KÜLTÜREL MİRAS
			Diyarbakır Suriçi ve Çatışmalı Ortam: Gözü Mühürlü Mekânlar ve Yıkıma Direnen Kültürel Miras 
			Kamuran Sami, Doç. Dr., Dicle Üniversitesi Mimarlık Bölümü 
			Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri’nin UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girmesinin ardından Suriçi’nde başlayan ve bölgedeki kültürel mirasın tahribatına neden olan çatışmaların toplumda büyük bir yankı uyandırmadığını belirten yazar, bölgenin “kentkırım” (urbicide) tehdidiyle karşı karşıya kaldığını belirtiyor.
			
			
			
			
			“Gök  gürledi, yer inledi
  Ortalık  sessizleşti, karanlık çöktü
  Şimşek  çaktı, yangın çıktı
  Kıvılcımlar  parladı, ölüm yağdı”
  Gılgameş(1) Tablet 4
“(Bize) kabul ettirdiler 
  Ölümü ve yaşamı, 
  (Sadece) bilmeme(miz)i sağlayarak 
  Ölümün anını”
  Gılgameş Destanı(2)
 
Doğu bölgelerinde  1984’lerde başlayan ve 1990’lı yıllara doğru şiddetlenen terör, toplumsal  ayrışma ve çatışmalı ortam nedeniyle kırsaldan gelen ve sayıları milyonlara  varan iradi olmayan göçün mağdurları, kendilerine sığınak olabilecek yerler  arasında bölgenin en yakın kentlerini seçmek zorunda kalmışlardı. Zor yaşam  koşullarının sarmalında, yeni bir hayat 
kurma mücadelesinin içinde  kendilerini bulan göç mağdurları, barış sürecinin sonlanmasıyla birlikte  2015’in sonlarına doğru başka bir insani felaketle yüzleşmek zorunda kalmışlardır.  Bölgenin önemli kentsel yerleşimlerinde (Suriçi, Silvan, Cizre, Nusaybin, Silopi,  İdil, Yüksekova, Şırnak ve benzeri) aylarca süren, sofistike silahların  kullanıldığı çatışmalı ortam nedeniyle insanlar ikinci kez tekerrür eden göçe  maruz bırakılmışlardır. Diyarbakır Suriçi’nde altı ayı aşkın sürmüş olan çatışmalı  ortamdan kaynaklı binlerce insan evini terk etmek zorunda kalırken; bölge  kentlerinin yıkımı, insani dramlar, kültürel ve mimari miras değerlerinin yok  oluşu ülke gündeminde gereken ölçüde tepki çekmemiştir. UNESCO Dünya Miras Listesi’ne  giren “Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri” ve tampon bölge kabul edilen Suriçi’ndeki  tescilli yapılar (454 sivil ve 148 anıtsal yapı) arasında Dört Ayaklı Minare (Resim 1-2), Kurşunlu Camisi (Resim 3), Hasırlı Halk Meclis Binası,  Yoğurt Pazarı, Paşa Hamamı, Sırp Gragos ve Katolik Ermeni Kiliseleri, Hacı  Ahmet Camii ve Dengbej Evi çatışmalardan dolayı büyük oranda tahrip olmuş ya da  bazıları tümden yıkılmıştır.
