382
MART-NİSAN 2015
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Türkiye'deki Modern Mobilya Tasarımları Gün Yüzüne Çıktı
    Yaşar Üniversitesi, İçmimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü: Zeynep Tuna Ultav, Yrd. Doç. Dr.
    İzmir Ekonomi Üniversitesi, İçmimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü: Deniz Hasırcı, Doç. Dr.; Seren Borvalı, Araş. Gör.; Hande Atmaca, Araş. Gör.

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARİ TASARIM

Yer ile Gök Arakesitinde Bir “Kristal Kültür Bulutu”: MUSÉE DES CONFLUENCES

Özen Eyüce, Doç. Dr., Bahçeşehir Üniversitesi, Mimarlık Bölümü

Lyon'da geçtiğimiz Aralık ayında açılan Confluence Müzesi’nin tasarımında “21. yüzyılda bir mimarın yapması gereken, 21. yüzyıla yakışır bir bağlam yaratmaktır” düşüncesinden hareket eden mimarlar, müzenin sadece koleksiyonlarını ziyaretçilerine sergilediği bir showroom değil, bilginin paylaşılacağı bir ortam olması gerektiğini belirtiyorlar. Yazar, bu ekspresyonist tasarımların toplumların geleceğine yapılan yatırımlar olduğunu vurgularken, müzenin “kristal” olarak adlandırılan kısmıyla bugün ve gerçek olanı, “bulut” kısmıyla ise geleceği ve hayal edilecek olanı biraraya getirerek bir “kristal kültür bulutu” oluşturduğunu söylüyor.

“Bazı bilim adamları vardır her şeyi gözden ırak tutarlar, saklarlar. Kendileri seçerler, sayarlar kendi kutsallarının kutsalı içinde emekli olurlar ve arkalarından perdeyi kapatırlar. Bense, perdenin içinde delikler açarak görmeyi ve herkesin de görmesini isterim.”

Emile Guimet(1)

Fransa, yeni yılın ilk günlerinde yaşanan insanlık dışı eylemlere karşın, 2014 yılının sonbaharında, çağdaş kültür ortamına katılan iki yeni müze ile dünya gündeminde yerini aldı. Ekim ayında Paris’te ziyarete açılan Frank Gehry tasarımı Fondation Louis Vuitton Museum (LVMH) ile Aralık ayının son günlerinde Lyon’da açılan Avusturyalı mimarlık ofisi Coop Himmelb(l)au tasarımı Musée des Confluences(2), Avrupa kültür ortamına katkılarının yanı sıra, mimarlık alanında da morfolojik, mekânsal ve tektonik özelliklerine bağlı olarak yeni deneyimleri ve edinimleriyle mimarlık disiplinine katkıları olan iki önemli örnek. Bir yandan, değişen sergileme anlayışlarının katkısı ile farklılaşan müze mekânları; öte yandan malzeme teknolojilerinde ortaya çıkan gelişmeler ya da bu gelişmeleri gerekli kılan ve hatta sonuna kadar zorlayan mimari tasarım çözümleri, her iki yapının da mimarlık adına önemle üzerinde durulmasını gerekli kılıyor. Özellikle, her iki projenin de jeneriğinde farklı terminolojilerle varolan kristal ve bulut kavramlarını, tarihsel ve düşünsel arkaplanı ile birlikte ele alarak, mimarlık disiplinine katkılarını tartışmak gerekiyor. Bu yazı, Musée des Confluence’ı (Confluence Müzesi) yukarıda sözü edilen kavramlar açısından ele alacaktır.

Confluence Müzesi, kuruluşu 19. yüzyıla kadar uzanan Lyon Guimet Doğa Tarihi Müzesi’nin zengin koleksiyonlarını daha çağdaş bir mimari yapı içinde, geniş halk kitlelerinin ziyaretine açmak amacıyla 2001 yılında açılan mimari proje yarışmasının sonuçlanmasından tam on üç yıl sonra ziyaretçilerine açıldı. Yarışmanın birinci hedefi “kültüre kamusal ulaşılabilirliğin artırılması”(3) idi. Nitekim müze açıldığı ilk günden itibaren, tam da amaçlandığı gibi yoğun bir ziyaretçi ilgisiyle karşılaştı. İnternet üzerinden tüm biletlerin satıldığı, gişeden bilet almak isteyenlerin ise, gerek müze dışında ve gerek içinde saatlerce sabırla beklediği müze, toplumun kültürel gelişmelere ilgisinin de bir göstergesi oldu, olmaya da devam edecek gibi görünüyor. Bu ilginin arkasında Müze koleksiyonlarının zenginliğinin yanı sıra, sıra dışı yaklaşımı ile Müzenin mimari tasarım söyleminin de gücü yatıyor olsa gerek.

