402
TEMMUZ-AĞUSTOS 2018
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
GÜNCEL

İklim Değişikliği ile Mücadelede Etik Değerler

Rüksan Tuna, Y. Mimar, MSGSÜ Mimarlık Bölümü DSÜ Öğr. Gör.

1972 yılında yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’nda, 5 Haziran “Dünya Çevre Günü” olarak kabul edildi. Bu yılki Çevre Günü’nün hemen öncesinde gelen “Karadeniz yaylalarını birbirine bağlayan yeşil yol projesinin inşaatına yeniden başlanıldığını” söyleyen haber, ülkedeki önceliklerin doğadan yana olmadığını bir kez daha bizlere gösterdi. Diğer ülkelerin önceliklerine baktığımızda da durumun daha iyi olmadığını görüyoruz. Son dönemlerde olanları özetleyen yazar, konunun aciliyetini, neden harekete geçilmediğini ve çevre politikalarının ekonomi ile olan sıkı bağını sorguluyor.

 

Hızlı nüfus artışı, hızlı ekonomik büyüme ve sanayileşmenin çevre üzerindeki yıkıcı etkisinin, yani insan yaşam ve tüketim biçimlerinin, iklim değişikliğine neden olduğu yadsınmaz bir gerçekliktir. Çevre tahribatı ve kirlilik nedeniyle, doğa ve insan arasındaki ekolojik dengenin bozularak bir eşiğin aşıldığı, geri döndürülemez ancak durdurulabilir noktaya geldiği bilim insanları tarafından dile getirilmektedir. Bu noktada asıl sorumluluk ülkelere ve çevre politikalarını belirleyen karar vericilere düşmektedir. Etkisi oldukça sınırlı olsa da bireylerin bu süreçteki farkındalıkları peki ne durumda? Bireyler olarak yaşam biçimimizi hangi etik kurallara göre sürdürmeliyiz ya da değiştirmeliyiz? Bireyin doğa ve çevreden bağımsız etik kurallara sahip olamayacağı açıktır. Etik kurallarımızı da kapsayan yaşama biçimlerimizi ve tüketim alışkanlıklarımızı fark yaratır yönde değiştirmenin zamanı gelmiştir. (Resim 1)

NEDEN ÇEVRE, NEDEN HEMEN?

Geçtiğimiz Kasım ayında Guardian gazetesi Green Light(1) haber bülteninin kapağında bir fotoğraf yer alıyordu. (Resim 2) Fotoğrafta Amerikan Özgürlük Anıtı’nın kopya heykeli

görülüyordu. Heykelin “özgürlük anayasası”nı tutması gereken, elinde artık “Kirletme Özgürlüğü”nün kitabı bulunuyordu. Bağımsızlık meşalesini tutan diğer elindeki meşalede ise artık kömür dumanları tütüyordu. Heykel Almanya’nın başkenti Bonn’da 2017'de 23.sü düzenlenen İklim Değişikliği Toplantıları(2) sırasında yerleştirilmişti. 2015 Paris toplantısında iklim değişikliği ile mücadele anlaşmasını imzalayıp daha sonra çekilen ABD’yi protesto ediyordu.

Bilindiği gibi COP21’in ardından küresel ısınmanın en fazla 2 santigrat derecede sınırlandırılması için adımlar atılması 2 yıl önce karara bağlanmış, katılımcı 195 devletin 193’ü anlaşmayı imzalamıştı. Bu yaklaşık çeyrek asırdır süren görüşmelerin sonuçlanması ve küresel iklim değişikliğiyle mücadelede geç kalınmış ancak ümit vaat eden bir adımdı. Gecikilmişti çünkü 1997’de Kyoto’da imzalanan protokolden sonra yeterli adımlar atılamamış, sera gazı salımları milyonda 350 parçacıkta durdurulamamıştı. Bugün milyonda 400 parçacıktan söz ediliyor. Bu kirlilikte ABD’nin payının % 18 civarında olduğu belirtiliyor. İklim değişikliğine yol açan sera gazı salımlarının tek başına 5’te 1’inden sorumlu olan ABD’nin protesto edilmesine şaşırmamak gerekir.

