389
MAYIS-HAZİRAN 2016
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK GÜNDEM

Kanal İstanbul’un Güzergahı Muamması

Korhan Gümüş, Öğr. Gör., MSGSÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, Açık Radyo Metropolitika programı yapımcısı

“Bugüne kadar kamu projeleri ya devlet ya da ‘yap-işlet-devret’ modeliyle yatırımcılar tarafından finanse ediliyordu. Kamudan beklenen ise kâr garantisi, ayrıcalıkların hukuksal düzenlemeler ile korunması, diğer planlama kararlarıyla uyumluluk gibi koşullardı. Kanal İstanbul projesinin bu çerçevenin dışına çıktığı görülüyor.” “Bu projeyi de aynı diğerlerinde olduğu gibi yatırımcıların finanse etmesi bekleniyor. Ancak bu projelendirme çalışmasını da bir firmanın, bir yatırımcılar konsorsiyumunun yapması mümkün değil. Bu nedenle iş ihale aşamasına gelince 3. Köprü, 3. Havalimanı gibi projelerde olmayan gelişmeler yaşanmaya başladı.” “İktidar hegemonyasını korumak ve geliştirmek için geçmişten beri bilgi üreten kurumlarla bir koalisyon yapma gereğini kavramış gibi gözüküyor. Bir taraftan üniversitelere, tanınmış mimarlara planlama ve proje işleri dağıtırken, asıl birikimin bu sayede uygulama-müteahhitlik işlerinde gerçekleştirebileceğini düşünüyor.”

Mega projelerin gündeme gelme süreci aynı zamanda AKP’nin siyasal merkeze yerleşme süreci olarak da okunabilir. AKP Kanal İstanbul gibi bir projenin (diğerleri ile birlikte) siyasal patronajı güçlendirecek yönetim pratiklerini geliştirmek için muazzam fırsatlar sunduğunun farkında. Kanal İstanbul projesi de şehrin, ortak yaşam alanlarının, toplulukların tasarlanabileceğini varsayan otoriter kamu yönetimi modelinin herhalde İstanbul’da sahnelenen en kapsamlı, en meydan okuyucu tezahürü. Şehirdeki imar rantlarının merkezî yönetim tarafından, tepeden dağıtımını hedefleyen radikal bir girişim.

Küresel sermaye için spekülatif kazançlar sağlayabileceği alanlar yaratmaya çalışılırken iş çevreleri, medya, profesyoneller, üniversiteler patronaj altına alınmaya çalışılıyor. Milli bir toplum tasarlama ideallerinin yarattığı krizi örtbas etmek için her alanda tam bir seferberlik hali yaratılıyor. Oysa İstanbul’un kuzeyine yapılması planlanan 3. Köprü projesi yatırımcılar tarafından karşısına konduğunda AKP’nin henüz böyle bir iktidar tecrübesinin ve potansiyelinin olmadığı varsayılabilir.

Bunun belki de en önemli göstergelerinden biri AKP’nin devlet iktidarı içinde oluşturduğu koalisyonlar ve bunlara bağlı olarak yaşanan gelişmeler. Bugüne kadar kamu projeleri ya devlet ya da “yap-işlet-devret” modeliyle yatırımcılar tarafından finanse ediliyordu. Kamudan beklenen ise kâr garantisi, ayrıcalıkların hukuksal düzenlemeler ile korunması, diğer planlama kararlarıyla uyumluluk gibi koşullardı. Kanal İstanbul projesinin bu çerçevenin dışına çıktığı görülüyor.

Kanal İstanbul’da eşi görülmemiş gelişmeler yaşandığı söylenebilir. Yukarıdan uygulama talimatı geldiğinde Ulaştırma ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım tarafından arkeolojik kalıntılar nedeniyle güzergahın değiştirildiğinin açıklanması da bir değişimin yaşandığının bir göstergesi. Neredeyse yüz yıldır araştırmalara konu olmuş ve neredeyse varlığı herkes tarafından bilinen bu önemli arkeolojik alanın, Yarımburgaz Mağaralarının daha önce projeyi hazırlayan ekip tarafından bilinmemesi (ya da dikkate alınmamış olması) mümkün gözükmüyor. Bu nedenle projenin temel unsurunu teşkil eden güzergahtaki bu değişikliğin arkasında başka gelişmeler olduğu tahmin edilebilir. Kanal İstanbul ile muazzam bir rantın yer değiştirmesi sözkonusu olduğu için müzakere alanı daha çok yatırımcılar cephesinde gerçekleşmekte. Ancak aynı zamanda projenin gerçekleştirileceği bölgenin mülkiyet yapısı, kamulaştırma giderleri, hasılat paylaşımı ile finansman, inşa giderleri, çevre üzerindeki etkiler gibi birçok açıdan incelenmesi gereken konular var.