Confluence Müzesi, disiplinlerarası bir bilim müzesi. Müze direktörü Helene Lafort Couturier’nin deyişiyle müzenin amacı “insanlık hakkında bilgi üretmek ve yaymak”(4). Diğer bir deyişle müze yerkürenin karmaşık yapısını, başlangıcından günümüze insanı ve yaşadığı coğrafyaları anlamak üzere, arkeoloji, etnoloji ve doğa bilimlerini kapsayan, disiplinlerarası arakesitlerde bilgi üreten bir kurum.(5) Bu nedenle, Confluence Müzesi de Coop Himmelb(l)au’nun kurucu ortağı ve mimarı Wolf Prix'nin de değindiği gibi, sadece arşivindeki ürünlerini ziyaretçilerine gösterme amacında olan bir showroom olmayıp “bilginin paylaşılacağı bir ortam”(6) olmalıydı.

İlk ürünleri 17. yüzyıla uzanan ve yaklaşık 2,2 milyonu aşan ürün koleksiyonuna sahip olan eski müze, Emile Guimet’nin sanayici olan babasının işlerini yürütürken Uzak Doğu’ya olan merakı sayesinde yaptığı seyahatler sonucu medeniyetlerarası diyaloğu artırmak ve karşılıklı anlayışı geliştirmek amacıyla 1879 da açtığı dinler müzesine dayanıyor.(7) Guimet’nin yukarıdaki sözlerinden de anladığımız gibi, araştırmaya ve araştırma sonuçlarını sergilemeye verdiği önem nedeniyle kurduğu müze, koleksiyonların el değiştirmesine ve hatta bir dönem Paris’e taşınmasına rağmen, 1924 yılında Lyon’da Guimet Doğa Tarihi Müzesi adı ile yeniden hayata dönüyor. Neo-klasik bir yapı içinde varlığını sürdüren bu eski doğa tarihi müzesinin, psikolojik olarak da daha etkili olacağına inanılan çağdaş bir mimari yapı içinde daha geniş kitlelere ulaşması amacıyla (Lyon’da sürmekte olan kentsel çalışmalar bağlamında) 2001 yılında müze için bir yarışma düzenlendi. Yarışmayı kazanan, adını da üstlendiği misyon kadar özel konumundan alan Coop Himmelb(l)au tasarımı Confluence Müzesi, yeniden canlandırılmaya çalışılan eski sanayi bölgesinde, 2014 Aralık ayının 20’sinde ziyaretçilerine açıldı.

Confluence Müzesi’nin yer aldığı Lyon Kenti, Fransa’da kuzey-güney aksında önemli ulaşım rotaları üzerinde yer alan, tarihi yaklaşık 2000 yıl öncesinden yani Gallo-Roman döneminden bugüne uzanan bir Avrupa kenti. Sürekli yenilenerek gelişen kente kimlik kazandıran ve tarih boyunca kent mekânının organizasyonunda etkin olan en önemli doğal özelliklerinden biri, Rhône ve Saône nehirlerinin birleştiği noktaya bir dil gibi uzanan yarımada, yani Confluence. (Resim 1) Lyon tarihi, bu özel coğrafi yapısı ve çağlar boyu gelişerek süren medeni bir kent olma (territory of urbanity) özellikleri nedeniyle 1998’de UNESCO Dünya Miras Listesi'ne alındı.(8) Kent, UNESCO miras listesine alınmış olmayı avantaj olarak görmenin ötesinde, bir sorumluluk üstlenmek olarak kabul ederek, bu bağlamda kentsel gelişmeyi geleceğe taşıyacak planlama, kentsel tasarım ve çağdaş kent kimliğini oluşturmaya katkıda bulunacak projeleri başlattı. Kenti geleceğe taşıyacak en önemli adımlardan biri de Confluence'da mevcut eski sanayi bölgesinin, adeta bir mimarlık sergisini andıran ve pek çok ünlü mimarın ofis, konut gibi kullanımlar için ürettikleri tasarım uygulamalarının ve alışveriş merkezlerinin olduğu canlı bir yaşam merkezine dönüştürülmesiydi: Monolith Ofis Binası (MVRDV), Kentsel Konut (Massimiliano Fuksas), Orange Cube (Jakob+Macfarlane), Konut (Herzog&De Meuron). (Resim 2-4)

