURİÇİ VE KÜLTÜREL MİRASIN SERENCAMI

Mezopotamya ve Anadolu gibi uygarlıkların yaratımları üzerinde vücut bulan Diyarbakır yerleşimi; Hititliler, Asurlular, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Abbasiler, Mervaniler, Selçuklular, Artuklular, Eyyübiler, Akkoyunlular, Osmanlılar ve yeni kurulan Cumhuriyetin izleri üzerinden morfolojik dönüşümler yaşayarak, günümüze kadar gelebilmiş önemli tarihî kentler arasında yer almaktadır.

Farklı coğrafyalar üzerinden yayılan ve kültürler arasındaki ortak faydalar etrafında tezahür ederek gelişen kültürel çeşitlilik; yerel, ulusal ve uluslararası alanda dünya barışı için toplumsal katmanlar arasında bir köprü görevi üstlenebilmektedir.(13) Yaşamın olduğu her yerde bir temsiliyet sağlayan kültürel ve mimari miras, o yerin halkı için bir değer taşımaya haizdir. Çoğul kimlikli toplumsal katmanlarda, kültürel desenlerin bir parçası olan mimari miras; sorunlu bölgelerde çoğunlukla yok sayılmakta ya da var olan baskın güç dengeleri içerisinde yok edilmeye hedef olmaktadır.(14)

Diyarbakır Suriçi 1988’de kentsel sit alanı ilan edilmiş, akabinde ise 1990’da ilk kez koruma amaçlı imar planı yapılmıştır. Güney ve doğu bölgelerinde, 1980-1990’lı yıllarda yaşanan toplumsal içerikli olaylar, şiddet ve terör; kentlerin morfolojik yapılarını altüst ettiği gibi kentler, kırsaldan gelen ve sayıları milyonlara varan göçün etkisiyle tersyüz olmuştur. Bu süreçte yoğun bir şekilde yaşanan ve kırsal göçe maruz kalan Suriçi’ne gelen yeni sakinlerin yarattığı sosyo-politik ve mekânsal sorunlardan ötürü, o dönemdeki yerel yönetim(ler); koruma amaçlı imar planının uygulanabilmesinde yetersiz kalmışlardır. Tüm bu olumsuzluklara karşın, zaman içinde yerel yönetimler ile merkezî hükümet(ler)in mütereddit bir şekilde gelişen çabaları; Diyarbakır Suriçi’nin ilk nüvesi olan İçkale bölgesinde yapılan restorasyon çalışmaları, toplum nezdinde güzel günlerin habercisi olarak karşılık bulmuştur. Bu sancılı yılların sarmalında Diyarbakır Belediye Başkanı olan Feridun Çelik (1999-2004), halkın desteğini alarak Türkiye şehircilik tarihinde önemli bir yeri olan, Diyarbakır surlarını kentsel doku içinde görünür kılabilmek adına tüm gecekondu ve sura iliştirilen yapılardan temizlemiştir. Belediyenin toplumsal iradenin desteğinden güç alarak, sur diplerine müdahale etme projesi; ne yazık ki sur diplerini çimlendirilmiş bir tarla olmanın ötesine taşıyamamış ve kentin hafızasında sadece bir yeşil kuşak olarak yerini almıştır.

1990’da onaylanan Diyarbakır koruma amaçlı imar planının kadük kalması ve bölgesel iç göçle birlikte yoğunlaşan toplumsal içerikli olaylardan yıllar sonra, büyük umutlarla yeniden gündeme getirilen ikinci koruma amaçlı imar planı 2012’de kabul edilmiştir. Bu koruma amaçlı imar planı ilkeleri doğrultusunda 150’si anıtsal, 448’i sivil yapı olmak üzere toplam 598 tescilli yapının varlığı yasal bir hale getirilmiştir.(15) İkinci koruma amaçlı imar planına duyulan güven ve yerel yönetimlerin ortaya koyduğu irade, merkezî hükümetlerin istekleriyle örtüşmüş; Diyarbakır’ın UNESCO’ya giden yolunun önü açılmıştır. Meşakkatli bir süreci göğüsleyerek iradesini ortaya koyan yerel yönetimler ve merkezî hükümetin çabalarıyla “Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı” tanımlamasıyla, 4 Temmuz 2015 yılında Bonn’da (Almanya) toplanan 39. Dünya Miras Komitesi tarafından UNESCO Dünya Miras Listesi’ne dâhil edilmiştir.

Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri’nin sarmaladığı Suriçi kentsel yerleşim alanı, farklı din ve etnik yapıların ortak tasasında biçim alan kültürel mirası ve toplumsal uzlaşıda sürdürülebilir bir iradeyi temsil etmektedir.(16) “Suriçi Tampon Bölgesi”, bölgede oluşabilecek yapılaşma baskısını bertaraf etmek ve böylece kültürel değerlerin geri plana atılmasına engel olmak gibi önemli bir role sahiptir. Koruma amaçlı imar planlarıyla örtüşen ve alan yönetiminin bağlayıcılığını ortaya koyan ilkesel kararların uygulanabildiği oranda, dünya mirası olarak kabul edilen Diyarbakır korunabilir. Tarihsel sürecin meşakkatli yolculuğu içerisinde insani değerlerle örtüşerek günümüze kadar gelen kültürel miras, mekânların birbiriyle olan etkileşiminde yaşanan dönüşümlerin hepsini kapsayan bir manzumeler bütünüdür.

Kültürel mirasın korunması adına atılan bir adım olan bölgenin UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girmesi sonrasında, bu onuru ve sevinci bölge halkı tam yaşayamadan, Eylül 2015’den bu yana Suriçi’nde beş kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Suriçi’nde şu an çatışmalar son bulmasına rağmen önemli tarihî ve dini yapıların yok edildiği alanlara giriş yasakları hâlâ devam ediyor. Diyarbakır Koruma Kurulu, etik değerlerle vücut bulan bilimi, koruma ilkelerini ve vicdani değerleri örseleyerek; Suriçi’ndeki yıkımın ortaya çıkardığı molozların taşınmasını ve yeni yerlerin yıkılmasına meşruiyet kazandırmada bir sakınca görmüyor. Suriçi altı ayı aşkın çatışmalı ortamın yıkımlarıyla anılırken, 28 Mayıs 2016 tarihinde Diyarbakır’ın muhtelif yerlerine asılan afişler, bir kara mizah ve/ya şaka misali, yeniden şekillendirilmek istenen toplumsal hafızalarımıza aktarılıyordu. (Resim 7) Çatışma, savaş ve kentkırım ortamları, zaman düzleminde biçim alan toplumsal yaşamın ortak aklını sahipsiz bırakarak, toplumsal sistemin dağılmasına veya yok olmasına öncülük eder. Yunanlı tragedya ozanı “Aiskhylos”un (MÖ 525-MÖ 456) savaş ve yıkım için söylediği söz gibi: “Savaşın ilk şehidi akıl, vicdan ve hakikattir.”

Suriçi’nde bulunan, uygarlığın gelişme tarihiyle eşdeğer toplumsal bir örgü içinde şekil alan kültürel ve mimari miras; süren çatışmalı ortam hali ve tezahür eden yıkımlar nedeniyle yok edilirken, bu çatışmalı ortamı fırsat bilen rant odaklı senaryolar tez elden ülkenin gündemine taşınarak, ortaya çıkan toplumsal yıkım ve kent trajedileri yok hükmünde sayılmaktadır.(17) Suriçi’ndeki çatışmalar nedeniyle kentin yerle bir edilmesi ve bölge halkının göçü sonrasında, Suriçi’ni yeniden inşa etmeyi müjdeleyen dönemin başbakanı, “Taş üzerine taş konsa haberim olacak” veciz sözünün akıbetini göremeden görevden ayrılmıştır.

Uluslararası antlaşmalarda dile getirildiği gibi, 1949 Cenevre protokollerine ek 1977 tarihli 2 no.lu ek protokol; “Devletin silahlı güçleri ile muhalif ya da başka güçler arasındaki çatışmalarda: Sivillerin korunması, kültürel varlıkların ve kutsal mekânların korunması, işkence ve insan onuruyla bağdaşmayan muamelelerin yasaklanması” gibi hususlar yer almaktadır.(18) Bu gerçeğin bağlayıcılığı ortada dururken; azameti dışında içi boş olan “Dünya İnsani Zirvesi”, 23-24 Mayıs 2016 tarihleri arasında Türkiye’nin evsahipliğinde İstanbul’da yapıldı. “Riyakârlık” üzerine kurulu bir dünya zirvesi olmasına karşın, zirvenin sonunda yayımlanan sonuç bildirgesine Türkiye (alışık olmadık bir durum olmakla birlikte) imza atmakta imtina etmiştir. Dünyanın farklı ülkelerinde yapılan bu tür zirvelerde evsahipliği yapan ülke, yayımlanan ortak bildiriyi sahiplenir ve bildirinin etkinliğin yapıldığı yerin adıyla anılmasını ister.(19) Türkiye’nin imza atmakta çekindiği “Dünya İnsani Zirvesi”nin sonuç bildirgesinde yer alan “çatışmalı bölgelerde uluslararası hukukun uygulanması” çağrısını yapan ve imzalayan 48 devlet arasında Türkiye’nin yer almamış olması; güneydoğu bölgesinde devam eden çatışmalarda hukukuna uymayan bazı şeylerin olduğunu işaret etmektedir.

