392
KASIM-ARALIK 2016
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
BİENAL

Mimarlığa Yeniden Sosyal Sorumluluk Kazandırma Arayışı: Venedik 2016

Celal Abdi Güzer, Prof. Dr., ODTÜ Mimarlık Bölümü

Bienaller sanat ve mimarlık ortamı için iki yıllık aralarla belli konuları birlikte düşünme ortamı, eleştirel bir mesafe içinde geriye ve ileriye bakma noktalarıdır. Uluslararası mimarlık bienalleri içinde en kurumsallaşmış bienallerden biri olan Venedik Mimarlık Bienali gerek altyapısı, gerekse kültürel farklılıklar içindeki geniş katılımcı ve izleyici sayısı ile mimarlık ortamı için önemli bir sorgulama, eleştiri, tartışma ve birikim zemini sunmaktadır. Bu yıl 15.si düzenlenen Venedik Mimarlık Bienali’nde küratör olarak seçilen Alejandro Aravena, bienalin bütünleştirici temasını “Reporting from the Front” yani “Cepheden Bildirmek” olarak saptamıştı. Tema, bugün giderek daha derin sorun ve olumsuzluklarla kuşatılan bir dünyada, o dünyanın meşrulaştırıcısı olmayan noktalardan alternatif ve eleştirel bakışlar, yaklaşımlar üretmeyi, buna yönelik örnekleri öne çıkartmayı amaçlıyor, kaliteli üretime yönelik zorlukları aşacak araçları geliştirmenin zeminini arıyordu. Bu iyimser ve duyarlı söyleme bakıldığında bu yılki sergi geleneksel bir mimarlık sunumu olmanın ötesinde mimarlık ile küresel ve yerel sorunlar arasında bağ kuran, mimarlığı farklı disiplinler ve eleştirel ortamlarla buluşturan bir ortam olma vaadi içinde mimarlığı yeniden sosyal sorumlulukları ile buluşturmayı, mimarlık ve tasarımın bir meşrulaştırma aracı olduğu kadar, bir direnme, karşı çıkma ve arayış ortamı olduğunu anımsatıyordu. Bu, içinde olduğumuz üretim ve tüketim süreçlerinin baskı ve yönlendirmesi ile sosyal sorumluluklarını terk ederek kendini meslek alanına hapseden ve meşrulaştırma işlevinin dışına çıkamayan, gittikçe kanıksanan bir mimarlık geleneği için yeni değilse bile alternatif bir söylem. Bir anlamda öne çıkan modernist söylemin naif bulunarak terk edilen ütopyasını bağlamsal ve gündelik sorunlarla buluşturarak, tekil örneklerin gücünü yadsımadan, bütünlük ve kapsayıcı ölçek kaygısı gütmeksizin yeniden çağırma ve parçacılıktan korkmadan işlevselleştirme beklentisi.

Bilindiği gibi bienal kurgusu temayı temsil eden bir ana serginin yanı sıra, ülkeleri ve ülkelerin tema ile kurdukları süreklilikleri temsil eden sergilerden ve bu sergilere eklemlenen bağımsız sergi ve etkinliklerden oluşuyor. Bu yılın ana sergisinde Aravena, daha önceki sergilerin atık malzemelerinden oluşan arkaplan içinde bir yandan bienalin gerçekleşme sürecinin kendisini sergilerken, öte yandan ana sergide yer alan çalışmalar için bir üst metin oluşturuyor. Aravena sergiyi ve temayı anlatan giriş yazısında kazı alanına taşıdığı portatif merdivenle yukarıdan bakarak alternatif anlamlar üretmeye çalışan Alman arkeolog Maria Reiche’ye referans vererek bu seneki bienalin de mimarlık kent ve yaşama farklı noktalardan bakarak alternatif anlamlar üretmeye soyunduğunu söylüyor.(1)  (Resim 1) Aravena aynı metinde mimarlığın gelişiminin kendi içine kapalı bir olgu olmaktan çok insanların yaşam kalitelerini yükseltmek için bir araç olması gerektiğinden ve bu nedenle sosyal, politik, ekonomik ve kültürel olguların mimarlık tartışmasına dahil edilmesinin kaçınılmaz olduğundan bahsediyor. Bu girişe eklemlenen diğer çalışmalar ise tema ile açık bir süreklilik gösterme zorunluluğu hissetmeden çeşitlenen bireysel sergiler. Bu sergileri iki gurupta toplamak olası. Bir yandan temaya yönelik duyarlılığı öne alarak göçebelik, yersizlik, tüketim, atık, geridönüşüm, yerellik küresellik ikilemi gibi konuları işleyen çalışmalar, öte yandan mimarlık ve sanatın gücüne dayalı tekil sunum ve yerleştirmeler. Örneğin Çinli mimar Zhang Ke ana eksen üzerinde kendiliğinden meşrulaşan küresel mimarlık kalıplarına karşı yerel köklere yönelen bir araştırma için çağrı yaparak bienalin ana teması ile doğrudan bağ kurarken (Resim 2), Avusturyalı Marte kardeşler daha çok yerleştirme niteliğinde bir sunumla tektoniğin gücünü yeniden anlamaya çalışıyorlar. (Resim 3) Benzer biçimde Alexander Brodsky’nin açık alanda sunduğu yerleştirme mimarlığın sıradan ve geri dönüşümlü malzeme ile yapabileceklerinin sınırlarını sorguluyor. Ana serginin ilginç bir diğer çalışması da mimar ve sanatçı Arturo Vittori’nin havadaki nemi toplayarak suya dönüştüren ve biriktiren kulesi. Sergi bütününde biryandan farklı alanlarda oluşan duyarlılık öncelikleri ile mimarlık ilişkisini sorgularken öte yandan doğrudan mimari örneklere ve bireysel yerleştirmelere yer veriyor.