Confluence Müzesi bu kentsel canlandırma projeleri çerçevesinde, terkedilmiş ve toplumsal çöküntü alanı haline dönüşmüş eski sanayi bölgesinin en uç noktasında, iki yandan nehirle diğer yandan ise bir ana trafik arteriyle sınırlanan üçgen bir alanda konumlanmış. Buna karşın, Wolf Prix’nin “21. yüzyılda bir mimarın yapması gereken, 21. yüzyıla yakışır bir bağlam yaratmaktır”(9) görüşü doğrultusunda, Coop Himmelb(l)au'nun hazırladığı çevre düzenlemesiyle müze, çevresi ve yarımada bir bütünün parçaları olarak ele alınmış. Yarımadanın bu uç noktasının kentli için de bir çekim merkezi olması, Lyon halkının su ile buluşması ve bir kıyı şeridi boyunca uzanan promenadlar, amfi ve performans mekânları ile yeni aktivitelere olanak sağlaması amaçlanmış. Kentsel ölçekte, yaya ve bisikletli ulaşımı için alınan önlemlerin yanı sıra, tramvay için inşa edilen yeni köprü de Confluence ile Rhône nehri güneyinde bulunan Science District’i birbirine bağlayarak müzenin çevresi ile olan ilişkilerinin güçlenmesini sağlamıştır.

Confluence Müzesi, kente nehirden yaklaşanlar için sembolik bir giriş niteliğini taşıyan bir bilim müzesi, ama onun ötesinde müzeye adını veren fiziksel koşullara uygun olarak, bir “biraraya gelişler / karşılaşmalar” bütünü. Müze, doğal peyzaj ile kentsel peyzajı, sanatla bilimi, eğitim ile rekreasyonu biraraya getirmesinin ötesinde, adeta yeryüzü ile gökyüzünü de biraraya getiriyor. Bu nedenle tüm bu biraraya gelişlerin somutlaştığı yapının, yeni geometriler ve özgün biçimlenme özellikleri ile kendini ifade etmesi isteği tasarımın en önemli çıkış noktasını oluşturmuş. (Resim 5-7)

Confluence Müzesi, bu karşılaşmaların somutlaştığı üç ana kısımdan oluşuyor: Çevresi ile bütünleşmiş bir podyum oluşturan “kaide” ile bu kaide üzerinde giriş holünü kapsayan ve hemen hemen tümü ile şeffaf, çelik taşıyıcılı cam örtüden oluşan “kristal” ve podyum üzerinde yerden yükseltilmiş, çokyüzlü geometrilerden oluşan ve adeta uçuşan bir “bulut”.(10) (Resim 8) Parçaların biraraya gelişi, bir yan yanalığın ötesinde okunması gereken bir durum. Diğer bir deyişle, müzede Manuel DeLanda’nın “gelişimci farklılaşma” (progressive differentiation) olarak adlandırdığı, birbirinden çok farklı özelliklerdeki parçaların, birbirlerini etkileyerek farklılıklarının birbiri içinde eridiği ve alışılagelmiş arketiplerden farklı bir durum ortaya koyduğu bir mekânsallıktan sözetmek mümkün.(11)

