389
MAYIS-HAZİRAN 2016
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARİ TASARIM

Yaya Köprülerinin Hakkını Vermek: Bahçe-Köprüler

Pınar Öktem Erkartal, Yrd. Doç. Dr., Beykent Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi

Yaya köprüleri, anlamında meydana gelen aşınma sonucunda “üst geçit” adı altında köreliyor ve ülkemizde, dünyadaki benzerlerinin aksine, yeni tipolojik denemeler sıklıkla karşımıza çıkmıyor. Yazar bu strüktürlere hakkını veren ve yaya köprüsü kavramına yeni bir bağlamsal çerçeveden bakmayı deneyen iki bahçe-köprü tasarımına değiniyor.

KÖPRÜ VE KENT

Georg Simmel, “Köprü ve Kapı” adlı makalesinde, “ayrılma” ve “birleşme” olgularını, bu kavramları en somut biçimde betimleyen “kapı” ve “köprü” ögeleri üzerinden tartışır. Birbirlerini var ederek tamamlayan “ayrı” ve “bütünleşik” olma halleri, insanoğlunun sürekli ayrık olanı birleştirmesi ya da bütünü parçalaması eylemleriyle dönüşüme uğramaktadır.(1) Bu anlamda köprü, mekânsal olarak birbirinden kopuk olan parçaları birbirine bağlayan özelleşmiş bir strüktürdür. Köprüyü oluşturan insan (tam da Simmel’in işaret ettiği üzere) sadece birbirinden uzakta olan iki parçayı bedenin birinden diğerine geçebileceği şekilde ilişkilendirmekle kalmaz, aynı zamanda gözün de bu kopukluğu zihin aracılığıyla birleştirebileceği bütüncül bir imaj oluşturur.(2) Fiziki ve algısal çerçevede gerçekleşen bu bütünleşme hali göz önüne alındığında, köprülerin kentsel mekânın okunmasında sadece ulaştırma işlevini gören bir geçiş mekânından çok daha fazlası olduğu açıktır.

Öncelikle kendilerine özgü strüktürel karakterleriyle köprüler, kente kimlik kazandıran önemli kent imgelerinden biridir. Yapıldığı dönemin mimari üslubunu ve yapı teknolojisini yansıttığı durumlarda bu özel strüktürler kentin mimari tarihinin okunmasına da büyük katkıda bulunmaktadır. Avrupa’da, özellikle içinden nehir geçen kentlerde, yaya köprülerinin kentin dokusu için ne kadar önemli olduğu su götürmez bir gerçektir. Bu kentleri temsil eden imajlarda, çoğunlukla o kentle özdeşleşmiş bir köprünün betimlemesini görmek mümkündür.

Şehir efsaneleri ya da bizzat tarihin kendisi, dileklere adanan kilitler, şehrin siluetini tamamlayan muhteşem köprüleri daha da anlamlı kılmıştır. Paris’te Sen Nehri üzerindeki köprüler (Resim 1, 2), , Venedik’te Rialto Köprüsü, Bosna Hersek’teki Mostar Köprüsü, Floransa’da Ponte Vecchio, Prag’daki Charles Köprüsü (Resim 3), Salzburg’daki Makartsteg (Museumssteg), Valensiya’da Calatrava’nın köprüleri (Resim 4), ilk nefeste sayılabilecek örneklerden sadece bir kaçıdır.

Birbirinden ayrı olan iki noktayı bütünleştiren ve kendisi başlı başına bir seyir objesi olmasının yanında köprüler, çevredeki diğer seyir objelerinin izlendiği bir platformdur.(3) Yani bu strüktürler aynı anda hem seyredilen hem de seyrettiren yapısal düzlemlerdir ve bir taraftan diğer tarafa geçmekte olan kişinin, her iki yakayı ve bunları koparan doğal ya da yapay engeli (vadi, deniz, nehir, yol ve benzeri) başka hiçbir mekânsal noktada algılayamayacağı şekilde deneyimlemesi açısından oldukça değerlidir. Bu durum, özellikle yaya köprülerinde (ya da üzerinde araçlar haricinde yayaların da hareketine izin verilen köprülerde) çok daha belirginleşmektedir. Bunun nedeni hiç şüphesiz ki, kenti araçla bedenin asla erişemeyeceği bir hızla sadece seyretmekle, yayan olarak bedenin kendi hareketiyle, ayak tabanları zemini hissederken deneyimlemek arasındaki yoğunluk farkıdır. Bu sebeple, yayaların kullanımına açık olan köprülerin işlevsel boyutlarına ek olarak; inşa edildikleri yerin dokusu, yürüyüş aksları, topografik özellikleri ve kentsel bağlamıyla bütünleşmeleri gerekir.(4)

