419
MAYIS-HAZİRAN 2021
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Salgın, Mekân, Nekroiktidar
    Pelin Tan, Prof. Dr., Batman Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Kıdemli Araştırmacı, Center for Arts, Design and Social Research Enstitüsü, Boston

YAYINLAR



KÜNYE
ETKİNLİK

Birlikte Tasarlamak Uluslararası Konferans Dizisi Üzerinden 21. Yüzyılın İnsancıl Mimari Üretim Süreçleri

Başak Kalfa Ataklı, Arş. Gör., Çankaya Üniversitesi Mimarlık Bölümü

TMMOB Mimarlar Odası tarafından Mart ayında gerçekleştirilen “Birlikte Tasarlamak” (Designing with People) isimli uluslararası etkinlik serisi kapsamındaki her iki etkinlik de farklı coğrafyalardan farklı ölçeklerdeki çalışmaları görmemize olanak sağladı. İngilizce gerçekleşen etkinliklerin video kayıtları youtube.com/tmmobmimarlarodasi adresinden ulaşılabilen TMMOB Mimarlar Odası YouTube kanalında hem orijinal dil hem de Türkçe çeviri olarak yer alıyor.

 

TMMOB Mimarlar Odası’nın “Birlikte Tasarlamak” (Designing with People) başlıklı çevrimiçi konferans dizisinin I. ve II. ayakları 16 Mart ve 23 Mart 2021 tarihlerinde gerçekleştirildi.[1] (Resim 1) Uluslararası Sürdürülebilir Mimarlık Ödül Programı (Global Award for Sustainable Architecture) paydaşlığında düzenlenen etkinlik sayesinde, kolektif üretimin tasarım ve uygulamadaki çeşitli yönlerini, daha önce bu programda ödül almış mimarların deneyimlerinden dinleme şansı bulduk. Mimarlar Odası Genel Başkanı Prof. Dr. Deniz İncedayı moderatörlüğündeki etkinliklerde, Uluslararası Mimarlık Ödül Programı Kurucu Başkanı Prof. Dr. Jana Revedin ve Cité de l’Architecture & du Patrimoine Kültürel Gelişim Ofisi Direktörü Marie-Helene Contal açılış konuşmaları yaparak temsil ettikleri kurum ve programların tanıtımlarını yaptılar. İlk etkinlikte Jan Gehl, ikincisinde Anne Feenstra ve Marta Maccaglia kendi deneyimleri üzerinden “Birlikte tasarlamak nasıl mümkün olur?” sorusunu, mimar olmayanların da ilgi duyacağı şekilde bizlere sundular. Sunumların, etkinliğe katılan herkesi mesleğinin insancıl yönünü keşfetmeye daha istekli; sürdürülebilir ve etik yapılaşmaya daha ilgili bıraktığına eminim; en azından benim için bu etkiyi fazlasıyla yarattı.

