ANMA PROGRAMI: MARUF ÖNAL
			Meslek Örgütlenmesinde Maruf Önal
			Yayına Hazırlayan:, Fatma Öcal Al, Anma Programı Yürütücüsü
			Maruf Önal, hem Mimarlar Odası’nın kurucularından olmuş, yıllarca yönetimlerde ya da genel başkan olarak görev almış hem de Mimarlık Vakfı’nın kuruculuğunu üstlenmiş, yıllarca başkanlığını yapmış. O dönemin mimarları, mimarlık örgütlenmesini nasıl kuvvetlendirebiliriz, neler yapabiliriz diye uğraş vermiş. Önal’ın örgütçü kimliğini konuşmak üzere, 27 Kasım 2017 tarihinde Yavuz Önen, Doğan Hasol, Levent Aksüt ve Yaşar Marulyalı ile Anma Komitesi üyesi Bülend Tuna bir araya geldiler.
			
			
			
			
			 Tuna: 2016-2018 Anma Programı kapsamında  “MARUF ÖNAL ve MİMARLIĞIN KURUMSALLAŞMASI: Büro Pratiği . Örgütlenme . Eğitim”  başlığı altında Maruf Önal’ı üç yönüyle ele almaya, anlamaya çalışıyoruz.  Akademisyen ve profesyonel kimliklerini tartıştığımız iki söyleşinin ardından,  bugün de meslek örgütlenmesindeki yerini konuşacağız. (Resim 1) En kıdemlimiz olarak sizinle başlayalım isterseniz Yaşar  Bey? Siz 1953 mezunusunuz. 1954’te Oda kurulurken İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki  o meşhur toplantıya katıldınız mı?
Marulyalı: Katıldım. Ben mezun olduktan sonra hemen  askere gitmiştim, Deniz Kuvvetleri Kumandanlığı’nda çalışıyordum. O tarihî  toplantıya da üstümde bahriye üniformasıyla katıldım.
Tuna: Sizin sicil numaranız kaç?
Marulyalı: Benim 384, o toplantıya galiba  700-800 kişi katıldı. Mimar sayısı o kadardı. Zaten mimar yetiştiren üç okul  vardı. Güzel Sanatlar Akademisi, en eskisi odur, sonra İTÜ ve Yıldız. Maruf ağabey  bazı yarışmalara girerdi, ama bazılarında da jürilerde bulunurdu. Hatırımda  kalan Milli Kütüphane Yarışması var, Şevki Vanlı birinci gelmişti, biz de  birinci mansiyonu almıştık. Bir kolokyum yapıldı Ankara’da, müthiş bir  kolokyum. Salonu hatırlamıyorum, balkonlar bile dolmuştu. Şimdiki gibi değil,  şimdi bir yarışma oluyor, ne kolokyum var ne bir şey, isterlerse işi veriyorlar  ya da vermiyorlar. Böyle aşağı yukarı 200-300 kişi kolokyumda, Maruf Bey  terliyor, sorular soruluyor. Ben de boyuna soru sordum. Hatta arada çıkıp  sergiyi, projeleri geziyorduk, tekrar o projeler üzerinden sorular soruyorduk.  Artık Maruf Bey pes etti, bana da dedi ki “Sen İstanbul’da büroya gel,  konuşuruz.” Sonra ben bürosuna gittim Nişantaşı’nda, epey konuştuk...
Vakfa gelelim... 1996  yılında Mimarlık Vakfı kuruldu. Asım Mutlu, Utarit İzgi, Orhan Şahinler, Engin  Omacan vardı rahmetli o zaman, 120 mimar 3 kg gümüş karşılığında bağışta  bulundu, ayrıca 20 Oda şubesi katıldı. 140 üyeyle vakıf kuruldu. Ben de yönetim  kuruluna seçildim. Maruf Bey başkanımızdı. (Resim 2) İlk 4 sene beraber çalıştık. Bu beraber çalıştığımız  senelerde neler yaptık? Bir Burs Komitesi kurduk, sponsorlar bulup öğrencilere  burs temin ettik. Emekli sandığı kurduk. İkisi de hâlâ çalışıyor. Onun dışında  enstitüyü kurduk, o da çalışmalarına devam ediyor. İlk kuruluş senesi bir  kuruluş dönemi oldu, vakfı oturtmakla uğraştık. Bu arada önemli bir projeye el  attık. İbrahimpaşa (Esekapı) Medresesi’ni Fatih Belediyesi bize tahsis etti. Başkanımız  Maruf Önal da restitüsyon projelerini çizdi. Uğraştık fakat mali zorluklar  yüzünden tamamlayamadık. Sonra İnas Mektebi ile uğraşıldı ikinci 4 senede, o da  olmadı. En son benim başkanlık yaptığım dönemde Siyavuşpaşa Medresesi’yle  uğraştık, gerçekleştirdik. İnşaatın bitmesine az bir süre kala bizden alınıp Hilye-i  Şerif ve Tesbih Müzesi yapıldı. Maruf Bey’in hakikaten güven veren bir kişiliği  vardı. Yönetimde de daima herkesin fikrini alan, o fikirlere hürmet gösteren,  kendisi de gayet güzel önerilerde bulunan bir insandı.
Tuna: Doğan Bey, siz neler söylersiniz? 
Hasol: Maruf Bey’le bizim asıl  birlikteliğimiz Mimarlar Odası’nda oldu. 13. dönemde değişik bir yönetim kurulu  oluşmuştu. Son yıllardaki yöneticilerden biraz farklı üyeler girdi yönetime. Örneğin,  Maruf Bey, Turgut Cansever, Şevki Vanlı vardı. Başkan seçimi biraz sıkıntılı  oldu. Şöyle ki, 3 kişi Maruf Önal’ı destekliyorduk; Turgut Cansever zaten kendisi  adaydı, ayrıca 2 destekleyicisi vardı. Maruf Bey çekingen davranıyor, istiyorsa  Turgut olsun diyip duruyordu. Sonunda Şevki Vanlı’nın şöyle bir esprisi oldu:  “Yahu Maruf, sen bu kadar çekimser davranıyorsan seni seçmemek lazım!” Sonunda  Maruf Önal seçildi ve ikinci kez Oda yönetiminde, bu kez başkan olarak görev  almış oldu.