Anlaşmayı imzalayıp taraf olmayan Türkiye’nin de içinde bulunduğu 28 ülke ve ABD yurttaşlarını bugünden sonra daha etkin önlemlerle dolu günler bekliyor. Dünya hızla kirleniyor ve alınacak önlemler konusunda yavaş kalınıyor. Nitekim bu haberle ilgili bir gazete makalesinin başlığı “Paris’ten Sonra Dünya Hâlâ Pistin Dışında” idi.(3)

COP 23’ün evsahibi ülke Almanya başta olmak üzere 23 ülke kömür ve kömürden elde edilen enerjiden vazgeçme hedefi koydu. Sera gazlarını izleme ve raporlama kural kitabı hazırlanır ve gelecek yıl Polonya’da yapılacak toplantıya yetiştirilmeye çalışılırken biz bireyler ne yapmalıyız? Şimdiye dek olagelen durumun değişmesi için ne fark yaratır? (Resim 3)

COP 23’ün başkanlığını yürüten Fiji Başbakanı Frank Bainimarama’nın da belirttiği “anlaşma doğrultusunda ilerlenmesi gereken hız” ülkeler nezdinde yavaşken, bireylerin sorumluluğu fosil yakıt kullanımını hızlıca terk etmek midir? Etik olarak bu eylem tek başına yeterli olacak mıdır? Yoksa diğer taraftan hükümetlerimizi de fosil kaynaklardan uzaklaşmaya yöneltecek mücadele içine mi girmeliyiz?

Bilindiği gibi İngiltere ve Kanada’nın başını çektiği 25 ülke “Kömür Sonrası Küresel Enerji İttifakı”nı(4) kurdu. Enerji üretiminde kömürün terk edilmesi için hedefler koydular. Türkiye’de ise 10’u ithal kömüre dayalı üretim yapan 26 kömür yakıtlı termik santral var. 60 yeni termik santral projesi de yolda. Bu tüketim ve yaşam biçimiyle iklimi değiştirmekle kalınmayıp çevre sağlığıyla birlikte insan sağlığı da yitiriliyor. Son yapılan araştırmalara göre kömür yakılmasıyla ortaya çıkan hava kirliliği başta solunum hastalıkları olmak üzere sağlık sorunlarına ve erken ölümlere neden oluyor.

Bu insani ve ekonomik maliyetler sadece sağlık alanında kalmıyor, toplumsal altüst oluşları da kapsıyor. İklim değişikliği nedeniyle oluşan kuraklık ve gıda krizi, seller, deniz suyunun yükselmesi iklim mültecilerine yol açıyor. İsveç’te yayımlanan ‘‘İklim Mültecileri’’ raporuna göre 2050 yılına kadar 200 milyon kişi yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kalacak.

Yapılan araştırmalar iklim krizi ile göç arasındaki bağlantıyı ve neden-sonuç ilişkisini ortaya koyuyor. İHA haber ajansının aktarımına göre Barilla Gıda ve Beslenme Vakfı (BCFN) “Gıda ve Göçler” araştırmasının sonuçlarını yayınladı. Bu araştırmaya göre 2010-2015 yılları arasında 5.4 milyon kişi Orta Avrupa’ya, 4.5 milyon kişi ise Akdeniz Avrupası’na göç etti. İklim değişikliği ile kuraklığın ve gıda krizinin çok yoğun yaşandığı Afrika kıtasının içinde, Avrupa’ya geçemeyen % 90’ının ise kıta içinde yer değiştirerek özellikle Batı Afrika Ekonomik Topluluğu’na yöneldikleri görüldü. Dünyanın daha başka yerlerinde de görülen gıda krizi insanları yer değiştirmeye zorluyor. Dünya genelinde doğdukları ve yaşadıkları ülke içinde yer değiştirenlerin sayısı yaklaşık 760 milyonu, başka ülkeye göçenlerin sayısı ise 245 milyonu buldu.

ÖNGÖRÜLER VAKTİNDEN ÖNCE YAŞANMAYA BAŞLADI

Birleşmiş Milletler 2020, 2030 projeksiyonları yapadururken, pek çok öngörü vaktinden önce yaşanmaya başladı.

