CUMHURİYET DÖNEMİ MİMARLIĞI
Kent ve Köy Algısı: Arkitekt (1930’lar)
Neşe Gurallar, Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, Mimarlık Bölümü
Mimarlar Odası’nın 2012’de düzenlediği “Zeki Sayar ve Arkitekt” temalı Anma Programı’nın ikinci kitabı önümüzdeki günlerde yayımlanacak. Program kapsamında hazırlanan mo.org.tr/arkitekt adresindeki Arkitekt dergisi veritabanı, derginin belgelediği dönem hakkındaki çalışmaları daha olanaklı ve kapsamlı kıldı. Değişen kent ve köy algısını, mesleğin ilk ve en önemli yayınlarından Arkitekt üzerinden tartışan yazar, makalesinde, farklı tutumları dergideki yazılar üzerinden okumaya ve ayrıştırmaya çalışıyor.
Bir ülkede, ülkenin gelişimi için alınan ekonomik kararlar, bu kararların gerçekleşeceği üretim modelleri, toplumsal hareket ve muhalefete ilişkin tutumlar, kurgulanan yaşam biçimi ve öngörülen yerin şartlarından bağımsız tasavvur edilemez. Kent ve köy algısı ile her iki yerleşim ve yaşam biçimine karşı alınan tavırlar, 1930’lar Türkiyesi için, hedef olarak belirlenen “muasır devletler” seviyesine ulaşmada, yolu tayin eden kararların önemli belirleyicilerinden olmuştur. Eric Hobsbawn, Türkiye’yi, 1980’lerin ortalarına kadar hâlâ köylü yapıyı muhafaza eden, “köylülüğün kalesi” bir ülke olarak tanımlar.(1) Erken Cumhuriyet döneminin köycü söylemlerinin, Hobsbawn’ın işaret ettiği gibi 1980’lerin ortalarına kadar süren bu yapıyı muhafaza etmemizdeki ideolojik katkısı araştırmalarla tartışmaya açılmıştır.(2)
Bu bağlamda, mimarlık meslek alanının köye ve kente karşı belirlenen politik ve kültürel tutumdan payına düşeni ne kadar aldığı ya da meslek alanının kendi bilgi ve algı dünyasının bu anlatı ile ne kadar çelişki ya da barışıklık içinde olduğu incelemeye değerdir.
Arkitekt, bu algının analizi için değerli bir birikim sunmaktadır. Bu yazı, 1930’lu yıllarda, mimarlık meslek alanındaki kent ve köy algısını, mesleğin ilk ve en önemli yayınlarından olan
Arkitekt üzerinden incelemeye ve tartışmaya açmaya çalışıyor.(3)
DÜŞEY KENT
Arkitekt dergisinin yayın hayatına başladığı 1931 yılı aynı zamanda, tek parti iktidarının güç kazandığı dönüm noktasıdır. 1931’de
Arkitekt ile yeni bir meslek dergisi yayın hayatına başlarken, Zekeriya ve Sabiha Sertel’in yayımladığı popüler magazin
Resimli Ay ise yayın hayatını bitiriyordu. 1924-1931 yılları arasında yayımlanan
Resimli Ay’ı,
Arkitekt’in yanında bir parantez açarak gündemimize taşıyan,
Resimli Ay’da yayımlanan, geleceğin kentlerine ilişkin “düşey kent” olarak özetlenebilecek kurgu imajlar ve bu imajların arkaplanında yatan kentleşme ve sanayileşme taraftarı söylemdir.(4)
Resimli Ay, yayımladığı imajlar ve bu imajları destekleyen metinlerle, geleceğin yaşam alanlarını, yoğun bir yaya ve araç trafiği (uçaklar, helikopterler, zeplinler, arabalar, metro ve trenler) ile hem yer altında, hem yer üstünde yoğunlaşmış, devasa düşey kentler olarak resmeder.