Her şeyden önce çok  sağduyulu ve itidalli bir insandı. Kendisini hem Odadaki görevde, hem de daha  sonra Mimarlık Vakfı’nda birlikte çalıştığımız sırada yakından tanıma fırsatını  buldum. Gerçekten dengenin simgesi gibiydi Maruf Bey. Son derece mütevazı,  fakat ne yaptığını çok iyi bilen bir tutumdaydı. Biraz önce Yaşar Bey’in  söylediği gibi Karayolları Yarışması için iki büro ortaklık kuruyor. Yani Maruf  Beylerin İMA’sı ile Baysal-Birsel grubu hep birlikte katılıyorlar yarışmaya ve  birinci geliyorlar. Fakat daha sonra sıkıntılar başlıyor. Başbakan Adnan Menderes  dönemi, baskıcı bir dönemdi. Bayındırlık Bakanı, çelik strüktürlü yapıyı  beğenmiyor, betonarmeye dönüştürülmesini istiyor. Çok tuhaf tabi, bir Bakanın  mimariye bu şekilde müdahale etmesi pek kabul edilebilecek bir şey değil. İş ciddi  bir mücadele konusu oluyor; sonunda mimarlar çaresiz, vazgeçiyorlar işten. Karayolları  binası daha sonra başka şekilde yapıldı, tıpkı sonradan Milli Kütüphane yarışmasında  olduğu gibi, Milli Kütüphane de birinci gelen Şevki Vanlı’ya verilmedi. O da  Bakanlığın kendi bürosunda yapıldı.
Maruf Bey akademik hayata  Güzel Sanatlar Akademisi’nde asistan olarak başlamış, fakat sol fikirlere  eğilimli olduğu için fazla barınamamış. Yıllar sonra Yıldız Teknik Üniversitesi  kendisine kucak açacaktır ve orada eğitim hayatının en başarılı dönemini  geçirecektir. Yine Odada iken fark ettiğim bir özelliği vardı: Çok iyi bir  proje eleştirmeniydi. Katkılar da getirerek yapıyordu bunu. İşte, Odada  birlikte çalıştığımız dönemde, Mimarlar Odası Merkez Binası’nın yapılması  gündeme geldi. (Resim 3) Ben  yüreklendirmeye çalışıyordum hep, çünkü o sırada biz Yapı-Endüstri Merkezi’ni  kurmuştuk; yapı malzemesi üreticileriyle yakın ilişkimiz vardı. “Başlayalım,  yapı malzemesini çok kolay sağlarız” diyordum. O dönemde mimarlar yine ekonomik  bir darboğazda idi. Örneğin, Nevzat Erol, Riket Grubu’nda görev almıştı. Riket,  o tarihlerde Marley denilen PVC asıllı malzemeyi üreten firmalardan biriydi. Odanın  bütün döşeme kaplamalarını vermeyi vaat etmişti. Bu türden bağışlar alabileceğimizi  biliyorduk. Başka bir mimar, Eternit firmasının pazarlama müdürü olmuştu. Aydın  Boysan da yapı malzemesi ticareti yapmak üzere Levent’te bir villa kiralamıştı;  orası mimarların buluşma merkezlerinden biri gibiydi.
Oda binası projesini Cihat  Fındıkoğlu’nun yapması kararlaştırıldı. Cihat projeleri hazırlar getirir ve  Maruf ağabeyle gözden geçirirlerdi. Maruf Bey çok doğru noktalara değiniyordu, akla  gelmeyecek şeyleri düşünebiliyordu. Çok hoştu, böylece o yanını da görmüş  oldum. Yalnızca eğitim değil, mimarlık uygulamaları değil, eleştiri bakımından  da son derece olgunlaşmış durumdaydı. Nitekim mimar olarak da zaten milli mimarinin  en koyu döneminde Dr. Belen Evi’ni yapabilmiştir. Bugün de Vişnezade’de o bina çok  şükür hâlâ ayaktadır. O tarihte, yani milli mimarinin doludizgin gittiği bir  dönemde modern anlayışta bir yapıyı ortaya koyuyordu.
Vakıf başkanlığında biz  halef selef olduk. Epeyce zaman başkan yardımcılığı yapmıştım; başkanlıktan  ayrılırken benim başkan olmamı arzu ettiğini söylemişti. Nitekim aday oldum,  seçimlerden sonra görevi devraldım. O görevim ne yazık ki kısa sürdü. O sıralar  benim başka görevlerim de vardı: Yapı-Endüstri Merkezi vardı, Uluslararası Yapı  Merkezleri Birliği’ndeki görevim vardı, Has Mimarlık vardı. Ani bir  rahatsızlığım da bunlara eklenince erken ayrılmak zorunda kaldım. Aklımıza Yaşar  Marulyalı geldi. Kendisi yurtdışındayken biraz da oldubitti ile başkan olmasını  sağladık.
Tuna: Taşkışla 109’da, Odanın 45. yılı  vesilesiyle yapılan bir toplantıda, Aydın Boysan demişti ki, “O zaman ilk  yönetimimizde imzacılıkla uğraşıyorduk.” Düşündüm ki 60 yıl sonra hâlâ  uğraşıyoruz. Buradan hareketle şunu soracağım: Beraber olduğunuz dönemde Odada  en çok uğraştığınız konular nelerdi, hatırlıyor musunuz, 13. ve 15. dönemlerde?
Hasol: Özel yüksekokullar konusu vardı, çok  sayıda açılmıştı. Nitekim 1970’te Anayasa Mahkemesi kararıyla o okullar  kapatıldı. İnşaat Mühendisleri Odası ile yakın bir işbirliği içindeydik. Bu iki  Oda, özel yüksekokulların Anayasaya aykırı olduğunu belirleyerek oralardan  mezun olanları Odaya kaydetmedi. Kaydedilmeyenler mahkemeye başvurdular. Odalar  davada, “Bu okullar Anayasaya aykırıdır” deyince mahkeme konuyu Anayasa  Mahkemesine sevk etti. “Üniversiteler devlet eliyle kurulur” diyordu Anayasa. AYM  sonuçta, o doğrultuda karar verdi. Sonuçta, o okulların bir bölümünün  kapatılması, durumları uygun olan bir bölümünün de, devlet üniversiteleri  içinde eritilmesi yolunda işlem yapıldı. En çok uğraştığımız ikinci konu ise Ankara’da  Mimarlar Derneği’nin arsası üzerine Oda binası yapılması konusuydu.
