MİMARLIK GÜNDEM
Mevcut Planlama Sistemindeki Parçalanmışlık ve Belirsizlikler bir Yönetmelikle Giderilebilir mi?
M. Remzi Sönmez, Şehir Plancısı
“Yönetmelikte ‘kentsel risk analizi’, ‘sakınım planlaması’ kavramlarına ilk kez yer verildiği görülmektedir. Ancak, bu kavramların tanımı ve hangi koşullarda hangi yöntemlerle yapılacağı konularında açıklık bulunmamaktadır. Risk konularının planlama sürecine nasıl dâhil edileceği çok önemli bir gündem olarak yerini korumaktadır.”
“Kentsel dönüşüm alanlarında, yönetmelikte belirlenen standartlara uyma zorunluluğu bulunmamaktadır. Günümüzde, kentsel mekânın biçimlenmesi ve yapılaşma süreçlerinde belirleyici rolü olan kentsel dönüşüm uygulamalarının ayrı bir hukuk normuna bağlanmasının, mekânsal adaleti zedeleyen eşitsizliği artıran bir unsur olduğu bilinmektedir.”
“Günümüzde, planlama, imar ve yapılaşma konularındaki yasal düzenlemeler, bütünlükten yoksun, toplumsal mutabakat aranmaksızın, parçacı biçimde torba yasalarda yapılmaktadır. Marmara Depremi sonrası geliştirilen, plan kademeleri, süreçler, uygulama araçları, katılım ve benzeri konularında daha tutarlı ve bütünlükçü anlayışları yansıtan yasa tasarıları / taslakları bir yana bırakılmıştır. Bu açıdan yasal düzenlemeler ile yönetmeliğin iki farklı / zıt anlayışın ürünü olduğu söylenebilir.”
1985’ten bu yana yürürlükte olan İmar Kanunu’nun planlama, imar ve yapılaşma ile ilgili sorunların çözümünde yetersiz kaldığı, toplumun beklentilerine yanıt veremediği, planlama sisteminin yeni bir anlayışla ele alınması gerektiği yıllardır meslek çevrelerinin gündeminde idi.
Bakanlıkların 2011 yılında yeniden yapılandırılması ile birlikte, fiziki planlama konularında da bazı yeni düzenlemeler yürürlüğe girdi. Planlama ile ilgili yeni bir “hukuki kavram” olarak “mekânsal plan” ifadesi imar mevzuatı içinde yer aldı. 2011 yılında, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın teşkilatlanmasına ilişkin 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile “Mekânsal Planlama Genel Müdürlüğü” oluşturuldu. 2013 yılında da 3194 sayılı İmar Kanunu’nda yapılan bir düzenlemeyle “mekânsal strateji planı” olarak ifade edilen yeni bir üst ölçek plan türü getirildi.
Sözkonusu yasal düzenlemelerin ardından, uygulamalara yön verecek bir yönetmelik düzenlemesi de bekleniyordu. Yeni yasal düzenlemelerin içinde birçok yeni kavram, yeni işlem ve yeni ilişki biçimleri getirildiği için bu yeniliklerin uygulama diline aktarılması da kaçınılmaz idi. Bu doğrultuda, beklendiği gibi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca hazırlanan “Mekânsal Planlar Yapım Yönetmeliği” 14.06.2014 tarihinde yürürlüğe girdi ve 1985'ten bu yana yürürlükte olup, birçok değişikliği barındırmış olan “Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmelik” ile 2008 tarihli “Çevre Düzeni Planlarına Dair Yönetmelik” düzenlemeleri uygulamadan kaldırıldı.
Yeni yönetmelik ile “mekânsal strateji planı”na ilişkin tanım getirilirken, farklı düzenlemeler içinde ve 644 sayılı KHK’de yer alan “bütünleşik kıyı alanları planı”, “kentsel tasarım projeleri”, “koruma amaçlı imar planları”, “özel amaçlı plan ve projeler” de Yönetmelik kapsamına alınmış oldu. Tüm mekânsal planların bir yönetmelik kapsamında düzenlenmesi, planlama kademelerinin ve planlar arası ilişkilerin yeniden tanımlanması, mevcut planlama sisteminde parçalanmışlık ve belirsizliklere karşı bütünsellik arayışı olarak değerlendirilebilir.
