419
MAYIS-HAZİRAN 2021
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Salgın, Mekân, Nekroiktidar
    Pelin Tan, Prof. Dr., Batman Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Kıdemli Araştırmacı, Center for Arts, Design and Social Research Enstitüsü, Boston

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARİ TASARIM

Antroposen Kibrin Akıldışı Ürünü: Hayvanat Bahçeleri

Büşra Ünver, Dr. Öğr. Üyesi, Haliç Üniversitesi İç Mimarlık Bölümü

Geçmişten günümüze aristokrasinin tekelindeki egzotik hayvan koleksiyonlarından açık parklara evrilen hayvanat bahçeleri, antroposentrik düşüncenin domine ettiği bir kurguyla karşımıza çıkmakta. Yazar “Hayvanat bahçesi tasarımları hangi mekânsal kurguları barındırır?” sorusu üzerinden, insanın insan olmayana karşı tahakkümüne dikkat çekiyor.

 

“Sanki binlerce parmaklık var gibi gelir ona

                                                     Ve binlerce parmaklığın ardında bir dünya, yok gibi”[1]

                                                                                                        Rainer Maria Rilke

İnsanın doğa ve insan olmayan[2] ile ilişkisi, insanlık tarihinin başlangıcından bugüne birçok değişkenin etkisiyle sürmektedir. Antikçağa kadar olan süreçte, özellikle Sokrates öncesi düşünürlerden edinilen bilgilerle insanın bitki ve hayvandan farklı ele alınmadığı görülür.[3] Bugün insanlarla tüm canlılar arasında çizilen büyük ayrım çizgisi, canlılar dünyası ile cansızlar dünyası arasında çizilmiştir.[4] Ancak yaşayan her şeyin bir yaşam ilkesiyle donanmış olduğu düşüncesinin aksine hayvan yaşamı ile insan yaşamının karşıt olduğu fikri hâlâ varlığını sürdürmektedir.

Antroposentrik düşüncenin egemenliğindeki bugünün dünyasında, insan ile insan olmayan arasındaki çok boyutlu ve çapraşık ilişkiler, insanın çıkarı doğrultusunda insan olmayanları kullanma hakkına sahip olduğu düşüncesiyle avlanma, beslenme, tarım, giyinme, eğlenme, evcilleştirme, deneye tabi tutma, turizm, ulaşım gibi birçok farklı biçimde varlığını sürdürmektedir. Gerçek şu ki, günümüzde insanların hayvanlarla olan sömürüye dayalı ilişkisi, insanların nasıl örtündüğünün ve nasıl beslendiğinin, eğlence biçimlerinin, endüstriyel üretim ve bilimsel araştırmaların temelini oluşturmaktadır.[5] Özellikle yakın tarihte ortaya çıkan tüm bu ilişki formlarına karşın hayvanların tam özgürlüğü adına birçok konuda geri dönüşün oldukça zor olduğu düşünülse de; 20. yüzyılla belirginleşen dehşet içerikli olaylar, kapitalizmin etkileri, antroposentrik yaklaşımın götürüleri ve 21. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan pandemi gibi nedenlerle insan olmayanın etik, ontolojik ve hukuki konumunun sorgulanmaya başladığı görülmektedir.

Bahsedilen ilişkilere paralel olarak insanın hayvanları ilişkilendirdiği mekânlar da çok çeşitlidir. Bu noktada hayvanlar ile mimari mekân arasında doğal bir direkt ilişkiden söz edilemez; çünkü hayvanın mimari mekânla ilişkisi insanın inşa ettiği, hükmettiği ve dayattığı üzerinden var olur. İnsan, kendi çıkarları doğrultusunda inşa ettiği yapılı çevre ile hayvanların ilişkisi üzerine kendi durduğu yer dışında bir noktadan kafa yormaz. Uexküll, insanların kendi dünyasına bağlı nesnelerle kurduğu ilişkiyle, belli bir hayvan öznenin, bulunduğu çevredeki şeylerle kurduğu ilişkinin aynı zaman ve mekânda gerçekleştiğini düşünerek yanıldıklarını belirtir.[6] Bu yanılsama, insanın bütün canlıların bulunduğu tek bir dünya -kendi algıladığı dünya, insanın dünyası- olduğu kanısına dayanmaktadır. Bu şekilde insan, kendi dünyasında, kendi inşa ettiği çeşitli mekânlarla hayvanları ilişkilendirir.