Tarihsel bir geçmişe  dayanan doğu bölgelerindeki terör, şiddet, çatışma ve bunların sonucu olarak iradi  olmayan iç göç; toplumsal katmanlar ayrıtında ayrışmalar ve bölge kentleri  üzerinde fiziki ve kültürel tahribatları yoğun bir şekilde ortaya çıkarmıştır.(3) Süregelen sosyal, politik  ve kültürel sorunların yaraları sarılmadan, kentlerde başlayan çatışmalar ve  ortaya çıkan fiziki yıkımlar; Diyarbakır Suriçi kent örneğinde olduğu gibi  tahayyülü imkânsız olan yakıcı manzaralarla sonlanmıştır. (Resim 4) Tarihî kentin kültürel ve mimari mirasına odaklanan yıkımlar,  olağan bir sonuçmuş gibi ülkenin gündeminde yerini alırken, Diyarbakır’ın Dünya  Miras Listesi’nde yer almasından dolayı UNESCO’ya verilen taahhütlerin  anlamsızlığı kadar, hukuki bir müeyyidenin olmadığına da dünya şahit olmuştur.  Suriçi’nde çatışmaların bitiminden sonra yerle bir olmuş yapılara ait molozlar;  kente karşı sorumlu olan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne haber verilmeden  tüm delilleriyle birlikte Dicle Nehri kenarındaki üniversite arazisine  kamyonlarla aktarılmıştır. Diyarbakır Barosu, Mimarlar Odası Diyarbakır Şubesi,  Mezopotamya Hukukçular Derneği ve Diyarbakır Belediyesi’nin UNESCO’ya yaptığı  çağrılar yanıtsız kalmıştır.
Tarihî yerleşimlerin  ifade ettiği manevi anlamlara da bir saldırı olarak kabul edilebilecek çatışmalı  ortam ve şiddet, kentsel bellekteki yaralar açmaktadır. 
(Resim 5, 6) Savaş ve/ya kentkırım olarak ifade edebileceğimiz  süreçte kültürel ve mimari miras yok edilirken; çatışan taraflar hukuk ve  uluslararası taahhütler göz ardı ederek, ortaya çıkan yıkımları meşru  görebilmektedir.(4) Benzer yıkımların  yaşandığı, İsrail’in ablukası altında yok edilmeye çalışılan Filistin yerleşimlerden  Batı Şeria ve Gazze kentleri, savaşın yarattığı yıkımı en acımasız haliyle  yaşamıştır. Buna karşı toplumsal iradenin ortaya koyduğu direnç sonucunda sivil  örgütlerin; kültür ve ulusal kimliğin bekası için, yok edilen / yıkılan  yerlerin özgün biçimlerine kavuşabilmelerine yönelik çabaları hâlâ sürmektedir.(5)
Suriçi’ndeki çatışmalı duruma,  UNESCO’ya karşı taahhüt ve yükümlülükleri olan devletin olguya bakışı, hukuksal  düzlemde dışa vuran sorunların örtülü bir şekilde tartışılıyor olmasına yeni  bir boyut kazandırmıştır. Farklı uygarlıkların izlerini taşıyan Suriçi gibi  kentsel yerleşimlerdeki kültürel değerleri anlayabilmek, tarih ve toplumsal bir  bilincin demokratik bir düzlemde hayat bulmasına bağlıdır. Çünkü “bizim yaşama  ve eylem için tarihe gereksinimimiz vardır ve doğru tarih, bizlere doğru bir  bellek sunmak için vardır”(6).
Savaş ya da kentkırım; toplumun  yaşanmışlıklarıyla biçim alan ve tarihsel olarak süregelen ardışık değerleri  toplumsal yaşamdan koparan, ritüellerle örülen belleği örseleyen, kentli  haklarıyla ilgili olan her değere saldırıyı kendi açısından meşru gören bir  olguyu tanımlamaktadır. Oysa ki kentler insan eliyle kurulan en sofistike yaşam  alanlarıyla birlikte coğrafi bir mekân olmanın ötesinde, toplumsal katmanlar  ayrıtında şekillenen ve tarihsel bir bellekte aidiyet yaratan mekânsal  örüntülerin manzumesidir.
