400
MART-NİSAN 2018
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Derginin Mutfağından
    Aslı Tuncer Madge, Mimar, Eylül 2013’ten beri Yayın Sekreteri ve Yayın Komitesi üyesi

YAYINLAR



KÜNYE
300’DEN 400’E MİMARLIK

Mimari ve Kentsel Korumanın Mimarlık’tan Yansıması

Zeynep Eres, Doç. Dr., İTÜ Mimarlık Bölümü, Eylül 2016’dan beri Yayın Komitesi üyesi

 

Mimarlar Odası her zaman için tarihî çevrelerin ve yapıların korunması için mücadele vermiştir. Özellikle Dalan dönemi Tarlabaşı yıkımlarına karşı çabası, yalnız yaşamakta olan bir kent mekânının değil İstanbul’un çok kültürlü tarihsel kimliğinin simgesi nitelikli bir tarihî dokunun yok edilmesine de karşıdır. 64 yıllık Oda tarihinde kuşkusuz kültür varlıklarının korunmasıyla ilgili pek çok uğraş ve kazanım vardır. Ancak özellikle bu makalenin de konusunu oluşturan 2001’den bugüne ulaşan zaman dilimini içeren son 100 sayı, kapsadığı koruma üzerine bilimsel makaleler, güncel haber ve yorumlar ile Odanın bu konudaki duyarlılığını görünür kılmaktadır. (Resim 1)

Mimari ve kentsel koruma ile ilgili makale, dosya ve güncel haberler birlikte tarandığında derginin toplam makale sayısının yaklaşık % 15’ini koruma konularının oluşturduğu rahatlıkla söylenebilir. Makaleler sınıflamaya yönelik değerlendirildiğinde, en fazla yayının mimari ve kentsel koruma alanındaki yapı ve kent dokusu örnekleri üzerine olduğu görülmektedir. Belli bir yapının ya da kentin tarihî değerliliğinin irdelendiği ve koruma bağlamında tartışıldığı makaleler, Mimarlık’ın koruma alanındaki ana eksenini oluşturmaktadır. Dergi genelinde bu 17 yılda toplam makale sayısının yaklaşık % 9’unu bu tür konular oluşturmuştur. Koruma içerikli makaleler tek yapı ve kentsel doku olarak analiz edildiğinde; yaklaşık 1/3’ünün kentsel koruma, 2/3’ünün ise yapı koruma alanında olduğu anlaşılmaktadır. Makaleler yurtdışı ve yurtiçi konular bağlamında irdelendiğinde yaklaşık % 15’inin yurtdışı örnek ve uygulamalar, gerisinin (% 85) ise Türkiye’den seçilmiş yapı ve kent dokuları olduğu görülmektedir. (Resim 2)

Makalelerin içerikleri ise, çoğunlukla kapsamlı bir tanımlama / betimlemeden oluşmakta,  ardından da çok ayrıntıya girmeden yapı / yerleşimlerin korunmuşluk durumu, koruma sorunları ve getirilen öneriler sıralanmaktadır. Önerilerin çoğunlukla üst ölçekte kalması ve pek çok yapı ya da kent için geçerli olabilecek görüşleri dile getirmesi, makale sahiplerinin akademisyen olması ve uygulama alanı içinde çok etkin olmamalarına bağlanabilir. Bir yapının restorasyon projesi ya da bir tarihî dokunun koruma amaçlı imar planı, o yapıya / o yere özgü özelleşmiş “koruma reçetesi”ni gerektirir. Ancak kuşkusuz bu tür makaleler, esas olarak mimari koruma sektöründe proje üretimi ve uygulama alanında çalışan mimarların katkısıyla sağlanabilir. Bu tür makalelerin çok sınırlı sayıda olması, mimari ve kentsel koruma yazınında akademisyenlerin çok etkin olduğu, buna karşılık doğrudan uygulama yapan mimarların işlerini yayın ile tanıtma konusunda pek de gönüllü olmadığı şeklinde yorumlanabilir. 1998-99 yılında doçentlik sınav ölçütleri belirlenirken, mimar doçent adaylarından da mimarlık mesleğinin somut olarak sergilendiği bir alan olan mimari proje, yarışma projesi vb. üretimlerinden ayrı olarak çok sayıda yayının beklenmesinin, akademisyenlerin makale üretme katsayısını hayli yükselttiği anlaşılmaktadır. Mimarlık’ın hem uzun süreden beri devam eden köklü bir dergi olması, hem de zaman içinde Üniversitelerarası Kurul’un doçentlik için talep ettiği arama indekslerine girmesi, koruma akademisyenlerini dergiye yazma konusunda teşvik etmiştir. Bu durum kuşkusuz Türkiye’nin tarihî çevre ve yapı zenginliğinin yayımlanarak toplumsallaştırılması bağlamında önemli bir kazanımdır. Oldukça az sayıdaki yurtdışı örnekler ise, mimari koruma camiasının uygulama bazında daha içe dönük yaşadığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. (Resim 3) Koruma alanına, yapı / kent bazında değil kuramsal olarak bakan, dünyada koruma bilimindeki kuramsal gelişmeleri tanıtan tartışan yazıların görece çokluğu (100 sayılık derginin yaklaşık % 3’ü), Mimarlık’ın korumanın belgeleme ve uygulama teknikleriyle birlikte temel ayağını oluşturan kuram boyutuna da değer verdiğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla dergide tarihî yapı ve çevrelerin belgelenmesinin ve kuramsal olarak koruma kavramının tartışılmasının önemli bir yer tuttuğu söylenebilir.