Maruf ağabeyin bir yanını  daha eklemek isterim... Kalemini hiç esirgemezdi. Ben Yapı dergisine bir yazı yazmıştım, “İki Seçkin İnsan Üzerine” diye.  Yazıda Maruf Bey’i ve Utarit Bey’i anlatmıştım. İkisi de hayattaydı. Gittikten  sonra çok yazı yazılıyor insanlar hakkında, ama hayattayken yazılmasında yarar  var diye düşünüyordum. “Örnek insanlar” diye bahsettiğim Maruf ağabeyden çok  hoş bir mektup geldi bana. Zaten bayram ve yılbaşı kutlamalarını da inci gibi  yazısıyla özenli bir şekilde yazıp gönderirdi. (Resim 4) 
Tuna: Çok teşekkürler. Yavuz Bey, buyurun. 
Önen: Böyle bir toplantıda  ve sizlerle birlikte olmak benim için gerçekten büyük bir keyif, bir onur. Davet  edildiğimde heyecanla hemen evet dedim. Ben iki-üç yıldır Maruf Önal ile ilgili  bir dosya geliştirdim. Çünkü -ben Mimarlar Odası’na 1962’de mezun olup 2119  sicil numarasıyla kaydoldum ama– Oda etkinliklerine ilgi gösterdiğim,  toplantılara katıldığım dönemler, onun başkanlık yaptığı yıllardı. Askerliği 1964’te  bitirdikten sonra gittiğim Ankara’daki Mimarlar Odası bizim üniversite eğitiminin  ikinci evresi idi. Orası benim için bir okul oldu. İşte o dönem Maruf Bey’le  çakışıyoruz. 1970 yılında Ankara Şube Yönetim Kurulu üyesi oldum. Kısa bir  zaman içinde beni biraz çalışkan buldular, sekreterlik görevi verdiler. 5  kişilik yönetim kurulunda ben muhalif listeden yönetime girmiştim. 4’ü de güya  o zaman bize göre sağda olan arkadaşlardı. O arkadaşlar  beni sekreter yaptılar. Böyle olunca 70 yılında Maruf Bey’in yönettiği Mimarlar  Odası Yönetim Kurulu toplantılarına şube temsilcisi olarak katıldım.
Bir şey daha söyleyeyim, 1970  yılında Nejat Ersin ağabeyimiz genel sekreterlik görevini yürütürken ben büroda  çalışıyordum ve çok vaktim oluyordu. Odanın pek çok işini Nejat ağabey bana  havale ediyordu. Dolayısıyla binanın tamamlanması çalışmalarında da Maruf ağabeyle  beraber olmuş oldum.
Maruf Önal’ın görev  yaptığı yıllar nasıl yıllardı, ona dair bir hatırlatma yapmakta yarar var. 60’lı  yıllar... Dünya soğuk savaş döneminin en sıcak yıllarını yaşıyor. Vietnam  Savaşı’na dünyada tepkiler var, gençlik ayağa kalkıyor, Amerika’da, sonra  Avrupa’da ve Türkiye’de. Üniversiteler çok dinamik ortamlar haline geliyor.  Mao’nun Çin Kültür Devrimi bütün dünyayı etkilediği gibi Türkiye solunda da  yankı buluyor, onlar da tartışılıyor. Bunları neden örneklediğimi sonra  bağlayacağım. Bir başka dünyada ilkler bunlar. Toplumsal ayaklanma zamanında  uzaya gidiliyor, aya ayak basılıyor 1969 yılında. Bu da o dönemin düşünce  ufkunu genişletiyor, uluslararası dayanışmayı da hatırlatıyor dünya çapında.
Peki, Türkiye’de ne var?  Türkiye’de yeni bir Anayasa var. 27 Mayıs askeri darbesinin getirdiği 61  Anayasası toplumsal örgütlenmenin önünü açan, devlete karşı bireyi koruyan,  bireye hak veren, örgütlenme ve düşünce özgürlüğünün önünü açan bir Anayasa. Toplumda  müthiş bir yükselişe neden oluyor; işçiler haklarına sahip çıkıyor, sendikalar  güçleniyor, grevler, yürüyüşler oluyor. Köylü toprak istiyor, toprak işgalleri  başlıyor. Öğretmenler örgütleniyor, TÖS var. Bunları zikrediyorum, çünkü  bunlarla biz dirsek temasındayız, birlikte etkinliklere katılıyoruz. Kamu  çalışanları ayaklanıyor. O dönemin en önemli çalışmaları, bu toplumsal uyanış  ve davranış, yani eylemli dönemlere dair çalışmalardı. Sol yayınlar patlıyor,  kitaplar okunmaya başlıyor. Kapitalizme alternatif yönetim biçimlerinin,  ideolojilerin, Marx, Engels, Lenin, Mao’nun, Küba Devriminin, Çin Devriminin ve  liderlerinin öyküleri yayımlanıyor. Şiirde, edebiyatta, romanda, tiyatroda ve  sinemada müthiş bir verimlilik var. Böylesi toplumsal bir devinim ortamı, hak  savunuculuğunu ve alternatif siyaset yapmayı, bireysel haklar, ezilen-ezen  ikileminin fark edilmesini, sınıf esaslı yorumları getiriyor. O dönem hem Maruf  Önal’ın açış konuşmalarında, hem çalışma raporlarında bunlar çok ayrıntılı  olarak yazılıyor.