Bu ilişkilendirmede modern toplumlar insanı merkeze koydukları kendilerine özgü bir mekân kavramıyla hareket eder. Kentler, kırsal yerleşim alanları, endüstriyel ve tarımsal bölgeler gibi mekânlar hayvani değil insani, doğal değil kültürel, yabani yerine medeni olarak tanımlanır.[7] “Kültürel olarak türetilmiş, hayvanlar ve toplum arasındaki mekânsal ilişkilere dair doğru ve ahlaki olarak uygun gibi modernist kavramlar”ın altında bu ikilikler yatmaktadır.[8] Böylesi bir kültürel imgelemde, yunuslar havuzlarda, besi hayvanları çiftliklerde, kuşlar kafeslerde, köpekler evlerde, kediler kent sokaklarında, güvercinler yapıların kuytularında, fareler kanalizasyonlarda ya da deney laboratuvarlarında, balıklar fanuslarda, böcekler mutfaklardaki kavanozlarda, domuzlar üretim kafeslerinde, filler sirk çadırlarında ve niceleri birtakım insan ürünü mekânlarda yaşamaktadır. Üstelik eğer hayvanlar bu sınırları ihlal ederse, “yalnızca insanlara ait olarak tanımladığımız mekânları ihlal ettikleri için ahlaki açıdan saldırgan olarak görülmeye mahkum” olurlar.[9] Aynı zamanda insan, hayvanları sadece “içine koyarak” mekânlarla ilişkilendirmez. Pek çok hayvan, yollar, nakliye rotaları, köprüler, uçuş güzergahları, yüksek binalar nedeniyle bozulan hareket ve göç rotaları sonucu yaşamlarının bir kısmını insan çevresiyle ilişki halinde geçirmek zorunda kalır. Bu yüksek modern mekân kavramı, insanın hayvanlarla olan ilişkilerine dair kavrayışı sürekli ve sistematik olarak değişime ve yıkıma uğratır. Bu yıkımın örneklerinden olan mekânlardan biri de “hayvanat bahçeleri”dir.

Çalışmanın amacı insanın doğa ve insan olmayanlar ile tahakküm temelli ilişkisini hayvanat bahçesi örneğinde irdeleyerek tartışmaya açmaktır. Çalışmada öncelikle hayvanat bahçelerinin kısa tarihi ve kuruluş gerekçeleri üzerinde durulacak, ardından insanın hayvanlara karşı biyopolitik duruşuyla birlikte mekânsal özellikleri üzerinden çözümlemeleri yapılacaktır. Çalışmanın antroposentrik yaklaşımın insan olmayanların yaşamlarında neden olduğu yıkımları görünür kılması nedeniyle önemli olduğu düşünülmektedir.

HAYVANAT BAHÇESİ

Önceleri seçkin bireylerin toplumdaki konumunu yücelttiği düşüncesiyle aristokrasinin tekelinde olan özel egzotik hayvan koleksiyonları sergileri, 1793’te Paris’te “Ménagerie du Jardin des Plantes” ile dünyada ilk defa halka açık hayvanat bahçesi olarak kurulmuştur.[10] Kısa zaman içerisinde sömürgeci egemenliklerini sergilemek isteyen ulusları güçlendirmeye hizmet eden kurumlar haline gelerek, Paris’teki başarının da etkisi ile Londra, Dublin, Amsterdam, Kopenhag, Berlin, Brüksel gibi birçok büyük kentte kurulmaya başlamıştır. Bugün dünyanın her yerinde sayıları 10.000 civarında olan hayvanat bahçeleri her yıl tahmini olarak 700 milyon ziyaretçi çekmektedirler.[11]

Modern hayvanat bahçeleri zaman zaman yükselen aksi seslere karşı varlıklarını meşru kılmak üzere birtakım gerekçeler öne sürmektedir. Eğitim, nesil koruma, çocuklara hayvan sevgisi aşılama, sığınak, doğal yaşam desteği gibi türlü iddialarla kurumlar esasında ekonomik sürdürülebilirliklerini sağlamaya çalışmaktadırlar. Ortaya atılan bu sözde nedenlere karşın, soy tükenmesi tehdidi altında olan türlerin korunmasına destek sağlayacağı ve hayvanların yeniden ait oldukları yaşam alanlarına döndürülecekleri fikri de genel olarak düşünülenden çok daha düşük bir başarı düzeyini yakalamıştır.[12]