(Resim 1)
Dönemin Amerikan dergilerinden alınan bu çarpıcı imajlar, dergiye hâkim olan, kuvvetli bir sanayileşme ve kentleşme söyleminin görsel malzemesidir. Geleceğe ilişkin “bu delice tahavvüllerin [değişimlerin]” iktidar tarafından yeterince algılanmadığına inanan Resimli Ay, Mart 1924 tarihli ilk sayılarından birinde, kendileri gibi ilk yıllarını yaşayan rejimi cesaretle eleştirebilecek kadar cüretkâr davranır: “Biz Ankara’da mütevâzi, küçük ve sade bir payitaht görmeye çalışırken, medeni memleketlerin muazzam ve büyük şehirleri onlara dar gelmeye başlamıştır. Londra gibi, New York gibi büyük ticaret merkezlerinde sekiz-on milyon nüfus yaşıyor. Bu muazzam yekûn sokaklara döküldüğü zaman umur-u ubur [geçiş, yürüyüş] imkânsız bir hale geliyor.”
Başkentin şekillenişini belirleyen perspektifi dar ve kısıtlı gören bu söylem, eleştirilerini yalnızca başkentin biçimlenişi ile sınırlı da tutmamaktadır.
Resimli Ay’ın öngördüğü “delice tahavvüller”, uğursuz bir baykuş gibi, ulus devletin ilanından yalnızca birkaç sene sonra, “yakın istikbalde milli hudutların bir manası kalmayacağını” iddia edecek kadar da geniştir.
Resimli Ay’da yayımlanan dev düşey kent imajları, derginin köylerin zamanla azalacağını kabul eden, köyden kente akışın önünü kesmek yerine kentin gelişimine yönlenen geniş bir perspektifin parçasıdır. Bu kent imajları geleceğin kaçınılmaz yaşam alanlarının olası tasvirleri olarak sunulur. Muhalif tavırları nedeni ile türlü zorluklarla karşılaşan dergi 1931 yılında yayınına son verir.
ARKİTEKT VE KENT
Resimli Ay’ın 1924’ten itibaren yayımladığı düşey kent imajlarının
Arkitekt’de yer almadığını hemen belirtmeliyiz. Düşey kent imgesi
Arkitekt’te hiçbir zaman
Resimli Ay’da olduğu gibi kuvvetle ve ısrarla yer almadığı gibi, kent, büyük bir enerji ve dinamizm alanı olarak da vurgulanmaz. Metropol hayatını yücelten radikal tavırlar ağırlık kazanmamakla birlikte, geleceğin yaşam algısı içinde kente işaret eden yazılar bir mimarlık dergisi olarak
Arkitekt’te elbette vardır. Ancak hem kente, hem de köye doğru yönelen farklı yaklaşımların, farklı yazarlar tarafından eş zamanlı ancak değişken oranlarla dergiye yansıdığı gözlemlenebilir.
Arkitekt’in hemen ikinci sayısında “İstanbul Belediye Mimarı” mahlası ile Samih Saim, derginin, “İdeologi (Fikriyat)” bölümünde “Lö Korbüziye’nin Muasır Şehri” başlığı ile bir yazı yayımlar.(5) Bir “ıslahatçı” ya da “reformist” değil bir “inkılâpçı” olarak övdüğü Corbusier’in, 1922 yılında sergilenen çalışmasının, kente akın eden nüfusların, bol hava ve ışık alarak yerleşimi için “irtifaına”, yani düşeyde gelişiminin zorunlu olduğunu açıklar. Bir sonraki yazısında, yakında toplanacak olan “Berlin Beynelminel Mesken Kongresi”ne dikkat çeken Samih Saim(6),
Arkitekt’e özellikle ilk yılında önemli katkı sağlar.(7)
1935 yılı 10. sayısında ise derginin editörü Zeki Selâh [Sayar]’ın, “Laville Radieuse”, başlıklı yazısı Corbusier’i konu alır.(8) Sayar, Samih Saim’in dört yıl önce yayımlanan yazısına nazaran, Corbusier’e karşı daha mesafeli bir duruş sergiler. Metin heyecanlı, yenilikçi, özgürlükçü, bir tavırla, serinkanlı, rasyonel, “ılımlı”(9) bir tavır arasında salınıp durur. Corbusier, bir taraftan “günümüzün mimari ideolojisini yapan yegâne mimar” olarak övülürken diğer taraftan bu tasavvurların gerçekleşme olasılığının güçlüğüne işaret edilir. “[Fakat], bu nazariyeler; bu günkü iş ve yapı, şehircilik âleminin kabul edeceği şeyler değildir. Çünkü içtimaî hayatı değiştirecek bir mahiyeti vardır” der. Corbusier’i “iyi bir yazıcı” olarak tanımlayan son paragrafı, bir övgü olduğu kadar, kinayeli bir tavır, kapalı bir yergi ve eleştiridir. Corbusier, Zeki Sayar için belli ki gerçekleşmesi imkânsız düşler kuran bir hayalperest, yalnızca bir “iyi yazardır”. Daha ilk günden itibaren “içtimai hayatı değiştirecek” inkılâplardan yana olan
Arkitekt’in, bu tereddütlü ve mesafeli tavrı, Zeki Sayar’ın kent ve köye ilişkin görüşleriyle ilintidir. Samih Saim gibi, Corbusier’in radikal yaklaşımını koşulsuz şartsız destekleyememesinin sebebi, Sayar’ın kente akan nüfusları köylerde tutmaya olan inancından ve ileride daha net görülebilecek örtük muhafazakâr tavrından kaynaklanır.