Müzeyi oluşturan parçalardan ilki olan kristal, müzeyi yakın çevresi ve kent ile biraraya getiren, adeta bir kentsel forum olarak düşünülen ve sergileme mekânlarına ulaşmayı olanaklı kılan düşey dolaşım mekânlarını da kapsayan bir giriş holü niteliğinde. (Resim 9) Wolf Prix, arsanın iki yanındaki iki ırmağın ve trafik arterinin akışı dışında, bağlama ilişkin hiçbir özelliğin olmaması nedeniyle bu birleşimin yarattığı türbülanstan yola çıkarak tasarıma başladıklarını ifade ediyor ve “Kristal, bu türbülans düşüncesinden geliştirildi. Biz, çeşitli kullanımlar için olan hacimleri, aralıklarla tamamlayarak, tıpkı girdaplar gibi, “bulut”un içine doğru bir akış hissi yaratmak istedik”(12) diyor. (Resim 10) Çağımızın, statik karşısında dinamik yaklaşımların baskın olduğu 0 ve "akış" kavramının, özellikle de tasarım disiplinlerinde önemli bir estetik girdi olarak kullanıldığı bir çağ olduğu düşünülüsrse,(13) Confluence Müzesi’nin bu yaklaşımını daha iyi anlamlandırmak mümkün. Nitekim, Coop Himmelb(l)au’nun 1994’de Los Angeles’da açılan Ekspresyonist Ütopyalar Sergisi’nin tasarımı için yapılan söyleşide, Wolf Prix müzenin bir açık sistem olarak ele alınması ve kendilerinin “sıvı mekân” olarak adlandırdıkları akışkan mekânlardan oluşması gerektiğini söylüyor.(14) Akışkanlığın, eğri ya da eğik duvarlarla yaratıldığı bu mekânların sadece resimlerin duvara asıldığı mekânlar değil, farklı bakış açıları da kazandıracak farklı mekânlar olacağına değiniyor. Confluence Müzesi’nin tasarımında, nehirlerden başlayan bu akış, taşıyıcı sisteme de yansıyor. Giriş holünü barındıran çok yüzlü kristalin, dikdörtgen kesitli çelik tüplerden oluşan gridal çerçeveler tarafından taşınan şeffaf cam panelli yüzeyinin bir girdap haline dönüşerek eğrisel yüzlü bir taşıyıcı olarak yere değmesi ile sonuçlanıyor. Taşıyıcı sisteme etki eden tüm yükleri yönlendirerek asimetrik konumlu bir ana taşıyıcı haline gelen bu girdap, aynı zamanda kabuğun yükünü üçte bir oranında azalttığı belirtilen bir yerçekimi kuyusu (gravity well) olarak adeta bir kara delik (black hole) etkisi yaratıyor. (Resim 11-12) Öte yandan, dijital tasarım olanaklarının yardımıyla iki boyutlu rasyonel gridal bir yüzeyin üç boyutlu biçimsel dönüşümü, taşıyıcı sistemin alışılagelmiş kolon ve kiriş ile oluşan kartezyen iskelet sisteminden farklı bir bütünlük içinde tasarlandığını gösteriyor. Kristalin çokyüzlü geometrisi, (bu taşıyıcının yanı sıra) müzenin “bulut” olarak adlandırılan yerden yükseltilmiş ikinci kısmı ile “kristal” ve “bulut”un altında yer alan kaide’nin betonarme taşıyıcı sistemi üzerine oturuyor. (Resim 13)

Tamamen doğal olarak havalandırılmak üzere tasarlanan kristal, asansör ve yürüyen merdivenin yanı sıra geniş bir merdivenle “bulut”un içinde yaratılmış olan ve sergi mekânlarını birbirine bağlayan bir yaya dolaşım alanına (espace liant) bağlanıyor. Bu bağlayıcı aks bir ucunda kentin, diğer ucunda iki nehrin birleşme noktasının görülebileceği panoramik manzara noktaları ile son buluyor. Aslında, bu tıpkı Baudelaire’in flanörü gibi, çevresinden başlayarak giriş mekânı ve sergi mekânlarının içine akan dolaşım alanları aracılığıyla bedenin müze içindeki akışkan mekânı deneyimlemesini sağlıyor. (Resim 14) Katlar arası görsel ilişkilerin de kurularak üçboyutlu mekân algısının güçlendirildiği bu ana aksın iki yanında ilk katta süreli, ikinci katta ise kalıcı sergi mekânları yer alıyor. Biri iki kat boyunca uzanan yüksek tavanlı sergi mekânları ise, çağdaş dijital teknolojilerin kullanımını esas alan "kara kutu" (black box)(15) kavramı ile tasarımlanmış. (Resim 15) Bir köprü tasarımında olduğu gibi, on iki kolon ve üç düşey şaft tarafından taşınan yapıda kat yüksekliğindeki çelik makasların yarattığı geniş açıklıklar sergi mekânları içinde farklı biçim ve boyutlardaki koleksiyonları sergilemeye olanak sağlıyor. Kalıcı sergi müzenin dört ana başlıkta toplanan canlılar, yer bilimleri, toplum bilimleri ile bilim ve teknoloji koleksiyonlarının sergilendiği salonlardan oluşuyor. Sergi mekânlarının kara kutu olması nedeniyle “bulut”, kristal’in aksine tamamen dışa kapalı olarak tasarımlanmış. Bulutun son iki katında sırasıyla yönetim mekânları ve tüm kente hâkim panoramik bir seyir terası ile kafe yer alıyor.

