409
EYLÜL-EKİM 2019
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • “Mimarlıkla Hocalığı Birlikte Gerçekleştirirdi”
    Sema Soygeniş, Prof. Dr., Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Dekanı
    Murat Soygeniş, Prof. Dr., S+ ARCHITECTURE Kurucu Ortağı, Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Öğretim Üyesi

YAYINLAR



KÜNYE
KRİZ ORTAMINDA MİMARLIK

Çıkmazdaki İnşaat Sektörü ve Genç Mimarlar: Durumlar, Sorunlar, Yeni Varoluşlar

Anıl Korkmaz, Mimar, MSGSÜ Bina Bilgisi Yüksek Lisans Öğrencisi

İnşaat sektörünün içinde bulunduğu darboğaz, mesleğe yeni atılan mimarların önünde büyük bir kördüğüm olarak duruyor. Bu sıkıntılı ortamda kendilerine bir gelecek planı yapmaya çalışan mimarların yaşadıklarına yakından bakmamızı sağlayan yazar, bir arada olarak daha güçlü olacağımızı vurguluyor.

 

Bugünler, kapitalizmin içkin ve varlığını borçlu olduğu çelişkilerinin yol açtığı sonsuz sayıdaki krizlerinden birisinin tekrardan vuku bulduğu günler. Ekonominin ‘üstatları’, “Bu durumu nasıl aşarız?” sorusunu, “Çelişkileri daha iyi nasıl gizleyebiliriz?” sorusu ile bir görmeye devam ederken, yıllardır süregiden ekonomi politikaları nedeniyle krizin ilk elden vurduğu inşaat sektörünün emekçileri için, “bolluk” içerisinde geçen yıllardan sonra ciddi sorgulamalar yapmanın ve hatta kopuşları değerlendirmenin zamanı gelmiş görünmekte. Ödenmeyen / geç ödenen ücretler, işten çıkarılmalar, sonu gelmez işsizlikler, sürekli hale gelmiş / normalleşmiş kötü çalışma koşulları ve daha birçok sorun, böyle bir tartışma zemini için gerekli doneleri sağlamakta.

Peki, bu noktaya nasıl geldik? Önce o konuya odaklanalım. 2000’li yılların başında inşaat sektörünün canlanması ve ülkede başat çalışma alanlarından biri olmasıyla beraber, ihtiyaç duyulan eleman sayılarında ciddi artışlar; hareket halindeki büyük paralar nedeniyle de ücretlerde nispi iyileşmeler görülmeye başlandı. Yastık altında parası olanların küçük müteahhitlere, küçük müteahhitlerin büyük inşaat şirketlerine, büyük inşaat şirketlerinin ise holdinglere dönüştüğü bu süreçte, yaşanan bu “bolluk dönemi” sisteme içkin pek çok sorunun ve çalışanların durumlarının görmezden gelinmesine neden oldu.

İnşaat furyasının patlaması ve yüksek kâr oranları nedeniyle bu sektöre yönelen sermaye sahipleri, ekonomik politikalar tarafından sırtlarının sıvazlanmasıyla bütün dünyayı m² ve m³ cinsinden görmeye başladı; her yeşil alandan rant devşirmenin, her kıyı şeridini betonlaştırmanın yollarını aradı. Ekonomik kalkınmanın öncüsü olarak görülen inşaat sektörünün üretim gayesinin kullanım değeri üretme-mübadele değeri üretme ikiliğinde git gide mübadele değeri üretimine kayması ile, kapitalist modelin inşaat sektörü ve buradan hareketle mimarlık alanı özelindeki açılımı da tamamlanmaya daha çok yaklaştı. Üretilen mekânın niteliği ikincil ve mekânın pazarlanabilirliğinin bir aracı olarak kabul edilmeye başlandı. Daha çok kâr elde etme güdüsü, bilgi ve emek gücü için ödenen ücretleri düşürmek adına sağlıksız çalışma koşulları sundu, mesleki bilgiyi önemsizleştirerek geri plana itti. Bilgi ve emek gücü için ödenen ücretleri düşürme gayesiyle, piyasaya mimar arzını artırmak adına mimarlık okulları nitelikli bir eğitim vermekten uzak şekilde her yıl binlerce mezun verir hale getirildi. Bir yandan teknik bilgi önemsizleştirilip nitelikli mimara duyulan ihtiyaç azaltılırken ve mimarlar çoğunlukla çeşitli çizim programlarını kullanabilen aygıtlar olmaktan ibaret görülürken, bir yandan da git gide reel karşılığından kopan bir alanda sonu belirsiz binlerce genç insan karanlığa doğru yola çıkmaya başladı.