Samih Saim ise yüzü çok daha kente ve kentleşmeye dönük yazılar ile devam eder. 1931 yılında, bir yıl önce gerçekleştirdiği Viyana seyahatinin ardından, başarılarını “cidden şayanı dikkate değer” bulduğu “sosyalist belediyenin” düşük gelirli halk için gerçekleştirdiği sosyal konut örnekleri ile birlikte, Karl Marx- Hof’a yer verir.(10) (Resim 2) Tüm ihtiyatlı tavrına karşın Samih Saim’in özgürlükçü duruşu, satır aralarından hissedilir. “Müstakil” ya da “kolektif” aile evlerini tartışırken, kolektif evlerle ilgili “cinsi” ve “ahlaki mahzurlar[a]” prim vermeyen, bu yapı bloklarını birer hapishane gibi gören tavırlara ise itibar etmeyen yaklaşımı daha liberal bir bakışın işaretlerini taşır. Viyana’nın yanı sıra, sosyalist belediyeciliğin iki önemli örneği olan Berlin ve Frankfurt ile ilgili yazıları dergide yer alır. Saim, sosyalist belediyenin, bu büyük konut alanlarının gerçekleştirmesine imkân tanıyan ekonomik modeli de açar.
Derginin baş aktörü Zeki Selâh [Sayar] da, yine aynı sayıda, sosyalist yönetimlerin en önemli ürünlerinden biri olarak tarihte yerini alacak olan Ernst May’ın Frankfurt’ta gerçekleştirdiği büyük konut projelerini “muhaceret dolayısıyle vuku bulan kesafet nufus” un yarattığı “gayrısıhhi” “ikametgâhları ıslah etmek” için yapılan örnek uygulamalardan biri olarak, Arkitekt’de yayımlar.(11) Ancak şu farkla ki, Samih Saim’in sosyalist belediye vurgusu ve özgürlükçü tavrının aksine Sayar’ın, kentteki gayrı sıhhi yapılaşma eleştirisinin arkasında yatan kentlere yığılan “ameleyi evine raptedme” niyetli muhafazakâr bir tını satır aralarında saklıdır.
Berlin ve Frankfurt’ta gelişen sosyal konut örnekleri “urbanist mimar” olarak imzasını atan Burhan Arif’in de ajandasındadır. “Yeni Şehirlerin İnkişafı ve ‘Siedlung’lar” yazısıyla Burhan Arif, Martin Wagner ve Ernst May’ın öncü olduklarını belirttiği Berlin ve Frankfurt örneklerindeki başarının “Almanların ferdi hayattaki kabiliyetlerinden fazla, cem'i olarak” davranabilme yeteneklerinde saklı görür.(12)
Avrupa’da ve özellikle Almanya’da ortaya konan sosyalist belediyecilik örneklerinin Arkitekt’te yansımasını oluşturan bu yazarlar farklı tavırlar sergiler. Burhan Arif ve Samih Saim’in sosyalist belediyeler ve kolektif niteliği yaptığı vurgular karşısında Zeki Sayar’ın, kitlelerin tehlikeli hareketlerine karşı bir “raptedme” psikolojisi ile yazdığı ve kentteki yoğunlaşmaya pek sıcak bakmadığı söylenebilir.