Bununla birlikte tarihî bir yapının restorasyon proje ve inşaat süreçlerini ortaya koyan ya da bir kentsel sit alanının koruma amaçlı imar planının amaçlarını, yaklaşımını, kararlarını tanıtan türde pek fazla makalenin yer almaması, son yüz sayının tanımladığı 2001-2018 yıl aralığında mimari koruma alanının hızlı sektörel gelişmesiyle bir koşutluk göstermemektedir. 2004 yılında emlak vergilerinin % 10’u kadar bir meblağın tarihî yapı ve yerleşimlerin korunması için harcanmasını öngören yasal düzenleme (5226 sayılı kanun), Türkiye’de mimari korumanın inşaat sektörü içinde ayrı bir alt alan olarak gelişmesinin yolunu açmıştır. Yalnız mimari koruma işi yapan ofis sayısı hızla artmış, daha da ilginci emlak vergisine dayalı gelirler bağlı bulundukları il içinde kullanıldığı için aynı anda ülkenin her yerinde, il merkezlerinde, ilçelerde, kasabalarda hızla tarihî sokak sağlıklaştırma ve tek yapı restorasyonu işleri başlamıştır. Yerelde çoğu zaman konuyla ilgili mimar bulunmadığı için Ankara, İstanbul gibi büyük illerdeki uzmanlaşmış ofisler ülkenin her yerinde proje ve uygulama üretir hale gelmiştir. Bu hareketli mimari koruma ortamının dergide geniş bir yansımasının olduğu söylenemez.

Her ne kadar İstanbul Büyükşehir Belediyesi KUDEB biriminin Restorasyon Konservasyon Çalışmaları adlı dergisi özellikle tek yapı restorasyonları konusunda uzmanlaşmış olsa da, bu dergide de ağırlığı, çok ayrıntılı, statik durum, malzeme analizi, yapı ögesi, inşaat teknikleri gibi daha çok mimari ayrıntı düzeyindeki teknik uygulamalar oluşturmakta; bir yapının yeniden işlevlendirmeye dayalı “mimari tasarımı”nı da içeren restorasyon projesinin kuramsal bütünlüğü içinde tanıtıldığı, tartışıldığı türde makaleler fazla yer almamaktadır. Proje sahibi serbest mimarların dile getirmesi gereken bu alan, Mimarlar Odası’nın iki yılda bir düzenli olarak gerçekleştirdiği Ulusal Mimari Koruma Proje ve Uygulamaları Sempozyumu’na katılan telif hakkı sahibi mimarların dergide yazı yazmaya teşvik edilmesiyle doldurulabilir. (Resim 4) Böyle bir çabanın önemli bir getirisi de, restorasyon alanında çalışan mimarlara nitelikli örnekler sunmanın yanı sıra, yakın dönemde üniversitelerde kurulmaya başlanan 4 yıllık “Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım” bölümlerinden mezun olanların, mimar olmamalarına karşın talep ettikleri mimari restorasyon projesi imza yetkisinin aslında nasıl bir meslek disiplinini gerektirdiğini ortaya koymak olacaktır.

MİMARİ KORUMA ALANINDAKİ KURAMSAL YAZILARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Dergide dünyada 20 yıldır tartışılmakta olan kültür varlıklarının afet yönetimi, depremselliği, tarihî kentsel peyzaj kavramı gibi konularda açıklayıcı makalelerin yanı sıra, yine yakın dönemde koruma biliminin konuları arasına giren endüstri mirası, modern mimarlık mirası ve Türkiye’de yereldeki yansıması olan Cumhuriyet mirası üzerine pek çok yazı yer almıştır. Dünyada modern yapılara, 20. yüzyılı geçmiş dönemlerden ayıran, farklılaştıran belki de en önemli somut kanıt olarak anlam yüklenirken, ülkemizde Cumhuriyet yönetiminin göstergesi olarak ayrıca anlam yüklenmiş ve doğrusu modern mimarlık mirasının korunması ölçütlerine küresel düzlemden farklı ve güçlü bir anlam katmıştır. (Resim 5) Mimarlık da ele aldığı örnek yapılarla bu anlamın geliştirilmesine mimarlık tarihi bağlamında önemli bir katkı sunmuştur. Kuşkusuz Odanın çeşitli sergi ve yayınları da bu alanı ayrıca zenginleştirmiştir. Üzücü olan, bu yüklenen ve hak da edilmiş olan anlamların, güncel Türkiye politikasında da karşılığını görmemesi ve başta İller Bankası ve AKM olmak üzere kent mekânının toplumla buluşmasında adeta “landmark” değeri de taşıyan bu yapıların tescilli olmalarına karşın rahatlıkla yıkılabilmeleridir. (Resim 6)