Berger’e göre “İnsanların hayvanları görmek, onları gözlemlemek için gittikleri hayvanat bahçeleri, gerçekte böyle buluşmaların olanaksızlığının anıtıdır. Modern hayvanat bahçeleri, insanlığın kendisi kadar eski bir ilişkinin mezar taşıdır. Bunun böyle görülmemesinin nedeni ise hayvanat bahçeleriyle ilgili yanlış sorular sorulmasıdır.”[13] Bu noktada hayvanat bahçeleri mekân tasarımı bağlamında ele alındığında, bu tasarımların hangi mekânsal kurgular barındırdığı sorusu akla gelmektedir.

HAYVANAT BAHÇESİ TASARIMININ BARINDIRDIĞI MEKÂNSAL KURGULAR

Hayvanat bahçesi tasarlamak için yola çıkıldığında, diğer mekân üretim süreçlerinde olduğu gibi tasarım süreci ilk etapta doğası gereği birtakım soruları beraberinde getirir. Fakat konu hayvanat bahçesi tasarımı olduğunda, mekânın varoluş nedenleri ve işlevleri, kullanıcının kim olduğu, kullanıcının mekân ile ilişkilendirilme biçimleri, tasarlanacak deneyim gibi ikiliklerle dolu birçok cevap ortaya çıkar.

Literatürde hayvanat bahçesi tasarımı için kılavuz niteliğinde birçok kaynak bulunmaktadır. İncelendiklerinde ise hayvanat bahçesi tasarımını sistematik ve pratik kılmak amacıyla bu üç mekân tasarımından yardım alındığı görülür: hapishaneler, müzeler ve tiyatro sahneleri.[14] Bilindiği üzere işlevleri, kullanıcıları, vadettikleri deneyim ve diğer bir sürü olgunun bu denli farklı olduğu bu üç mekânın nasıl bir çatı altında birleşip hayvanat bahçesi tasarımı için yol gösterici olduğu, hayvanat bahçeleriyle ilgili doğru soruları sormaya yönlendirir. Hayvanat bahçeleri nasıl yerlerdir?

Çalışmada, sorulan sorulara cevap aranırken hapishane, tiyatro ve müzelerin mekânsal kurgularının yardımıyla hayvanat bahçeleri tartışmaya açılmıştır. Parmaklıkları, duvarları ve sınırları ile hapishaneler; dekorları, resimleri ve temsilleri ile tiyatrolar; teşhir edilen ve izleyen üzerine kurulu yapısı ise müzeler, hayvanat bahçesi tasarımları ile birebir örtüşen mekânlardır. (Resim 1) Bu kadar benzerlik hatta aynılık söz konusu iken, sorulması gerekenlerin sayısı artmakta, antroposen yaklaşımın görülmek istenmeyen sonuçları ile yüzleşilmektedir. Bu göz ardı edilen sonuçlar, söz konusu üç mekânsal kurgunun irdelenmesi ile açık ve net biçimde ortaya çıkmakta.

Hapishaneler bilindiği üzere mahkemelerce suçlu bulunup hapis cezası verilen insanların cezaları süresince kapatıldıkları yerlerdir. Mekânın temel işlevi gereği bu kimselerin fiziksel özgürlüklerini kısıtlayarak yaşayabilecekleri mekân belirlenir ve bu nedenle belirli duvarlar, parmaklıklar, kapılar gibi mekân geçişleri ve sınırları tasarlanır. Çalışanlar için ise durum hapishanede bulunan kimseleri kontrol etmek ve fiziksel sınırlarının sabit olduğundan emin olmak üzerine kuruludur. Hayvanat bahçelerine bakılacak olursa, fiziksel bağlamda direkt bir aynılık söz konusu değil midir? Görülen, tartışmaya dahi açık olmayan bir maddi gerçeklik vardır; hayvanlar da hapishanelerdeki gibi parmaklıklar, duvarlar ya da sınırlar içerisine kapatılır. (Resim 2)