Özellikle Alman örneklerin yanı sıra, İtalya(13) ve Rusya örnekleri(14) Arkitekt’in sayfalarına yansırken, 1932 yılında yayımlanan Empire State Binası ile ilgili yazı, yeni bir bulutdelen (gökdelen) rekoru olarak Amerika’yı konu alır.(15) Bu yazının ardından Avrupa’daki yüksek yapıları Zeki Selah [Sayar] “Avrupa’daki Bulutdelenler” başlığı ile tartışacaktır.(16) Sayar, Şikago ve New York gibi Amerikan kentleri için birer zaruret olan “bulutdelenler”in Avrupa’daki örneklerini hem emsallerinden üç, dört kat daha “ufak”, hem gereksiz bir heves, hem de Avrupa kentlerine ve şehircilik ilkelerine karşı olumsuz bir yapılaşma olarak değerlendirir. Resimli Ay’ın daha 1920’li yıllarda geleceğin kentlerine ilişkin vizyonu, düşey kent, kentlerde nüfusun artışı ve köylerin boşalmasına ilişkin öngörülerin aksine, köylüyü köyde tutmayı benimseyen, kentteki nüfus artışına karşı direnen bir bakış açısı Arkitekt’e ve özellikle derginin editörü Sayar’a hâkimdir. (17)
1930’lu yıllarda, Halkevleri programları ve dönemin köycü politikalarına paralel olarak, giderek artan bir yoğunlukla
Arkitekt’in ilgisinin kentten ziyade küçük kasabalara ve köye döndüğü izlenebilir. Bu nedenle, Samih Saim’in Corbusier’e dayanarak yoğun kentleri ve kentlerin düşey gelişimini heyecanla savunduğu yazı, Zeki Sayar’ın ve
Arkitekt’in kente bakışını özetleyen genel panorama içerisinde oldukça yalnız kalacaktır. Dönemin siyasi atmosferi içinde, mesleki alanın meşruiyeti ile uğraşmak durumunda olan
Arkitekt,
Resimli Ay gibi radikal muhalif bir tavır içinde bulunmaz. Ancak bu yalnızca mevcut şartlar altında muhalefet yapmanın zorluğundan değil, derginin de zaten böylesi bir muhalif anlayışa sahip olmayışından kaynaklanır.
Arkitekt’deki yazılarda, dev düşey kentlerden ziyade, yaygın yatay gelişim, orta büyüklükteki şehir ve kasabalar ile köy planlamaları 1935’den itibaren ağırlık kazanır.
ARKİTEKT VE KÖY
Derginin kentlerdeki yığılmaya karşı köylüyü köyde tutmayı prensip edinen perspektifi DBZ’den Türkçe’ye aktarılan bir yazı ile özetlenebilir: “Bugün umumiyetlen görülen ve “köyden kaçış” denilen bir cereyan vardır. Köy halkı yolunu ve fırsatını bulunca memleketini terk edip şehirlere taşınır. Bu cereyanla mücadele etmek, köy ve kırlık yerlerdeki halkı yerlerine bağlamak lâzımdır.”(18)
Kentlerin büyümesine karşın köylüyü köyde tutmayı hedef alan bu söylem, çeviri yazılarla Alman literatüründen beslendiği kadar, Türkiye’de yaşayan Alman mimarlar tarafından da genişletilir. Martin Wagner,
Arkitekt Dergisinde, 1937 yılında “En yüksek medeniyet ve en yüksek refahın sadece milyonluk şehirlerde olabileceğini sanmak da pek esaslı bir yanlıştır. İnsanların dev-şehirlerde temerküz etmesi devri geçmiştir”(19) der. Berlin’de gerçekleştirdiği sosyalist belediyecilik örnekleri ile Türkiye’ye gelmeden önce de tanınan Wagner’in,