Küresel ısınmaya bağlı toprağın aşırı ısınması nedeniyle bir türlü söndürülemeyen orman yangınlarını geçmişte Atina’da, Avustralya’da, İsveç’te görmüştük. (Resim 4) Amerika’nın Kaliforniya eyaletinde çok sıcak geçen Eylül ayında peş peşe başlayan orman yangınları 1 hafta kadar sürüyor, binlerce kişinin tahliyesiyle sonuçlanıyordu. Son yangın yine 10 gün

boyunca söndürülememiş, yaklaşık 8 bin km2 bir alana yayılarak 200 bin kişinin evini boşaltmasına neden olmuştu. Bu ülkemizde orta büyüklükte bir kentin nüfusu kadardı. İklimi koruma ve iklim değişikliğini önleme konusunda ülkelerin iki sene önce Paris’te vardıkları anlaşma kurallarını yerine getirmede yavaş oldukları endişesi zirvenin yıldönümünde tekrar dile getirildi. Paris zirvesinde Fransa devlet başkanı Emmanuel Macron “iklim değişikliğine karşı mücadelede yeteri kadar hızlı değiliz” diyordu.(5)

İmzasını çeken ABD başkanının davet edilmediği, 50 kadar ülkenin katıldığı zirvenin mottosu her ne kadar “Gezegenimizi Tekrar Yüceltelim”(6) ise de ve “başka bir B gezegenimizin olmadığı, B planının da olamayacağı” vurgulansa da bu, çok geç kalındığının mahcup bir ifadesiydi.

Aynı günlerde açlıktan bir deri bir kemik kalmış kutup ayılarının Kanada’da çöp karıştırırkenki resimleri ve başka birinin ise ölümünü gösteren video(7) dolaşımdaydı. (Resim 5) Kutup ayılarını filme alan ekip gözyaşları içinde son görüntüleri aldıklarını ifade ediyor, ölüm anını filme mi almalı, yoksa çekimi bırakıp onlara yardım mı etmeli tartışmaları ortaya çıkıyordu. Burada kişi vicdanının sesini dinleyip bireysel etik kurallarına mı uymalı, yoksa mesleğini yapmaya devam edip toplumda farkındalık yaratacak etkili bir sonuç mu almalı ikilemi ortaya çıkıyordu.

Yine aynı günlerde Türkiye Felsefe Kurumu başkanı İoanna Kuçuradi, Boğaziçi Üniversitesi’nde verdiği konferansta günümüzde mesleki kuralların belirlenmesinde ve günlük yaşamda kullanılan etik kavramı ile felsefi etik değerler kavramı arasındaki farka dikkat çekerek “Felsefi etik değerler ile ahlaki normların birbirlerine karıştırılmamasını” istiyordu. Devamında, “Kişilerin değerleri yani dürüst olmak, adil olmak, doğruluk değerleri kişilere ilişkin normlar olurken; etik, sevgi, anlayış gibi değerler evrensel nitelikte olabilmelidir. Ahlaki normlar yasaların yapılmasında, meslek normlarının belirlenmesinde kullanılır. Ancak etik değerler, insan hakları örneğinde olduğu gibi, ırklardan, dillerden, mezheplerden, kültürlerden bağımsız değerler bütünü olarak karşımıza çıkar. Bu değerler ile davranılmaması bizi toplumda zor durumda bırakmaz veya yasaya aykırı olmaz. Ancak etik değerlerin dışında olabilir. Etik değerler insanın onurunu oluşturur. İnsan onuru ise, insan türünün en başta etik başarıları ve bilincini oluşturur.” diyordu.(8)

Ahlaki normlar ile etik değerler arasındaki fark, belki de bugünkü durağanlığın ve eylemsizliğin sebebidir. Kimilerinin bilinçsizlikle, kimilerinin vurdumduymazlıkla, kimilerinin inançsızlıkla açıklamak istediği harekete geçmeme ve iklim değişikliğiyle mücadele etmeme hali, yasalarımızda ve mesleki normlarımız nezdinde bir suç teşkil etmediği için midir? Kuçuradi’nin vurguladığı gibi, bu eylemsizlik bizi toplumda zor durumda bırakmadığı, ayıplanmadığımız için midir?