Buna karşılık henüz müzakere sürecinin sona ermediği ve dolayısıyla projenin de olmadığı anlaşılıyor. Bugüne kadar sergilenen çalışmalar tartışılması gereken fikirler, öneriler olarak değerlendirilebilir.

Bu projeyi de aynı diğerlerinde olduğu gibi yatırımcıların finanse etmesi bekleniyor. Ancak bu projelendirme çalışmasını da bir firmanın, bir yatırımcılar konsorsiyumunun yapması mümkün değil. Bu nedenle iş ihale aşamasına gelince 3. Köprü, 3. Havalimanı gibi projelerde olmayan gelişmeler yaşanmaya başladı.

Bu gelişmelerin bir yöntem değişikliğine yol açtığı ve Türkiye’nin en köklü üniversitelerinden birinin işi aldığı söylentisi ortalıkta dolaşmaya başladı. Eğer bu söylentinin bir gerçeklik payı varsa, o zaman üniversite nasıl bir işlev görür, uzmanlık kurumlarının karar vericilerle piyasa aktörleri arasındaki müzakere süreci ile ilişkisi nedir gibi soruların sorulması gerekiyor.

Bu açıdan diğer mega projelerle önemli bir fark olduğu söylenebilir. Belki Marmaray projesi ile bir benzerlik kurulabilir. Bu proje için gerçekleştirilen kazılarda, şehrin en önemli transfer merkezinin gerçekleştirilmesinin planlandığı yerde dünyanın en büyük Roma limanının bulunduğunun farkına varıldığı söylenmiş ve proje süresi bu nedenle uzamıştı. Oysa bu limanın varlığı, yeri zaten ilgililer tarafından biliyor ve bütün haritalarda yer alıyordu. O zaman süreyi uzatan ya da beklenmedik olanın projede yer alan aktörlere göre önceliklerin de değişmesi olduğu söylenebilir. Burada da beklenmedik olan siyasal aktörler ile bilgi üreten kurumlar arasında yeni bir mutabakat ve müzakere zemininin oluşumu. İktidar hegemonyasını korumak ve geliştirmek için geçmişten beri bilgi üreten kurumlarla bir koalisyon yapma gereğini kavramış gibi gözüküyor. Bir taraftan üniversitelere, tanınmış mimarlara planlama ve proje işleri dağıtırken, asıl birikimin bu sayede uygulama-müteahhitlik işlerinde gerçekleştirebileceğini düşünüyor. Bu süreçte AKP’nin mega projeler ile İstanbul’un üzerinde merkezî yönetimin denetimini geliştireceğini ve iktidarını sürdürebileceğini düşünüyor.

Sonuç: “Disiplinci” kamu düzeni içinde bilgi eliti ile siyaset eliti arasındaki rekabet ve işbirliği bulunur. Sistem kamu ile toplum arasındaki asimetriyi yeniden ürettiği gibi, taraflara aynı zamanda informel bir müzakere alanı açar. Siyasetçiler genellikle kararların disipliner temsil alanında tanımlanamayacak etkiler yarattığının farkındadırlar. Ancak bu etkileşim “disiplinci” kamu düzeni içinde bastırılır ve bilinç-dışına itilir, örtük bir müzakere alanı yaratılır. Refah Partisi’nin yerel yönetimlerde iktidara geldiği 1994 yılındaki yolsuzluklarla ilgili “istisnacı” yönetim pratiklerinde deneyim kazandı. AKP’nin bu deneyimden hareketle, mega projelerle rekabete son vermeye ve bilgi üreten kuruluşları patronajı altına almaya çalıştığı söylenebilir. Ancak bilgi üreten kurumların temeli olan üniversiteleri oluşturan niteliğin bağımsızlık olduğu düşünülürse, siyasetçilerin ihtiyaç duyduğu meşruiyeti sağlamak için gerçekleştiğinde kurulan ilişkinin “sermayeden yemek” anlamına gelebileceği de söylenebilir. Çünkü üniversiteler farklı bir mantıkla çalışır. Siparişle proje hazırlatılacak kuruluşlar değil, farklı fikirlerin geliştirildiği, müzakere alanını eşitlikçi bir biçimde geliştiren bağımsız kuruluşlardır.

Bu icerik 2928 defa görüntülenmiştir.
<p>Kanal  İstanbul projesinin en son önerilen güzergahı ve ‘hayalî’ projeleri</p>