Foucault Hapishanenin Doğuşu’nda neyin suç teşkil ettiğini irdelerken temel argümanlarından biri, suçluluğun niteliğinin farklı iktidar düzenlerinde farklı özellikler kazandığıdır. Burada Foucault, insan olmayan bedenlere ilişkin bir duruma değinir; hayvanat bahçesinin varoluşunu disiplinin geçmişine eklemler. Foucault, Bentham’ın panoptikonunun bir anlamda “Le Vaux’nun Versailles’da kurduğu hayvanat bahçesini, kraliyete ait hayvan sergilerini” anımsattığını söyler. (Resim 3) Yalnızca hayvanın yerine insan, kralın yerine de kaçamak bir iktidar makinesi geçtiğini belirtir.[15]

Varoluş nedeninin “bir suçun cezalandırılması olmadığı” açık olan hayvanat bahçelerinde hayvanların çeşitli mekânsal elemanlarla kapatılmasındaki amaç ise, hayvanların kendi güdüleri ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket etmemeleri ama fiziksel olarak asgari düzeyde yaşamlarını sürdürmeleridir. Üstelik fiziksel sınırlar konusunda sorulan sorular için, hayvanların birer makineden ibaret olduğu düşüncesini savunmuş olan Descartes gibi düşünenlere akademik araştırmalar oldukça açık cevaplar vermiştir.[16] Tüm hayatı boyunca sınırlı bir fiziksel çevrede yalnız yaşamaya mahkum bırakılmış birçok hayvan türünün hem fiziksel hem mental sağlığını kaybettiği görülmektedir.[17] Kaldı ki, fizyolojik ya da psikolojik hiçbir sorun teşkil etmese dahi bir canlının özgürlüğünün nedensiz yere elinden alınması, özünde “doğrudan, kasti şiddet” olarak tanımlanmıştır.[18] Bu durum, hayvanların kendilerine ait öznel varoluşlarını yadsır ve bu öznel varoluşlarıyla gelen, eşit ve ihlal edilemez yaşam ve özgürlük haklarını ihlal eder.[19]

Müzeler, hayvanat bahçesi mimarisinin paralellik gösterdiği diğer mekândır. En temelde sanatsal ve bilimsel üretimlerin insanların görebilmesi amacıyla sergilendiği mekânlar olarak tanımlanabilecek müzeler ile hayvanat bahçelerinin mekânsal yakınlıkları o denli belirgindir ki iki mekânın da terminolojilerinde dahi aynılıklar görülür. Yönetmelikler dahil literatürde hayvanat bahçesinde hayvanların tutulduğu alanlar “sergi” ve “teşhir” alanları olarak geçer.

İnsanların hayvanları “görmeleri” esasına dayalı mekânlar olan hayvanat bahçeleri gören, görülen ve gösterenler etrafında varolan bir kurumdur. Berger bu durumun müzelerle olan benzerliğine dikkat çeker: “İlke olarak her kafes, içindeki hayvanı sınırlayan bir çerçevedir. Ziyaretçiler hayvanat bahçesine hayvanları görmek için gelirler. Burada, sanat galerisindeki ziyaretçilerin bir tablonun önünde durup sonra yanındakine geçmeleri gibi bir kafesten öbürüne geçerler.”[20] (Resim 4)

İnsan, baktıklarının gerçek, doğru ve doğal olduğunu düşünür. Bu mutsuz, yalnız, yaralı ve üzgün hayvanların kısıtlanmış, çarpık, engellenmiş hareketlerinin gerçekliği üzerine pek kafa yorulmaz. Kötü birer simülasyondan farkları canlı olmaları. Bu nedenle, hayvanat bahçelerinden yapılabilecek tek çıkarım, esasında hayvanın ne olmadığıdır. Berger bu durumla ilgili hayvanat bahçelerindeki kafeslerde tam net olmayan bir imge gibi, görüntüde her zaman bir bozukluk olduğundan bahseder.[21] Hayvanların canlı olması ile “görünür” olmaları arasında hiçbir bağ yoktur. “Bu hayvanlara nasıl bakarsanız bakın, onlar parmaklıkların arkasında, sizden bir adım uzakta, dışarıdaki ziyaretçilere bakıyor olsalar bile, siz tam anlamıyla önemsizleştirilmiş bir şeye bakmaktasınız ve dikkatinizi ne kadar yoğunlaştırsanız da, onu merkezî bir konuma getiremezsiniz.”[22]

