MİMARLIK GÜNDEM
			15 Temmuz Darbe Girişimi ve Sonrasındaki Uygulamalar Nasıl Okunabilir?
			İlhan Tekeli, Prof. Dr, ODTÜ, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
			“Cumhuriyetin ilk yıllarında yeraltına çekilmiş bulunan dini tarikatlar, II. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’de çok partili rejime geçilince, açığa çıkarak, siyasetle ilişkiler kurarak, cemaatleştiler.”
“Darbe girişimi sonrasında gelinen noktada Türkiye’nin siyaset, demokrasi ve din ilişkisini yeniden sorgulanmasını, AKP döneminde demokrasiyi sağlama gerekçesiyle içeriği boşaltılmış bulunan laikliğin / sekülarizmin, Türkiye’de demokrasinin sürekliliğini garanti altına alacak şekilde yeniden tanımlanmasını gerektirmektedir.”
“Son darbe girişimi ordunun değil, bir cemaatin girişimidir. Böyle bir durumda darbenin önlenmesi için yapılacak olan düzenlemelerin adresi ordu değil, siyasetin ve ekonominin cemaat üreten yapısıdır. Oysa iktidar bu tür konuları siyasal gündemden uzak tutmaya çalışmaktadır.”
			
			
			
			
			15 Temmuz 2016’da Türkiye bir  darbenin eşiğinden döndü. Halkın ve güvenlik güçlerinin bir kısmının direnci  sonucunda darbe girişiminde bulunanlar, başarıya ulaşamadılar. Bir anlamda  Türkiye halkının demokrasiye inancı darbeyle sınanmış oldu. Tabii ki seçim  yoluyla oluşmuş bir iktidara karşı olan bir darbe girişiminin başarıya ulaşamamış  olması sevinilecek bir durumdur. Ama sadece sevinmekle yetinemeyiz, bir daha  benzer durumlara düşmemek için yaşadığımız bu olumsuz deneyimin kapsamlı bir  değerlendirmesini yapmalı, demokrasimizin önünü açacak dersler çıkarabilmeliyiz.
Türkiye’de ortaya çıkan dinî  cemaatlerden biri gelişerek, etkisini artırarak, uluslararası bir aktör  konumuna gelmiş, amaçlarını gerçekleştirmek için terörü kullanabilen bir örgüte  (FETÖ) dönüşmüş, devlet içinde meşru devlete paralel bir yapı oluşturmuş ve 15  Temmuz’daki darbeyle iktidarı ele geçirmeye çalışmıştır. Tabii bu bir suçtur,  hukuk devletinin kuralları içinde cezalandırılması gerekir. Ama benim gibi  plancılar için bu yetmez. Demokratik rejimimizi birinci sınıf ve darbe üretmez  hale getirmemiz gerekir. Gündemimizi darbe girişimcilerinin cezalandırılmasıyla  sınırlarsak, dikkatimiz FETÖ ve onun kötülükleri üzerinde yoğunlaşacaktır. Ama  gündemimize darbe üretmez bir demokrasinin nasıl kurulacağı sorusu hakim olursa,  siyasal rejimimizin eksikliklerini, demokrasimizin araçsallık düzeyinin nasıl  aşılacağı gibi konuları konuşmaya başlarız. Dedikodu yapmayı bırakarak, yapıcı  düşünceler geliştirmeye başlarız. Bunun için şunları sorgulamalıyız:
  - Türkiye  demokrasindeki siyaset yapma biçimi ve uygulanan ekonomik politikaların  cemaatlerin yeşermesine uygun bir ortamı nasıl yeşertti?
- Bu  cemaatlerin hangi tür siyasal ilişkiler içinde iktidar talebini darbeyle ortaya  koyan bir terör örgütüne dönüştü?
Bu soruları yanıtlayamazsak  siyaset yapma biçimimizde gerekli olan zihniyet dönüşümünü gerçekleştiremeyiz.