Bir kısmı sektöre dahil olmuş, bir kısmı dahil olmak üzere, bir kısmı da yakın gelecekte dahil olacak en az dört haneli sayılarla ifade edilebilen bir mimar kitlesi, meslek alanıyla ilk tanışmasını bu zorlu koşullar altında gerçekleştirdi / gerçekleştirecek. Bugün henüz yirmili yaşlarını tamamlamamış ve gelişmekte görünen bir inşaat sektörünün güdümünde mimarlık okumaya karar vermiş kalabalık bir mimar kitlesi, meslek hayatlarının ilk zamanlarını belki tahmin ettikleri fakat asla bu seviyede olmasını beklemedikleri bir kriz ile boğuşan inşaat sektöründe neredeyse sadece hayatta kalabilmeye dahi razı şekilde geçirmekte.

Sektörün en hareketli zamanlarında dahi ekonomik, sosyal ve benzeri ilişkilenme biçimlerinden dolayı var olan pek çok sorunun en ileri ve acımasız hali, mimarlık okullarından çıkıp -başarabildilerse- sektöre dahil olup çalışmaya başladıkları andan itibaren yeni mezun mimarlara, nasıl bir ortamda varlıklarını sürdürmeye çalışacaklarının önizlemesini gösterir durumdaydı. Mimarlık okullarında anlatılan / öğrenilen “ideal” mimarlık yerine, sadece “daha fazla inşaat alanı yaratabilme becerisi” olarak yeni bir tanıma sahip “reel” mimarlık ile yüzleşen, üstelik bu beceriyi de kesinlikle insani olmayan koşullar altında icra etmesi beklenen genç mimarlar, tüm bu yaşanan şoklara ek olarak, bir de istenilen bu yeni forma dönüşülse dahi, işveren ya da çalışan olduğu fark etmeksizin, geçimini sağlayamama tehlikesi ile yüzleşti.

Büyük şehirlerde iş hacminin daha geniş olması nedeniyle okul sonrası ilk arayışları da genellikle bu şehirlerde yapanlar ise, kazandıkları -ki o da eğer kazanabilirlerse- bütün parayı asgari yaşam ihtiyaçlarını yerine getirebilmek, kiralarını, faturalarını ödeyebilmek için tüketmekte, kendilerine yatırım yapabilme şansından mahrum bir şekilde yaşamlarını sürdürmekte. Bugün, saymaya gücümüzün yetmeyeceği miktarda genç ve genç mimar, kendisine ya da dünyaya ait meseleleri sorunsallaştırmak ve bunları düşünmek yerine, yani bir genç gibi davranmak yerine, ödemesi gelen borçları nasıl halledebileceğiyle kafasını meşgul etmek zorunda. Bir zamanlar kendisine müstakbel mesleği üzerinden yüklenen “potansiyel zengin” tanımlamasına mazhar olabilmek, o zamana kadar da kendi ekonomisini döndürebilmek için, “Eğer şartları kabul etmezsen yaşamını nasıl sürdüreceksin?” manasına gelen açık / örtülü şantajların peyda olacağı ortama teslimiyet tek seçenek durumundadır.