Çok önemli bir şey daha  var, siyaset sahnesinde yeni bir ses, Türkiye İşçi Partisi, 1965 seçimlerinde  15 milletvekiliyle parlamentoya girmiş. Bu da topluma yeni bir ses katıyor. Bu  arada bizim mesleğimiz açısından mutlaka üzerinde durmamız gereken bir şey daha  var: Kırdan kente göçün sonucunda gecekondulaşma, kentleri dönüştürmeye  başlıyor. Bütün kuralları bir sel gibi ezip geçiyor, imar hukukunu ve her şeyi  altüst ediyor. Çarpık kentleşme dediğimiz kentleşme süreci yaşanıyor.
Tuna: Bir yandan da Türkiye’nin büyüme  yılları, o zamanlar liberal ekonominin, Demirel’in dediği gibi, her zaman  büyüdüğü yıllar.
Önen: Tam da oraya geliyordum. Maruf Önal’ın  görev yaptığı yıllar, Süleyman Demirel’in hükümet dönemleridir. Şunu da eklemek  lazım: Böyle bir toplumsal uyanıştan rahatsız olanlar ve karşı tepkiler var.  Meslek odalarına fiili baskılar başladı. Hakkını savunan, eylemlere katılan  kamu görevlileri baskı görmeye başladı, görevlerinden alındılar, sürgün  edildiler. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu gündeme geldi, statüler değişmeye  başladı, mağduriyetler oldu ve teknik eleman eylemleri başladı.
Tabi bu bir dünya  politikasıydı. Sola karşı tepkiler büyümekteydi. Türkiye’de ise, siyasi  cinayetlerin işlendiği, kontrgerilla teşkilatların kurulduğu, Alparslan Türkeş’in  komando kamplarının olduğu süreç, meslek odalarına kadar gelen bir şiddet  ortamını da getirdi. Mesela, ben bir arkadaşınız olarak Mimarlar Odası’nda  görev yaptığım sırada 69-70 yılında -bizim binanın yanında Milliyetçi Hareket  Partisi’nin genel merkez binası vardı- bir öğle vakti eve giderken komando  denilen gençlerin saldırısına uğradım, yaralandım. Ve Oda bana sahip çıkmış,  açıklamalar yapmıştı o zaman.
Maruf Bey nasıl  yorumluyordu bu dinamiği, bu gelişmeyi? Bir kere bunu bir toplumsal gelişme  olarak, hatta devrimci bir atılım olarak niteliyordu. Şöyle bir yorumu var  örneğin: “Bu devrime açık bir ortamdır, oraya doğru bir yöneliştir, olumludur,  bir gelişmedir.” Bu önemli bir tespit. Üniversitelerdeki hareketler bizim  meslek odalarını çok yakından ilgilendiriyor. 1969-70’li yılların çalışma raporunda,  gürül gürül ODTÜ’den, KTÜ’den, ADMMA’dan ve İTÜ’den mezun olan bu 68 kuşağının,  meslek odalarına büyük bir dalga biçiminde gelmiş olması memnuniyet verici  olarak niteleniyor, bundan mutluluk duyuluyor. (Resim 5)
Bu yıllar, hâlâ  kullandığımız, zarflarımızın üzerine bastığımız “Mimarlar Odası Toplum  Hizmetinde” ilkesinin düşünsel anlamda derinleştiği ve Mimarlar Odası’nın  çalışma programının esasını oluşturduğu yıllar.
“Mimarlar Odası bir kamu  kuruluşu olarak kamusal alanda faaliyet gösteren bir meslek örgütüdür” derdi  Maruf Bey. Mimarlık Semineri’nde de mesleğe dair değerlendirmesinde de bunu  böyle söylüyor: “Mesleğimizi yaparken, Mimarlar Odası’ndaki faaliyetleri  programlarken esas olarak bir kamu hizmeti hedefi olmalıdır, oraya doğru  yönelmelidir.” Hep şunu derdi; eğer bizim bu yaptıklarımız dar gelirliye,  vatandaşa yönelikse, sıradan çiftçiye, esnafa, işçiye, yani geniş bir  toplumsal, kamusal alana hizmet ediyorsa başarılıdır. Mimarlar Odası  çalışmalarını da böyle değerlendiriyordu.
O dönemin en kritik  örneklerinden biri, ABD büyükelçisi Komer’in arabasıyla Orta Doğu Teknik  Üniversitesi’ni ziyareti sırasında içinde Mimarlık Bölümü’nden arkadaşlarımızın  da olduğu bir grup öğrencinin arabayı devirip ateşe vermesidir. Elbette bu bir  değerlendirmeye tabi tutuluyor. Maruf Bey şiddet yanlısı değildi, fakat o olayı  geniş bir toplumsal devinim ve devrimci eğilimin bir parçası olarak görüyor.  Üniversitelerdeki işgalleri, dersleri aksatmaları, öğrenci-öğretim üyesi ilişkisinde  yeni bir tarzın hayata geçmiş olmasını bir öfkeyle, bir tepkiyle karşılamıyor,  aksine kucaklıyor. Bunun bildirisi var, çalışma raporlarına eklenmiş.
Tuna: Bu arada 69 Mimarlık Semineri’nden bahsettiniz,  o sırada yapılan en önemli etkinliklerden biri...
Önen: Şimdi o yapılanlara geliyorum.  Mimarlar Odası arşivi, hafızası yalnız mimarlık ortamının bir değeri değildir,  Türkiye toplumunun bir değeridir. Ben biraz genelliklerden söz ettim, ama  Türkiye’de gelişme içinde doğrudan meslek alanıyla ilgili çarpıcı şeyler var. 1930’lu,  1940’lı yıllarda mimar sayısı az, yabancı mimarların katkısından söz ediyorduk.  Fakat 1960’lı, 1970’li yıllarda bu başka bir şeye evrildi. Dünya kapitalizmi,  sermayesiyle beraber proje hizmetlerini de getirmeye başladı. Projelerin  yabancı mimar, mühendisler tarafından yapılması olgusuyla burun buruna geldik.  Kaynakların büyük bir bölümü büyük projelere gidiyor ama bizler yapmıyoruz bu  projeleri. Yabancı teknik hizmet ithaline, yabancı mimar, mühendis  çalıştırılmasına karşı tepkilerin başladığı yıllardır bu yıllar, Maruf Bey de  bunun öncülerindendir. Beyin göçüne değinmeye başlıyoruz ve meslektaşların  gelir güvenliği bizim önemli sorunlarımızdan biri oluyor, ister serbest çalışsın,  ister kamuda çalışsın.