Arkitekt’te yayımlanan yazılarında bu tema kendi sözleri ile özetlenebilir: “Köy halkının yerinden daha oynamaz bir hale getirilmesi lâzımdır.”(20) Wagner, büyük kentlerin köylerin boşalmasına sebep oluşunu bir mıknatıs metaforu ile açar: “Nasıl bir miknatıs demir kıymıklarını çekerse, büyük şehirler de civardaki araziden köylüleri emer, köklerini koparır ve onları şehre getirir.”(21) Buna karşın gerekli tedbirler alınmalıdır. Bu perspektif ilk bakışta, Berlin gibi büyük kentlerin problemlerinin Türkiye gibi henüz kentleşmemiş ülkelerde yaşanmaması için gerekli ve iyi niyetli bir tutum olarak görülse de gerçekte toplumsal hareketlerin ortamı haline gelen kentlerde yığılmanın ve muhalefetin önüne geçmeyi hedefleyen muhafazakâr söylemin ve seçkinci tutumun sonucudur. “Köylüyü yerine bağlamak”, “çivi gibi çakmak”, kazara kente geldiyse “evine rapdetmek” gibi ifadeler bu söylemin ardındaki muhafazakâr zihniyeti netlikle açığa vurur. Köyü muhafaza etmeye kararlı, köylüyü köyde modernleştirerek / medenileştirerek kente akışı durdurmayı hedefleyen
Arkitekt’in söylemi, artan yoğunlukla köyün planlanması meselesini odağa taşır. Köycülük hareketlerine paralel olarak, köye ilişkin fikirler geliştirilir. Abdullah Ziya [Kozanoğlu]’nun “köy evleri” ile ilgili toplu raporu, Abidin Mortaş’ın “köy projeleri” ile ilgili yazıları, Zeki Sayar’ın “iç kolonizasyon” makaleleri bu bağlamda ele alınmalıdır.
Malkoçoğlu çizgi roman karakteri ile ünü mimarlık alanını fersah fersah aşacak olan Abdullah Ziya [Kozanoğlu]’nun, romanlarındaki milliyetçi, Türkçü jargon, Arkitekt’de yayımlanan yazılarına da kuvvetle hâkimdir. CHP’nin köy politikalarına övgüyle başlayan yazı, partinin inşa ettiği köyevlerinin köylüyü bir “parazit” haline getirme endişesiyle devam eder.(22) Abdullah Ziya, köyün her noktasında “Türk karakteri, Türk harsı”nın hâkim olması için yapılması gerekenleri “yerinde duran köylü” ile ilgili etüdlerle başlatır.
Abidin Mortaş’ın da yazısına hâkim olan, köylüye tepeden bakan, ama “köylünün de bugünün insanı olduğu unutulmamalıdır”(23) diye not düşen seçkinci bakış, (Resim 3) Zeki Sayar’ın “iç kolonizasyon” makaleleri ile zirveye ulaşır. “İç kolonizasyon” terimini mimarlık literatürüne katan Zeki Sayar’dır. Göçle gelen yeni kitleleri, kente dağılmadan, yeni koloniler halinde kırsal alanlara, köylere yerleştirmek, bir “iç kolonizasyondur”. Sibel Bozdoğan’ın(24) hiç bir ironi ya da olumsuz anlam taşımadan kullanılmasına şaşırdığı bu terimi Sayar, büyük bir samimiyet ve içtenlikle kullanır. Evet bu bir “iç kolonizasyondur”. Bir kolonizeleştiricinin mantığı ile aynıdır, devlet eli ile tepeden aşağı modernleştiricinin mantığı. İç kolonizasyon, kendi toprağını, kendi kendine kolonileştirme, medeniyet taşıma, hiçbir şekilde abes görülmez, çünkü zaten mimarın tıpkı bir kolonileştirici gibi, “medenileştirici” misyonu, derginin pek çok yazısında ifade edilir. Zeki Sayar, 1936 yılında dört sayıda iç kolonizasyonla ilgili düşüncelerini, İsrail, Almanya ve İsviçre’den örneklerle sunar. (25) (Resim 4)
Zeki Sayar’ın ilk yazısının hemen ardından Ernst Egli, Sayar’ın yazısına referansla, mesken sorunun çözümü için, yalnızca kentlere değil, nüfusun önemli bölümünün yaşadığı köylere ve kırsal alana yerleşen “kolonilere” dikkat etmeyi ve “dahili kolonizasyonun”, “ucuz, sıhhi ve güzel meskenlerin ve kolonilerin tesisi” için nasıl teşkilatlandırılabileceği üzerine önerilerini sunar.(26) Derginin, Sayar dışında yerli yazarlarının ise bu terimi pek kullandığını söyleyemeyiz.
