402
TEMMUZ-AĞUSTOS 2018
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
KENT TARİHİ

Başkent Ankara / 2: Çağdaş Başkentin Mekâna Yansımış Özgün Kültürel Kimliği ve Değiştirilme Çabaları

S. Güven Bilsel Prof. Dr. Y. Müh. Mimar / Kent ve Bölge Plancısı

Derginin 401. Mayıs-Haziran 2018 sayısında başladığımız yazı dizinin ikinci bölümü, Ankara’nın değişen kimliğine odaklanıyor.

 

Mekânsal kimliği oluşturan plan ve tasarım kararlarının geçmişten günümüze değimini incelediğimiz yazımızın bu ikinci bölümünde Kızılay ve çevresindeki değişim-dönüşüme odaklanacağız. Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin “planlı başkenti”nin bugünkü durumunu tartışmaya açan yazı dizisinin bu bölümü mekânsal kalitenin yeniden nasıl sağlanabileceğini konuşmaya başlamadan önce genel çerçeveyi çizmemize yardımcı olacak.

YARIM BIRAKILAN OLUMLU YÖNDE YAPISAL DEĞİŞİM: YAYALAŞTIRMALAR

Ankara’nın Yenişehirinin tanık olduğu sözü edilmesi gerekli, bu kez olumlu yönde önemli bir yapısal değişim “yayalaştırma” uygulamalarıdır. Kent yönetiminin 1970’lı yıllarda, kent mekânlarının öncelikle yayaların kullanımına ait olmasını öngördüğü duyarlı bir dönemdir bu. Ne yazık ki kısa sürmüş, tasarlananların bir bölümü gerçekleştirilememiştir. Atatürk Bulvarı’nın her iki yanında, ticari kullanımların halkın istemlerine göre çeşitlenmesi (Resim 1), farklı bölgelerde de özgün işlevlerde yoğunlaştığı sokakların tümüyle yayalaştırılması bu kapsamda programa alınmıştır. Başlangıçta sokağın her iki yanındaki binaların ön bahçelerinin de yola katıldığı, genişleyen mekân bütününde ayrıntılarda çözüm üreten, tasarım duyarlığı taşıyan uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Kentli halkın büyük ilgi gösterdiği bu uygulamalar kapsamında “Sakarya yaya bölgesi”, yeme içme, kültür, oturma-dinlenme amaçlı olarak, çiçekçiler, şarküteri ve manavlar, balıkçılar, deniz ürünleri ve balık pişiriciler, birahaneler yanı sıra kitapçıların da yer aldığı, dört-beş sokaktan ve bunların birleşim yerlerindeki meydancıklardan oluşur. (Resim 2) Daha küçük ölçekli “Konur-Karanfil-Yüksel yaya bölgesi” ise, yine yeme-içme yanı sıra kültür ağırlığı daha belirginleşen bir uygulamadır.

Bulvar’ın batı kesiminde programa alınan “yayalaştırma” uygulamalarından sadece İzmir Caddesi yayalaştırılmasının bir bölümünde başarıya ulaşılabilmiştir. Bu kesimde programda olmasına karşın uygulaması gerçekleştirilemeyen “Kumrular Sokak yayalaştırma projesi” en önemlisidir. Güvenpark, Milli Müdafaa Caddesi ve Saraçoğlu Mahallesi ile de yakın ilişkide olan Kumrular Sokak, geniş yaya kaldırımlarında, mahallenin gerçekleştirildiği 1940’lı yıllarda dikilmiş olan, bugün “anıt ağaç” nitelikleriyle tescilli ulu çınarların oluşturduğu bir “alle” (hıyaban) biçiminde tasarlanmıştır. Yayalaştırma projesinin gerçekleştirilmesi bir yana, izleyen yıllarda yönetimlerin değişen öncelikleriyle Kumrular, giderek yoğunlaşan bir motorlu araç trafiğine açılmıştır. Üstelik Yenişehir iş bölgesinin otopark gereksinimi de Kumrular Sokak’ta karşılanmak istenmiş; bu amaçla geniş yaya kaldırımları yol boyu otopark alanına dönüştürülmüş; binaların ön bahçeleri kullanılarak parseller geri çekilmiştir. Bu uygulama önceki kaldırımdaki yaşlı çınar ağaçlarının felaketi olmuş, otoparkta araçlar arasında bırakılan anıt ağaçlar birer birer kurumaya / ölüme terk edilmiştir. Saraçoğlu Mahallesi yerleşim alanı üzerinde günümüzde rant baskılarıyla gelişen dönüşüm rüzgarları sonuç verirse, bu sitenin ana taşıyıcı erişim aksı olan Kumrular Sokak’ın yükü daha da artacak gibi görünmektedir.

