402
TEMMUZ-AĞUSTOS 2018
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
GÜNCEL

“Millet Bahçeleri” Önerisinin Düşündürdükleri

Murat Balamir, Prof. Dr., ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Emekli Öğretim Üyesi

24 Haziran seçimleri öncesinde ortaya atılan seçim vaatlerinden biri de “millet bahçeleri” idi. 3. Havalimanı’nın açılmasıyla, kapatılması düşünülen Atatürk Havalimanı’nın bulunduğu alan ise bu projenin gerçekleştirilmesi için ‘biçilmiş kaftan’ oldu. Yazar, bu ayakları yere basmayan vaadin altının doldurulup doldurulamayacağını sorguluyor.

 

Yine bir itiraf ve günah çıkarma söylemi midir, yoksa gizil bir toplum mühendisliği girişimi midir bilemiyorum. Ufukta (henüz adı verilmemiş!) yeni havalimanının devreye girmesi ile Atatürk Havalimanı’nın işlevini kaybedecek olmasının “millet bahçeleri” söylemi için ortam yarattığı anlaşılıyor. (Resim 1) Yerine “Atatürk Parkı” yapmak akla getirilmiyor. Atatürk adını aşabilecek ve tepki yaratmayacak bir isim koyma gereği var. O halde “millet” diyelim. Bunu kamufle etmek için de her büyük şehirde millet bahçeleri oluşturalım. Zaten “yerli ve milli” olması için “park” yerine “bahçe” demek daha uygun düşer. İşte niyet saklayan, parlak bir zeka ürünü daha. Aynı tutumun Ankara’da Atatürk Çiftliği’ne reva gördükleri de, giderek derinleşen kaygılarımızı haklı kılmıyor mu?

İstanbul ölçeğindeki bir mega yerleşim alanında Atatürk Havalimanı’nın, yine havalimanı olarak yedekte tutulmasının zorunlu olup olmadığı konusunun uzmanlarca öncelikle irdelenmesi gerekmez mi? Bilimsel inceleme, araştırma ve danışma çabaları yerine, yine bireysel kanı ve buyruk ile mi yönlendiriliyoruz?

Konu yalnızca havacılık sektörünü değil, plancıları, ekonomistleri, tasarımcıları, altyapı mühendislerini, ulaşım mühendislerini, botanikçileri, ekoloji uzmanlarını, peyzaj mimarlarını, işletmecileri doğrudan ilgilendiriyor. Millet bahçesi önerisi, çok sayıda uzmanlık ve sanat dallarının bilgisine başvurmayı, katkı ve çalışmalarının alınmasını zorunlu kılıyor.

Havacılık teknolojisi ve ulaşım politikası açısından yapılacak incelemeler ve alınacak kararlar sonrasında, bir dizi şehir planlama çalışması gerekecektir. Burada çift yönlü, bir etkileşim irdelemesi gerekecektir. Öncelikle, havalimanı alanını çevresiyle birlikte yeniden değerlendirmek ve özellikle önümüzdeki dönemlerde çevresindeki olası gelişmeler göz önünde tutularak park alanında gelecekte hangi etki ve dayatmaların doğabileceği irdelenmek zorunda. İkinci bir adımda ise, alanın gerçekten dev bir yeşil alana dönüşmesinin yakın çevresinde ve bölgesinde oluşturabileceği yeni gereksinmelerin, kullanım eğilimleri ile taşınmaz ekonomilerinin kestirilmesi gündeme gelecektir. İstanbul kara ulaşım planında burası bir kara delik olarak mı görülecektir? Belki mevcut ulaşım sistemlerinin, yeni kullanımlara uygun nitelikte özel olarak uyarlanması gerekecek, belki alan üzerinden geçmesi kaçınılmaz görülecek güzergahlar düşünülecektir. Giriş noktaları ve servis noktaları belirlenecek, bu büyük şehir parkına yakın çevresinden ana otoyolları aşan yaya ya da bisikletle erişim olanakları geliştirilecektir. Burada ayrıca güvenlik, acil durum, sağlık, kültür ve turizm gibi çok amaçlı bir helikopter filosu kullanım merkezi kurulması için de gereksinme doğabilir.