SONUÇ

Bir dünya mirası olarak UNESCO tarafından tescillenen “Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri” ile tampon bölge olarak önerilen “Suriçi”, insanlık tarihinin kültürel bileşkede yarattığı değerlerin ve yıkımların günümüze değin uzayan hikâyelerinin bir tezahürüdür. Diyarbakır’da Türkler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Süryaniler, Yahudiler ve daha birçok farklı kültür ve dinlerin ortak hafıza düzleminde yarattığı değerlerin, bugün niçin korunamadığını veya bu değerlerin çatışmalı ortamlara nasıl heba edildiğini tarih bir gün yazacaktır. Diyarbakır Suriçi’nde savaş / çatışmalı ortam bağlamında yok edilen kültürel ve mimari miras örüntüleri; toplumsal düzlemde kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi ve nereye kadar gidebileceğimizi gösteren ve toplumsal hafızamızı canlı tutan değerlerdir. Farklı medeniyetlerin ve inançların ortak değerlerini yansıtan bu miras, farklılıkları görme bağlamında çoğul değerleri özümsememizi sağlayarak ve toplumsal iç barışın sürdürebilirliğine katkı sağlayarak günümüze kadar gelebilmiştir. Tarih bağlamında gerçek olmasına karşın, günümüzde ironi de olsa kültürel miras her zaman çatışmaların, yıkımların ve şiddetin belirginleşmesinde kaynaklık etmiştir.

Çatışma, şiddet ve savaş; insanların yaşamlarını, yaşadıkları kentleri ve yaşam biçimlerini tersyüz ettiği gibi, kültürel ve mimari değerleri de yok edebilmektedir. Suriçi’nde ve bölgede hâlâ devam eden yıkımlar salt kentleri değil, toplumsal birliktelik etrafında biçim alan toplumsal hafızayı da tahrip etmektedir. Bu çatışmalı halin sarmalında asırlık camiler, kiliseler, hanlar, hamamlar ve tarihî evler sokak dokularıyla birlikte yok edilmiştir. “Kültürel miras, insanoğlunun, toplumların ve toplumu oluşturan kültür gruplarının varlığının, kimliğinin ve sürekliliğinin simgesi ve kanıtıdır. […] Yenilenemez bir kaynak olan kültürel mirasın, toplumumuz için önemli değer olan ‘emanet’ kavramıyla özdeşleştirilerek içerdiği tüm değerleriyle birlikte gelecek nesillere aktarılması toplumsal bir sorumluluktur.”(20)

Suriçi’nde yapılan yıkım ve dozerlerle yerle bir edilen bir dünya mirasının ardından, gündeme getirilen “Sur’u öyle inşa edeceğiz ki Toledo gibi olacak” söylemi, basit bir hamasetin ötesinde hiçbir derde çare olamayacaktır. “Bu alanda yaşamlarını zor koşullar altında idame ettirmekte olan binlerce insanın nereye gideceği” sorusunun sorulmaması, cevabının verilememesi ve yaşananların sonunda bölge insanının farklı yerlere savrulmalarının görmezden gelinmesi ülke gündeminde yeni bir göç dalgası oluşturacak ve yeni insan hikâyeleri ortaya çıkacaktır. Ve Hall’in söylediği gibi, “Göç, tek yönlü bir yolculuktur. Geri dönülecek bir ‘yuva’ yoktur”(21)

KAYNAKÇA

Assi, Eman, 2012, “World Heritages Sites, Human Rights and Cultural Heritage in Palestine”, International Journal of Heritage Studies, cilt:18, sayı:3, ss.316-323.

Dalley, Stephanie,  2000, Myths from Mesopotamia Creation, Oxford University Press, Oxford.

Dinçer, İclal, 2016, “Bir Dünya Mirası Olarak Suriçi’ni Korumada Önkoşul: Tüm Paydaşların Ortaklaşmış Değer Algısı”, Mimarlık, sayı: 389.

Evin, Mehveş, 2016, “‘Sivil Öldürmeye Devam Edeceğim’in Türkçesi”, Diken.