ANKARA METROSU, KIZILAY VE GÜVENPARK’IN BAŞINA GELENLER

1970’li yıllar, kentsel nüfusu artık bir milyonu aşan başkentte, gecikmiş de olsa, yer altında bir raylı toplu taşıma sistemi gereği üzerinde düşün geliştirilmeye ve bu yönde çalışmalara başlanılmış olan yıllardır. Ancak, hafif raylı sistem Ankaray ile Batıkent Metrosu’nun tamamlanıp hizmete açılabilmeleri için bir 20 yıl daha beklemek gerekmiştir. Hazırlıklar sırasında bütün çalışmaların odağında olan Kızılay Meydanı’nın, mekânsal olarak etkilenmiş olması ilginçtir. Önce Kızılay’ın göbeğinde bir çukur açılmış, daha sonra meydan trafiğe kapanmıştır. Kısa sürmesine karşın, trafiği kesmek için meydana getirilen, demiryolu vagonları ile yaratılan geçici yayalaştırma bir anlamda meydanda gerçek bir yayalaştırmaya öykünme gibidir. Yer altında kazılar başladığında ise bu uğraşlardan her şeyin odağında olan Kızılay ile Güvenpark’ın etkilenmesi kaçınılmaz olmuştur. Şehirlerarası Otobüs Terminali-AŞTİ’den gelip Cebeci, Dikimevi’ne giden Ankaray ile Kızılay-Batıkent arasında tasarlanan metronun aktarma istasyonu Kızılay’da olacaktır. Meydanın altı tümüyle istasyonlara ve altgeçitte oluşturulan büyük bir yer altı çarşısına ayrılmaktadır. İstasyonlara ve altgeçit-çarşı kotuna inen merdivenler ile metronun havalandırma bacaları parkın önemli bir bölümünü kaplamaktadır.

1990’lı yıllarda Ankara metro projesi gerçekleştiğinde, küçülen ve yeşil-ağaç varlığını büyük ölçüde yitirmiş olan Güvenpark, artık insanların bir yandan öbür yana hızla yürüyüp geçtikleri bir koridor olmanın yanı sıra altgeçitlere ve metroya inip çıkan kalabalıkların yığıldığı merdiven boşluklarından oluşan bir genel görünüm sergilemektedir. Anıt, geri planda kalmış sembolik önemini yitirmiştir. Koşuşan insan kalabalığı yanında, büyük beton saksılar, belediyenin satış kulübeleri gibi ögeler parkın yeni peyzajını oluştururlar.

Güvenpark’ın başına gelen asıl yok edici operasyon, mekânsal paylaşıma uğramış parkın geriye kalan büyük bölümünün Ankara’nın uzak semtlerine giden otobüs ve minibüslerinin işgaline açılmış olmasıdır. (Resim 3) Ankaray ve metro bağlantıları nedeniyle önemli bir aktarma alanı durumuna gelen Kızılay’da otobüsler ve minibüsler için durak ve depolama yeri aranmış ve Güvenpark(!) bulunmuştur. Günümüzde yarattığı trafik karmaşası ile yörede yaşayanlar ve yayalar için büyük tehlike yaratan bu konumlanma, neden olduğu tüm çevresel kirlenmeler yanında Yenişehir’in tam da merkezinde yer alan korkunç bir görsel kirlenme odağıdır.

BU GÜNLERE NASIL GELİNDİ SORUSU

Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin “planlı başkenti”nin mekânsal kalitesini oluşturma çabalarının izlendiği kuruluş günlerinden bu günlere nasıl gelinmiştir? 20. yüzyıl başı kent ütopyalarından yola çıkan “bahçe-kent” anlayışının sergilendiği, “sokağımız-mahallemiz-kentimiz” duyarlılığı ve bütünselliği içinde tasarlanmış kentsel yaşam çevresi “Yenişehir”, nasıl olup da böylesi karma karışık, güvensiz, kaotik mekânlar bütününe dönüşebilmiştir, doğrusu araştırmaya değer. Evet, geçen zaman içinde Ankara büyümüş, kalabalıklaşmıştır; uçta bir konut gelişme alanı olarak tasarlanan Yenişehir semti, yıkılıp yenilenmeler yoluyla parsel bazında yükselip yoğunlaşmış; saçaklanarak büyüyüp yaygınlaşan kentin ortasında bir merkezî iş alanına dönüşmüştür, ama sözü edilen tüm olumsuzlukların nedeni sadece büyüme ve kalabalıklaşma olarak görülemez. Hem, nüfus büyüklüğü ve yoğunluk, kentselliğin ve kent kültürünün de vazgeçilmezleri değil midir?