Kentlerin suretinde bir  yıkımı tanımlayan kentkırım; bir kentin kimliğine, toplumsal ve kültürel yaşam  biçimine, mekânsal örgüsüne ve kentte yaşayanların sahip olduğu kentli  haklarına karşı yapılan saldırıların tümünü içermektedir.(7) Savaş, çatışma ve şiddet  halleri, geçmişin temsiliyeti olan kent(ler)i, yapıları, evleri ve dini mekânları  hedef alarak, bu değerlerin toplumsal bekada ne anlamlar taşıdığına bakmadan,  yok edebilmeyi meşru görebilmektedir. Arjantinli yazar Jorge Luis Borges bir  öyküsünde şunu anlatır: “Barbarlar İtalya’yı istila ettiklerinde Ravenna  kentini kuşatırlar. Sağlam kent duvarları olan bu kente girmek için surlara  merdiven dayarlar. İlk çıkan asker, kentin ne kadar düzenli ve güzel olduğunu  görerek; ‘Neden bu güzel kenti yıkıp yakıyoruz?’ sorusunu kendine sorar. Bu  asker güzelliğe karşı dayanamayıp öbür tarafa iltica eder. Ve o asker kendi  ordusu tarafından vurulan ilk kişi olur.”(8)
Toplumların benliklerinde  tasavvurunu bulan kimlik ve kültürel aidiyetler, sadece geçmişte kalan ya da  toplumların tarihsel mücadelelerinin sonuçlarını ortaya koymuyor. Aynı zamanda  hangi tarihin ve hangi uygarlığın kimin mirası olduğunu belirleyen mücadele  süreçlerini de ortaya koyuyor.(9) 4 Temmuz 2015’de “Diyarbakır  Kalesi ve Hevsel Bahçeleri Kültürel Peyzajı” tanımlamasıyla UNESCO Dünya Miras Listesi’ne  alınan kente yönelik yeni adımların önü açılmıştır. Diyarbakır’ın kültürel  mirasın korunmasını isteyen iradeden alınan güç ile turizm ve kültürel alanların  önünün açılmasına yönelik fırsatların dillendirilmesi; geleceğe yönelik barış  ortamının sağlayacağı fırsatlar üzerinden yeni toplumsal bir heyecan ortaya  çıkmıştır. Merkezî hükümet ile yerel yönetimler, Diyarbakır’ın Dünya Miras  Listesi’ne girmesi için sağladıkları çabaların yanında Suriçi koruma amaçlı  imar planında tescillenen yüzlerce yapının bulunduğu bölgenin geliştirilmesi ve  koruma plan notlarına tezat olan yapıların ayıklanması yönelik vücut bulan  irade; ne yazık ki Suriçi’nde başlayan çatışmalar nedeniyle anlamını yitirmek  zorunda kalmıştır.
Kentkırım ve savaş  kavramlarının etimolojik olarak tanımlanması üzerine farklı görüş ve  yaklaşımların var olduğu hep bilinmektedir. Savaş veya bir çatışma ortamına  gerek duyulmadan, kentte yaşanan plansız ve sağlıksız gelişme ya da kapitalist  sistem örgüsünde filizlenen “rant” politikalarının neden olduğu yaşam ve  kültürel değerlerin yozlaştırılması ve kentli haklarının ihlali de “kentkırım”  olarak tasavvur edilmektedir.(10) Kentler üzerinde tahakküm  kurmada ortaya çıkan güç, şiddet ve savaş mücadelesi içerisinde yerleşimler yok  edilerek; ortaya çıkan gayri insani sonuçların nihai olarak kültürel ve mimari  mirasın topyekûn yıkımıyla sonuçlandığı görülmüştür.(11)
Cemal Süreya bir şiirinin  ilk iki dizesinde şöyle der: “Sizin hiç babanız öldü mü? / Benim bir kere öldü,  kör oldum.” Bu dizeleri Diyarbakır Suriçi’nde yaşanan yıkımlar ve insan  hikâyeleri için tersyüz ettiğimizde; “Sizin hiç eviniz başınıza yıkıldı mı?” veya  “Çatışmalarda yok olan kendi evinizi, komşunuzun evini, ya da akrabalarınızın  evini çaresiz bir şekilde hiç izlediniz mi?” diyebiliriz. Yaşanan bu yıkımların  ardından merkezî hükümetin aceleci bir yaklaşımla bu alanı kamulaştırması sürece  gayri insani bir boyut kazandırmıştır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 16  Mart 2016 tarihli talebi üzerine 21 Mart 2016’da Bakanlar Kurulu kararıyla  Suriçi’nde 6 bin 300 parsel için acele kamulaştırma kararı verilmiştir.  Suriçi’nin % 70’ini aşan sayıda kamulaştırılan parseller üzerinde birçok dini  yapı (kilise), sosyal tesis, sanat merkezi ve belediye binası yer  almaktadır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin(12) 17. maddesinin 2. bendi:  “Hiç kimse keyfi olarak mülkiyetinden yoksun bırakılamaz” der. Kamulaştırma, Suriçi’nin  genelini kapsayacak şekilde ilan edilmiş olmasına rağmen, parsel boyutunda her  taşınmazın yasal koşullara uygunluk açısından değerlendirilerek, kamulaştırma  kararının gerekçeleriyle birlikte belirlenmesi gerekiyor.