BU KONUDA FELSEFECİLER NE DÜŞÜNÜYOR?

Joseph R. Des Jardins 1992’de yayımladığı Çevre Felsefesine Giriş-Çevre Etiği(9) kitabında 25 yıl önceden bazı saptamalarda ve öngörülerde bulunuyordu. Yeryüzündeki yaşamın daha çok insan etkinliklerinin bir sonucu olarak altmış beş milyon yıl önceki dinozorlar çağından bu yana en büyük kitlesel yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğu tespitini yapıyordu. Bu sorunlara bilim çare bulabilecek miydi? Yani yüksek teknolojik çözümler kullanırsak sorunların üstesinden gelebilecek miydik? Örneğin, böcek ilaçları kullanarak tarım ürünlerinde verim artışı sağlanabilir miydi? Bunun böyle olmadığı, teknolojinin bu anlamda toprağın bileşimini ve doğanın dengesini bozduğu yıllar önce ortaya çıktı. Yine yüksek teknoloji kullanarak gıdanın genetiği ile oynamak, genetiği değiştirilmiş organizmaları üretebilmek çözüm değil, sorun üretti. Çünkü tek başına bilim ilgilendiği sorun hakkındaki tüm öyküyü bize anlatmıyor. Bu bilimin doğası gereği: Soruları parçalayarak sormak. Çevre sorunları teknik konularla ilgilidir diyerek etik irdeleme yapmaktan da uzak duramayız. Aynı şekilde sadece felsefi etikle de cevaplar bulamayız. Birçok felsefecinin geleneksel felsefe kuramlarının, çevre sorunlarının çözümünde yetersiz kaldığını da unutmamalıyız. Bunu yaparken etiğin haklar, hakkaniyet, adalet ve yarar gibi temel bölümleri üzerinden tartışmalıyız. Bize nasıl yaşamamız gerektiğini gösteren geleneğin akıl süzgeci etiktir. Yani hem bireysel hem de toplumsal ahlakla ilgili konular etik içindedir. Ancak farklı geleneklere

sahip farklı kültürlerin farklı algılama ve yargılama değerleri olabilir. Bu durum yine de ortak doğru yanıtları bulmamızı engellemez.

TELEOLOJİNİN (EREKBİLİMİN), YARARCILIĞIN VE DEONTOLOJİNİN EKOLOJİYE (ÇEVREBİLİME) BAKIŞI

Aristoteles’e (İ.Ö. 4. yüzyıl) kadar giden erekbilimin kabul ettiği etik anlayış doğal çevre sistemlerinin iyi bir düzen ve uyum içinde olduğunu varsayar. Ekoloji sorunlarının insanların doğal düzene karışmaları ve kendileri dışındaki doğal nesneleri yalnızca insanlara yaradıkları ölçüde değerli saymaları sonucunda ortaya çıktığı görüşündedirler. Bu yaklaşımın korumacı politikalar doğurduğu aşikardır. Bunun yanında doğal olanın iyi olduğu, her şeyin bir yaradılış amacı olduğu yaradılış felsefesine inanmayanlar için geçerli değildir. Yararcılık sonunda en çok insan için iyiliğe varır ki, bu durumda bu tanımın da ölçülebilir bir şey koyma gerekliliği ortaya çıkar. Ancak ölçtüğümüz, oranlarını bildiğimiz, karşılaştırabildiğimiz veriler de çevre olayları hakkında tam bir resim veremeyebilir.