Sayar iç kolonizasyona olan ilgisini Almanya’dan örnekler ile sürdürür. Filistin’e yerleşen Yahudi kolonilerini, İngilizlerin teknik becerisi olarak dikkate değer bulmakla birlikte bu konuda Alman Nasyonel Sosyalist iktidarı daha başarılı bulmaktadır: “İç kolonizasyon işinde büyük mikyasta muvaffak olan memleket Almanya olmuştur. Nasyonal-Sosyalistler iktidar mevkiine geçtikten sonra, üçüncü Rayhstağın umdeleri meyanında, sanayide hasıl olan krizlerden dolayı işsiz ve mustarip bir halde bulunan büyük bir amele kütlesinin tekrar toprağa dönmelerini temin için bütün Almanya’da büyük bir (koloni) faaliyeti baş göstermiştir.”(27) der. Zeki Sayar, bu görüşe olan bağlılığını yıllar sonra (1952,1957,1966 ve 1968 yıllarında) aynı konuya tekrar tekrar dönerek ve hatta yaklaşık 30 yıl sonra aynı yazıyı yeniden yayımlayarak gösterir.(28)
SON SÖZ
Modernleşme’yi ağırlıkla ve öncelikle kentleşme ile birlikte gerçekleşebilecek bir süreç olarak kabul ediyorsak, kent karşıtı söylemleri, değişim / dönüşüm karşıtı ve muhafazakâr tavırlar olarak kabul ediyoruz demektir.
Arkitekt dergisi, mesleki konumu nedeni ile elbette kent karşıtı bir söyleme sahip değildir. Böylesi bir tutum kendi temel varlık alanının reddi olurdu. Ancak
Resimli Ay gibi popüler bir magazinde bile yer bulabilen ilerici bir kent taraftarı söylem geliştirememiştir. Aksine, iktidarın köycü söylemlerine eşlik etmiş, köyü de meslek alanına dâhil etme kaygısı ile davranmış, tarihsel politik tutumlara paralel olarak gittikçe daralan, zaman içinde özellikle köye yönelen muhafazakâr bir perspektife sıkışmıştır.
1930’lu yıllarda modernizmin yalın estetik beğenisinin propagandasını yapan Arkitekt, benimsediği bu yeni modern estetik tercih ile her ne kadar yenilikçi ve inkılâpçı / devrimci bir görünüme sahip olsa da, gerçekte oldukça muhafazakâr bir tutum içindedir. Bu da halk için, halka rağmen ve / ama halktan çok iktidardan yana bir tutum içinde olmasından kaynaklanır. Özellikle derginin editörü Zeki Sayar’ın, köylüyü köye “rapdetmeye” kararlı, köycü bir yaklaşıma sahip olduğu görülebilir. Samih Saim örneğinde olduğu gibi daha ilerici, özgürlükçü ve kent yanlısı tutumların dergiye hâkim olamadığını; iktidarın, kitlelerin hareketliliğinden korkan, köylüyü yerine “çivilemeyi” hedefleyen tavrına sadık; muhafazakâr ve köycü bir söylemin etkili olduğu söylenebilir.
NOTLAR
1. Hobsbawn’ın tanımı için bkz. Karaömerlioğlu, 2006.
2. Erken Cumhuriyet döneminin kent karşıtı, köycü söylem ve politikalarını ele alan Karaömerlioğlu (2006), köylerden kente doğru oluşacak akışa ve toplumsal hareketliliğe karşı iktidarın muhafazakâr tavrını Halkevleri, Köy Enstitüleri,1945 Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu yanı sıra, edebi eserlerdeki yaklaşımlarla da açıklamaktadır.