Ötekiyi teşhir eden ve izleyiciyi ayrıcalıklı bir pozisyona sokan hayvanat bahçelerinde izleyici istediği zaman gelebilir, gidebilir; oysa teşhir (hayvanlar) orada kalmak zorundadır. İzleyici-nesne ayrımı ile insan ve insan olmayan ikiliğini kurumsallaştıran hayvanat bahçeleri, bakmanın patolojik hazzından beslenir.

Hapishanelerde olduğu gibi hayvanat bahçeleriyle müzeler ve sanat galerileri arasında da devasa bir fark vardır. Hayvanat bahçeleri, bir sanatsal ya da bilimsel eseri değil, bir canlının varlığının yapay bir şekilde sürdürüldüğü, teşhirlere indirgenerek yaşamsal süreçlerinin metalaştırıldığı yerlerdir.

İzleyiciler önünde sahnelenmek üzere yazılan eserlerin sergilendiği tiyatro sahnesi, hayvanat bahçesinin mekânsal oluşumu için birtakım özelliği ödünç aldığı diğer bir mekândır. Sahnede anlatıyı destekleyen hatta çoğu zaman anlatının vazgeçilmez bir parçası olan çeşitli dekorlar, ışıklar, sesler, görüntüler bulunur. Temsil edilen, sahne tasarımıyla birlikte yaratılan atmosfer desteğiyle izleyene aktarılır. Hayvanat bahçelerinde de türlerinin temsili olduğu düşünülen hayvanlara bakan insanlar bulunur - temsil ettiği düşünülen tutsak hayvan ile kendi habitatlarında, insan tahakkümünden uzakta yaşayanlar arasındaki uçurum göz ardı edilse de. Aslında egzotik bir hayvanın iklimi dahil hiçbir fiziksel koşulu uygun olmayan bir kentte bulunmasının yanlış olduğu zor anlaşılabilir bir durum değildir. Fakat kurumlar tarafından tercihen böyle düşüncelerin ziyaretçilerin aklına gelmemesi istenir. Hayvanların mutlu ve sağlıklı oldukları üzerine bir görünürlük tasarlanır. Bu yanılsama da hayvanların dekorlaştırılan ve simgeler ile donatılan yaşam alanları ile oluşturulur.

Berger, hayvanat bahçelerindeki mekânsal öğelerin simge olarak kullanıldığı dekorlardan bahseder; hayvanların tutuldukları alanlara yapılmış orman ya da kayalık resimleri, kimi zaman hayvanların kökenleri ile ilgili (maymunlar için bir ağacın kurumuş dalları, ayılar için yapay kayalar, timsahlar için çakıl taşları ve sığ havuzlar gibi) manzaraların simge olarak kullanıldığını belirtir.[23] (Resim 5) Bu simgelerin en önemli işlevi ziyaretçiler için bir tiyatro dekoru gibi çalışarak yanılsamayı güçlendirmesidir. Bu gösteri amaçlı dekorlarda göz önüne alınmayan yine hayvanlardır; hayvanat bahçesi kurumunun tümünde olduğu gibi hayvanlar kesin bir biçimde önemsizleştirilmişlerdir.

Hayvanların fizyolojik ve psikolojik tüm ihtiyaçlarının inkar edilerek yok sayıldığı bu mekânların tümü yapaydır. Yalnızca onları görmek için gelen insanlar için oluşturulmuş bir illüzyondan ibaret olan sahnelerdir. Malzemeler, ışıklar, ses gibi mekânsal atmosfer oluşturacak öğeler ile yapılan aldatıcı bir çevredir. Kaldı ki sadece hayvanların değil insanların da bu dekorların yapaylığının ayırdına varmaları çok da zor değildir. Fakat yalnızca bakılan hayvanın gerçekte kendi türüne dair hiçbir belirtisi olmadığı gibi, ona bakan insan da büyük bir körlük halinde onu gördüğüne dair hiçbir belirti vermeden ona sadece bakar.