Konuşmaların ilki 16 Mart tarihinde 2015 yılı Uluslararası Sürdürülebilir Mimarlık Ödülü sahibi Danimarkalı mimar Jan Gehl tarafından gerçekleştirildi. Yakın zamanda Erdem Erten tarafından Türkçeye çevrilen İnsan için Kentler (Cities for People) kitabının yazarı olan deneyimli mimar, “21. Yüzyıl için Yaşanabilir Şehirler” (Liveable Cities for the 21st Century) başlıklı konuşmasında, diğer iki konuşmacıdan farklı olarak kent ölçeğinde mimari ve kentsel tasarım bileşenlerini sorguladı. Daha çok kendi çalışmalarının bulunduğu Kopenhag, Sydney, New York, Moskova gibi gelişmiş kent planlamasına sahip olan örnekler üzerinden ilerleyen Gehl, insanların “ölü” şehirlerde “yaşamak” konusunda savaş verdiğine üzülerek değindi.[2] Bunun nedenleri olarak da modernizm ve arabanın icadını gösterdi. Özellikle modernizmin, insanı tasarım ölçütü olarak ele almayan tavrını eleştiren Gehl, 1960’lı yıllardan önce şehirlerin insanların çeşitli yaşamsal aktivitelerini gerçekleştirmeleri için elzem olan “boşluk”lardan oluştuğunu, artık her kentin birbirinin aynısı “formun modayı takip ettiği komik binalardan” ibaret olduğuna dikkat çekti. (Resim 2) Çoğumuz mimarlık eğitimlerimize temel tasarım dersinde bir tasarım bileşeni olarak doluluk-boşluk ilişkisini irdeleyerek başladık. Tasarım için oldukça önemli olan, birbirini var eden iki kavramın, günümüz yapılı çevresinde nasıl bu denli göz ardı edildiği başlı başına bir çalışma konusu olmalı. 21. yüzyılın yaşanabilir şehirlerinin 21. yüzyılın salgını olan COVID-19’da açık alanlara oldukça gereksinimi olduğunu küresel olarak acı bir şekilde deneyimlemekteyiz. Kısıtlamalar, karantinalar gölgesinde kapalı alanlara hapsolduğumuz son bir senelik dönemde, kentsel ölçekte park ve bahçeler, konut ve iş yerlerinde ise balkon ve terasların değerini fark etmeyen tek bir insandan bahsedemeyiz. Pandemi sonrası dönemde mimarlar ve kentsel tasarımcıların, açık alan tasarımlarına daha çok yönelmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Şehir hayatı motorlu araç kullanımının yaygınlaşmasıyla daha hızlı hale gelse de insanların bu durumla ters orantılı olarak hareketsizleşmesi bir sürpriz değil. Sağlıklı bir insanın günde 10.000 adım atması, aktif bisiklet kullanması beklenirken çoğu kentte en yakın markete gitmek isteyen bir insan, genellikle araç öncelikli politikalar yüzünden, çeşitli zorluklar yaşadığı için bu eylemi bile yaya olarak gerçekleştirmek istememektedir. Gehl sunumunda Sydney, Moskova, New York ve Kopenhag’ta uyguladığı yayalaştırma projeleriyle bu olumsuz senaryonun nasıl tersine çevrildiğini gösterdi. (Resim 3, 4) Hareketsiz kentlere daha da atalet katan pandemi dönemi, kamusal alanların çoğaltılması ve iyileştirilmesi

konusunda hem planlama ve tasarım disiplinlerinin hem de kent politikalarının gündeminde yer etmesi gerektiğini ortaya koydu. Gehl’in de dediği gibi “önce fikrini, sonra şehirleri değiştir” mottosuyla yaşanabilir şehirleri teşvik edebiliriz. Gehl mimarların bütüncül bakabilme ve değerlendirme yapabilme özellikleriyle, bu mücadelede baş aktör olarak yer alması gerektiğini de ayrıca belirtti. (Resim 5) İnsanı, sosyal hayatı ve insan ölçeğini umursamayan tasarımların takdir edildiği bir dönemden geçtiğimizi vurgulayan Gehl’in, oluşturduğumuz şehirlerin daha sonra bizi dönüştürdüğünü belirtmesi, bende “Acaba dönüşeceğimiz insanlardan mutlu olacak mıyız?” sorusunu uyandırdı. Üretim süreçlerimizin her aşamasında kendimize bu soruyu sormak ve cevaplarıyla yüzleşmek, süreçlerimizi kendiliğinden daha da insancıllaştıracaktır.

İkinci etkinliğin ana konusunu kırsal alanlarda, insanlarla, insan için mimari üretim yapmak olarak özetleyebiliriz. Etkinliğin ilk sunuşu, 2012 yılı Uluslararası Sürdürülebilir Mimarlık Ödülü sahibi Hollandalı mimar Prof. Anne Feenstra’nın “Dengenin Mimarlığı” (Architecture of Equipoise) başlıklı konuşması idi. Akademik ve mimari çalışmalarını uzun yıllardır Himalayalar’da gerçekleştiren Feenstra, bir mimarın, dünyadaki en iyi mimarı yani “doğa”yı, dinlerse her türlü şeyi tasarlayabileceğini savunuyor. Afganistan, Nepal ve Sri Lanka’da tasarladığı ve inşa ettiği yapıların öncelikle doğaya, sonra hizmet vereceği topluluğa uygun olmasını şart koşan mimar, tasarımın her aşamasında bu iki girdiyi sürecin etken birer parçası haline getiriyor.