Tüm bu sayılanların yanında yaya köprüleri, beden başlangıç noktasından bitiş noktasına ulaşana kadar kentin ne şekilde deneyimleneceğine de yön verebilmektedir. Öyle ki, köprünün üzerinde kurgulanan eylemlerin hepsi, zihnin daha sonra hatırlayacağı anılara dönüşme potansiyelindedir. Sanatsal üretim ve gösteri alanları, satış birimleri, toplanma ve rekreasyon alanlarıyla birlikte tasarlanan köprüler, tüm bu kamusal mekânlar ve ulaşım işlevine eklemlenen yan eylemler üzerinden yeniden üretilmiş olur. Bu sayede kentlilerin ya da ziyaretçilerin kenti farklı bağlamlarda tecrübe etmelerine olanak tanınmaktadır.

Yurtdışındaki mimarlık uygulamalarına bakıldığında, kent dokusu ve kamusal etkileşim açısından oldukça önemli olan yaya köprülerinin çoğunlukla ulusal ya da uluslararası çapta düzenlenen mimari yarışmalarla belirlendiği (5) ve kazanan tasarımların kent için çok ciddi yatırımlar olarak kabul edilerek, inşa edildiği görülmektedir. Genellikle, küresel ölçekli (kültürel ve ya ekonomik çerçevedeki) rekabette öne geçmeyi hedefleyen kentlerde düzenlenen bu yarışmalar, iddialı fikirlerin ve yeni tipoloji denemelerinin de ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Bu kapsamda, son dönemde yeşil doku ile kentsel strüktürü biraraya getiren bahçe-köprü tasarımları dikkat çekmektedir. Ekoloji, kent ikonu, kamusal park, rekreasyon alanı ve ulaşım olgularının ara kesitinde yer alan bu yeni tipoloji denemeleri, “yaya köprüsü” kavramının tasarım, çevre ve kent birlikteliğinde ele alınması açısından değerlidir.

Bu tipoloji denemelerinin New York’ta kullanım dışı kalan yükseltilmiş demiryolunun korunup, yeşil kamusal bir parka dönüştürüldüğü New York High Line Park Projesi’nin oluşturduğu bağlamın devamı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Öyle ki, High Line Park, işlevini yitiren kamusal bir kent parçasının tarihî değerinin korunarak yine kamu yararına hem de ekolojik anlamda değerlendirilerek yeniden işlevlendirilmesine oldukça başarılı bir örnek oluşturmaktadır. Bu projenin ardından, dokusal ve fiziksel açıdan giderek daha da yoğunlaşan metropollerin içinde kamusal parklara nasıl daha fazla yer verilebileceği sorusu gündeme gelmektedir.

Bu çalışmada, biri Londra’da, diğeri Washington’da yapılması planlanan ve daha fikir aşamasında uluslararası mimarlık kamuoyunda ses getirip tartışma yaratan iki bahçe-köprü tasarımına kısaca değinilmiştir. Bu projeler, hem yeşil doku ve yaya köprüsü kavramlarını biraraya getiren yeni tipolojinin uygulanacak ilk örnekleri arasında yer almaları hem de Londra ve Washington gibi dünyanın en yoğun, kalabalık ve dolayısıyla kentsel arazinin sınırlı ve çok değerli olduğu metropollerde kamusal rekreasyon alanlarının kent içine nasıl entegre edilebileceği konusuna bir bakış oluşturmaları nedeniyle seçilmiştir.

İKİ BAHÇE KÖPRÜ TASARIMI

Mimari tasarım, kentsel planlama, mobilya ve heykel tasarımı ofisi Heatherwick Studio, mühendislik bürosu Arup ve peyzaj tasarımı bürosu Dan Pearson Studio tarafından tasarlanan The Garden Bridge (Resim 5); Londra’da Thames Nehri üzerinde Temple Metro İstasyonu’nu South Bank’a bağlayacak şekilde konumlandırılmıştır. Nehrin içinden yükselen ağaç gövdelerini andıran iki ayakla taşınan, 366 metre uzunluğunda ve 30 metre genişliğinde, 270 ağaç ve çeşitli bitki türünü barındıran proje, nehrin iki yakasını birleştiren yeşil bir peyzaj olarak kurgulanmıştır. Sadece yaya kullanımına açık olacak köprü, daha yapımına başlanmadan çeşitli yorumlara ve tartışmalara yol açmıştır. Proje, yerel yönetimin onayını almış olmasına rağmen; 2018 yılında tamamlanması düşünülen strüktürü “kentin içinde yer alan bir vaha” şeklinde tanımlayıp(6) destekleyenlerin yanında; “yanlış yerde

konumlandığı” ya da “gereksiz derecede masraflı (yaklaşık 175 milyon euro) olduğu” yönünde olumsuz görüşler(7) de bulunmaktadır.