TARİHÎ  SURİÇİ VE KÜLTÜREL MİRASIN SERENCAMI 
Mezopotamya ve Anadolu  gibi uygarlıkların yaratımları üzerinde vücut bulan Diyarbakır yerleşimi;  Hititliler, Asurlular, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Abbasiler, Mervaniler,  Selçuklular, Artuklular, Eyyübiler, Akkoyunlular, Osmanlılar ve yeni kurulan Cumhuriyetin  izleri üzerinden morfolojik dönüşümler yaşayarak, günümüze kadar gelebilmiş  önemli tarihî kentler arasında yer almaktadır.
Farklı coğrafyalar üzerinden  yayılan ve kültürler arasındaki ortak faydalar etrafında tezahür ederek gelişen  kültürel çeşitlilik; yerel, ulusal ve uluslararası alanda dünya barışı için toplumsal  katmanlar arasında bir köprü görevi üstlenebilmektedir.(13) Yaşamın olduğu her yerde  bir temsiliyet sağlayan kültürel ve mimari miras, o yerin halkı için bir değer  taşımaya haizdir. Çoğul kimlikli toplumsal katmanlarda, kültürel desenlerin bir  parçası olan mimari miras; sorunlu bölgelerde çoğunlukla yok sayılmakta ya da  var olan baskın güç dengeleri içerisinde yok edilmeye hedef olmaktadır.(14)
Diyarbakır Suriçi  1988’de kentsel sit alanı ilan edilmiş, akabinde ise 1990’da ilk kez koruma  amaçlı imar planı yapılmıştır. Güney ve doğu bölgelerinde, 1980-1990’lı yıllarda  yaşanan toplumsal içerikli olaylar, şiddet ve terör; kentlerin morfolojik  yapılarını altüst ettiği gibi kentler, kırsaldan gelen ve sayıları milyonlara  varan göçün etkisiyle tersyüz olmuştur. Bu süreçte yoğun bir şekilde yaşanan ve  kırsal göçe maruz kalan Suriçi’ne gelen yeni sakinlerin yarattığı sosyo-politik  ve mekânsal sorunlardan ötürü, o dönemdeki yerel yönetim(ler); koruma amaçlı  imar planının uygulanabilmesinde yetersiz kalmışlardır. Tüm bu olumsuzluklara  karşın, zaman içinde yerel yönetimler ile merkezî hükümet(ler)in mütereddit bir  şekilde gelişen çabaları; Diyarbakır Suriçi’nin ilk nüvesi olan İçkale  bölgesinde yapılan restorasyon çalışmaları, toplum nezdinde güzel günlerin  habercisi olarak karşılık bulmuştur. Bu sancılı yılların sarmalında Diyarbakır Belediye  Başkanı olan Feridun Çelik (1999-2004), halkın desteğini alarak Türkiye  şehircilik tarihinde önemli bir yeri olan, Diyarbakır surlarını kentsel doku  içinde görünür kılabilmek adına tüm gecekondu ve sura iliştirilen yapılardan  temizlemiştir. Belediyenin toplumsal iradenin desteğinden güç alarak, sur diplerine  müdahale etme projesi; ne yazık ki sur diplerini çimlendirilmiş bir tarla  olmanın ötesine taşıyamamış ve kentin hafızasında sadece bir yeşil kuşak olarak  yerini almıştır.