Confluence Müzesi'ni oluşturan üçüncü kısım, diğer bir deyişle üzerinde “kristal” ve “bulut”u taşıyan kaide ise adeta tüm müzeyi ayakta tutan bir podyum. Brüt beton olarak bırakılmış taşıyıcı duvarlar içinde, çok sayıda kişinin kullanımına hizmet edecek iki farklı büyüklükte oditoryum (327 ve 122 kişi) ile çevre okullara da eğitim hizmeti verecek çalışma mekânları ve sergi hazırlıklarının yapılacağı atölyeler yer alıyor. Doğal zemin üzerine oturan ve peyzaj düzenlemeleri ile gözlerden gizlenen kaidenin üzeri, kentlinin iki nehrin birleştiği yarımada ucuna ulaşımını engellemeyecek şekilde yükseltilmiş olan “bulut”un altında, Wolf Prix'nin deyişi ile “insanların bina altında özgürce dolaşabilecekleri, bir kahve için restoranda dinlenebilecekleri ve belki bir kitap almak için kitapçısında durabilecekleri”(16) bir kamusal bir mekân olarak tasarlanmış. Hem giriş mekânından hem de dışarıdan ulaşılabilen kitap ve hediyelik eşya satış yeri ile dış mekâna da hizmet eden kafe arasında yer alan göl, “havada uçuşan bulut”un altında yarattığı yansımalarla, iki nehrin birleşme noktasına bakan bu podyumu farklı mekânsal duyumsamaların yaşanacağı bir “yer" haline getiriyor. (Resim 16)

Confluence Müzesi ile ilgili büyüklüklerden de bahsetmek gerekirse, müze yaklaşık 190 metre uzunluğunda, 90 metre genişliğinde ve 41 metre yüksekliğinde bir yapı. 20.975 m2 büyüklüğünde bir alanda, toplam 46.476 m2 olarak tasarımlanmış. Taban alanı 9.300 m2 iken, net kullanım alanı 26.700 m2 ve maliyeti 3.980 Euro / m2. Yarışma sonrasında, tasarım süreci 2002-04 yılları arasında devam ediyor, ilk aşama 2006-07, ikinci aşama 2010-14 yılları arasında tamamlanıyor. Müze çok kapsamlı bir proje ve uygulama olması nedeniyle uzmanlaşmış zengin bir kadronun katılımı ile zaman zaman kesintiye uğrayarak 13 yılda tamamlanabilmiş. (Resim 17) Süre açıdan bakıldığında tasarımcısı için de uzun ve sabır isteyen bir süreç. Ancak, karşımıza çıkan sonuç ürün aslında tasarım ve inşaat süresinin çok ötesine uzanan bir geçmişe ve birikime dayanıyor.

Gerek kristal ve bulut kavramları gerek akış kavramı Coop Himmelb(l)au için yeni bir yaklaşım değil. Kurucularının Alman ekspresyonizminden de etkilenmiş olduğu ofisin adı, yani Himmelb(l)au “mavi gök” anlamına geliyor. Öte yandan, (l) harfi düştüğünde (ki genellikle parantez içinde yazılıyor) “gökyüzünü inşa etmek” anlamına geliyor. 1968 yılında kurulan ofisi, diğer iki kurucu ortağının ayrılmasından sonra bugüne taşıyan Wolf Prix’nin mimarlığa yaklaşımı ise daha 1968’de grubun Viyana’da “gelecek için yaşam biçimleri” projesi kapsamında önerdikleri ve bir yaşam organizması olarak adlandırdıkları “bulut” tasarımında kendini göstermeye başlıyor. Fonksiyonalist, düzgün geometriler ile oluşturulan sabit ve yerçekimine bağımlı tasarımlar yerine yerçekiminin üstesinden gelebilecek tasarımlar ve dinamik, akışkan mekânlar yaratmak hayali, daha ofis kurulurken varlığını gösteriyor. Şüphesiz ki, hayal edilenler hemen gerçekleşmeyebiliyor. Nitekim müzenin çelik ve cam mimarisinin, kartezyen geometrilerle çözümlenebilir olduğu 20. yüzyıldan çok farklı bir biçimde, dijital teknolojilerle çözümlenebilen asimetrik kristal biçiminin salt biçim paradigması ile tasarlanan ya da taşıyıcı sistemin dayattığı bir biçim olmadığını, bir anlamda yeni bir ekspresyonizm örneği olduğunu söylemek mümkün. Ancak, müzenin kullanıcı açısından zorluk yaratan, belki de yeni açılmış olmanın karmaşası içinde tam çözülememiş olan bir aksaklıktan da bahsetmeden geçemeyeceğim. Sergi mekânlarına giriş ve çıkışlarda yaşanan çakışmalar ve tanımsızlıklar, görevlilerin devamlı yönlendirmeye çalışması ve sergi katlarındaki bilet kontrolleri işletme açısından hâlâ bazı sorunların olduğunu gösteriyor.