Başka bir seçeneğe sahip olmayan bir nesil taze kan mimar, artık kendi çelişkileri ileri şekilde görünür hale gelmiş bir piyasaya tutunabilmek, yani aslında bir anlamda hayata tutunabilmek adına hayallerinden vazgeçmenin ötesinde, hayal kurabilme yetisinden dahi fedakarlık edecek konumdadır. Asla yapmam dediklerini yapmak, karşısında durduklarına ses çıkarmamak mecburiyetindedir. Bu haliyle de, memleketi tarumar eden her türlü rant projesi için, kamu yararını gözetmek bir tarafa, doğrudan kamuya zarar verme maksadı taşıyan her türlü “yandaş müteahhit” projesi için biçilmiş kaftandır. (Bu satırların yazarı olarak ilk profesyonel iş deneyimimin, yeni mezun bir mimar olarak Marmara Denizi’ne Kanal İstanbul projesi dahilinde çeşitli dolgu adalar tasarlamak olduğunu belirtmek isterim.) İplerini de, dizginlerini de teslim etmiş mimarlar tüm bu kendinden feda edilenlere, vazgeçişlere rağmen, herhangi bir nitelikli bireysel gelişim çabasında bulunamadığı gibi kendi emeğinin niteliğini yükseltebilecek imkânlara dahi erişemez. Kendisine sunulanlar dışında mesleki anlamda kendisini geliştirebilmesi bile neredeyse ihtimal dışıdır. Ücretsiz fazla mesailerin, kriz ortamı bahane gösterilerek ödenmeyen alacakların bir sorun olduğu ortamdan, bunların bir sektör normu olduğu ortama geçiş döneminin en talihsiz kurbanlarındandır. Üstelik tüm bu hak gaspları, her türlü hak gaspının karşısında olduğunu, siyasi pozisyonunu da bu şekilde konumlandırdığını söyleyenlerden de gelebilmektedir. Tüm bu olumsuzluklar kuşkusuz sektör, pozisyon fark etmeksizin büyük oranda ortaktır. Ancak hayal kırıklığının bu boyutuna herhangi başka bir iş kolunda denk gelmek düşük ihtimaldir.

Mesleki kariyerlerine her şeyin tahrif olduğu böyle bir ortamda ilk adımlarını atan genç mimarlar için bu koşullar altında geleceğe dair herhangi bir güzel tablo çizebilmek, umut besleyebilmek şimdilik pek mümkünatı olan bir durum gibi görünmemekte. Zira şu an içerisinde bulunulan koşulların yumuşadığı bir ortamda dahi, bu krizlerin var olmasına sebep olan sistemsel yapı varlığını sürdürdüğü sürece, benzer durumları yaşama ihtimali kaçınılmaz olarak her zaman sabit kalacak.

Tüm sözü edilenleri sonuç olarak özetlemek ve içinde bulunulan duruma dair olası kurtuluş senaryoları üzerinde akıl yürütmek gerekirse; bugün baktığımızda bir çırpıda gördüğümüz kriz ortamının ve bunun sonuçlarının, sürpriz olmaktan son derece uzak olduğunu söyleyebiliriz. İşin mimarlık tarafında ise, eğitiminden meslek pratiğine her uzantısı gırtlağına kadar sorunlarla dolmuş olan bu alanın bu durumdan kurtulması, şüphesiz zaten bu sorunlara yol açan sistemsel altyapıyı sorgulamadan mümkün değildir. Tüm bahsedilenlerden hareketle de, Türkiye’nin şu anda içerisinde bulunduğu ekonomik krizin nasıl atlatılabileceğinden ya da daha ilk emeklemelerini çivilerle kaplanmış zemin üzerinde yapmak zorunda kalan genç mimarların problemlerinden daha çok, bu ve benzeri krizlerle daha da görünür hale gelen çelişkilerin irdelenmesiyle ekonomik krizlerin, emek sömürüsünün, sağlıksız çalışma ortamlarının olmadığı bir dünyaya giden taşların nasıl / ne şekilde / kimlerle birlikte döşeneceği tartışmasını yapmanın daha anlamlı olduğu aşikar. Muhakkak olan şu ki, geçmişten bugüne, feodalizm nasıl bir mimar ve mimarlık ortaya koyduysa, kapitalizm nasıl bir mimar ve mimarlık ortaya koyduysa, hayalini kurduğumuz mimar ve mimarlığı kurmak için de öncelikle mücadeleyi topluma zerk edilmiş kanserli DNA’yı değiştirme çabasından hareketle örgütlemek zorundayız. Geçmiş deneyimlerin defalarca gösterdiği üzere, her şeyi var eden kökeni değiştirip dönüştürmedikçe vereceğimiz her mücadele, edindiğimiz her kazanım, üfleyince uçuşup yok olan karahindiba gibi yok olmaya mahkum. Böylesine büyük bir yeniden kurma mücadelesi ise, aynıların aynı tarafta olmadığı, aynıların aynı olduğunun farkında dahi olmadığı bir dünyada mümkün değildir. Bugün için mimarlar olarak yaşadığımız sorunların, tüm iş kollarında benzer şekillerde yaşandığının bilincinde olmak ve yan yana durmanın önemini kavramak, ihtiyaç duyulan büyük bir aradalığın şüphesiz ki ilk adımı olacak.

Bu icerik 2403 defa görüntülenmiştir.