Benzer bir ikilem ülke sergileri için de geçerli. Bazı ülkeler doğrudan bienal temasını benimserken bazı ülkeler daha özelleşmiş sergilerle bienalde yer alıyor. Bu sergilerden, örneğin İngiltere pavyonu sergisi teknolojiye bağlı olarak dönüşmekte olan konut kavramına eleştirel bir bakış sunuyor. (Resim 4) Geleceğe yönelik beş ayrı modelin sunulduğu sergide yeni ve alternatif konut tipolojileri araştırılıyor. Burada konut bir yandan tüketim alışkanlıkları içinde değerlendirilirken, öte yandan yeni finansman modelleri de sorgulanıyor. Benzer biçimde “Bitmemişlik” temasına yoğunlaşan İspanya sergisinde özellikle 2008 krizi nedeni ile İspanya’yı derinden etkileyen yarım kalmış yapılaşmalar üzerine bir sunum gerçekleştiriliyor. (Resim 5) Sergi bazı yapıların güncel koşullar içinde yeniden değerlendirilme alternatiflerini de sunuyor. İspanya pavyonu özellikle sergi temasının getirdiği güçle bienalin en iyi sergisine verilen “altın aslan” ödülüne değer bulundu. Gene Jüri tarafından öne çıkarılan Japonya pavyonu sergisinde de mimarlık, işsizlik ve deprem üçgeni içindeki sorunlar öne çıkarılıyor. (Resim 6) Öte yandan örneğin, Danimarka sergisi, son 15 yılda ülke ölçeğinde öne çıkan yapıların maketlerini sunuyor, yerel ölçekli ve sosyal sorumluluk öncelikli projelere yoğunlaşıyor.(Resim 7)

Türkiye Venedik Mimarlık Bienali’nde, bu sene, ulusal bir sergi ile ikinci kez yer alıyor. İki aşamalı bir seçim süreci sonucunda Türkiye’den giden serginin başlığı: “Darzana-İki Tersane Bir Vasıta”. Venedik ile Haliç kıyılarında yer alan tarihî tersanelerin bağlamsal ve işlevsel benzerliklerinden yola çıkan proje suyun, özellikle kültürler karşısındaki sınır tanımazlığına vurgu yapmaya çalışıyor. Sergi bugün özelleştirilerek işlevi yiten Haliç tersane alanında bulunan kalıntılardan oluşmuş temsili bir tekne modeli sunuyor. Tüm alanı kaplayan tek bir yerleştirme niteliğindeki bu sunum gerek ölçeği gerekse görsel kurgusu ile etkileyici ve ilgi çekici. Öte yandan bienal teması ile doğrudan bir ilişki kurmuyor, cephe kavramını boşaltılarak yenilenecek tersane alanının kente katılma olanaklarına indirgiyor. Öte yandan Türkiye coğrafyası ve bu coğrafyanın getirdiği kültürel, politik, sosyal ve ekonomik bağlam aslında bu senenin teması için bulunmayacak bir zemin oluşturuyor. Bu anlamda bu coğrafyada olan biten ve mimarlık ölçeğinden kentsel ölçeğe fiziksel çevremizde hissedilen bağlamsal dönüşüm hemen hiçbir diğer örnekte bu kadar keskin bir çeşitlilik barındırmıyor. Sınırlarımızda hissedilen savaş, buna bağlı göçler, göçlerin getirdiği evsiz ve yersiz nüfus, hep içinde olduğumuz kültürel zenginlik ve çatışma ortamı, giderek derinleşen doğu ve batı eksenli kültürel çatışma öte yandan da küresel üretim ve tüketim modelleri ile eklemlenme çabaları bulunmaz bir araştırma ve tartışma alanı tanımlıyor. Bütün bu bağlamsal girdiler doğrudan ya da dolaylı olarak mimarlığı ve kentleri etkiliyor, dönüştürüyor. Türkiye kentleri ve mimarlığı bu özel bağlam içinde sadece mimarlığın disipliner sorunları ile değil, bu bağlamdan kaynaklanan özel sorunlarla uğraşma, yeni çözümler üretmek zorunda kalıyor. Birçok jenerik yapı ve tasarım bu ortamın öncelikleri içinde yeniden şekilleniyor, yeni süreçler ve ilişkiler barındırıyor. Böyle bakıldığında Türkiye tam da Aravena’nın çağrısında yer aldığı gibi alternatif bir cepheyi, direnme ve deney ortamını temsil ediyor. Türkiye sergisine getirilen en önemli eleştirilerden biri bu zemini kullanmamış, bienal teması ile güçlü bir ilişki kurmamış olması. Türkiye bağlamından hareket edildiğinde diğer ülkelerin çoğu için zorunluluk olmayacak bu ilişki Türkiye’de mimarlık ve kentsel ölçeklerde yaşanan sorunları, özgün çözüm ve çabaları sunmak için bir fırsat niteliği taşıyor. Bir başka deyişle uluslararası ortamda kendini anlatma konusunda zaten çok da başarılı olamayan çağdaş Türkiye mimarlığı önüne çıkan özgün bir ortamı kullanmak yerine daha Batılı bir prototip üzerinden yeniden üretimi tercih ediyor.