Yönetmelikte “plan kademeleri” mekânsal strateji planları, çevre düzeni planları ve imar planları olarak yeniden tanımlanmış oldu. Planların tür ve ölçeklerine göre işlevlerinin ayrıştırılması ile yeni plan türlerinin planlama sistemindeki yer ve işlevlerinin belirginleşmesi önemli yeniliklerdir. Bu düzenleme ile planlama kademelenmesinde yer alan mekânsal strateji, çevre düzeni ve imar planları, arazi kullanımı ve yapılaşmaya yönelik kararların yer aldığı, yaptırımı ve etkinliği daha fazla olan planlar; diğerleri ise sektörel, tematik konulara derinlemesine odaklanan, mekânsal planları yönlendiren stratejik planlar olarak değerlendirilebilir.
Yönetmeliğin çok önemli bir vurgusu da “arazi kullanım kararları ile yapılaşmada” sadece mekânsal plan kademesinde yer alan planlara uyulmasıdır. Yani planlama kademesine girmeyen planlar uygulama için bir esas oluşturmayacaktır. Bütünleşik kıyı alanları planı, uzun devreli gelişme planı, ulaşım ana planı ve diğer özel amaçlı plan ve projelerin, “planlara girdi / veri sağlayan, gerektiğinde mekânsal planların etkinliğini artırmaya yönelik araçları ve eylem planlarını tanımlayan stratejik plan yaklaşımı ile yapılan çalışmalar” olduğu belirtilmektedir. Bu düzenlemelerle mekânsal plan türleri arasında planlama yaklaşımı işlev ve etkinlik / yaptırım bakımından net bir ayrışma / farklılaşma ortaya konulmaktadır. Ancak, planlar arası karşılıklı etkileşimin, dikey ve yatay ilişkilerin nasıl ve hangi kurumsal mekanizmalarla işleyeceği konusunda yönetmelikte açık ifadeler yer almamaktadır.
Genel ve her plan türü için planlama ilke ve esasların, araştırma ve analizlerin kapsamının ortaya konulması; planların karar konuları / içeriği ve düzeyi konularında getirilen ayrıntılar ile imar planı kararlarına geçişte temel çalışmalardan birisi olan “eşik analizi” kavramının zorunlu kılınması yönetmeliğin olumlu yönleridir.
Yönetmelikte “kentsel risk analizi”, “sakınım planlaması” kavramlarına ilk kez yer verildiği görülmektedir. Ancak, bu kavramların tanımı ve hangi koşullarda hangi yöntemlerle yapılacağı konularında açıklık bulunmamaktadır. Risk konularının planlama sürecine nasıl dâhil edileceği çok önemli bir gündem olarak yerini korumaktadır.
“Asgari standartların Bakanlıkça belirlenen esaslar doğrultusunda veya Çevre Düzeni Planı ile belirleneceği” hükmü 6495 sayılı “torba yasa” ile İmar Kanunu’nun 8. maddesinde yapılan değişikliğin esasına da uygun değildir. Çevre düzeni planları dâhil, planlarda bu yönetmeliğe aykırı standart belirlenmesinin sakıncaları değerlendirilmelidir.
Yönetmelikte arazi kullanım standartlarının uygulanmasına ilişkin açıklamalar ve esneklikler getirmesi, uygulamada karşılaşılan sorunların aşılmasında yarar sağlasa da, sosyal altyapı kavramına ilişkin anlayışın farklılaştığını yansıtmaktadır. Sosyal altyapı tesisleri “sosyal devletin” temel görevlerinden olmasına karşın, yönetmelikte, özel sektörce ticari amaçlarla yapılan sosyal altyapı tesisleri de standartlar kapsamında değerlendirilmiştir. Her ne kadar kamuya ait alan oranının (EK-2 tabloda) % 75’in altına düşürülemeyeceği belirtilmişse de, yürürlükten kaldırılan yönetmelikteki oranın azaltılması ile bu ve benzeri düzenlemeler, Anayasa'da belirtilen sosyal devlet ilkesinden adım adım uzaklaşıldığının göstergesidir.