Nüfusunun henüz 100 bin kişinin çok altında olduğu 30’lu yıllarda, geleceğin Ankarası için yapılan 300 bin kişi nüfus tahmininde isabetsiz davranıldığı hep söylenir ama -kanımızca- yeni yasal düzenlemelerle kentsel büyüklüğünün il sınırlarına dek erişmesi beklenilen 4,5 milyonluk günümüz Ankara metropolü için bu tartışmanın artık bir anlamı yoktur.

KENTİN YENİ SAHİPLERİ, MEKÂNI KULLANMA ALIŞKANLIKLARI VE İSTERLERİ

Kentsel gelişme süreci incelendiğinde, başkentin 1950’li yıllarda başlayan, 1965 ve 1970’lere dek hızlı bir nüfus artışına sahne olduğu, Orta Anadolu’daki kentsel ve kırsal bölgelerden büyük göçler aldığı bilinir. Öyle ki, 1950’lerde 300 bin kişiye ancak yaklaşan kentsel nüfusun, 15-20 yıl içinde üç ve dört kat artarak, 900 bin ve sonra 1 milyon 200 bin kişiye (1965, 1970 sayım sonuçları) erişmiş olduğu belgelenir. Bu yıllardaki yapısal değişimlere ilişkin olarak, “kırdan kente göç”, “kentleşme”, “kentlileş(eme)me”, “düzensiz gelişme-gecekondulaşma” ve giderek kentsel mekânda “toplumsal ve mekânsal ayrışma” konularında çok sayıda bilimsel araştırma yapılmıştır. Bu bağlamda sürecin, kentsel mekân kalitesi ve mekânın imgesindeki bozulmaya ilişkin olarak bizi en çok ilgilendiren yanı, bu yeni kentsel nüfusun nitelikleri, mekânsal seçimleri ile mekân kullanma konusundaki isterleri ve alışkanlıkları konuları olmaktadır.

Ankara artık çoktandır, “bulvarda promenat yapan” memurların kenti değildir. (Resim 4) Kentin nüfus yapısındaki hızlı değişim, önemli bir kültürel değişimi de birlikte getirmiştir. Yenişehir’de kafe ve pastanelerin yerini, uğraşları sokağa taşan dönerciler, kebapçılar ile geceleri köşe başlarını tutan kokoreç ve kelle-paça satıcıları almıştır bile. Yarı kırsal çevrelerden doğrudan büyük kente göçen yeni Ankaralılar, geleneksel yaşam biçimlerini kente taşımışlar; kent yönetimi, çoğunluğun isterleri doğrultusunda biçimlenince de, yaşayanları ile birlikte başkentin genel görünümü, ilginç biçimde bir Orta Anadolu kasabasını giderek daha çok andırır olmuştur.

Ankara’nın kentsel gelişme sürecinde kent ve kentli kültüründeki değişimleri anlamada bir örnek olay, “Kocatepe Camisi’nin temellerinin dinamitlenmesi”nin öyküsüdür. Öykünün geçtiği yer Yenişehir yeni kentsel yerleşme alanına panoramik bir görüş açısıyla tepeden bakan Kocatepe’dir. Yenişehir’de su deposunun bulunduğu bu tepede bir süredir bir cami yapılması istenmektedir. Açılan yarışmayı mimar Vedat Dalokay kazanır. Uygulama projeleri hazırlanır. Öncelikle çevre düzenlemesi yapılır, külliyenin bütünleyici çevre yapıları gerçekleştirilirken, bir betonarme kabuk örtü içeren caminin yurt dışında modellemeleri üzerinde dayanıklılık testleri yapılmaktadır. Kabuk formasyonuna uygun taşıyıcı temellerin atılması törenle gerçekleştirilir. Ancak bir kısım karar vericiler çağdaş bir cami ve minarenin alışılmamış biçimine karşıdırlar. Onlara göre Ankara’nın, tıpkı eski payitahttaki selâtin camileri gibi bir esere sahip olması gereklidir. Oysa mimarlar bir süredir, çağdaş malzeme ve teknoloji kullanımı ile mekânı ve örtüsünü farklı yorumlayan arayışlar içindedirler. Sonunda karar vericilerin dediği olur. Yörede yaşayanlar, bir sabah erken saatte patlama sesleriyle uyanır. Kocatepe çevresinde birçok alan daha kamulaştırılarak, İstanbul’daki selâtin camilerinin bir replikası olan, Ankara’ya yakışır(!) bir cami ve külliyesinin yapımı gerçekleşir.