Yine de hayvanların tutuldukları ortamların dekorlaştırılmasıyla kendi doğal habitatlarına benzetilme çabaları son bulmaz. Kaldı ki insanlar ile hayvanların mekânı algılayış biçimleri birbirinden tamamen farklıdır. Çalışmalarında insanlar ve insan olmayanların mekânı algılayış biçimlerini ele alan Uexküll bunu şu şekilde örneklendirir: “Güneşli bir günde yanımızda uçuştuğunu gördüğümüz arı, yusufçuk böceği ya da sinek bizim onları gözlemlediğimiz şekilde hareket etmemektedirler ve bizimle -ya da kendi aralarında- aynı zaman ve mekânı paylaşmazlar.”[24] İnsanların belirlemiş ve tanımlamış olduğu tek bir nesnel mutlak mekân olmadığını bir orman üzerinden anlatır. Hatta homojenleştirilen insan türündeki tüm insanlar için de tek bir orman yoktur. Her insan olmayan için farklı bir orman olduğu gibi, her insan için de farklı bir orman vardır; “Orman koruma görevlisi için bir orman vardır, avcı için bir orman vardır, bitkibilim alanında çalışan için bir orman vardır, gezgin için bir orman vardır, doğa dostu için bir orman vardır, oduncu için bir orman vardır ve son olarak, Kırmızı Başlıklı Kız’ın içinde kaybolduğu bir masal ormanı vardır.”[25] Mekân algısının çeşitlendiği böylesi bir dünyada hala sahte dekorların kullanıldığı alanlarda tutsak edilen hayvanların yanılsamalarla dolu gösterisinde gerçeklik çarpık bir hal alır. “Gerçek ilgilerinin yerini, dışardan gelecek bir dizi müdahalenin edilgin bir bekleyişi alır. Çevresinde algıladıkları olaylar, tıpkı doğa resimlerinde verdikleri güya doğal tepkiler gibi bir illüzyona dönüşür.”[26]

SONUÇ

İnsanların hayvanlar ve bitkilerden farklı olarak ele alınmadığı, ayrımın “insan ve diğerleri” olarak değil “canlı ve cansızlar” olarak yapıldığı tarihlerin ardından bir süredir antroposentrik düşüncenin insan ve hayvanlar arasındaki ilişki biçimlerini domine ettiği görülmektedir. Aynı şekilde yalnızca insanın inşa ederek hükmedip dayattığı üzerinden pek çok hayvan-mekân ilişkisinden söz edilebilir. Modern toplumların benimsediği, insanı merkeze koyan mekân kavramının insanın hayvanlar ile olan ilişkilerine dair büyük yıkımlara neden olduğu görülür. Hayvanat bahçeleri de bu yıkıma bir örnektir.

Zaman içerisinde egzotik hayvan koleksiyonlarından açık parklara evrilen hayvanat bahçeleri, türlü gerekçelerle ayakta kalmaya çalışan fakat özünde modern irade hayranlığıyla aklı tutulan insanın anlaşılması güç deneyimlerinden birinin mekânıdır. Bu deneyim merkeze alındığında hayvanat bahçelerindeki hayvanların tüm günlerini, hatta çoğu zaman tüm yaşamlarını orada geçirdikleri unutulur. Postmodern dünyanın mikro ölçekli bir örneği niteliğinde olan hayvanat bahçeleri, çağın ana temasını yansıtan, insanın önce hayvanları öteki haline getirip, sonra da teşhir ettiği bir mekândır.

Tüm bu ilişkilerden hareketle meselenin özü olan insanın, insan olmayan ile ilişkisini irdeleyerek hayvanat bahçelerini mekânsal özellikleri üzerinden yeniden düşünmek gerekir. Bu amaçla sorulan sorular ve yapılan araştırma sonucu üç mekân ile karşılaşılmıştır: hapishaneler, müzeler ve tiyatro sahneleri. Bu mekânların tasarım ve inşa nedenlerinin hayvanat bahçeleriyle aynı olmamasına karşın işlev ve mekânsal özellik bağlamında aynılık derecesinde benzerlik göstermesi hayvanat bahçelerinin çarpık doğasına işaret eder. Hayvanlar hapsedilip, teşhir edilip, yapay bir dekor önünde yaşamsal süreçleri sergilenerek bu üç mekânın özelliklerini barındıran hayvanat bahçelerinde yaşamaya maruz bırakılır.