Öte yandan, kentsel dönüşüm alanlarında, yönetmelikte belirlenen standartlara uyma zorunluluğu bulunmamaktadır. Günümüzde, kentsel mekânın biçimlenmesi ve yapılaşma süreçlerinde belirleyici rolü olan kentsel dönüşüm uygulamalarının ayrı bir hukuk normuna bağlanmasının, mekânsal adaleti zedeleyen eşitsizliği artıran bir unsur olduğu bilinmektedir.
Yönetmelikte getirilen “yürüme mesafeleri” kavramı, sosyal altyapı alanlarının mekânda dengeli dağılımına yönelik kuralları tanımlamakla, yürüme mesafelerinin (özellikle dini tesisler ve alt kategorileri için) hangi bilimsel ölçütlere göre belirlendiği belirsizdir.
Planlama sürecinin demokratik katılıma açık olması, sürekli ve kurumsallaşmış katılım yöntemlerinin geliştirilmesi gereklidir. Ülkemizde planlama sürecinde, demokratik katılımın yöntemlerinin yaşama geçirilmeyişinin önemli sonuçlarından birisi de planların sürekli idari davalara konu olmasıdır.
Yönetmelikte, planlama sürecine katılım için anket, kamuoyu yoklaması ve araştırması, toplantı, çalıştay, internet ortamında duyuru ve bilgilendirme gibi yöntemlerin kullanılacağı ile kurum ve kuruluşlarla ilgili tarafların görüşlerinin alınması ilkesi yer almaktadır. Ancak, bu ilke yasal düzenleme düzeyinde desteklenmedikçe; katılım biçimleri ve mekanizmalarının planlamanın hangi aşamasında yapılacağı, planlara nasıl yansıtılacağı ve benzeri konular somut olarak tanımlanmadıkça yaşama yansımayan soyut bir ilke olarak kalma olasılığı gözardı edilmemelidir.
Yönetmelikte planların, üst ölçekli planlara ve yönetmeliğe uygunluğunun Bakanlıkça izlenmesi ve incelenmesi öngörülmektedir. 644 sayılı KHK ile planlamada merkez-yerel yönetim dengesinin giderek merkez lehine bozulduğu günümüzde, Bakanlıkça yapılacak izleme ve incelemelerin, yerel yönetimlere yasalarla tanınmış yetkileri kısıtlayıcı olmaması ve nesnel ölçütlerle yapılması beklenir. Bu nedenle plan inceleme ve denetimine ilişkin net kurallar ve başarı ölçme kriterleri geliştirilmelidir.
Yönetmelik uygulamasında farklı yorumlar ve anlayışları bağdaştırmak, tektipleşmeyi önlemek amacı ile rehberler geliştirilmeli, uygulamalardan geri dönüşler alınmalıdır.
Günümüzde, planlama, imar ve yapılaşma konularındaki yasal düzenlemeler, bütünlükten yoksun, toplumsal mutabakat aranmaksızın, parçacı biçimde torba yasalarda yapılmaktadır. Marmara Depremi sonrası geliştirilen, plan kademeleri, süreçler, uygulama araçları, katılım ve benzeri konularında daha tutarlı ve bütünlükçü anlayışları yansıtan yasa tasarıları / taslakları bir yana bırakılmıştır. Bu açıdan yasal düzenlemeler ile yönetmeliğin iki farklı / zıt anlayışın ürünü olduğu söylenebilir. Daha belirgin olarak ifade ile hukuki kademelenme gözardı edilmeden, planlama sisteminin tümünü kapsayacak yeni girişimlerin, öncelikle yasa düzeyinde ele alınması önem taşımaktadır.
Bu icerik 7119 defa görüntülenmiştir.