“Millet bahçeleri” için İstanbul dışında hangi yerleşim bölgelerinde, hangi alanların sözkonusu olduğunu henüz bilmiyoruz. (Resim 2) Öncelikle Atatürk Havalimanı’nın olduğu alanı ele alacak olursak, karşımızda kolay bir uygulama değil; çok boyutlu planlama, fiziki düzenleme, tasarım ve işletme sorunu olduğu görülüyor. Havalimanının yapılı alanları nasıl değerlendirilmeli? Otoparklar, altyapı, yürüyen merdiven ve kaldırımlar, güvenlik donanımı ve hizmet verilen devasa kapalı mekânları yıkıp ortadan kaldırmak mı yoksa bunlara yeni işlevler mi uyarlamak daha yerinde ve verimli görülecektir? Bunları parçalayıp elden çıkarmak mı, yoksa tekil bir işletme altında kiralama ve denetleme yöntemleri mi daha doğru ve verimlidir? Park ve yeşil alanlar için nasıl olsa yeterince açık alan var. Kapalı alanlar için AVM’ciler kuşkusuz kuyruğa gireceklerdir. Ancak başka istekliler de olacaktır. Dev kapalı alanlar ve hangarlar fuarlar, sergiler, konferans merkezleri, sanat atölyeleri, konser salonları gibi işlevler açısından çok elverişli olabilir. Tüm sanat dallarının birbirini beslediği bir odak oluşturulup, İstanbul’un kültür etkinliklerinin buraya yönlendirilerek yoğunluk kazandırıldığı uluslararası bir dünya burada kurulabilir. Bu yaklaşım, geniş bir uzmanlar ve sanatçılar grubunun katkılarını gerektirecektir.

Gerçekten bir mega park gerçekleştirmek istiyorsak, bunun çok sayıda kapalı spor alanlarına, ayrıca açık alanları tamamlayıcı kapalı eğlence parklarına gereksinmesi olacaktır. Belki bu kapalı mekânlarda birkaç “millet kıraathanesi” kurmak da olanaklıdır. Açık alanlara gelince, bu konu da kolaylık göstermiyor. Pistleri, altyapıyı ve apronları söküp atmaktan önce, acaba bunlar açık alan rekreasyon etkinliklerini tamamlayan biçimlerde kullanılabilir mi düşüncesini irdelemek, bunun mekânsal analizlerini yapmak gerekmez mi?

Bir havalimanını botanik bahçesine ya da kent koruluğuna kısa sürelerde dönüştürmek olanaklı mıdır? Uçakların milyonlarca kez iniş kalkış yaptığı bir alanda çeşitli kimyasalların birikimi ile bir zehir havuzu oluşmamış mıdır? Bu konunun incelenmesi toprağın hangi derinliğine kadar etkilenmiş olduğu, bu durumun bitki yaşamına hangi etkileri olabileceği, hangi bitki türlerinin bu koşullara daha dayanıklı olacağı irdelenmek zorunda. Ayrıca çevrede mevcut flora üzerinde incelemeler de gerekecektir. Belki bir deneysel fidanlık kurulması yerinde görülecektir. Alanın yalnızca bir köşesinde uygulanacak bir öneri bile olsa, burada yenilebilir peyzaj (edible landscape), meyve bahçeleri ve organik tarım alanları oluşturmak belki artık hiç olası değil. (Resim 3)

On iki bin dönüm kadar (tam olarak 1.170 hektar, 11.7 milyon metrekare) yüzölçümüne sahip bu alanda bütünleşik bir su kaynağı işletmeciliği düzeni kurulması gerekir. Buradaki bitki dünyası ve yeşil alanların su gereksinmesi İstanbul’un su bütçesine ek bir yük oluşturmamalı. Kapalı alanların kullanım suyu arıtılıp bitki sulama sistemine katılmalı. Yağışların, özellikle artık sık sık karşılaştığımız aşırı yağışların tutulmasını sağlayan düzenlemeler geliştirilmeli. (Resim 4, 5) İçme suyu sebilleri, açık alanlarda oluşturulan havuzlar, göletler ya da açık ve kapalı alanlarda yüzme havuzları, yangın söndürme şebekesi gibi tesislerin de bu entegre su işletim sisteminin üyeleri olmaları gerektiği gözden kaçırılmamalı.