Projenin desteklenmesi için kurulan The Garden Bridge Trust Derneği’nin yayınladığı raporlara göre(8), köprünün Londra halkı için yeni bir rekreasyon alanı oluşturmasına ek olarak; kentin önemli simgelerinden biri haline gelmesi ve turizm açısından yeni bir çekim noktası yaratması beklenmektedir. Yine bu raporlarda, köprünün üzerindeki yeşil doku sayesinde kentin ekolojik çeşitliliğine katkıda bulunacağından ve bu yoğun yeşil dokunun içinde kurgulanan yaya yolları üzerinde nehrin ve kent dokusunun, özellikle de Somerset House ve Waterloo Bridge gibi kent için önemli mimari ögelerin, farklı açılardan seyredilebileceği vista noktalarının oluşacağından bahsedilmektedir. (Resim 6, 7)

Garden Bridge’in konumu, gerekliliği ya da bütçesi ile ilgili tartışmaları hiç şüphesiz ki Londra’nın doğal ve kentsel dokusunu, sosyal ve ekonomik koşullarını daha yakından bilen ve takip eden otoritelere bırakmak gerekir. Ancak proje, bilgi, nakit ve insan akışının oldukça hızlı olduğu Londra gibi bir kentte halkın günlük tempoya ara verip; anı ve kenti daha yavaş ve farklı bir şekilde deneyimleyebileceği yeşil bir doku oluşturması nedeniyle değerlidir. Bunun yanında, kentin simgelerinden biri olması hedeflenen projenin tasarım ve yapım aşamasında örnek alınabilecek noktaları da es geçmemek gerekir. Öncelikle, kente yeni bir siluet kazandıracak olan strüktürün St. Paul Katedrali gibi kentin mevcut silueti için önemli olan tarihî yapıları kapatmamasına dikkat edilmiş olması oldukça önemlidir. (Resim 8) Buna ek olarak proje, tasarım kararlarının kamuoyuna duyurulması; halk, çevre temsilcileri ve yerel otoriteler gibi farklı aktörlerin sürece dâhil edilmesi ve kent hakkında alınan kararların şeffaflığı çerçevesinde takdiri hak etmektedir.

Metropollerde köprü ve kamusal alan bütünleşmesine örnek oluşturacak bir diğer proje, mimarlık ve kent planlama ofisi OMA ve peyzaj mimarlığı alanında çalışan OLIN tarafından tasarlanan The Anacostia Crossing: 11th Street Bridge Park’tır. (Resim 9) Washington’da Anacostia Nehri üzerinde, hem nehrin iki tarafındaki konut bölgesini birbirine bağlayacak hem de kent içinde kamusal park olarak hizmet verecek olan bu köprü-park projesi, ulusal çapta açılan mimarlık yarışmasıyla belirlenmiştir. Köprünün tasarım karakteri, kentin simgelerinden birine dönüşmesi öngörülen strüktürün kamuya açık bir topografya, yeni bir peyzaj oluşturması fikri üzerine kurulmuştur. (Resim 10) OMA’ya göre(9), tasarladıkları bu

proje, tarihi açıdan kentin birbiriyle tamamen farklı olan iki yakasını biraraya getirip onları kaynaştıran bir kesişim bölgesi olmanın yanı sıra, turistlerin de kent içinde keşfetmek isteyecekleri bir alan oluşturmaktadır. (Resim 11)