1990’da onaylanan  Diyarbakır koruma amaçlı imar planının kadük kalması ve bölgesel iç göçle birlikte  yoğunlaşan toplumsal içerikli olaylardan yıllar sonra, büyük umutlarla yeniden gündeme  getirilen ikinci koruma amaçlı imar planı 2012’de kabul edilmiştir. Bu koruma  amaçlı imar planı ilkeleri doğrultusunda 150’si anıtsal, 448’i sivil yapı olmak  üzere toplam 598 tescilli yapının varlığı yasal bir hale getirilmiştir.(15) İkinci koruma amaçlı imar  planına duyulan güven ve yerel yönetimlerin ortaya koyduğu irade, merkezî  hükümetlerin istekleriyle örtüşmüş; Diyarbakır’ın UNESCO’ya giden yolunun önü  açılmıştır. Meşakkatli bir süreci göğüsleyerek iradesini ortaya koyan yerel  yönetimler ve merkezî hükümetin çabalarıyla “Diyarbakır Kalesi ve Hevsel  Bahçeleri Kültürel Peyzajı” tanımlamasıyla, 4 Temmuz 2015 yılında Bonn’da  (Almanya) toplanan 39. Dünya Miras Komitesi tarafından UNESCO Dünya Miras  Listesi’ne dâhil edilmiştir.
Diyarbakır Kalesi ve  Hevsel Bahçeleri’nin sarmaladığı Suriçi kentsel yerleşim alanı, farklı din ve  etnik yapıların ortak tasasında biçim alan kültürel mirası ve toplumsal  uzlaşıda sürdürülebilir bir iradeyi temsil etmektedir.(16) “Suriçi Tampon Bölgesi”,  bölgede oluşabilecek yapılaşma baskısını bertaraf etmek ve böylece kültürel  değerlerin geri plana atılmasına engel olmak gibi önemli bir role sahiptir. Koruma  amaçlı imar planlarıyla örtüşen ve alan yönetiminin bağlayıcılığını ortaya  koyan ilkesel kararların uygulanabildiği oranda, dünya mirası olarak kabul  edilen Diyarbakır korunabilir. Tarihsel sürecin meşakkatli yolculuğu içerisinde  insani değerlerle örtüşerek günümüze kadar gelen kültürel miras, mekânların  birbiriyle olan etkileşiminde yaşanan dönüşümlerin hepsini kapsayan bir  manzumeler bütünüdür.
Kültürel mirasın  korunması adına atılan bir adım olan bölgenin UNESCO Dünya Miras Listesi’ne  girmesi sonrasında, bu onuru ve sevinci bölge halkı tam yaşayamadan, Eylül  2015’den bu yana Suriçi’nde beş kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Suriçi’nde  şu an çatışmalar son bulmasına rağmen önemli tarihî ve dini yapıların yok  edildiği alanlara giriş yasakları hâlâ devam ediyor. Diyarbakır Koruma Kurulu,  etik değerlerle vücut bulan bilimi, koruma ilkelerini ve  vicdani değerleri örseleyerek; Suriçi’ndeki yıkımın ortaya çıkardığı molozların  taşınmasını ve yeni yerlerin yıkılmasına meşruiyet kazandırmada bir sakınca  görmüyor. Suriçi altı ayı aşkın çatışmalı ortamın yıkımlarıyla anılırken, 28  Mayıs 2016 tarihinde Diyarbakır’ın muhtelif yerlerine asılan afişler, bir kara  mizah ve/ya şaka misali, yeniden şekillendirilmek istenen toplumsal hafızalarımıza  aktarılıyordu. 