Bu sorulanın yanıtını  sadece Türkiye içinde ve son yıllarda yaşananlarda aramamız yeterli olmaz.  Yanıtı daha büyük resimde aramalıyız. Bu resmi kapsamlı bir şekilde çizebilmek  için bakacağımız zaman diliminin tüm Ortadoğu coğrafyasının, 1820’li yıllardan  günümüze kadar uzanan 200 yılını kapsaması uygun olur. Bu coğrafyada 1820’lerden  itibaren iktidarlar modernleşme yönünde adım atmaya başlamışlardır. Aşama,  aşama iktidarın kaynağı ilahi olmaktan çıkarak, halka dayandırılır hale  gelmiştir. Çok hızlı olmasa da kapitalist ilişkiler gelişmeye, modern teknoloji  girmeye, modern bürokrasi ve eğitim kurumsallaşmaya başlamıştır. Bu dönüşümü  Kuzey Atlantik kıyılarında oluşan innovative sistem, tüm dünyayla birlikte Ortadoğu’ya  da yaymıştır. Ortadoğu’ya ulaştığında yavaşlayan bu dönüşüm, ulaştığı yerlerde  kazananlar karşısında kaybedenler de oluşturuyordu. Böyle bir süreç içinde  modernleşmeci iktidarlar karşısında direnen İslamcı hareketler ortaya  çıkıyordu. Bu direnen İslamcı hareketlerin iktidarı ele geçirme stratejileri  cemaatler halinde örgütlenmeden geçiyordu. Nitekim 1928 yılında Mısır’da  kurulan Müslüman Kardeşlerin kurucusu Hasan El-Benna’nın stratejiyle “Fethullahçı”ların  stratejisi çok benzerdir. Kendi dayanışma ağlarını, kendi okullarını,  hastanelerini kurmakta, devlet dairelerinde kadrolaşmaktadırlar. Türkiye’deki  Menzilciler, Süleymancılar, İskenderpaşa Dergâhı Mensupları ve benzeri  cemaatlerin stratejileri de benzerdir. Günümüzde, Fethullahçılar tasfiye  edilirken diğerlerinin faaliyetlerini sürdürmekte olmasının nedeni  Fethullahçıların güçlenerek amacını iktidarı ele geçirmeye yükseltmiş olmasıdır  denilebilir.
Cumhuriyetin ilk  yıllarında yeraltına çekilmiş bulunan dini tarikatlar, II. Dünya Savaşı  sonrasında Türkiye’de çok partili rejime geçilince, açığa çıkarak, siyasetle  ilişkiler kurarak, cemaatleştiler. Bu cemaatlerin güçlenmesinin hızlanması 1980  sonrasında Özal döneminde oldu. Türkiye’de İslamcı siyasal hareket Millî  Selamet Partisi (MSP) döneminde iktidarda söz sahibi olduysa da, gücünü  sürdüremedi, 1997 yılında postmodern bir darbeye neden olarak iktidardan  uzaklaştı. Ama AKP, kurulduktan sonra ideolojisini yeniden formüle ederek,  cemaatler arası koalisyonu sağlayarak hegemonik bir parti haline gelmeyi  başardı. Fetullahçılar AKP iktidarının ilk dönemlerinde gelişmiş kadrolarını  harekete geçirerek çok güçlendiler. Güçlerini aşırı olarak değerlendirmeye  başlayınca da, iktidarı ele geçirecek girişimleri planlamaya başladılar.  AKP’nin bu konuda uyanması önemli bir gecikmeyle gerçekleşse de Tayyip  Erdoğan’ın Fethullahçılarla ilişkisi koptu. Ve öykü 15 Temmuz 2016 darbesine  ulaşmış oldu.
Darbe girişimi sonrasında  gelinen noktada Türkiye’nin siyaset, demokrasi ve din ilişkisini yeniden  sorgulanmasını, AKP döneminde demokrasiyi sağlama gerekçesiyle içeriği  boşaltılmış bulunan laikliğin / sekülarizmin, Türkiye’de demokrasinin  sürekliliğini garanti altına alacak şekilde yeniden tanımlanmasını  gerektirmektedir. Bu görev tabii ki büyük ölçüde iktidara düşmektedir. Darbe  sonrasında AKP iktidarı olağanüstü hal ilan ederek zecri tedbirler almaya başlamıştır.  Bu noktada sorulması gereken soru, AKP iktidarının aldığı önlemlerin bizi  kararlı bir demokrasiye mi yoksa inşa edilmiş bulunan bir muktedirin gücünü  artırmaya mı yöneldiği olmaktadır.