Bunlar olurken, Mimarlar  Odası’na yöneltilen “Siz siyaset yapıyorsunuz, meslek alanlarını ihmal  ediyorsunuz” eleştirisine yanıt olarak Maruf Önal şöyle diyordu: “Politik  kararlara teknik yorumlar yapıyoruz ve bu bizim görevimizdir.” Yani  politikacının aldığı kararları gözden geçireceğiz. Şimdi politikacılara yön  verme anlamında en önemli ürün bugün kitap halindedir: Bu kentsel gelişmeye,  yeni büyümeye dair ışık tutmak ve sorunları tartışmak üzere düzenlenen 1. Milli  Fiziki Plan Semineri. Bizim tırnak içinde “devrimci” sosyalistlerin,  komünistlerin yeni dalga söylemlerinin dile geldiği demokratik ortamları da  oluşturuyordu Mimarlar Odası çalışmaları. Biz 1. Milli Fiziki Plan Semineri’ne  dört arkadaş bir bildiri vermiştik, o da kitabın ekindedir. Daha önce  bahsettiğimiz, özel yüksek okullar meselesi çok önemliydi. Maruf Önal istifa ettikten  bir hafta sonra Anayasa Mahkemesi karar verdi, 14 Ocak 1971’de. Eğitim alanında  kamu hizmeti nedir, Anayasanın verdiği haklar ne idi; özel yüksek okullar  mücadelesi çok zengin bir repertuar veriyor. Hukuk mücadelesinin en büyük zaferlerinden  biridir. İstanbul’da başladı, Demirtaş Ceyhun’la bir inşaat mühendisi  arkadaşımızın birlikte açtığı dava üzerinden alındı karar, biz değişik  evrelerde müdahil olduk. (Resim 6)
Hasol: Davayı Odalara  kaydedilmeyenler açmıştı. İnşaat Mühendisleri Odası’ndan İzzettin Silier, hem  mühendis hem hukukçu idi. Yargıtay’daki murafaayı ben de dinledim. Ankara’da  hakimler huzurunda, “Şimdi mühendis sıfatımla düşüncelerimi söylüyorum” diyordu  İzzettin Silier, peşinden, “şimdi de hukukçu sıfatımla söylüyorum” diyordu. Çok  güzel bir savunma ve duruşmaydı. Anayasa Mahkemesi, o okulların kapatılmasına  karar verdi ve karar uygulandı.
Önen: O dönemde üzerinde durulan ikinci  önemli şey toprak politikası; kent toprağı, tarım toprağı, kıyılar ve ormanlar.  Maruf Önal’ın görev yaptığı yıllarda “kent toprakları kamulaştırılmalıdır”  söylemi de öne çıkmaya başladı. Tarım reformu tartışılmaya başlandı. Bunun  devamı olarak, şu anda Türkiye’nin önündeki sıkıntıların aşılmasında kılavuz  olabilecek, bir seçim bildirgesi var Odanın. 1969 genel seçimleri olacak,  Mimarlar Odası diyor ki: Ey seçilecekler, Türkiye gerçekleri şudur. Biz kendi  ortamımızdan şöyle bir değerlendirme yaptık, alın, okuyun. Okumadıklarından  eminim. Fakat Türkiye’nin önündeki sıkıntıların nasıl aşılabileceğine, temel  sorunun ne olduğuna, Türkiye’yi bekleyen tuzakların ne olduğuna dair, topraktan  kopuşun, Türkiye köylüsünün toprağı bırakıp şehirlere gidişinin ve hesapsız  kitapsız bir sel gibi akışının nasıl bir felaket olduğunu yazan bir seçim  bildirgesiydi o. Biz bunu bir meslek adamı gözüyle, uzman olarak yazıyoruz.  Türkiye gerçeğini can evinden yakalayan bir bildirgedir ve onun devamı olan 73  bildirgesi de oradan beslenmiştir.
Bu yılların önemli bir  karakteristiği de şu, dinî inançları siyasete alet etmenin adımları atılıyor.  Kocatepe Camisi’nin temellerinin dinamitlenmesi bu yıllarda oldu. Dalokay’ın  modern mimari anlayışıyla yaptığı betonarme kabuk, temelleri atıldığı halde  inşa edilemedi. Dinamitlerle yıktılar. Buna şöyle diyor Maruf Önal: “Din  aracılığıyla fikir ve kültür gericiliği yapılıyor.” Böyle niteliyor o dönemi.
O yıllarda meslek  ortamında belge uygulamasını başlatıyoruz. Dört Oda bir araya geliyor, ortak  mesleki denetim uygulaması başlıyor. 13. dönemden itibaren Bayındırlık  Bakanlığı’yla mükemmel ilişkiler gelişiyor. İş dağıtım düzeni işliyor, artık  mimarlar devletten, doğrudan müteahhitlerden değil, daha ihale edilmeden önce  yapılmış projeler üzerinden çalışmaları başlatıyor. Mimarlar Odası bunun  aracılığını yapıyor. Önemli bürolara iş dağıtılmaya başlanıyor. Bu çok önemli  bir gelişme. Belediyeler belge uygulamaya başlıyor.
Yarışmalar çoğalmaya  başlıyor ve ilk yıllarda güzel gidiyordu. Fakat Mimarlar Odası’nın toplumsal  gelişmeler ve olaylara bakış açısı nedeniyle devlet kurumlarıyla arasında sürtüşmeler,  gerilimler, karşıtlıklar başlıyor ve ilişkiler bozuluyor. Üyelerimizi görevden  alıyorlar, Yarışmalar Yönetmeliği’ni değiştiriyorlar. Mimarlar Odası’nın  müdahalesini kısmaya çalışıyorlar, Odanın itirazına yol açan tavırlar  sergiliyorlar ve giderek Mimarlar Odası yarışmaları boykot kararı alıyor, tıpkı  özel yüksek okullardan mezun olanları kaydetmeme kararında olduğu gibi.