(Resim 7) Çatışma,  savaş ve kentkırım ortamları, zaman düzleminde biçim alan toplumsal yaşamın  ortak aklını sahipsiz bırakarak, toplumsal sistemin dağılmasına veya yok olmasına  öncülük eder. Yunanlı tragedya ozanı “Aiskhylos”un (MÖ 525-MÖ 456) savaş ve  yıkım için söylediği söz gibi: “Savaşın ilk şehidi akıl, vicdan ve hakikattir.”
Suriçi’nde bulunan, uygarlığın  gelişme tarihiyle eşdeğer toplumsal bir örgü içinde şekil alan kültürel ve  mimari miras; süren çatışmalı ortam hali ve tezahür eden yıkımlar nedeniyle yok  edilirken, bu çatışmalı ortamı fırsat bilen rant odaklı senaryolar tez elden  ülkenin gündemine taşınarak, ortaya çıkan toplumsal yıkım ve kent trajedileri  yok hükmünde sayılmaktadır.(17) Suriçi’ndeki çatışmalar nedeniyle  kentin yerle bir edilmesi ve bölge halkının göçü sonrasında, Suriçi’ni yeniden  inşa etmeyi müjdeleyen dönemin başbakanı, “Taş üzerine taş konsa haberim  olacak” veciz sözünün akıbetini göremeden görevden ayrılmıştır.
Uluslararası  antlaşmalarda dile getirildiği gibi, 1949 Cenevre protokollerine ek 1977  tarihli 2 no.lu ek protokol; “Devletin silahlı güçleri ile muhalif ya da başka  güçler arasındaki çatışmalarda: Sivillerin korunması, kültürel varlıkların ve  kutsal mekânların korunması, işkence ve insan onuruyla bağdaşmayan muamelelerin  yasaklanması” gibi hususlar yer almaktadır.(18) Bu gerçeğin bağlayıcılığı  ortada dururken; azameti dışında içi boş olan “Dünya İnsani Zirvesi”, 23-24  Mayıs 2016 tarihleri arasında Türkiye’nin evsahipliğinde İstanbul’da yapıldı. “Riyakârlık”  üzerine kurulu bir dünya zirvesi olmasına karşın, zirvenin sonunda yayımlanan  sonuç bildirgesine Türkiye (alışık olmadık bir durum olmakla birlikte) imza  atmakta imtina etmiştir. Dünyanın farklı ülkelerinde yapılan bu tür zirvelerde  evsahipliği yapan ülke, yayımlanan ortak bildiriyi sahiplenir ve bildirinin etkinliğin  yapıldığı yerin adıyla anılmasını ister.(19) Türkiye’nin imza atmakta  çekindiği “Dünya İnsani Zirvesi”nin sonuç bildirgesinde yer alan “çatışmalı  bölgelerde uluslararası hukukun uygulanması” çağrısını yapan ve imzalayan 48  devlet arasında Türkiye’nin yer almamış olması; güneydoğu bölgesinde devam eden  çatışmalarda hukukuna uymayan bazı şeylerin olduğunu işaret etmektedir.
SONUÇ 
Bir dünya mirası olarak  UNESCO tarafından tescillenen “Diyarbakır Kalesi ve Hevsel Bahçeleri” ile tampon  bölge olarak önerilen “Suriçi”, insanlık tarihinin kültürel bileşkede yarattığı  değerlerin ve yıkımların günümüze değin uzayan hikâyelerinin bir tezahürüdür. Diyarbakır’da  Türkler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Süryaniler, Yahudiler ve daha birçok  farklı kültür ve dinlerin ortak hafıza düzleminde yarattığı değerlerin, bugün  niçin korunamadığını veya bu değerlerin çatışmalı ortamlara nasıl heba  edildiğini tarih bir gün yazacaktır. Diyarbakır Suriçi’nde savaş / çatışmalı  ortam bağlamında yok edilen kültürel ve mimari miras örüntüleri; toplumsal  düzlemde kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi ve nereye kadar gidebileceğimizi  gösteren ve toplumsal hafızamızı canlı tutan değerlerdir. Farklı medeniyetlerin  ve inançların ortak değerlerini yansıtan bu miras, farklılıkları görme  bağlamında çoğul değerleri özümsememizi sağlayarak ve toplumsal iç barışın sürdürebilirliğine  katkı sağlayarak günümüze kadar gelebilmiştir. Tarih bağlamında gerçek olmasına  karşın, günümüzde ironi de olsa kültürel miras her zaman çatışmaların,  yıkımların ve şiddetin belirginleşmesinde kaynaklık etmiştir.