Açık alanların farklı köşelerinde yeni işlevlerin düzenlenmesi ayrı uzmanlıklar gerektirecektir. Dinlenme, yürüyüş yapma, yeme içme etkinlikleri gibi pasif rekreasyon alanlarının yanı sıra, özelleşmiş spor alanları, koşu yolları, grup oyun ve sporları için özel düzenlemelerin gündeme alınması; ayrıca, uçurtma, paten ve kaykay alanları, golf gibi oyunlar için yer ayrılması düşünülebilecektir. Bu ölçekte bir açık alan tasarlanırken unutmamamız gereken bir başka konu da binek hayvanlar için parkurlar ve ahırlar. Açık alanların bir bölümü ise ölçekli bir yaban hayvanları evi, kuşlar evi (aviary) gibi gözlem ve eğitim amaçlı tesisler için ayrılabilir. Çok yerde konumlandırılması gereken, altyapı sistemi ile ilişkilendirilmiş kişisel gereksinme giderme, bakım ve hizmet birimleri unutulmamalı.

Millet bahçesinin açık alanları geceleri kapalı mı tutulacak? Yerleşim ve konut alanlarının aydınlatılmasının bile zar zor yerine getirildiği koşullarda bu geniş alanlar nasıl güvenli kılınacak? Örneğin, bu geniş alanda elektrik donanımı yalnız aydınlatma amaçlı değil, kimi hizmetlerin verilmesi için de gerekli görülecektir. Yeni gereksinmeler mevcut şebeke ile ne ölçüde bağdaşabilir? Enerji bütçesine güneş enerjisi ve rüzgar türbini sistemleri ile katkılar sağlanabilir mi? Açık alanlara yayılan bir anons sistemi de bir gereksinmedir. Kapalı ve açık alanların bütününde hizmet verebilecek bir ilk yardım biriminin konumlandırılması da unutulmamalı.

Büyük depremini bekleyen İstanbul’da kaçma ve toplanma alanlarının hemen hemen hepsinin kaybedilmiş olması, havalimanı alanının kimi köşelerinde bu acil durum gereksinmelerini karşılayabilecek düzenlemelerin öngörülmesini de zorunlu kılabilir. Burada da özel altyapı şebeke ve sistemlerinin kurulması gerekecektir.

Bütün bu hizmet yelpazesi ve işlevler, eğitimli ve nitelikli bir işgücünün burada tutulmasını gerektirecektir. Öyle görünüyor ki, millet bahçesinin işletmesi havalimanı işletmesinden geri kalır bir yönü bulunmuyor. Bir de bunun finansal ve aksatılmadan yürütülecek bakım işleri var. Akıllı bir yaklaşımla, kapalı alanların kiraları ile tüm hizmet birimleri ve bahçelerin bakım giderleri fazlasıyla karşılanabilir. Yeter ki konuya siyasilerin değil, uzmanların görüşleri egemen kılınsın.

Gelelim can alıcı çevre tasarımı konusuna. Bu konu, yönetimin gözdesi, değeri kendinden menkul bir tasarımcıya mı verilmeli, yoksa ilgili meslek kuruluşlarının oluşturacağı bir düzen içinde, belki elde edilecek bir ana plan çerçevesinde kimi alt bölgelerin tasarımlarının yarışmalarla belirlenmesi yoluna mı gidilmeli?

Peyzaj tasarım kültürü, burada derinliğiyle genişliğiyle işlenebilecek mi? Türkiye’nin farklı iklim bölgelerinde asırlar boyu yaşanmış açık alan düzenleme kültürleri tanıtılabilecek mi? Yoksa kimilerinin rastlantısal algılarıyla tanımlanan Londra’nın Hyde Park’ı, New York’un Central Park’ı ile mi yetineceğiz? Dünyaya gözlerimizi kapatmayalım ama edinilecek başka incelikler var. Örneğin, Hyde Park değil, tüm dünya bitki türlerini tanıtan ve bunlarla bir çevre bütünlüğü oluşturan Kew Gardens daha anlamlı bir model olmalı. (Resim 6) Ya da Londra’nın orta boy ve küçük parklarında gözlenen, farklı kapılarından girince bambaşka bir parka gelindiği duygusunu yaratan çeşitlilik ve peyzaj tasarım ustalıkları sağlanabilecek mi? Ya da Oslo’nun Vigeland Parkı’ndaki (resmî adı Frogner Parkı) gibi, heykelleriyle ve kültür ürünleriyle bütünleşen bir peyzaj kurulabilir mi? (Resim 7)

İstanbul dışındaki şehirlerde düzenlenecek “millet bahçeleri” için de benzer konular gündemde olacaktır. Kimi Anadolu yerleşmelerinde gözlemlediğimiz düzenlemeleri, kamusal alanlarda yerel özellikleri simgeleyen obje heykelleri anımsayınca karabasanlar üzerimize üzerimize gelmiyor mu?

Bu icerik 3428 defa görüntülenmiştir.