O dönemde yolsuzluklarla  ve proje yapım sürecindeki aksaklıklarla da ilgilendik. Çok çarpıcı bir örnek  İzmir’deki Halkapınar Olimpiyat Stadı’nın projelendirme ve ihale aşamasıdır.  Mimarlar Odası hem çok uzun süren proje üretimleri, hem de çok uzun süren  inşaat süreleriyle ilgileniyordu. Halkapınar’ın üstüne gittiği için de Bayındırlık  Bakanlığı müthiş rahatsız olmuştu.
Odanın sevilmeyen bir  başka eylemi de kendi dışındaki toplumsal gelişim ortamındaki değişik  örgütlerin yaptığı etkinliklere katılması. Bunun en çarpıcı olanı Türkiye  Öğretmenler Sendikası’nın düzenlediği Devrimci Eğitim Şurası’dır. Buraya çok  güzel bir rapor hazırlayarak bir heyet  -Mimarlar Odası’nın beyin takımı diyebiliriz- katılıyor.  Yani, yalnız özel yüksek okullara karşı çıkıp orada mezun olanları kaydetmeme  kararı almıyor Mimarlar Odası, Türkiye’de laik ve devrimci bir eğitim nasıl  olur, bunun üzerine de kafa yoruyor, raporlar sunuyor.
Özetle Mimarlar Odası  hesap soruyor bu dönemlerde. Bu tepkiler yalnız meslek ortamında gelişmiyor. Kanlı  pazarlar yaşanıyor, insanlar Taksim’de saldırıya uğruyor. Amerikan donanmasını  protesto eden gençlere saldırılar başlıyor ki bunların içinde mimarlık ve  mühendislik fakülteleri öğrencileri büyük çapta yer alıyor.
Aydın Boysan’ın divan  başkanı olduğu Park Otel’deki Genel Kurul’da 6. Filo Boğaz’daydı ve biz görüyorduk.  Genel Kurul salonunda Aydın ağabey açış konuşmasına, “Nesebi gayrisahih bir  donanma boğazımıza demir-çelik pençelerini atmış, kahrolsunlar” diyerek  başladı. Bu örneği de şunun için veriyorum; o dönemki hava bağımsızlıkçı bir  hava. Amerikan hegemonyasına karşı ekonomik bağımsızlığı, siyasi bağımsızlığı  savunuyoruz, tam bağımsız Türkiye diyoruz. Devrimci gençliğin sloganları  arasında da, bizim ortamlarımızda da bunlar dile geliyor. Sonunda da 61  Anayasası Türkiye’ye geniş geldi denilerek 1971 müdahalesine kadar geliniyor.
Şöyle noktalayayım, 1970’te  Maruf Önal istifa ediyor. O istifa ortamına değinmek istiyorum. Yönetimde  herkes Maruf Bey gibi düşünmüyor, ona muhalif olan görüşler var. Son yıl da bu  muhalefetin başını çeken bir isim, başkan yardımcılığını da yürüten Erol  Kulaksızoğlu oldu. Çok titiz ve çalışkandı, yönetim kurulu toplantılarında  sayfalar dolusu muhalefet şerhleri yapıp, karşı görüşler dile getirip yönetim  kurulunda farklı bir devinim yaratmaya çalıştı. Maruf Bey’i baskılayan bir  gelişme buydu.
Fakat bunun yanında Maruf Bey’i  yetersiz bulan görüşler de vardı. Bütün bu anlattıklarıma rağmen, Mimarlar  Odası’nın eksik kaldığına, örneğin diğer benzer kuruluşların etkinliklerine pek  gönüllü olarak katılmadığına dair söylemler vardı. Bunun en açık belgesini  Orhan Şahinler bırakmıştır. Orhan ağabey İstanbul Şubesi’nde görevliydi, fakat  merkezi eleştirmek, protesto etmek üzere görevinden istifa etti. İstifa mektubunda  genel merkezi yetersiz bulduğunu söylüyordu. Somut bir belge bıraktığı için  Orhan ağabey üzerinden söyledim. Ama genel olarak bu gelen devrimci dalga,  aslında deminden beri anlattıklarımın çok da farkında değildi. Mimarlar  Odası’nda ne olup bittiğini bu ayrıntıda kavrayabilmiş, yapılanların öneminin,  değerinin farkında olan bir geliş değildi o. Bir dalga geliyor, ama kendinden  öncekini de ihmal ederek geliyordu. Bu devinim içinde Maruf Bey istifa etti.
Benim, Maruf Önal dediğim  zaman gözümün önüne son derece sakin, güven verici, hani Osmanlıca “çelebi”  derler ya, öyle bir insan geliyor. Sükûnetle herkesi dinliyor. Ben  öfkelendiğini, birine rahatsız edici bir şey söylediğini hatırlamıyorum. O  dönem bizim dilimiz çok keskindi, felaket konuşurduk, birbirimizi mahvederdik.  Maruf ağabeyde böyle bir dil yoktu. O güzel dilli bir insandı. Hem Türkçesiyle,  hem davranışıyla bir ağabeydi. Osmanlı döneminin ahilik duyguları ve ilkelerini  bize belki Cumhuriyet döneminin terbiyesi içinde sunan çok ender ağabeylerden  biriydi. Burada onun hakkında konuştuğumdan dolayı da son derece mutluyum.  Teşekkürler. (Resim 7)
Tuna: Teşekkür ederiz. Arka  planı açarak çok güzel bir perspektif sundunuz. Ben Mimarlık Semineri  yapıldığında yeni öğrenciydim, ama katılmadım. Daha sonra Odada yönetici  olduğumda fark ettim ki farklı bileşimdeki yönetimlere rağmen o dönemdeki  siyasi alt-üstlükler, dünyayı, Türkiye’yi tanımak, yeniden yorumlamak anlamındaki  arayış, 1. Milli Fiziki Plan Semineri, Mimarlık Semineri, Odanın söylemini  zenginleştirici etkinlikler... Daha sonra hepsini inceledim. Farklı  disiplinlerden destek alan, sosyolojiden, şehir planlamadan, felsefeden destek  alıp yorumlamaya çalışan bir gayret var. Sonraki yıllarda da elbette bir sürü  başka katkı olmuştur ama orada geliştirilmiş o zengin birikim bugünlere kadar Odanın  söylemini oluşturageldi, önünü açtı diye düşünüyorum.