Hayvanat bahçeleri özelinde oluşturulan bu tartışma esasında antroposen yaklaşımın neden olduğu birçok sorundan yalnızca biridir. Bugün yaşanan salgın, afet, ekolojik dengede oluşan tahribat, açlık, susuzluk, küresel ısınma gibi birçok durumun insanın üstünlük iddiasından kaynaklandığı görülmektedir. Bu iddianın bir ürünü olan hayvanat bahçelerinin -insan olmayanın maruz bırakıldığı zulmün açıkça görülmesine karşın- varlıklarının hala sürdürülüyor olması ise oldukça şaşırtıcı ve akıldışıdır. Artık antroposen yaklaşımdan uzaklaşmanın, hayvanlar için sorular sormayı bırakmanın ve geç kalınmış olsa da cevapların ve çözümlerin konuşulması gerektiği düşünülmektedir. Bu amaçla insanın doğa ve insan olmayan canlılar ile ilişkileri yeniden ele alınabilir, alınmalıdır.

NOTLAR

[1] Rainer Maria Rilke, şiiri ‘Panter’ (Der Panther) ile 1902 yılında “Menagerie ait des Plantes Jardin” adlı Paris’teki hayvanat bahçesinde esaret altındaki bir panteri tasvir eder. (çev. Nafer Ermiş) URL: https://naferermis.wordpress.com/2011/12/09/bir-rilke-cevirisi-panter/ [Erişim: 15.05.2020]

[2] Derrida’ya göre, genel olarak hayvan denilen kategori altında homojenleştirilemeyecek denli devasa bir çeşitlilik söz konusu iken, insan olmayan tüm hayvanları “hayvan” adı altında toplamak, onlara karşı işlenen birincil suçtur: “Hayvan, ne sözcük ama! Hayvan, bir sözcüktür, insanların oluşturduğu bir adlandırmadır, başka bir canlıya verme hakkı ve otoritesini kendilerine bahşettikleri bir isimdir” (s.23). Hayvan yoktur, hayvanlar vardır. Mesele insan denilen şeyin tekilliğini göz ardı etmeden, diğer hayvanların da tekil olduklarını hatırlayabilmektir: “Hayvanlar çoğulunun (yani bir çoğul isim olarak hayvanlar isminin) tekil halde (yani tekil isim kipinde) işitilmesini sağlamak istiyorum: insandan bir tek bölünmez sınırla ayrılmış olan tekil topluluk ismi halinde bir hayvan yoktur. Düşünmemiz gereken şey ‘canlıların’ varolduğudur ve onların çoğulluklarının basitçe insanla karşıtlaştırılmış tek bir hayvanlık figürü içinde toplanmasına izin veremeyiz” (s.47). Bu adlandırma uzun zaman önce başlamış, miras alınmış ve sürdürülen bir türler savaşını da akla getirebilir. Böylece insanın kendi benzeri, yakını ya da kardeşi kabul etmediği tüm canlıların bu hayvan etiketli kafese tıkıldığı düşünülmektedir. Derrida, Jacques, 2008, The Animal That Therefore I Am, (çev.) David Wills, Fordham University Press, New York.

[3] Sokrates, insan kavramını icat etmiş ve onun doğadaki her şeyle arasında radikal bir mesafe olduğunu vurgulayarak “antropolojik fark”a dayalı bir hümanizm kurmuştur. Bu düşünce, farklı ilkeler etrafında insanın her şeyin ölçüsü olduğunu düşünen Sofistler, Platon, Stoacılar, ilk Apolojistler ve özellikle de Descartes tarafından paylaşılmıştır. Bu düşünceler ile bir anlamda geleneksel ikiliğin sorumlusu olduğu düşünülen ilk kişi Sokrates’tir. Öğretisine göre, insan, doğadaki hiçbir gerçeklikle karşılaştırılamaz bir gerçekliktir. Simondon, Gilbert, 2019, Hayvan ve İnsan Üzerine İki Ders, (çev.) Emre Sünter, Norgunk Yayıncılık, İstanbul, s.29.

[4] Simondon, 2019, s.26.