Türkiye sergisi ile ilgili ikinci bir eleştiri de serginin arka planını oluşturan Haliç Tersane bölgesinin yeniden işlevselleştirilme sürecine yönelik. Tersanenin işlevini yitirmesi sonrasında özelleştirme yolu ile yeniden yapılaşmaya açılan bu alanda geliştirilecek projenin kamusal öncelikleri uzunca süredir tartışmaya açılmış durumda. Yeniden işlevselleştirme aşamasında bir koruma projesinden çok ekonomik verimlilik esasına dayalı bir yatırım projesine dönüşmeye açık kalma riski pek çok paydaşın ve sivil toplum kuruluşlarının temel kaygısını oluşturuyor. Kamusal bir alanda bu kaygılara yönelik belirsizliği giderecek açık, şeffaf ve katılımcı bir planlama, koruma ve tasarım modeli geliştirilmemiş olması eleştirilere neden oluyor. Buna ek olarak sergi küratörleri ile bu alanda proje geliştiren kişilerin aynı kişiler olması alana ve içeriğe yönelik eleştirel bir mesafe geliştirememe riskini getiriyor. Bu nedenle sergi birçok ortamda bir meşrulaştırma, tam da Arevana’nın eleştirdiği ortamı temsil eden bir sürecin akademik ve sanatsal ortama taşınarak yeni bir kimlik kazandırılma çabası olarak görülüyor. Özellikle projenin özünde vurgulanan karşılaştırmaya esas olan Venedik bağlamındaki duyarlı ve sürdürülebilir koruma olgusu, kamusal öncelikler ve ölçek ile Haliç’te gerçekleşmesi öngörülen büyüklük ve kamusal öncelikler karşılaştırıldığında bunun yersiz bir kaygı olmadığını söylemek mümkün.

Ana sergi ve ulusal sunumların yanı sıra bienal, çok sayıda bağımsız sergiye de evsahipliği yaptı. Bir anlamda bütün kenti bir mimarlık ve tasarım ortamına dönüştüren bu yoğunluk içinde öne çıkarak ilgi çeken sergilerden biri de Palazzo Franchetti’de yer alan Zaha Hadid sergisi idi. Bu yıl içinde yitirdiğimiz mimarın çalışmaları kronolojik bir kurgu içinde etkileyici bir derleme sunuyordu.

Bütün bu değerlendirme içinde 15. Venedik Mimarlık Bienali’nin gerek katılım yoğunluğu gerekse içeriği ile mimarlık ortamının en önemli uluslararası etkinliklerinden biri olmaya devam ettiği gözleniyor. Öte yandan gerek küratör olarak seçilen ismin, gerekse onun getirdiği temanın yarattığı başlangıç heyecanı ve umut ile etkinliğin kendisi arasında yer yer kolay doldurulmayacak boşluklar oluşmuş durumda. Bir başka deyişle tam da bugünün dünyasına özgü bir başlangıç teması, tartışma ve sunum ortamı sunan bienal zemini bu temanın yarattığı fırsatları sonuna kadar kullanmıyor. Buna Türkiye sergisi de dahil. Öte yandan bienal gibi etkinliklerin tartışmalarının sergi ortamı ve süresi ile sınırlı olmadığını, sürdürülebilir bir tartışma zemini olduklarını unutmamak gerekiyor.

NOTLAR

1. www.labiennale.org/en/architecture/exhibition/aravena/ [Erişim: 27.10.201]

 

Bu icerik 2984 defa görüntülenmiştir.