En son belirttiğin gibi o  dönem çok sakin geçmemiştir. Bunu farklı yorumlayanlar doğal olarak olmuştur ve  bu farklılık içerisindeki gerilimler nasıl yaşanmış, ben de merak ediyorum.  Şimdi isimlere bakıyorum, Doğan Bey de bahsetti, Turgut Cansever rakip başkan  adayı olarak çıkıyor. Turgut Cansever bugün gerçekten de çok değerli bir  meslektaşımız, ama kendi iddiası olan, farklı söylemi olan, toplumu,  şehirleşmeyi farklı yorumlayan bir meslektaşımız. Başkan olamamış, ama  ayrılmamış da, aynı yönetimin içerisinde devam ediyor. Bunu da becermişler, bütün  o gerilimli tartışmalara rağmen.
Levent Bey’e söz vermek  istiyorum. Aslında biraz önce anlatılan o heyecanlı oturumlarda siz yönetim  kurulu üyesiymişsiniz, Nejat Ersin, Ergun Unaran, Cemil Gerçek, Doğan Hasol ve  Ali Topuz’la birlikte. Siz ne diyorsunuz bugünlerle ilgili olarak?
Aksüt: Ben Maruf Önal’ı şöyle tanıdım:  Egosunu yenmiş, herkese sevgiyle yaklaşan bir ağabey olarak gördüm. Memleketini  ve insanları seven, iyi yapılanları takdir eden, sol düşünceye yakın bir  ağabeyimizdi.
Biz Yaşar’la 1963 yılında  Elazığ Teknik Okul müsabakasını kazandık. Genciz, ben 33 yaşındayım, Yaşar 32.  Kazandık, gittik, orada Bayındırlık Bakanlığı’nda mimar bir ağabeyimizle,  ismini hatırlamıyorum şimdi, mukavele yapacağız. Baktık, hesap yanlış yapılmış.  Dedik ki, “Ağabey, burada bir yanlışlık var.” “Yeter bu kadar!” dedi. Bir mimar  yaptı bunu bize. “Zaten genç adamlarsınız siz, ben bunu böyle yapıyorum” dedi,  biz de sesimizi çıkaramadık. Mimarların da mimarlara zararı oluyor. Bu bizim  ağabeyimiz, bizi kollaması lazım halbuki. Sonra bir vesileyle ben bunu Maruf ağabeye  anlattım. O da kalktı, Elazığ’a geldi, “Kardeşim, sen bu çocukların hakkını  nasıl yersin” diye çıkıştı, hatırlıyorum. Sırf bunu söylemek için, doğruluğu  tatbik etmek için kalkıp İstanbul’dan Elazığ’a geldi. (Resim 8)
Maruf Önal son derece  insancıl, çok iyi bir mimar ve kendinden sonrakilere, yani bizlere çok yakınlık  gösteren, teşvik eden bir ruha sahipti. Biraz evvel Yavuz’un da anlattığı gibi  memleketin ekonomik, mimari meseleleriyle yakından alakadardı ve bunları benim  gördüğüm kadarıyla müdafaa ederdi.
Tuna: Maruf Bey’in o günlerle ilgili  yaptığı bir şeyi paylaşmak istiyorum. Bunu Doğan Tekeli bize aktardı. Kendisi  de yokluklar döneminden gelmiş birisi olarak İMA’yı bir tür okul gibi  kullandırtıyor. Doğan Bey’in hayretle belirttiği şey, Türkiye’de bir mimarlık  yayını bulmanın çok güç olduğu bir dönemde İMA’da yayınlar bulunması. Bu Maruf  Bey’in paylaşımcı yanını da gösteriyor. Haftada bir toplantılar yapıp genel  konuşmalar yapmaya çalışıyor İMA’da. 
Bunları şu anlamda  aktarmak istedim: Meslek örgütünde yönetici olmak -sizler de hepiniz oldunuz,  ben de yıllarca yaptım- bir tür mesleğinizden, ailenizden, özel yaşamınızdan  çaldığınız zamanı vermek demek. Bu aynı zamanda gurur verici de bir şey, toplum  adına, kamu adına yararlı olduğunuzu hissediyorsunuz. Maruf Bey de sadece kendi  işini ya da sadece eğitmenlik yapmamış -o da tabii ayrı bir fedakârlık alanı-  aynı zamanda meslek örgütü kurmuş, bildiğini paylaşmış, bir parasal karşılığı  da yokken bunları yapmaya gayret göstermiş. Bu duygunun önemli olduğunu düşünüp  altını çizmek istedim. 
Önen: Maruf Önal, kendi mesleki yaşamıyla  ilgili olarak da bir yüzleşme içine girmiş bir ağabeyimiz. “Benim projelerime  yapılan övgüler, güzel eleştiriler aslında bu projenin başarısı demek değildir”  diyor. “Başarılı bir proje olduğuna dair bir işaret değil bunlar, bu projeler  bize dayatılan koşullarda üretilmiş projelerdir. Ben bunu aşamadım, nafile bir  iş yaptım” gibi bir değerlendirmesi var Mimarlık Semineri’nde yaptığı konuşmada.  Kendi kendisiyle yüzleşiyor. Bu yüzleşme meselesi çok değerli bir şeydir. Bir  dava adamıydı, örgütçülüğünü konuşuyoruz, örgütte görev almasının bir hayali,  bir rüyası, bir tezi, bir ideolojik çerçevesi var. Mimarlar Odası’nda sırası  gelmiş de görev yapmış değil. O demin anlattığımız toplumsal dönüşüm içinde bir  meslek adamı sorumluluğu içinde davranmış. Bu yüzleşmede, söylediğim gibi daha  ziyade bir sol yaklaşımla değerlendirme yapıyor ve kendini başarılı saymıyor; kendi  konuşması var.