DEĞİŞEN KİMLİK

Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara için daha kuruluş yıllarında tasarlanan mekânsal kalite ile ifadesini bulan, yine önceden tasarlanmış özgün bir kültürel kimliğin varlığından söz edilebilir. Yeni kentin ana omurgasını oluşturan Atatürk Bulvarı ile bu aks üzerinde yer alan ve yapım yıllarına göre dil ve üslup özellikleri II. ulusal mimarlıktan ilk modern mimarlık örneklerine doğru farklılaşan yapısal varlığı, Bakanlıklar bölgesi ve yeni meclis ile oluşturulmak istenilen aksiyel bütünsellik  (Resim 5); yine bunun gibi sonraki yıllarda Anıtkabir’in tasarımında aranılan yeni bir aks çevresinde yaratılan duyarlı mekânsal bütünlük; sözünü ettiğimiz, mekânda ifadesini bulan özgün kültürel kimliğin ögeleridir. Karakteristik mimari özellikleriyle bugün pek azı ayakta kalmış olan Yenişehir’in iki-üç katlı bahçeli evleri ile Ankara’yı bir yeşil sistem bütünselliği içinde ağaçlandırma çabalarından günümüze kalabilenler de kimlikli, kişilikli, çağdaş ve yaşanılabilir bir kent yaratma gayretlerinin göstergeleridir. Ne var ki, kent büyüyüp geliştikçe, yaşayanların çağdaş Cumhuriyet’in yerleşik değerleri konusunda farkındalıkları azalmış; giderek, Atatürk devrimlerinin mekâna yansımasıyla oluşan “Batı normlarında bir başkent” imgesi sunan kentin, kültürel kimliğini değiştirme çabaları, sınırlı kent mekânından daha çok yararlanma arzusuna yönelik aşırı rant beklentileriyle birleşince, kentsel peyzajı oluşturan özgün belirleyici nitelikli köşe taşları, mekânsal değerler birer ikişer yok olarak yerlerini, bir dizi yeni kentsel sorun yaratmaya hazırlanan yüksek ve yoğun yapılaşmaya bırakmaya başlamıştır. Sıhhiye Meydanı’ndaki, konkav cephesiyle mekânı kucaklayan özgün Etibank binası, Kumrular Sokak ile Necatibey Caddesi köşesindeki Emlak Bankası yapımı bir zamanların İmar ve İskan Bakanlığı binaları son günlerde kolayca yok ediliveren değerlerdir. Devletin yeniden organize olduğu liberalleşme-yerelleşme sürecinde temel işlevlerini yitiren Bakanlığın kapatılması sonun başlangıcıdır. Bu güne gelindiğinde, yıkımda iri cüsseli iş makineleri alana kolay erişsinler diye çevredeki birkaç ulu ağaç da binalarla aynı sonu paylaşırlar.

Bu dizine yine bulvar üzerinde Zafer Meydanı’ndaki Danıştay binasını da ne yazık ki eklemek gerekiyor: Bir zamanlar Danıştay bu binada çalışırken, önlerindeki içinde asırlık pembe çiçekli at kestanesi ağaçları bulunan parkı yok ederek otoparka dönüştürmek isteyen zamanın kent yönetimine karşı, hakimler, anında müdahale ederek ağaçların bir bölümünün olsun kesilip yok edilmesine engel olmuşlardı. O zaman park korunabildi ama Danıştay binası ve o hakimler bugün artık “orada” değiller.