3. Arkitekt dergisi elbette tek başına mimarlık ortamını temsil etmeye yeterli olmamakla birlikte önemli bir kaynaktır. Konu ile ilgili ayrıca Tanyeli’nin (2001) ve Baydar’ın [Nalbantoğlu] (1998) çalışmalarını hatırlatmakta yarar var.
4. Sibel Bozdoğan, Resimli Ay’da yer alan bu figürlerden birini yayımlayarak konuya dikkat çekmiştir. Bkz. Bozdoğan, 2002. Resimli Ay’da ve dönemin diğer popüler yayınlarında yer alan modern kent imajlarını bir çalışma konusu olarak öneren Sibel Bozdoğan’a teşekkürü borç bilirim. Kente dair kuvvetli bir söylemin zengin bir tartışma alanını sunan ve bu yazının sınırları içinde yeterince ele alınamayan Resimli Ay’da yer alan figürler ve metinler ayrı bir çalışma konusu olarak ele alınacaktır.
5. [Akkaynak], 1931/2.
6. Akkaynak], 1931/3.
7. Ancak Samih Saim’in derginin henüz ikinci yılından itibaren etkinliğinin azaldığı izlenebilir. 1931 yılında dört makale ve bir proje yayını ile dergiye katkı sağlayan Samih Saim’in, 1932 yılında biri proje olmak üzere iki, 1933 yılında ise tek bir proje yayını vardır. İleriki yıllarda geniş aralıklarla ve ender şekilde (1934, 1938, 1940) yalnızca projeleri yayın konusu olur, teorik bir tartışma içinde yer almaz.
8. [Sayar],1935.
9. Kendi kişilik yapısını “ılımlı” olarak tarif eden Sayar, derginin politik olmayan duruşunun da altını çizmektedir. Bkz. Altan Ergut, 2001.
10. [Akkaynak], 1931/5.
11. [Sayar], 1931.
12. [Ongun], 1932.
13. 1937, Arkitekt.
14. [Saygın], 1931. [Mortaş], 1932. [Ongun], 1937.
15. 1932, Mimar.
16. [Sayar], 1932.
17. Kent nüfusunun yarattığı üretken enerjiden ancak 1945 yılında çıkan New York ile ilgili imzasız bir yazıda söz edilecektir. Bkz. 1945, Arkitekt.
18. Lubke, 1939.
19. Wagner, 1937.
20. Wagner,1936/12.
21. Wagner, 1936/10-11.
22. [Kozanoğlu], 1935.
23. Mortaş, 1935.
24. Bozdoğan, 2002, s.117.
25. Konudaki ilk önemli makalesi için bkz. Sayar, 1936/2. Ayrıca derginin sürekli köşelerinde olan yazı için bkz. 1936, Arkitekt. Sayar, 1936/8.
26. Egli, 1936.
27. Sayar, 1936/8.
28. Konu ile ilgili diğer yazılar için bkz. Sayar, 1936/9. Sayar, 1952. Sayar, 1957. 1966, Arkitekt. Fındıkoğlu, 1968.
KAYNAKLAR
1932, “Dünyanın En Yüksek Bulutdeleni”,
Mimar, sayı:7-8 (19-20), ss.218-224.
1936, “Yabancı Memleketlerde Yapı İşleri”, Arkitekt, sayı:4 (64), ss.123-125.
1937, “İşçi Mahalleleri”, Arkitekt, sayı:10-11 (82-83), ss.311-312.
1945, “Yeni Dünyanın En Büyük Şehri: NewYork”, Arkitekt, sayı:1-2 (157-158), ss.17-19.
1966, “Van-Özalp Örnek Köy Projesi ve Tatbikatı (İç Kolonizasyon)”, Arkitekt, sayı:3 (323), ss.133-135.
[Akkaynak], Samih Saim, 1931, “Lö Korbüziye’nin Muasır Şehri”, Mimar, sayı:2, ss.44-48.
[Akkaynak], Samih Saim, 1931, “Berlin Mesken Kongresi”, Mimar, sayı:3, ss.102-103.
[Akkaynak], Samih Saim,1931, “Viyana Belediyesi’nin Mesken Politikası”, Mimar, sayı:5, ss.164-171.