[5] Donaldson, Sue; Kymlicka, Will, 2016, Zoopolis, Hayvan Haklarının Siyasal Kuramı, (çev.) Mine Yıldırım, Koç Üniversitesi Yayınları, İstanbul, s.10.

[6] Uexküll, çalışmalarında insanların canlı bir varlığın hareketlerini gördüğü nesnel mekânı (umgebung), hayvanı ilgilendiren ve “anlam taşıyıcı” (bedeutungsträger) ya da “iz taşıyıcı” (merkmalträger) olarak adlandırdığı çevreleyen dünyadan, yani Umwelt’ten ayırır. Bu şekilde bütün canlılar için tek bir zaman, mekân ve dünyanın olmadığını gösterir. Agamben, Giorgio, 2018, Açıklık, İnsan ve Hayvan, (çev.) Meryem Mine Çilingiroğlu, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, s.46.

[7] Donaldson; Kymlicka, 2016, s.10.Jerolmack, Colin, 2008, “How Pigeons Became Rats: The Cultural-Spatial Logic of Problem

[8] Jerolmack, Colin, 2008, “How Pigeons Became Rats: The Cultural-Spatial Logic of Problem Animals”, Social Problems, cilt:55, sayı:1, Oxford University Press, Oxford, ss.72-94.

[9] Jerolmack, 2008, ss.72-94.

[10] Ryan, Derek, 2019, Hayvan Kuramı, Eleştirel Bir Bakış, (çev.) Ayten Alkan, İletişim Yayınları, İstanbul, s.12.

[11] Ryan, 2019, s.13.

[12] Jamieson, Dale, 2006, “Against Zoos”, In Defense of Animals: The Second Wave, (ed.) Peter Singer, Blackwell, Oxford, ss.132-143.

[13] Berger, John, 2017, Hayvanlara Niçin Bakarız?, (çev.) Cevat Çapan, Tudem Yayınları, İzmir, ss.43-44.

[14] Berger, John, 2017, Hayvanlara Niçin Bakarız?, (çev.) Cevat Çapan, Tudem Yayınları, İzmir, ss.43-44.

[15] Foucault, Michel, 1992, Hapishanenin Doğuşu, (çev.) Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, s.255.

[16] Descartes için ruhsuz bir “otomaton” imgesinde görünür hale gelen “hayvan-makine”, yaşamsallığa ancak kendi kendine hareket edebilme kabiliyeti olduğu için sahiptir. Bu düşünce, hayvanlara işkence etmeyi, suistimal etmeyi ve insan olmayan her türden canlının insan hizmetinde olduğu görüşünü içeren düşüncelerin temellerini oluşturmuştur. Uslu, Ayşe, 2015, “İnsanlar, Hayvanlar ve Taşlar Üzerine: Spinoza Felsefesinde Bireyselleşme ve Doğa Farkı”, Felsefede Hayvan Sorusu, Cogito, sayı:80, ss.98-117.

[17] Hayvanat bahçelerindeki hayvanların mental durumları ile ilgili incelenebilecek çalışmalar için, bkz:

Meyer-Holzapfel, Monika, 1968, “Abnormal Behavior in Zoo Animals”, Abnormal Behavior in Animals, W.B. Saunders, Philadelphia. Settel, Joanne, 1985, “Teacher-to-Teacher, Study of Animal Behavior in a Zoo”, The American Biology Teacher, cilt:47, sayı:5, University of California Press, California, ss.270-274. Birkett, Lucy P.; Newton-Fisher, Nicholas E., 2011, “How Abnormal is the Behaviour of Captive, Zoo-Living Chimpanzees?”, Plos One Journal, ss.1-8.

URL: https://www.bornfree.org.uk/zoochosis [Erişim: 15.05.2020]

URL: https://academic.oup.com/ilarjournal/article/46/2/106/909764 [Erişim: 15.05.2020]

[18] Donaldson, 2016, s.173.

[19] Donaldson, 2016, s.51.

[20] Berger, 2017, s.48.

[21] Berger, 2017, s.48.

[22] Berger, 2017, s.48.

[23] Berger, 2017, s.49.

[24] Agamben, 2018, s.45.

[25] Agamben, 2018, s.46.

[26] Berger, 2017, s.49.

Bu icerik 1602 defa görüntülenmiştir.