Çatışma, şiddet ve savaş;  insanların yaşamlarını, yaşadıkları kentleri ve yaşam biçimlerini tersyüz  ettiği gibi, kültürel ve mimari değerleri de yok edebilmektedir. Suriçi’nde ve  bölgede hâlâ devam eden yıkımlar salt kentleri değil, toplumsal birliktelik etrafında  biçim alan toplumsal hafızayı da tahrip etmektedir. Bu çatışmalı halin  sarmalında asırlık camiler, kiliseler, hanlar, hamamlar ve tarihî evler sokak  dokularıyla birlikte yok edilmiştir. “Kültürel miras, insanoğlunun, toplumların  ve toplumu oluşturan kültür gruplarının varlığının, kimliğinin ve  sürekliliğinin simgesi ve kanıtıdır. […] Yenilenemez bir kaynak olan kültürel  mirasın, toplumumuz için önemli değer olan ‘emanet’ kavramıyla  özdeşleştirilerek içerdiği tüm değerleriyle birlikte gelecek nesillere  aktarılması toplumsal bir sorumluluktur.”(20)
Suriçi’nde yapılan yıkım  ve dozerlerle yerle bir edilen bir dünya mirasının ardından, gündeme getirilen  “Sur’u öyle inşa edeceğiz ki Toledo gibi olacak” söylemi, basit bir hamasetin  ötesinde hiçbir derde çare olamayacaktır. “Bu alanda yaşamlarını zor koşullar  altında idame ettirmekte olan binlerce insanın nereye gideceği” sorusunun  sorulmaması, cevabının verilememesi ve yaşananların sonunda bölge insanının  farklı yerlere savrulmalarının görmezden gelinmesi ülke  gündeminde yeni bir göç dalgası oluşturacak ve yeni insan hikâyeleri ortaya  çıkacaktır. Ve Hall’in söylediği gibi, “Göç, tek yönlü bir yolculuktur. Geri  dönülecek bir ‘yuva’ yoktur”(21)
KAYNAKÇA
Assi, Eman, 2012, “World  Heritages Sites, Human Rights and Cultural Heritage in Palestine”, 
International Journal of Heritage Studies,  cilt:18, sayı:3, ss.316-323.
Dalley, Stephanie,  2000, Myths  from Mesopotamia Creation, Oxford University Press, Oxford.
Dinçer, İclal, 2016, “Bir  Dünya Mirası Olarak Suriçi’ni Korumada Önkoşul: Tüm Paydaşların Ortaklaşmış  Değer Algısı”, Mimarlık, sayı: 389.
Evin, Mehveş, 2016, “‘Sivil  Öldürmeye Devam Edeceğim’in Türkçesi”, Diken.
Hall, Stuart, 1987,  “Minimal Selves”, L. Appignanesi (der.), Identity  The Real Me, ICA Documents 6, Londra.
İnsel, Ahmet, 2016, “Her  Şey Açık ve Net!”, Cumhuriyet, (28.05.2016).
Karasu, Mithat Arman,  2008, “Bir Kentin Ölümü: Kentkırım (Bosna-Hersek Örneği)”, Çağdaş Yerel Yönetimler, cilt:17, sayı:3, ss.51-64.
Keser, Ulvi, 2012, “Manevi  Miras Katliamı; Bosna-Hersek’te Kentkırım”, Motif Akademi Halkbilim Dergisi, Balkan Özel sayısı II, ss.  274-298.