Altan Ergut, Elvan, 2001, “Zeki Sayar, Türkiye'de Mimarlığın Profesyonelleşme Sürecinde Bir Mimar”, Mimarlık, sayı:300, ss.14-22.
Baydar [Nalbantoğlu], Gülsüm, 1998, “Sessiz Direnişler ya da Kırsal Türkiye ile Mimari Yüzleşmeler”, Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, (ed.) Sibel Bozdoğan, Reşat Kasaba, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, ss.153-167.
Bozdoğan, Sibel, 2002, Modernizm ve Ulusun İnşası, Erken Cumhuriyet Türkiyesi’nde Mimari Kültür, Metis Yayınları, İstanbul, s.132.
Egli, Ernst, 1936, “Şehirlerde Mesken ve İskân Meselesi”, Arkitekt, sayı:7 (67), ss.191-195.
Fındıkoğlu, Fuat, 1968, “Bir Köy Yerleşmesi Etüdü”, Arkitekt, sayı:3 (331), ss.125-131.
Karaömerlioğlu, Asım, 2006, Orada Bir Köy Var Uzakta, Erken Cumhuriyet Döneminde Köycü Söylem, İletişim Yayınları, İstanbul, s.16.
[Kozanoğlu], Abdullah Ziya, 1935, “Köy Evleri Proje ve Yapıları için Toplu Rapor”, Arkitekt, sayı:7-8 (55-56), ss.203-204.
Lubke, H., 1939, “Orta Büyüklükteki Şehirlerin İmar Bakımından Vazifeleri”, Arkitekt, sayı:5-6 (101-102), ss.139-140.
[Mortaş], Mimar Abidin, 1932, “Yeni Rus Mimarîsi”, Mimar, sayı:2 (14), ss.43-45.
Mortaş, Abidin, 1935, “Köy Projesi, Mimar Burhan Arif”, Arkitekt, sayı:11-12 (59-60), s.320.
[Ongun], Burhan Arif, 1932, “Yeni Şehirlerin İnkişafı ve ‘Siedlung’lar”, Mimar, sayı:7-8 (19-20), ss.213-216.
[Ongun], Burhan Arif,1937, “Sovyet Memleketlerinde Gördüklerimiz”, Arkitekt, sayı:5-6 (77-78), ss.169-171.
[Sayar], Zeki Selâh,1931, “Müşterek İkametgâhlar”, Mimar, sayı:3, ss.97-98.
[Sayar], Zeki Selâh,1932, “Avrupa’da Bulutdelenler”,Mimar, sayı:10 (22), ss.295-298.
[Sayar], Zeki Selâh,1935, “La Ville Radieuse”, Arkitekt, sayı:10 (58), ss.309-310.
Sayar, Zeki,1936, “İç kolonizasion (Kolonisation interieure)”, Arkitekt, sayı:2 (62), ss.46-51.
Sayar, Zeki,1936, “İç Kolonizasyon (Başka memleketlerde)”, Arkitekt, sayı:8 (68), s.231.
Sayar, Zeki, 1936, “Başka Memleketlerde Yapı İşleri”, Arkitekt, sayı:9 (69), s.268.
Sayar, Zeki,1952, “Hatalı Bir iskan İşi”, Arkitekt, sayı:5-8 (249-252), ss.101-102.
Sayar, Zeki,1957, “İmar Vekaleti Teşkili Münasebetiyle”, Arkitekt, sayı:3 (288), ss.97-98.
[Saygın], Fikret Mualla, 1931, “Sovyet Rusya'da Mesken Meselesi”, Mimar, sayı:7, ss.239-240.
Tanyeli, Uğur, 2001, “Cumhuriyet’in Köy Ütopyaları”, Arredamento Mimarlık, Sayı:136, ss.86-88.
Wagner, Martin, 1936, “İstanbul ve Havalisinin Planı”, Arkitekt, sayı:10-11 (70-71), s.302.
Wagner, Martin,1936, “İstanbul ve Havalisinin Planı”, Arkitekt, sayı:12 (72), s.336.
Wagner, Martin, 1937, “İnşa Etmeyen Bir Millet Yaşamıyor Demektir”, Arkitekt, sayı:10-11 (82-83), s.277.
Bu icerik 9052 defa görüntülenmiştir.