Her ne kadar Confluence Müzesi gibi tekil ve özgün tasarımı olan ekspresyonist yapıları, çevrelerine önem vermeyen hatta olumsuz olarak nitelendirenler varsa da, Avrupa kentleri (özellikle kültür endüstrisi kapsamında) tüm maliyetine rağmen “Bilbao etkisi” yaratacak, geleceğe dönük farklı mimari deneyimlere kapı aralamakta tereddüt etmiyor. Çünkü bu tasarımlar, toplumların geleceklerine yapılan yatırımlar. Bu noktada yeniden Confluence Müzesi’ne dönersek, müzenin iki farklı kısmıyla bugün ile geleceği biraraya getirmesi öngörülmüş. “Kristal” bugün ve gerçek olanı, “bulut” ise geleceği yani hayal edilecek olanı simgeliyor.

Son olarak, Wolf Prix’nin sözü ile bitirelim: Almanca “entwurf”, İngilizce “design” kelimesi, “bilinçaltındaki fikirlere can vermek” anlamına geliyor.(17) Bu da mimarinin tüm kısıtlamalardan özgür olduğunu, klişelerden, biçimsellikten teknik ve maddi kısıtlamalardan kurtulmak mümkün olduğunda yapacak çok şey olduğunu gösteriyor.

* Notlar dışında tüm bilgiler, Coop Himmelb(l)au ofisinin gönderdiği dokümanlardan sağlanmıştır. Detaylı bilgi için ofisin web sitesi incelenebilir: www.coop-himmelblau.at/architecture/projects/musee-des-confluences

NOTLAR

1. Emile Guimet Musée Guimet’nin kurucusu

2. Confluence (Kon.flu.ıns): Birlikte akma, iki nehrin birleştiği yer, kaynak.

3. Comte, David, 2014, Rhône Le Department, Musee des Confluences, Basın Kiti.

4. Couturier, Helen Lafont, 2014, “A Great Story of Mankind”, Musée des Confluences, (ed.) D. Chuzeville, Jean-Jaque Pignard, Département du Rhône, ss.25-36.

5. Couturier, 2014, s.32.

6. URL1. www.archdaily.com/585697/musee-des-confluences-coop-himmelb-l-au/ [Erişim: 05.02.2015]

7. Couturier, 2014, s.32.

8. Delas, Bruno, 2007, “Lyon, World Heritage and Urban Territory”, Balanced Urban Revitalization for Social Cohesion and Heritage Conservation, UNESCO, Paris, ss.26-29.

9. URL2. www.nytimes.com/2014/12/21/arts/design/confluence-museum-opens-in-lyon-france.html?_r=0 [Erişim: 05.02.2015]

10. URL3. www.coop-himmelblau.at/architecture/video/musee-des-confluences-sketch [Erişim: 05.02.2015]

11. Manuel DeLanda, 2002, Intensive Science and Virtual Philosophy, Continuum Books, Londra, s.22.

12. URL2.

13. Reiser, Jesse; Umemoto, Nanako, 2006, Atlas of Novel Tectonics, Princeton Architectural Press, s.14.

14. Benson, Timothy O., 1994, Expressionist Utopias, University of California Press, s.179.

15. Kara kutu (black box) kavramı, müzelerde geçmişte kullanılan “beyaz kutu” anlayışı yerine, çağdaş dijital teknolojiler, video-art ve benzeri yerleştirmeleri yapabilecek şekilde, kontrollü ışık kaynakları kullanılarak, mekânın değil objelerin aydınlatıldığı yaklaşıma verilen isim.

16. URL2.

17. Chuzeville, D.; Pignard,J., 2014, Confluences: Birth of a Museum, Department of Rhône.

 

 

Bu icerik 6114 defa görüntülenmiştir.