Hall, Stuart, 1987, “Minimal Selves”, L. Appignanesi (der.), Identity The Real Me, ICA Documents 6, Londra.

İnsel, Ahmet, 2016, “Her Şey Açık ve Net!”, Cumhuriyet, (28.05.2016).

Karasu, Mithat Arman, 2008, “Bir Kentin Ölümü: Kentkırım (Bosna-Hersek Örneği)”, Çağdaş Yerel Yönetimler, cilt:17, sayı:3, ss.51-64.

Keser, Ulvi, 2012, “Manevi Miras Katliamı; Bosna-Hersek’te Kentkırım”, Motif Akademi Halkbilim Dergisi, Balkan Özel sayısı II, ss. 274-298.

Nietzsche, Friedrich Wilhelm, 1998,  Böyle Buyurdu Zerdüşt, (Çev.) A. T. Oflazoğlu, Cem Yayınevi, İstanbul.

Nooraddin, Hoshiar, 2014, “Minorities’ Architectural Heritage: A Human Right”, International Journal of Development and Sustainability, cilt:3, sayı:6, ss.1364-1370.

Öncü, Ayşe; Weyland, Petra, 2005, “Küreselleşen Kentlerde Yaşam Alanları ve Kimlik Mücadeleleri”, Mekân, Kültür, İktidar, (çev.) Leyla Şimşek ve Nilgün Uygun, İletişim, İstanbul.

Öz, Ali Kazım; Güner, Saadet (ed.), 2007, Uluslararası Kültürel Miras Mevzuatı, AB Kültürel Miras Mevzuatı ve Türkiye Projesi, cilt:2, Kültürel Mirasın Dostları Derneği Yayınları, İstanbul.

Salam, Assem, 1997, “Speech”, Reconstruction of War-Torn Cities, International Conference, Order of Engineers and Architects, 10-14 Kasım 1997, Beyrut, ss.7-9.

Sami, Kamuran, 2015, “Diyarbakır: Kadim Bir Kent ve Kentsel İmgede Kalan Kültürel Miras”, 8. Uluslararası Türk Kültürü Kongresi-Kültürel Miras Bildiriler Kitabı II (24-27 Ekim 2013 Eskişehir), Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara.

Şahin, A. Sultan K; Güner, Saadet., 2006,“Kültürel Miras Koruması ve Sivil Toplum Örgütleri Arasındaki İlişki”, Uluslararası Geleneksel Sanatlar Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Cilt:II, 16-18 Kasım 2006, Dokuz Eylül Üniversitesi, ss. 548-555.

Teymur, Necdet, 2006, “Space of Culture – From Cavesto Spaces of Worship, Universities and Cities”, Diyarbakır I. Uluslararası Suriçi Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Ed. Kamuran Sami & Fethi Suvarı, 20-22 Nisan 2006-Diyarbakır, ss.13-16.

Tüzmen, Rıza, 2015,             “Savaş ve hukuk”, T24, (24 Aralık 2015).

Yousif, Ephrem-Isa, 2004, Dicle ve Fırat’ın Destanı, (çev.) Heval Bucak, Avesta Yayınları, İstanbul.

 

NOTLAR

1. Dalley, 2000, s.69.

2. Yousif, 2004, s.36.

3. Sami, 2015, s.715.

4. Salam, 1997, s. 8.

5. Assi, 2012, s.317.

6. Nietzsche, 1998.

7. Karasu, 2008, s.53.

8. Teymur, 2006, s.13.

9. Öncü; Weyland, 2005, s.12.

10. Karasu, 2008. Keser, 2012.

11. Nooraddin, 2014, s.1365.

12. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 A (II) Sayılı kararıyla ilan edilmiştir. Türkiye ise, 6 Nisan 1949 tarih ve 919 Sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla kabul etmiştir.

13. Öz; Güner, 2007.

14. Nooraddin, 2014, s. 1364.

15. Dinçer, 2016.

16. Sami, 2015, s.711.

17. Star gazetesinin manşet haberi: “TOKİ Göreve”, 22 Aralık 2015.

18. Tüzmen, 2015.

19. İnsel, 2016; Evin, 2016.

20. 30 Mayıs 2012 ve 17 Mart 2013 tarihleri arasında gerçekleştirilen Ulusal Mimari Koruma Uzmanları Toplantıları ve ICOMOS Türkiye Milli Komitesi’nin revizyonu ile kabul edilen, ICOMOS Türkiye Mimari Mirası Koruma Bildirgesi, 2013.

21. Hall, 1987,  s.44.

Bu icerik 4648 defa görüntülenmiştir.