Sözü edilen bu güncel yıkım-değişim süreci, kültürel değer olarak tescilli yapılarda bina üzerindeki tescil kararı kaldırılıncaya dek biraz uzamaktadır. Bulvar üzerinde İtfaiye Meydanı kavşağında yapımı gerçekleştirilen yeni büyük bir “selatin camisi”nin külliyesi içinde kalıveren ve Cumhuriyet tarihinin özgün kurumlarından biri olan “İller Bankası”nın binası bu kapsamdadır. Özgün özellikleri ile korunması gereken bu tescilli yapı, 1937 yılında düzenlenen bir yarışma ile elde edilmiştir ve “Atatürk’ün mimarı” olarak bilinen mimar Seyfi Arkan’ın imzasını taşımaktadır. Günümüzde bu yapı çoktan yıkılmış ve bulunduğu alan yeşil alan olarak değerlendirilmiştir(!). (Resim 6)

Değişim-dönüşüm amaçlı yeni başka bir büyük yıkım için bekleyen bir diğer Cumhuriyet kazanımı ise, bir zamanlar Namık Kemal Mahallesi olarak da anılmış olan Saraçoğlu Mahallesi’dir. Milli Müdafaa Caddesi ile Necatibey arasında uzanan, Bakanlıklar bölgesine hemen yürüme uzaklığındaki, devrin başbakanının adını taşıyan bu mahalle, “Cumhuriyetin ilk toplu konut projesi” olarak 1940’lı yıllarda gerçekleştirilmiştir. Projenin mimarı, Prof. Paul Bonatz’dır. Mimarın, memur konutları amaçlı bu düzenlemede, bahçeler içinde 3-4 katlı bitişik düzende farklı büyüklüklerde lojmanlardan oluşan konut projeleri tasarladığı; bu tasarımında geleneksel Türk mimarisinin özgün özelliklerinden yararlandığı bilinmektedir. Gerçekleştiği dönemde, Atatürk Bulvarı’nın batı kesiminde gelişen Yenişehir’in az katlı konut çevreleriyle Kumrular Sokak aracılığı ile bütünleşen Saraçoğlu Mahallesi içinde ayrıca, kent bütününe hizmet götüren Milli Kütüphane (Günümüzde Adnan Ötüken Kitaplığı), Namık Kemal Ortaokulu ve Çankaya Kaymakamlığı gibi benzer mimari dil ve tarzda tasarlanmış kamu yapıları da bulunmaktadır. Kentin yeşil alan varlığını artıran büyük bahçeler içeren yerleşmenin, kentsel peyzaj değerleri açısından yöreye özel bir katkısı da, Kumrular Sokak’taki iki sıra ulu çınardan oluşan alle ile yine bunun gibi her ara yolunda farklı ağaç türleriyle (çınar, meşe, atkestanesi) gerçekleştirdiği ağaç ve yeşil varlığıdır. Günümüzde kapıları kırılarak boşaltılan binalar terk edilmiş durumda bekletilmektedir.

BÖYLE GİDERSE, YAKIN GELECEKTE…

Cumhuriyet kazanımlarından olan mekânsal değerlerin birer ikişer yitirilmesi ile başkentin kimliğinin giderek değiştirilmesi süreci yakın gelecekte hızlanarak sürecek gibi görünmektedir. Necatibey Caddesi ile Kumrular’ın köşesindeki eski Bakanlık binalarının yıkılarak boşaltılmış alanında derin temel kazıkları çakma hazırlıkları başlamıştır bile. Görünen o ki, burada yüksek katlı ve yoğun yapılaşmalar gerçekleştirilecektir. Yenişehir’de de artık plan kararları böylesine parsel bazında alınmaktadır. Plan bütününden soyutlanan, bağımsız tekil kararlarla yörede oluşacak yüksek katlı yeni ofis binaları, rezidanslar, alışveriş merkezleri nedeniyle kentte var olan mekânsal-işlevsel ilişkiler ve kent görünümü nasıl değişecektir; gerçekleştirilecek yer altı otoparklarıyla da artacak olan yeni yaratılan büyük trafik yükünü yerleşik yol altyapısı nasıl karşılayacaktır; karşılaşılması kaçınılmaz görünen bu sorunların pek de dikkate alındığı söylenemez. Batı’nın büyük kentlerinde merkezî iş alanlarının, tüm yapıları içeren büyük maketlerinin bulunduğunu; bir alanda yapılması tasarlanan yeni yapılanma için farklı alternatif çözümlerin bu maketler üzerinde kamuoyunun katılımıyla yıllarca tartışıldığını; daha önemli konumlarda farklı seçenekler üretiminde ise, yöresel, ulusal hatta uluslararası yarışma yöntemlerinin seçildiğini anımsayalım. Uzun yılların mirası olan kentsel bütünün, getirilen her yeni yapı tarafından nasıl etkileneceğinin; yeni yapılanmanın, çevrenin özgün mimari dil, tarz ve kimlik özelliklerine karşı alacağı tavrın enine boyuna irdelenmesidir burada sözkonusu olan.