Köprünün merkez noktasını, strüktürü boydan boya çevreleyen iki aksın tam ortasında yer alan ve yıl boyunca çeşitli etkinlik, festival ve sanat gösterilerine sahne olabilecek, açık kamusal bir meydan oluşturmaktadır. (Resim 12) Meydana uzanan yollar, bu özel strüktürün sanatsal ve kültürel bir merkez haline dönüşmesini güçlendirmek amacıyla; oyun oynama, eğitim, dinlence ve yeme-içme alanları gibi çeşitli işlevlerdeki bir dizi kamusal mekânın takıldığı akslar şeklinde tasarlanmıştır. (Resim 13) Anacostia Nehri’nin, köprüde gerçekleşen aktivitelerin ve kentin iki yakasının çeşitli kotlarda izlenmesine imkân veren, merkezden her iki yöne doğru yükselen platformlar (Resim 14), bir yönde gösteri alanı ve hamak bahçesine gölgelik oluştururken; diğer yanda köprü içine gizlenmiş gibi konumlandırılmış kafenin üzerini örtmektedir.(10)

Tasarıma X formunu kazandıran eğimli yüzeylerin ucundan aşağıya akan şelalelerden birine bağlanan etkin filtreleme sisteminin, köprü ayaklarında oluşturulacak yeni su havzalarının da katkısıyla, nehrin suyunu temizlemeye yardımcı olacağı düşünülmüştür. Ziyaretçilerin suya diledikleri gibi erişebilmeleri için, nehrin kenarında düzenlenen park ve dinlence yerlerinin yanı sıra köprünün farklı katmanlarında kullanıcıları nehir kotuna ulaştıran boşluklar tasarlanmıştır.(11) Köprünün ayaklarından birinde yer alan bot alanı ve yeni kıyı düzenlemesi sayesinde ziyaretçiler, nehirle daha etkin etkileşim içinde olacaklardır. (Resim 15, 16)

SONUÇ OLARAK

Modern mimari dönemden itibaren, mühendislik ve mimarlık disiplinlerinin arakesitinde yer alan köprüler, bu arada kalmışlık nedeniyle kimi zaman sahipsiz, kimi zaman paylaşılmaz olmuşlardır. Tarih boyunca “geçici” veya “hızlı” inşa edilmiş ya da en önemli işlevleri olan “birleştirme” eylemini yok etmek için hunharca yıkılmış olmalarına rağmen; bugün bu özel strüktürlerin görsel ve fiziksel anlamda birbirinden uzak olan iki noktayı bağlamaktan çok daha fazlasını ifade ettikleri açıktır.

Ulusal ve uluslararası yarışmalara konu olan, teknolojide gelinen son noktanın cesurca sergileme şansının yakalandığı köprü tasarımları, kentlerin küresel ölçekte diğerlerinin arasından sıyrılıp markalaşmaları ve daha fazla ziyaretçi çekmek için yaptıkları ciddi kentsel

yatırımlara dönüşmüştür. Bu halleriyle köprüler, sadece kentin ulaşım ihtiyacı olmaktan çıkıp, ikonik kent imgeleri arasındaki yerlerini çoktan almıştır. Günümüzde yaya köprüsü olgusu, kente dair yeni bir deneyim yaşama, yeni rekreasyon alanları yaratma ve yeşil dokuyu strüktürle birleştirme çerçevelerinden bakan tasarım fikirleriyle yeniden üretilmektedir. Bu tasarım duruşlarından birisi de strüktür, kent, ikon, ekoloji, ulaşım ve kamusal mekân kavramlarını biraraya getirmeyi hedefleyen bahçe-köprülerdir. Tasarımları uluslararası mimarlık kamuoyunda ses getiren The Garden Bridge (Londra) ve The Anacostia Crossing: 11th Street Bridge Park (Washington), bu tipolojiyi oluşturan ilk örnekler arasında yer almaktadır.

Her iki projenin de New York’ta oldukça büyük başarı elde eden dönüşüm projesi High Line Park’la birlikte daha da görünür hale gelen, yoğun ve sınırlı kentsel dokusu içinde kamusal yeşil alanlara nasıl daha fazla yer açılabileceği problemine birer bakış açısı oluşturduklarını söylemek mümkün. Bu anlamda her iki tasarım da, bir nehir tarafından ayrılmış iki kent parçasını bütünleştiren yaya köprüsünü kamusal bir peyzaj şeklinde kurgulayarak; içinde yer aldıkları büyük, kalabalık, yoğun ve kentsel arazi değerinin yüksek olduğu metropole yeni bir rekreasyon alanı entegre etmeyi amaçlamıştır. The Garden Bridge, yoğun tempo içinde sürüklenen kent halkına yeşil doku açısından zengin, tarihî çevreye çeşitli bakı noktaları oluşturan bir dinlenme mekânı sunarken; The Anacostia Crossing, yeşil dokuyu yaya köprüsüyle bütünleştiren tasarım anlayışına, kültür ve sanat etkinliklerine hizmet edecek kamusal mekânlar ve sosyal sürdürülebilirliği destekleyecek eğitim birimleri de eklemiştir.