Tarihî kentsel yerleşimler geçmişten bugüne katman katman kazanımlarıyla, farklı kültürel toplulukların kimi zaman birlikte, birbirine kaynaşmış durumda, kimi zaman ayrı ayrı mahallelerde ama çarşı, idari yapı gibi mekânlarda ortaklaşan yaşam pratiğiyle toplumsal uzlaşının ve barışın da simgesi ve kanıtıdır. Şu an yıkılarak ortadan kaldırılmak ve dolayısıyla unutturulmak istenen modern kamu yapıları, Cumhuriyetin kurucularının en büyük amacı olan tüm toplum için “çağdaş yaşam” talebinin de tartışmaya açılmasıdır aslında. Özellikle Ankara ve İstanbul’da yaşanan yıkımlar ve üzerine eklenen rekonstrüksiyon cami / kışla ve benzeri projeler ile yakın geçmişimiz silinirken, “yeni bir geçmiş” inşa edilmeye çalışılmaktadır. Hâlihazırda yaşanmakta olan bu ağır ortam, Mimarlık’ta kendine geniş bir ifade ortamı bulmuştur.

Bununla birlikte mimari korumanın evrensel ölçekte sürekli yeni miras türlerinin eklenmesiyle gelişen ve genişleyen alanının dergide yeteri kadar karşılığını görmediği söylenebilir. Kuşkusuz bir yandan Mimarlık’ın ağırlığı Cumhuriyet mirası ve korunması konusuna vermeyi önemsemesi, bir yandan da ülkemizde uzmanların yurtdışında geliştirilen yeni kavram ve yaklaşımları çoğunlukla biraz geriden izlemesi bu durumda etkili olmuştur.

MİMARİ KORUMANIN YASAL SÜREÇLERİNİN TARTIŞILMASI

Tarihî yapıların ve çevrelerin korunması kuşkusuz nitelikli mimar kadar doğru yasal düzenlemeleri de gerektirir. Yukarıda % 10 emlak vergisi getirisiyle korumanın bir sektöre dönüştüğünü belirtmiştik. Bu durum ülkenin her yerinde, kimi uygulamalar eleştirilse de, pek çok yapının restore edilerek korunmasını sağlamaktadır. Daha da önemlisi yerel yönetimler ve toplum gözünde karşılığını yavaş yavaş bulmaya başlamıştır. Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin, Eskişehir, Kütahya, Amasya gibi şehirlerin kültür turizmi ile geçiminin belli bir kısmını sağlaması da bunun göstergesidir.

Ancak tüm bu olumlu gelişmelere karşın bu dönem (2001-2018) aynı zamanda kültür mirası alanında en büyük kayıpların da yaşandığı zaman dilimidir. Bir yandan rant hesapları bir yandan başta İstanbul ve Ankara olmak üzere sürekli nüfusu artan kentlerin ulaşım sorununu çözme kaygısı, tarihî Avrupa kentlerinden hiç de alışık olmadığımız yeraltı ve yer üstü köprü yolları, yüksek tuhaf yaya üst geçitleri, tüneller ve dolayısıyla tünel girişleri ile tarihî kent dokularını hançerlemiştir. Benzerleri Uzak Asya’nın yeni gelişen kentlerinde ya da Kahire gibi Arap ülkelerinde görülen çok katlı yol ağları ile tarihî kent çekirdekleri bağlamından ve insan ölçeğinden kopartılmakta, tarihî çevreler otomobil kültürüne yenik düşmektedir. İstanbul’da tarihî yerleşimlerin denizle buluştuğu noktalarda büyük dolgu alanları, iskele yığınları inşa edilmesi de yine tarihsel sürekliliği olan geleneksel yerleşim, insan ve deniz ilişkisini ortadan kaldırmaktadır. Kentsel ölçekte bir diğer çarpıcı sorun, 2005 tarihli 5366 sayılı “Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Kanunu” çerçevesinde sit alanlarında gerçekleştirilen yenileme uygulamalarıdır. Sulukule ile başlayan, Süleymaniye, Tarlabaşı, Ayvansaray’la devam eden sürecin, rant hesaplarının yanı sıra politik bir bağlam da içerdiği düşünülebilir. (Resim 7)