Çağdaş mimarlık geçmişten tamamen uzaklaşıp tasarım fikirlerinin, yapısal sistemlerin ve malzemelerin sadece günümüzü yansıtması demek değildir. Uzun yıllar boyu kullanılmış olan bina tipolojileri ve yapım teknikleri, bizlere çok şey anlatabilirler. Feenstra, bu kolektif birikim ile günümüzün getirdiği teknolojik avantajları, çok katılımcılı mimari uygulama süreciyle hayata geçiriyor. Sonuç ürünün fiziksel bağlam içerisinde kaybolan bir “kamuflaj mimarlığı” olduğunu, Gehl’in de vurguladığı gibi formun peşinden giderek bağlamına ve kullanıcısına yabancılaşan yapılaşma üretilmediğini vurguluyor. (Resim 6) Uzun yıllar burada yaşamış insanların, sadece bir proje için görevlendirilmiş, “geçici” olarak o alanla ilişki kuran mimardan teknik bilgi yönünden olmasa bile geleneksel uygulamalar, sosyo-kültürel beklentiler ve işlevsel istekler konusunda daha bilgili ve hak sahibi olduğunu yadsıyamayız. Benzer şekilde, yüzyıllar boyu kullanılmış, erişimi kolay yerel malzemelerin hem dayanıklılık hem estetik hem de maliyet açısından yeni malzemelere kıyasla daha avantajlı olduğu da bir gerçektir. Feenstra geçmişe bağlı kalmanın, güncellikten uzaklaşmak demek olmadığını da savunmaktadır. Bu savın örneğini Afganistan’da uyguladığı bir projesinde görebiliriz. Afganistan’ın ilk çift-camlı pencere sistemini uyguladığı projesinde tüm malzemeler (kerpiç tuğla, mermer kolon başlığı gibi) ve yapım teknikleri yere özgüdür. (Resim 7) Feenstra’nın diğer projelerinin de ana unsurlarından olan edilgen güneş enerji sistemleri sayesinde, Himalayalar gibi ulaşımı zor bölgelerde, çevreye tahribatı az, kendi kendine yetebilen yüksek performanslı binalar ve yerleşimler yapılabilmektedir. Bir yapının yüksek performanslı tasarlanması, bina ister büyük ister küçük ölçekli; ister şehirde ister kırsalda uygulanıyor olsun, sürdürülebilir mimarinin en önemli kıstaslarından birini oluşturmaktadır. Bu sayede yapım maliyeti azaltılırken kullanıcı sağlığı ve memnuniyeti artırılmaktadır. Fiziksel çevrenin de minimum zarar gördüğü bu senaryoda her kesim kazanç sağlamaktadır. Nitekim Feenstra’nın ve etkinliğin ikinci yarısında sunum yapan Maccaglia’nın uygulamalarında da bu olumlu sonuçları görmek mümkün.

Bu tür kapsayıcı mimarlığın üretim süreci, günümüzün hızlı hayatının beklentisine göre çok yavaş kalmaktadır. Bir yıl boyunca, yalnızca uygun malzemeyi bulmak için arazi çalışması gerçekleştirilen bir projenin, kent içindeki veya kompleks projelerde gerçekçi olmadığı düşünülebilir. Fakat düşük nüfuslu yerleşimlerde veya kırsal alanlarda, Feenstra’nın uygulama tekniği toplumu kapsayıcı bir yaklaşım sergilerken, kültürel ve doğal alanların korunmasını da desteklemektedir. Sürdürülebilir planlama stratejileri ile birlikte bu yöntem yerel kalkınmayı da teşvik edecektir.

Avrupa ve Asya’dan sonra etkinliğin üçüncü ve son konuşmacısıyla beraber Güney Amerika’ya uzandık. Pandemi ile birlikte şekillenen yeni hayatımızın belki de tek olumlu yanı, kilometrelerce ötemizdekilerle ekran üzerinden görüşebilme, bilgi alışverişinde bulunabilmenin kolaylığını keşfetmemiz oldu. 2018 yılı Uluslararası Sürdürülebilir Mimarlık Ödülü sahibi İtalyan mimar ve akademisyen Marta Maccaglia “Sürdürülebilir Bir Gelecek için Yaşayan Süreçler” (Living Processes for a Sustainable Future) başlıklı sunumuyla Peru Amazonları’nın kırsallarında yere ait ve yerelle birlikte üretilen mimari uygulamalardan bahsetti. Kurucusu olduğu mimari sivil toplum kuruluşu Semillas[3] tarafından gerçekleştirilen dört proje üzerinden -Unión Alto Sanibeni Çocuk Bakımevi ve İlkokulu (Resim 8), Santa Elena Ortaokulu, Otica için Yeni Halk Merkezi ve Mazaronkian için Çokamaçlı Sınıf (Resim 9)- tasarım süreçlerinde odaklanılan dört temel ilkeye değindi. Bunlar “katılımcı bir süreç, çoklu tasarım stratejileri, çevreden etkilenilen tasarım ve azla çoğu başarmak” olarak özetlenebilir. Feenstra’nın tasarımlarını dayandırdığı kriterlerin Semillas tarafından da merkeze alındığını ancak farklı kültürler için farklı coğrafyalarda yapılan uygulamaların birbirlerinden ne denli ayrıştığını Maccaglia’nın sunumu sayesinde deneyimledik. Bağlama göre değişen insan odaklı tasarım, beraberinde zengin ve sürdürülebilir bir yapı stoku da vaat ediyor.