Yunancadaki “ödev” sözcüğünden gelen deontolojik yaklaşım 18. yüzyıl filozoflarından Immanuel Kant’ta vücut bulur. Şöyle ki: temel etik görev (kategorik buyurgan) bütün rasyonel varlıkların kabul edebilecekleri biçimde davranmaktır. Yani “kendi kararlarını kendi başlarına verebilen özerk kişilerin kararlarına saygılı olmak da ahlaki yükümlülüktür” diye düşünmektedirler. Aynı şekilde “başkalarının da benim kararlarıma saygılı davranması benim hakkımdır” diye düşünmektedirler. Ancak bu da toplum ve çıkarlarına aykırı davranma durumunda nasıl karar verileceği konusunda cevap getirmemektedir. Öte yandan tanrısal olanın doğada bulunması, tüm canlıların içsel bir değeri olduğunu varsayarak yaşamın yüceltilmesi, insanlara bir yaratıcı tarafından emanet edilmiş kaynakların emanetçisi olma gibi yaklaşımlar da vardır.

Tüm bu yaklaşımların çevre etiği, bireysel ahlak ve toplumsal etiğin tümünü kapsayan büyük resme ilişkin kapsamlı cevap üretemediğini görüyoruz. Bu durumda felsefecilerin henüz son sözlerini söylemediklerini öne sürebiliriz.

ETİK-EKONOMİ İLİŞKİSİ

Çevre tartışmalarında ekonomi önemli bir rol oynamaktadır. Pek çok çevre sorunu esas olarak ekonomi sorunudur. Kıt kaynak dağılımı, risk ve yarar paylaşımı, çıkarların çatışması ve tüketim için üretim gibi kavramlar ekonomik kavramlardır, yaşamlarımızı düzenleyen ortam yasalarıdır. Burada insan için çevreyi koruyanlar, yani tüm doğal kaynakları tüketilecek mal gibi görüp, uzun erimde daha çok yaralanılsın diye düşünenler ile korumayı koruma için isteyen, yani her türlü insan etkinliğinden sakınmayı öneren karşıt görüşlere sahip olanların var olduğunu biliyoruz. Yönetimler de -özellikle en büyük kirleticilerden ABD yönetimleri- uzun müddet doğayı ekonomiyi besleyecek tükenmez bir kaynak olarak algılamıştır. Kamusal politika da “en uzun erimde en çok sayıda insana en çok iyiliği sağlayana” yönelmiştir. İnsan nüfusu arttıkça, en çok iyilik olarak algılanan tüketim, kaynakların savurganca kullanımını getirmiştir. Bu da kaynakların kıtlığı ve çevre kirliliği ile sonuçlanmıştır. Burada şu tespiti de yapmak gerekir: Gelinen durumda insanlar bu sorunların varlığı üzerinde genel olarak görüş birliği içindedirler,(10) ancak çözüm konusunda geniş ölçüde fikir ayrılıkları vardır. İçinde yaşanılan ülke ekonomilerinin sosyal ve kamusal politikaya yansımaları bireylerin ve toplumun kabul edeceği optimal noktadır. Örneğin, insanlar kapılarına kadar gelen içme suyunu, o suyun ne kadar uzaktan geldiğini, geldiği bölgedeki ekolojik alt yapıyı ve dengeyi bozup bozmadığını düşünmeden kabul ederler. Burada optimal nokta, suyun kesintisiz gelmesinin kabulü ile içilebilir düzeyde temiz olmaması kabulüdür. Suyun değerli ve biten bir kaynak olduğu konusunda pek çok kişi hemfikir olabilir. Ancak suyu tasarrufla kullanma, çok uzaktan temin edilmesine karşı çıkma, temiz içme suyuna ulaşım isteme, poşetlenmiş içme sularını reddetme ve plastik kirliliğine son verme gibi çözümler konusunda geniş fikir ayrılıkları ve eylem farkları vardır.

Bu noktada bireysel etik devreye girer. Bireysel etik değerler hakikatini, yani bireysel yaşam biçimini değiştirmeye yarar. Optimal kabul artık işe yaramaz, kişi ötesine geçer. Yaşama alışkanlıklarını değiştirir. Örneğin, asla pet şişe kullanmaz, yanında termos taşır. Daha öteye gidenler kırsalda kendi kendine yeten, ürettiklerini tüketen ve atıklarını doğal üretim çevrimine sokan yaşam tarzı seçerler. Diğer bir kısmı kendi kendine yetinmekle ve doğaya minimum etki yapmakla kalmaz, bunu yapmayanlara ve yönetimlere karşı aktif mücadele içine girerler.