Bu 17 yıllık dönemde özellikle 2004’den itibaren Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ardı ardına yasal değişiklikler, yeni yasalar ve yönetmeliklerle tarihî kentleri dönüştürmenin yasal zeminini oluşturma çabası Mimarlık’ta karşılığını bulmuş, derginin yaklaşık % 1’lik kesimi bu alandaki tartışmalara ayrılmıştır. Daha çok haber, güncel yorum ve eleştiri biçiminde kısa yazılarla, sürekli değişen ve mimarlar için de izlemesi zor olan yasal süreç hem duyurulmuş hem de eleştirisi yapılmıştır. Sayın Besim Çeçener’in önemli katkısı olan bu alan onun vefatından sonra da konunun uzmanı akademisyenlerce sürdürülmüştür.

DOSYA KONULARINDA MİMARİ VE KENTSEL KORUMANIN YERİ

Mimarlık’ın dosya konularında zaman zaman mimari ve kentsel korumanın da çeşitli boyutlarıyla ele alındığı görülmektedir. 304. sayının dosya konusu olan “Yeni Binyılda Geleneksel Çevreler” Amasya’da düzenlenen uluslararası bir sempozyuma katılan yerel mimarlık üzerine dünyanın önde gelen uzmanlarının görüşlerinin derlenmesi açısından Türkiye adına ufuk açıcı bir dosya olmuştur. 356. sayının dosya konusu olan “Küreselleşen İstanbul”, İstanbul’un yeni yerleşim alanlarının irdelenmesinin yanında yakında dönemde yaşanan koruma sorunlarına da eğilmiştir. 364. sayının dosya konusu “Taksim Meydan Düzenlemesi: Mesleki, Kentsel, Toplumsal Sorumlulukları Hatırlatmak” başlığıyla Taksim’de bir yıl sonra (2013) yaşanacak yeraltı yol sistemleri inşaatı ve Topçu Kışlası rekonstrüksiyonu gibi tehditlere dikkat çekmektedir. Sit alanı olan Taksim Meydanı ve çevresinin tarihî kimliğini kökten değiştirecek bu projeleri açıklayan ve eleştiren dosya, koruma alanına önemli bir katkı sunmakla birlikte, halihazırda yaşamakta olduğumuz Taksim Meydanı’nın kökten değişimine baktığımızda, bizler için çoğu zaman bir avunma olan “tarihe not düşmek” kazanımından ibaret kalmıştır ne yazık ki. 371. sayının dosya konusu olan “Modern Mimarlık Koruma Uygulamaları: Güncel Bir Kesit”, derginin her zaman için yoğun olarak 20. yüzyıl mimarlığını bir miras değeri olarak ele almaktadır.

BİTİRİRKEN

Mimarlar Odası’nın kent, mimarlık ve insan odaklı tutumunun, mimari ve kentsel koruma bağlamında dergiye açık bir şekilde yansıdığını belirtmek hiç de yanlış olmaz. Oda bir yandan güncel koruma sorunları karşısında gereğinde dava açarak, eylemlilik göstererek yanlışları düzeltme yönünde çaba harcamakta, bir yandan da bunu Mimarlık aracılığıyla mimarlık camiasıyla paylaşmakta ve yayınla kalıcı olmasını sağlamaktadır. Koruma akademiasının çok sayıda makalesini yayımlayarak da, ülkemizin çok yönlü zengin kültür mirasını -her zaman korunamasa da- en azından yine yayın yoluyla “bilgi”ye dönüştürmektedir. Çağdaş dünyada tarihî yapıların, tarihî çevrelerin yok olsa da “bilgi”ye dönüşmesinin kutsanacak bir yanı yoktur. Ama Türkiye gibi henüz tamamlanmış sistematik bir kültür envanteri olmayan, gerek kentsel özellikle de kırsal alanda hiç belgelenmemiş, hiç bilinmeyen kültür varlıklarının olduğu bir ortamda “bilgi” oluşturmak da kutsaldır. Bugün Trakya’dan Karadeniz’e, İç Anadolu’dan Akdeniz’e, Ege’den Güneydoğu Anadolu’ya hiç belgelenmeden dolayısıyla hiç bilinmeden yok edilen tarihî yapılarla birlikte Türk toplumunun hafızası da yitirilmektedir aslında. Bireylerin kişisel yaşamında uzak bir anı olarak hatırladıkları “ninemin evi avluluydu, bahçede kuyu vardı” romantizminin, ancak belgeleme ile somut bir gerçekliğe dönüşebileceği unutulmamalıdır. Ve somut kanıtlardır tarihin, kültürün yazılmasını sağlayan…

Bu icerik 3603 defa görüntülenmiştir.