Darbe sonrasında AKP  iktidarının uyguladığı stratejiyi dört başlık altında toplayabiliriz. Bunlardan  birincisi FETO örgütünü devletten  temizlemek diye formüle edilmektedir. Bu strateji ikna ediciliğini kanser  hücrelerini temizlemek metaforuna dayandırmaktadır. Böyle bir metafor  kullanılınca yapılan operasyonlar çok genişlemekte, çok büyük kitleleri etkiler  hale gelmekte, toplum içinde uzun erimde büyük rahatsızlıklara neden olabilecek  bir yola girilmiş olmaktadır. Kanser hücrelerini temizlemenin tedavi edici bir  yönü bulunmaktadır. Oysa bu durumda temizlenen vatandaştır. Tabii ki, devletin vatandaşla  ilişkisini cezalandırma anlayışı üzerinden değil, iyileştirme, doğru yola  getirme metaforu üzerinden kurmasının daha doğru bir yol olabileceğini düşünmek  doğru olur.
Kuşkusuz darbe girişimi  sırasında halkın sokağa çıkarak yaşamı pahasına demokrasiyi savunması muhteşem,  spontan bir davranış olmuştur. Türkiye halkının askeri rejimlere, diktatöryel  yönetimlere karşı olduğu açıktır. Ama nasıl bir demokrasi istediği konusunda  üzerinde uzlaşılmış bir perspektifi bulunmamaktadır. Bu nedenle de Türkiye  sivil bir anayasayı gerçekleştirememektedir. Bu darbe sonrasında halkın  harekete geçen duygusallığı bu yönde bir siyasal hareket haline  dönüştürülememiştir. Yapılanlar, büyük örgütlü  mitingler düzenlemenin ötesine geçememiştir. Aslında mitinglere ne kadar  sembolik anlamlar yüklenmeye çalışılsa da yeni düşünceler, uzlaşılar  geliştirmeye uygun bir form değildir.
Darbe sonrasında uygulanan  stratejinin üçüncü ögesi, gelecekteki darbeleri önlemenin yolu olarak görülen ordunun alelacele yeniden düzenlenmesi olmuştur. Ordunun geçmişte, birçok darbede önemli roller almış olduğu doğrudur.  Ama son darbe girişimi ordunun değil, bir cemaatin girişimidir. Böyle bir  durumda darbenin önlenmesi için yapılacak olan düzenlemelerin adresi ordu değil,  siyasetin ve ekonominin cemaat üreten yapısıdır. Oysa iktidar bu tür konuları siyasal  gündemden uzak tutmaya çalışmaktadır.
Darbe sonrasında uygulanan  dördüncü stratejik öge, Türkiye’de siyasete egemen olan gerilimi düşürerek,  AKP, CHP ve MHP arasında bazı konularda bir karşılıklı anlayış zemini oluşturmaya çalışmak olmuştur. Toplumda  böyle bir algının oluşmasını iktidar partisi çok istemektedir. Toplum çatışmalı  bir siyasetten bıktığı için, muhalefet partilerini de bu yönde davranması için  baskı altına almaktadır. İktidar sözcüleri bunu “Yenikapı Ruhu” diye adlandırmaktadırlar.  Bu havanın oluşması bakımından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Fethullahçıların kendini  kandırdığını söyleyerek özür dilemiştir. Kanımca bunlar önemlidir, ama yeterli  değildir. Bunun yeterli hale gelmesinin koşullarını Kemal Kılıçdaroğlu Yenikapı  konuşmasında ifade etmiştir. Bu bakımdan kritik olan, özeleştiri yapılarak,  geçmişteki hatalı siyasal davranışların tekrarlanmayacağının sözünün verilmesi  olmaktadır. Oysa iktidar böyle bir noktadan uzakta bulunuyor. Böyle bir noktaya  gelinmediğinden darbe sonrasındaki düzenlemelerin bizi daha iyi bir demokrasiye  götürebileceği konusunda iyimser olamıyorum.
			
			
			Bu icerik 6073 defa görüntülenmiştir.