ÇEVRE VE MÜCADELE: AKTİVİSTLER, EKOSOSYALİSTLER

Doğayla uyumlu yaşam tarzı seçenler ve yaşama alışkanlıklarını ve tüketim biçimlerini değiştirenler, yani bireysel dönüşüm yaşayanlar toplumda bir araya gelerek baskı grupları oluştururlar. Bu gruplar farklı savunular içindedirler. Bunlardan biri de toplumsal ekoloji akımıdır. Bu akımın temsilcilerine göre, kâr amacı ve var olan kapitalist üretim biçimi bir kenara itilmelidir ki, toplumsal ve çevresel adalet ve refah sağlanabilsin. Toplumsal ekoloji akımı, bir başka deyişle ekososyalizm bu ilkeleri yaşama geçirebilecek alternatif modellerin peşindedir.(11) Murray Bookchin’in “toplumsal ekoloji” yaklaşımı “çevreci” düşünceyi çok etkilemiştir. Çevreci, ekolojik dengenin korunmasını amaçlayan akımları etkileyerek sosyalist düşünürlerin geliştirdiği modellerle bir araya getirmiştir. Hareket noktaları doğanın ve emeğin sömürülmesi kavramlarıdır. Ekososyalistlere göre asıl sorun kapitalist düzenin kendisidir. Toplumsal ekoloji, kapitalizmin temelini oluşturan maddeciliğe karşıdır. Kaynakların paylaştırılmasında eşitlikçidir. Barınma gibi temel ihtiyaçlar hariç, toprak mülkiyeti dahil özel mülkiyete karşıdır. Alternatif üretim biçimleri, küçük çaplı işletmeler, kooperatifler ve yerinden yönetim modelleri destekledikleri başlıca yaşama ve çalışma biçimleridir. Elbette silahlanmaya ayrılan bütçenin insan yaşamına ve dolayısıyla doğaya ve çevre korumaya verilmesini de savunurlar.

Bu akım giderek kendisini aktivizm içinde bulur. Kapitalist sisteme karşı mücadele artık olmazsa olmazlardandır. Kanada doğumlu yazar, sinemacı ve aktivist Naomi Klein bu konuda şöyle diyor: “Küresel ısınma konusunda bildiğinizi sandığınız her şeyi unutun. Bu konudaki en rahatsız edici gerçek, küresel ısınmanın karbon salımıyla ilgili bir şey olmadığıdır: Küresel ısınma doğrudan kapitalizmle ilgilidir. Bu konudaki en hayırlı gerçek ise, bu varoluş krizinden bataklığa sürüklenmiş ekonomimizi kökten dönüştürmek için faydalanabilme ve hakikaten daha iyi bir sistem kurabilecek olma ihtimalimizdir.”(12)

İmkansızı başarmaya yetecek kadar vaktimiz olduğunu savunan aktivistlere katılmamak mümkün mü? Onlar yalnızca kitlesel toplumsal hareketlere ve direnişe güveniyorlar. Fosil yakıtlara yatırım yapmaktan vazgeçme / yatırımları yenilenebilir kaynaklara yönlendirme hareketleri, yüksek riskli maden çıkarımını engelleyen yerel yasalar, yerli grupların mahkemelere başvuruları gibi eylemler direnişin ilk örnekleriydi. Kuzey Amerika’da katran kumlarının ne olduğu 5 yıl önce bilinmezken, yerliler 1 sene boyunca kar altında nöbet tutarak petrol çıkarımını engellediler.(13) Birkaç yıl önce hidrolik kırılma (kaya petrolü çıkarma) kelimeleri duymamışken, bugün bu şekilde enerji üretimine karşı duruluyor. Bunlar gibi direniş hareketlerinin pek çoğunda sonuç alınmış ve kitlesel karşı çıkışlar başarıyla sonuçlanmıştır.

TÜRKİYE’DE ÇEVRE MÜCADELELERİ

Ülkemizde ise çevre mücadelesi çoğu zaman bir var olma ve doğduğu yerde doğal kaynakları kirlenmeden, kirletmeden yaşamaya devam etme mücadelesi olarak gelişmektedir. 2017’nin son günlerinde yayımlanan Ekoloji Almanağı 2005-2016 (Resim 6) yılları arasındaki olaylara toplu bir bakış yapmaktadır.