Projelerin bir diğer ortak noktası ise inşa edildikleri kentin simgelerinden biri haline dönüşmelerinin ön görülmesidir. Hem kentliler hem de ziyaretçiler için yeni bir çekim noktası oluşturacağı düşünülen tasarımların her ikisi de yapımına büyük bütçelerin ayrıldığı ciddi kentsel yatırımlardır. Özellikle tasarım ve yapım sürecindeki şeffaflıkla ve mevcut siluetin olumsuz yönde etkilenmemesi üzerindeki hassasiyetiyle öne çıkan The Garden Bridge, tasarım duruşunda yoğun bitki örtüsü ve ekolojik zenginliğe vurgu yapmaktadır. Çevreyi farklı kotlardan izlemeyi mümkün kılan ve yaya aksına çeşitli yan eylemleri eklemleyen The Anacostia Crossing Projesi ise, yaya köprüsü ile doğal peyzajı harmanlayan bu yeni tipolojiye güçlü bir kamusal mekân ve kültürel aks kimliği de kazandırmıştır. Bu çerçevede tasarım, ekoloji yanında kültürel ve sosyal sürdürülebilirlik olgularına da odaklanmıştır.

Her ne kadar bu strüktürlerin iddia edildikleri kadar ekolojik olup olmadıkları tartışmalı bir konu olsa da; yeşil doku, kamusal mekân, kentsel simge, sanatsal üretim, ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik gibi güçlü kavramlara vurgu yapan bu iki proje, yaya köprülerinin tasarımı bağlamına yeni bir bakış açısı sunarak bu tipolojiye katkıda bulunmaktadır. Tüm bu tasarım fikirleri, ülkemizde ve özellikle de marka kent olma yarışında bir türlü bitmek bilmeyen inşaat furyasına kapılıp aşırı yüklenen(12) İstanbul’da, çok yanlış yorumlanarak, ekolojiye vurgu yapmak bir yana, doğayı ve kenti katleden yeni bir rant projesine dönüşme riski taşısa da; birkaç istisnanın haricinde, hak ettiği değeri uzun zamandır göremeyen, tasarımsal açıdan önemsenmemiş ve dünyadaki benzerlerinin aksine yeni tipolojik denemelerden mahrum bırakılmış bir mimarlık ortamında incelenmeye ve hatta esinlenilmeye değerdir.

* Projelere ait tüm resimlerin telif hakkı ARUP’a ve OMA/ OLIN’e ait olup; makalede kullanılmaları için yazara izin verilmiştir.

KAYNAKLAR

Karabey, Haydar, 2015, “Giriş: Mimarlar Bu Kez Dinliyorlar!”, İstanbul Konuşmaları,İstanbul SMD, Yem Yayın, İstanbul, ss.11-15.

Keil, Andreas, 2013, “Introduction”, Pedestrian Bridges: Ramps, Walkways, Structures, Detail, Basel, ss.6-7.

Melling, Gillian, 2014, Garden Bridge is a Waste of Money”, Evening Standard: 24.12.2014, ss.41.

Simmel, Georg, 1994, “Bridge and Door”, Theory, Culture & Society, cilt:11, sayı:1 (Şubat 1994), ss.5-10.

Şahin, Kenan, 1983, “Köprü/Üst-geçit”, Mimarlık, sayı:189, ss.10-12.

Watts, Joseph, 2014, ‘Beautiful’ Garden Bridge Gets Go-Ahead”, Evening Standard: 19.12.2014, ss.6.

URL1. Garden Bridge Environmental Statement-Main Report:Volume 1,

www.gardenbridge.london/files/Garden%20Bridge%20Environmental%20Statement%20Main%20Report%20Volume%201.pdf [Erişim: 03.02.2015]

NOTLAR

1. Simmel, 1994, s.64.

2. Simmel, 1994, s.65.

3. Şahin, 1983, s.10.

4. Keil, 2013, s.6.

5. Keil, 2013.

6. Watts, 2014

7. Melling, 2014

8. URL1. ve URL-2.

9. URL3.

10. URL3.

11. URL3.

12. Karabey, 2015, s.11

 

 

Bu icerik 5390 defa görüntülenmiştir.