Plan bütününden yoksun ada-parsel bazında bağımsız kararlarla sürdürülen, sözünü ettiğimiz bu, yıkılıp yenilenme ve yükselip yoğunlaşma uygulamalarının bölgede sürdürülmesi durumunda, Saraçoğlu Mahallesi’nin de içindeki tüm kamu yapıları ve yeşil varlığı ile büyük bir potansiyel olarak algılanıp, benzer bir değişim-dönüşüme konu edilmesi şimdiden kaçınılmaz görünmektedir. (Resim 7)  Alanın bütüncül bir yaklaşımla tasarlanması yerine uygulamada kolaylık sağlamak açısından parçalara ayrılarak pazarlanması olasılığı da gözden uzak tutulmamalıdır. Böyle bir uygulamanın yine Ankara’da sahneye konulan görsel bir örneklemesi için, günümüzde benzer bir süreçle dönüşümünü ve yeniden yapılanmasını tamamlayan Söğütözü ve Çukurambar uygulamalarına bakılabilir. Birlikte bir mekânsal bütünsellik ve özgün bir kentsel kimlik sunamayan, yaya kullanımına tümüyle kapalı, yoğun bir trafik karmaşası içeren kayıp mekânlar bütünüdür görünen…

Kent merkezine girmesine izin verilen, hatta orada bir işi olmadığı halde merkezî iş alanı boyunca transit geçen motorlu araç trafik yükünün, çevrede ulaşım ve depolama taleplerini artıracak yeni yapılanmalar nedeniyle de, yakın gelecekte büyük boyutlara varacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Böyle bir ortamda, Kızılay trafik kavşağında, motorlu araç trafiğini rahatlatmak adına, yayayı mekânın özgürce kullanımından uzaklaştıracak yeni arayışlara girişilmesi muhtemeldir. Büyük bölümüyle, uzak semtlere giden otobüs ve minibüslerin durak ve depolama alanı olarak kullanımını sürdüren Güvenpark, daha yoğun biçimde çiğnenerek kalan son ağaç ve yeşil varlığını tümüyle yitirecek gibi görünmektedir. Parkın geri kalan bölümünün de altı kazılarak minibüs depolama alanlarını yer altına almak ve biraz da yeni otopark alanları kazanmak gibi projeler yeniden ortaya çıkabilir. Güvenlik Anıtı’nın özgün tasarımındaki bütüncül akstan koparılarak “parkın bir köşesine” çekilmesi önerisini de burada anımsayalım.

Güvenpark’ın hemen gerisinde, onunla aksiyel ve mekânsal bütünlük kuran, kuruluş döneminin simgesel devlet mahallesi yani Bakanlıklar bölgesinin mimar Profesör C. Holzmeister’in imzasını taşıyan, özgün mimarlık özellikleri gösteren binaları, zamanla gelişen devlet mekanizmasının ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalmış ve Bakanlıkların hemen hemen tümü, kent bütününün değişik mekânlarında kendilerine yeni yerler seçerek, büyük yeni binalar yaptırmışlar ve oralara taşınmışlardır. Cumhuriyet’in Bakanlıklar bölgesinin bugün sadece simgesel bir anlamının kaldığı söylenebilir. Yakın gelecekte bu mekânın da işlevsel ve mekânsal değişim-dönüşümlere konu edilebilmesi olası görülmektedir. Burada, “çağdaş Cumhuriyet”in kuruluş ve gelişme evrelerinde özenle oluşturulan yerleşik kültür değerlerinden gelecek kuşaklara aktarılacak ne kalıyor?” sorusu önemlidir.

Bu soru ve benzerlerinin cevaplarını kısmen de olsa tartışmaya açacağımız yazımızın üçüncü ve son bölümü, başkent Ankara’nın mekânsal kalitesini yeniden sağlamak için yapılabileceklere odaklanarak yeni bir tartışma başlatmayı hedeflemektedir.

 

Bu icerik 3010 defa görüntülenmiştir.