İklim değişikliği ve iklim adaleti hareketlerinden hayvan hakları hareketlerine kadar çok geniş bir yelpazeyi derleyen almanak Türkiye’deki durumun özetini vermektedir.(14) Türkiye'deki durumu belirleyen aslında hükümetlerin maden, enerji ve inşaat şirketlerine dayalı büyüme tercihleridir. Bu sektörlerin tamamının hammaddesi ormanlar, tarım alanları, kentlerdeki yeşil alanlar, kırlardaki akarsular yani doğamız olmuştur. Bu doğal “hammaddeyi” kullanmak ve işlemek için tanınan imtiyazlar, kanuni yükümlülüklerden muaf olma durumu, denetimsizlikler ve cezasızlıklar giderek yaşam ortamlarını savunan köylülere cezaya dönüştü. Örneğin, zeytinini kestirmek istemeyen, tarım alanlarını kirletecek altın arayışlarına karşı çıkan, tarım yapılan yerde maden çıkarımına direnen, sulama yaptığı deresinin HES’e dönüşmesini istemeyen köylülerin karşısında kah güvenlik güçlerini kah şirketlerin milis güçlerini çıkarttılar.

Daha önceki yıllarda da nükleer santral projesi, Gökova, Elbistan Termik Santrali, Murgul bakır madeni, Bergama altın madeni gibi işletmeler doğa katliamına varan çevre kirlilikleri yarattılar. Bunlara karşı hem yerel hem de ulusal düzeyde direnişler oldu. Ancak bu tür olayların ivme kazanmasıyla direnişler, “yaşam savunuculuğuna” dönüştü, yaygınlaştı, kitleselleşti ve görünürlük kazandı.(15)

Fakat diğer yandan direnişin ve protestoların bütün yeryüzüne yayılan ortak bir davranış olmadığı da ortadadır. Böyle olmayışı, sorunların ele alınışındaki norm farklılıklarından mıdır? Örneğin, fosil yakıt yakmak bir ülkeyi işgal etmekle eşdeğer bir ahlaki sorumluluk değildir. Belki de bu sebeple yaşam tarzlarımızı hep beraber ve aynı anda fark yaratmak üzere değiştiremiyoruz.

ÇOK GEÇ KALDIK

İklimi koruma ve geleceklere sağlıklı çevre bırakma konusunda çok geç kalındığı aşikar. Hükümetlerimiz bu noktada iken, bireyler olarak yaşam biçimimizi hangi etik kurallara göre değiştirmeliyiz? Şimdiye dek yapa geldiğimiz neleri değiştirmeliyiz ki fark yaratalım? Tüketime dayalı alışkanlıklarımızı ve yaşam biçimimizi değiştirme konusunda itici güç olan etik değerlerimizin hayli yıprandığı ve bizi motive edemediği ortada. Hayatlarımızı “bugünü yaşama” anlayışıyla şekillendiriyoruz. Eşi benzeri olmayan bir gezegende yaşadığımız bilinci, ülkelerin çabalarına karşın fark yaratacak kadar yaygınlık ve etkinlik kazanmamış durumda.

Öyleyse ne yapmalı? Bu duruma seyirci mi kalınmalı? Yoksa önce kendimiz, ailemiz ve yakın çevremizden başlayarak bu bilincin kazanılmasına mı çalışılmalı? Elbette ikincisi.

Yaşamımızı sürdürürken, tüketirken nelere hayır diyeceğimizi belirlemek, bunu da hızlıca yapmak durumundayız.

Bu gelecek kuşaklara yaşanabilir çevre bırakmanın ilk adımıdır.

NOTLAR

1. “Highlights from Bonn, hunting trophies and newts – green news roundup”, Green Light, 17 Kasım 2017.