O dönemin üzerinde hiç  durmadığımız, ama çok önemli, bizim Mimarlar Odası faaliyetlerini etkileyen  yaşamın içinden gelen bazı vakalar var. Bir tanesi deprem. Beni Mimarlar Odası’na  ilk çeken şey Varto Depremi sonrası Mimarlar Odası’nın düzenlediği bir deprem  sergisiydi. Devletin, vatandaşını doğal afetlere karşı nasıl çaresiz  bıraktığına dair, şu anda kırsal alanda yaşanan fiziki çevrenin, konutun ne  olduğuna dair çok güzel bir sergiydi. Ne yapılması gerektiğine dair de bir  söylem vardı. O depremi hiç unutmayalım. Zaten depremi unuttuğumuz için pek çok  şeyin acısını çekiyoruz, daha da çekeceğiz.
“Siz ne yaptınız yahu?”  diye soruyorlar ya... 1969 yılı çalışma raporunda diyor ki arkadaşlarımız bize,  hepimize: “Tüm ilerici güçler [bu ‘ilerici güçler’ kelimesi o dönem  kullanılıyordu, o gerici şahlanışa ve örgütlenmeye karşı böyle bir ifade tarzı  geliştirmiştik, düşünsel anlamda da, fiili anlamda da bir kamplaşma vardı] Türk  halkının kaderi değişinceye kadar geri kalmışlığı kader olarak kabullenmeyip  insan haysiyetine yaraşır bir düzen kuruluncaya kadar savaşa devam  edeceklerdir. Bu savaşın kazanımında Mimarlar Odası’nın mutlaka payı olacaktır.”  Şimdi cümleye geliyorum, yanıt veriyorum baştaki soruya, o dönemin  kayıtlarından: “Eylemden alıkonmaya razı olmayacağız, kurtuluşu Mimarlar Odası  gibi güçlerden bekleyen halkımıza ihanet etmeyeceğiz.” Bu kelimeler kayda  geçmişti, raporlarda var. Bugüne ışık tutacağı için bu ifadeyi burada kayda  geçirmek istiyorum.
Maruf Önal’ın bir açış konuşmasında  şöyle diyalektik bir yorumu var: Toplumların bugünkü halinin bir öncesi var.  Önceki dönem doğurur şimdiki dönemi, şimdiki dönem de yarını doğuracak, yeni  bir dönem gelecek.
Tuna: Maruf Hocamızın o  dönemlerde hem başkan olarak kongrelerde yaptığı açış konuşmaları, hem o büyük  Mimarlık Semineri’ndeki, 1. Milli Fiziki Plan Semineri’ndeki konuşmaları ya da  bildirileri çok önemli. Doğrudan kendisinin değildir tabii, ama kendisinin  rengini, görüşlerini yansıttığı metinlerdir. O bakımdan önemli.
Önen: Son olarak bir şey  söylemek istiyorum. 50-60 yıllık bir dönemi konuştuk. Şöyle bir ders  çıkarıyorum: Sohbet sırasında kafamda böyle koşturduğum bir şey oldu. Toplumsal  gelişmeler konusunda biz çok aceleci davrandık. Toplumun 10 yıl içinde, 20 yıl  içinde değişebileceğine dair bir ütopyamız vardı. Türkiye’de ve dünyada  yaşadığımız gerçeklik bunun böyle olmadığını gösteriyor. Maruf Önal’da bu sabır  var, o kararlı mücadelesinin dili bize bunu anlatıyor. Konuşmalarını okuduğum  zaman görüyorum, bu tepkisini, bu kararlılığını o kadar yumuşak ve anlaşılır  bir dille ifade ediyor ki... Demek ki o da bunun bir vade içerdiğini, ileride  olabilecek bir şey olduğunu zannederim hissetmişti diye düşünüyorum. O zaman  ona göre biz gençlerin, hele benden daha genç olanların pek kabul etmediği bir  şeydi bu. Biz “Demokrasi hemen şimdi, devrim hemen şimdi! Tek yol devrim!”  diyorduk...
Hasol: Öyleydi, zaten şu söyleniyordu:  “Devrim olmadan hiçbir şey yapılamaz; önce devrim.” Ama bu söylem de insanları  biraz tembelliğe sevk etmiyor mu? Çünkü “devrim olmadan hiçbir şey yapılamaz”  havasındalar. Bir yazar sonradan yazdı, kim olduğunu tam hatırlamıyorum, diyor  ki, “Devrim o kadar yakındı ki sanki elimizi uzatsak yakalayacakmışız gibi  gelirdi bize.” Gençlik heyecanıyla pek çok şey yapılıyor ama Maruf Önal her  türlüsünü görmüş, birçok haksızlığa da uğramış. Ne var ki bütün bunları sabırla,  ağırbaşlılıkla, alçakgönüllülükle kabul etmişti. (Resim 9)
Tuna: Bütün bu hengâme içerisinde  olağanüstü güzel yapılara da imza atmış.
Hasol: Ve çok da mütevazı. Bana yazdığı o mektupta  öyle hoş cümleler var ki...“Örnek insan” ve “Usta mimar”lar arasına “benim gibi  sıradan bir mimarı katmış olman...” diyor. Öyle sıradan bir mimar değildi, ama  kendisini tevazu ile öyle bir yere koyuyordu. İşte öyle insanlar da bunca yıl  sonra böyle anılıyor...
Tuna: Çok yönlü bir kişiliği olan Maruf  Önal’ı konuştuğumuz söyleşilerin sonuncusunu gerçekleştirerek bir mozaiği  tamamlamış olduk. Ağırbaşlı, güven verici, çalışkan ve üretken bir isim olan  Maruf Önal’ı anlatıp, onu tanıma fırsatı bulamamış gençlere sunduk. Bu  anlatılarla bir kapı açtık, umarız Maruf Bey’e ilişkin yapılacak daha birçok  çalışmaya da altlık oluşturmuşuzdur. Hepinize çok teşekkür ederiz.
 
			
			
			Bu icerik 5536 defa görüntülenmiştir.