Kullanıcı gruplarını çocukların oluşturduğu eğitim odaklı bu yapılarda, sürdürülebilirlik kaygısı gözetilirken kullanıcının isteklerinin unutulmaması bana kalırsa bu projelerin en çarpıcı yanı. Çocukların bu mekânları kullanacağı gerçeğini unutmadan, Maccaglia’nın sunumunda alıntıladığı nöropsikolog José Ramón’un “Beynin öğrenmek için heyecanlanmaya ihtiyacı vardır” savının okul yapılarında renkler ve mekânsal çözümlerle mimariye uyarlandığını gözlemlemek mümkün. (Resim 10) Zorlu coğrafi koşullarda, estetik kaygıyı es geçmeden, bütçe ve doğa dostu mimari çözümleri tasarım ve yapım süreçlerine kullanıcıları dahil ederek uygulamaya geçirmenin, yaradılıştan meşakkatli olan mimarlık pratiğini kolaylaştırmadığı aşikâr. Yine de sürecin kendisinin ve sonucunun hem mimar hem de kullanıcı için ne denli tatminkâr olduğunu tahmin etmek zor değil.

Birlikte Tasarlamak serisinin özünün “insan” olduğunu söylemek doğru olacaktır. Farklı fiziksel ve sosyo-kültürel bağlamlardaki mimari ve kentsel pratiklere odaklanan her üç sunum, “insan için, insan ölçeğinde, insanla tasarım” vurgusuyla aynı çatı altında bir araya gelmektedir. Mimarlığın insan için olduğunu unuttuğumuz hızlı ve talepkar günümüz meslek pratiğinde, bu etkinlik serisi bizleri etik, katılımcı ve sürdürülebilir üretim yapma konusunda cesaretlendirmektedir.

İnsan odağını kaybetmiş mimari üretimin sonucu olarak ne kullanıcı nitelikli mekânlar kazanmakta ne de biz müdahale etmesek hiçbir zarar görmeyecek peyzaj alanları daha çok korunmaktadır. Bu sebeple, meslek grubu olarak Feenstra’nın dediği gibi mimarlığı bağlamına değer katarak uygulamak ve önerdiği yedi maddeyi, her ne ölçekte tasarım yaparsak yapalım prensiplerimiz haline getirmek makul bir uygulama yöntemi olacaktır: araştırma yap, dinle, deneyime güven, doğa ve kültürle bütünleş, sahiplenme duygusu yarat, sorumluluğu bölüştür, devam ettir.

NOTLAR

[1] TMMOB Mimarlar Odası’nın YouTube kanalında yer alan videoların linkleri şu şekilde: Birlikte Tasarlamak I, 16 Mart 2021, İngilizce: https://www.youtube.com/watch?v=VSb9mTaKX0Q, Türkçe: https://www.youtube.com/watch?v=115gkmvVOwo; Birlikte Tasarlamak II, 23 Mart 2021, İngilizce: https://www.youtube.com/watch?v=ZddGVNDZIf0, Türkçe: https://www.youtube.com/watch?v=QQT6xaf_ACg

[2]İnsancıl şehir planlamasının öncülerinden Jane Jacobs, 1961 yılında yayımlanan The Death and Life of Great American Cities (2011, Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı, Metis Yayınları) kitabında modernist şehirlerin ölü şehirler olduğunu belirtmektedir.

[3]10 yıldır Peru Amazonları’nda 8 okul, 2 konut ve 1 toplum merkezi uygulayan ofis hakkında detaylı bilgi için www.semillasperu.com [Erişim: 01.04.2021]

Bu icerik 1447 defa görüntülenmiştir.