2. COP23: Conference of the Parties (23. İklim Değişikliği Taraflar Konferansı) 15-17 Kasım 2017.

3. Erdil, Merve, 2017, “İklim Eyleminde Doğru İstikamet Ağır İlerleme”, Hürriyet, 19 Kasım 2017.

4. “Global Alliance to Power Past Coal” isimli ittifaka üye ülkeler: Angola, Avusturya, Belçika, Kanada, Finlandiya, Fransa, İtalya, Lüksemburg, Marshall Adaları, Hollanda, Yeni Zelanda, Meksika, Norveç, İsviçre, İngiltere, Kanada’dan iki ve ABD’den bir eyalet.

5. “Emmanuel Macron says the world is losing the fight against climate change: ‘We're not moving quick enough’”, Independent, 12 Aralık 2017, www.independent.co.uk/news/world/europe/macron-climate-change-paris-summit-trump-world-losing-a8106081.html

6. “Amerika'yı Yeniden Büyük Yapalım' (Make America Great Again), ABD başkanı Donald Trump'ın seçim kampanyası sloganına atıfla.

7. Kanada'nın kuzeyinde büyümüş, biyolog ve daha sonra vahşi yaşam fotoğrafçısı Paul Niclen'in çektiği film Aralık ayında sosyal medyada izlendi.

8. “Ioanna Kuçuradi’den ‘İnsanca Yaşam için Değerler Eğitimi’”, http://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/ioanna-kucuradiden-insanca-yasam-icin-degerler-egitimi

[Erişim: 01.06.2018]

9. Des Jardins, Joseph R, 2012, Environmental Ethics: An Introduction to Environmental Philosophy, Cengage Learning, Boston.

10. Bu genellemeden yeni seçilen ABD başkanını hariç tutmak gerekir. Trump yılın son günlerinde attığı twitlerde “çok üşüdüklerini” ve “biraz küresel ısınma olsa fena olamayacağını” söylüyordu. (Donald Trump’ın twiti: “In the East, it could be the COLDEST New Year's Eve on record. Perhaps we could use a little bit of that good old Global Warming that our Country, but not other countries, was going to pay TRILLIONS OF DOLLARS to protect against” aktaran Dan Merica, “CNN Politics, 29 Aralık 2017)

11. Keleş Ruşen, 2015, 100 Soruda Çevre-Çevre Sorunları ve Çevre Politikası, Yakın Kitapevi, İzmir, s.172.

12. Klein, Naomi, 2015, İşte Bu Her Şeyi Değiştirir-Kapitalizm İklime Karşı, Agora Kitaplığı, İstanbul.

13. Kuzey Dakota direnişi (North Dacota Access) petrol boru hattı geçirilmesine karşı başlatılan eylemler

14. Almanak kaynakları geniş ve web tabanlı: Cumhuriyet, Milliyet, Radikal, NTVCNBC arşivleri; sendika.org, Bianet, Birgün, Evrensel, Dicle Haber Ajansı, AFN, Açık Radyo, Etkin Haber Ajansı, Atılım Gazetesi gibi sol-sosyalist siteler; TMMOB’ye bağlı meslek odalarının siteleri; Arkitera, Mimdap gibi mimarlık siteleri; ekolojistler.org, kureseleylem.org, ekolojiagi.wordpress.com, yesilgundem.net, Su Hakkı Kampanyası, yeryuzuneozgurluk.blogspot.com, Nükleer Karşıtı Platform gibi ekoloji blog ve internet sayfaları; Greenpeace, TEMA, ÇEVKO gibi örgütlerin siteleri; EGEÇEP, Munzur, Hasankeyf, Derelerin Kardeşliği Platformu, Karadeniz İsyandadır Platformu, Kuzey Ormanları Savunması gibi yerel platform internet ve Facebook sayfalarından yaralanılmış.

15. Türkiye’de 2005 yılına kadar bir iki yayınevi, bir iki dernekle sınırlı olan çevre örgütleri ve yayınları günümüzde periyodiklerle ve sosyal medyada büyük bir mecra olarak devam ediyor. Ekoloji Kolektifi Derneği’nin Kolektif dergisi 18 sayı, Üç Ekoloji dergisi ise 10 sayı yayımlanmıştır.

Bu icerik 3940 defa görüntülenmiştir.