Nietzsche, Friedrich  Wilhelm, 1998,  Böyle Buyurdu Zerdüşt, (Çev.) A. T. Oflazoğlu, Cem Yayınevi,  İstanbul.
Nooraddin, Hoshiar, 2014,  “Minorities’ Architectural Heritage: A Human Right”, International Journal of Development and Sustainability, cilt:3, sayı:6,  ss.1364-1370.
Öncü,  Ayşe; Weyland, Petra, 2005, “Küreselleşen Kentlerde Yaşam Alanları ve Kimlik  Mücadeleleri”, Mekân, Kültür, İktidar,  (çev.) Leyla Şimşek ve Nilgün Uygun, İletişim, İstanbul.
Öz, Ali Kazım; Güner, Saadet  (ed.), 2007, Uluslararası Kültürel Miras  Mevzuatı, AB Kültürel Miras Mevzuatı ve Türkiye Projesi, cilt:2, Kültürel  Mirasın Dostları Derneği Yayınları, İstanbul. 
Salam,  Assem, 1997, “Speech”, Reconstruction of  War-Torn Cities, International Conference, Order of Engineers and Architects,  10-14 Kasım 1997, Beyrut, ss.7-9. 
Sami,  Kamuran, 2015, “Diyarbakır: Kadim Bir Kent ve Kentsel İmgede Kalan  Kültürel Miras”, 8. Uluslararası Türk  Kültürü Kongresi-Kültürel Miras Bildiriler Kitabı II (24-27 Ekim 2013  Eskişehir), Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara.
Şahin, A. Sultan K; Güner,  Saadet., 2006,“Kültürel Miras Koruması ve Sivil Toplum Örgütleri Arasındaki  İlişki”, Uluslararası Geleneksel  Sanatlar Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Cilt:II, 16-18 Kasım 2006, Dokuz  Eylül Üniversitesi, ss. 548-555.
Teymur, Necdet, 2006,  “Space of Culture – From Cavesto Spaces of Worship, Universities and Cities”, Diyarbakır I. Uluslararası Suriçi  Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Ed. Kamuran Sami & Fethi Suvarı, 20-22 Nisan  2006-Diyarbakır, ss.13-16.
Tüzmen, Rıza, 2015,             “Savaş ve hukuk”, T24, (24 Aralık  2015).
Yousif, Ephrem-Isa, 2004, Dicle ve Fırat’ın Destanı, (çev.) Heval  Bucak, Avesta Yayınları, İstanbul.
 
NOTLAR
1. Dalley, 2000, s.69.
2. Yousif, 2004, s.36.
3. Sami, 2015, s.715.
4. Salam,  1997, s. 8.
5. Assi, 2012, s.317.
6. Nietzsche, 1998.
7. Karasu, 2008, s.53.
8. Teymur, 2006, s.13.
9. Öncü; Weyland, 2005, s.12.
10. Karasu, 2008. Keser, 2012.
11. Nooraddin, 2014, s.1365.
12. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 A (II)  Sayılı kararıyla ilan edilmiştir. Türkiye ise, 6 Nisan 1949 tarih ve 919 Sayılı  Bakanlar Kurulu kararıyla kabul etmiştir.
13. Öz; Güner, 2007.
14. Nooraddin, 2014, s. 1364.
15. Dinçer, 2016.
16. Sami, 2015, s.711.
17. Star gazetesinin manşet haberi: “TOKİ Göreve”, 22 Aralık 2015.
18. Tüzmen, 2015.
19. İnsel, 2016; Evin, 2016.
20. 30 Mayıs 2012 ve 17 Mart 2013 tarihleri arasında gerçekleştirilen Ulusal  Mimari Koruma Uzmanları Toplantıları ve ICOMOS Türkiye Milli Komitesi’nin  revizyonu ile kabul edilen, ICOMOS Türkiye Mimari Mirası Koruma Bildirgesi,  2013.
21. Hall, 1987,  s.44.
			
			
			Bu icerik 8065 defa görüntülenmiştir.