397
EYLÜL-EKİM 2017
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
KENTLEŞME POLİTİKALARI

Daha Adil ve Sürdürülebilir Bir Gelecek için Yeşil Ekonomi Yaklaşımı Seçenek Olabilir mi?

Osman Balaban, Doç. Dr. ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
Meltem Şenol Balaban, Yrd. Doç. Dr. ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü

Çevre sorunları giderek çeşitleniyor ve küresel bir nitelik kazanıyor. Çevresel riskleri en aza indirmek için yeşil ekonomi yaklaşımının önemine dikkat çeken yazarlar, Türkiye ekonomisinin yenilenebilir enerji, organik tarım ve yeşil bina sektörleri gibi inovasyona ve rekabete daha açık çevre-dostu sektörlere yönelmesini gerektiğini vurguluyor.

KÜRESELLEŞEN ÇEVRE SORUNLARI

Çevre sorunlarının, ülkelerin münferit eylemleriyle değil, küresel düzeyde kolektif eylem ve kararlılık ile çözülebileceği uzun yıllardır kabul edilmektedir. Ne var ki, 1972 yılında Stockholm’de düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Çevresi Konferansı’ndan bugüne geçen 45 yıllık süre sonunda geldiğimiz noktanın tatmin edici olduğunu söylemek zor. İnsanoğlunun doğal çevre üzerinde yarattığı baskı ve yük giderek artıyor. Küresel Ayak İzi Ağı tarafından sağlanan verilere göre, 1961 yılında toplam 6,98 milyar küresel-hektar (kha), kişi başı ise 2,27 kha düzeyinde olan ekolojik ayak izimiz, 2013 yılına gelindiğinde toplamda 20,6 milyar kha, kişi başı ise 2,87 kha düzeyine çıkmıştır.(1) Benzer şekilde, 1970 yılında 27 gigaton karbondioksit-eşleniği (GtCO2-e/yıl) düzeyinde olan küresel sera gazı (SG) emisyonu, 2010 yılında 49 GtCO2-e/yıl seviyesine ulaşmıştır.(2) Giderek tükenen doğal kaynaklar ve artan uç iklimsel olaylar, dünyanın pek çok bölgesinde toplulukların yaşama olanaklarını azaltmakta, bu ise çevre sorunlarından kaynaklanan göç ve mülteci akımlarını artırmaktadır. Son yıllarda, çevresel göç olgusu, uluslararası göç çalışmalarının önemli bir bileşeni halinde gelmiştir.(3) (Resim 1)

ÇEVRE-İKTİSAT ÇELİŞKİSİ

Çevre sorunlarının çözümünü güçleştiren etmenlerin başında, hızlı nüfus artışı ve buna bağlı artan kaynak ihtiyacı ve tüketim talebi gelmektedir. 1960-2000 yılları arasında, dünya nüfusu iki kat artarken, özel tüketim harcamalarındaki artış dört kattan fazla olmuştur.(4) Nüfus artışı ve artan kaynak kullanımı, çevre sorunlarının çözümünü güçleştiren temel bir çelişkinin, “çevre-iktisat çelişkisi”nin daha kalıcı ve yapısal bir nitelik kazanmasına yol açmıştır. 45 yıllık küresel çevre siyaseti deneyimine rağmen, ekonomi ve çevre politikaları arasında sistematik bir uyum halen sağlanamadığı gibi, ekonomik hedefler karşısında kaybeden, çoğu durumda çevre koruma hedefleri olmaya devam etmektedir.

Çevre-iktisat çelişkisi, çevre konusunun uluslararası toplumun gündemine bir siyaset konusu olarak geldiği 1970’lerden beri gündemde olan bir tartışma alanıdır. 1972 Stockholm Konferansı’nda temel tartışma eksenini çevre-iktisat çelişkisinin oluşturduğu söylenebilir. (Resim 2) Gelişmiş ülkeler, kirliliğin önlenmesi ve nüfus artış hızının düşürülmesi üzerinde dururken, gelişmekte olan ülkeler yoksulluk ve çevre sorunları arasındaki ilişkiye dikkat çekerek, yoksulluğun önlenmesini uluslararası çevre politikasının hedeflerinden birisi haline getirmeye çalışmışlardır.(5) Çevre alanındaki akademik çalışmaların önemli bir bölümü de çevre-iktisat çelişkisinin kaynaklarının ne olduğu ve nasıl giderilebileceği sorularına yanıt aramaktadır. Bu çelişkinin, kapitalizme özgü olduğunu ve kapitalist sistemi değiştirmeden bu çelişkiyi ortadan kaldırmanın mümkün olmadığını savlayan yaklaşımlar(6) olduğu gibi, kapitalist sistem içerisinde kalarak bu çelişkiyi en aza indirmenin yöntemlerini arayan yaklaşımlar(7) da bulunmaktadır. Ancak ana akım çevre çalışmalarının ağırlıklı olarak kapitalizm içi ve reformcu çözüm arayışlarına odaklandığı söylenebilir.

“Sürdürülebilir Gelişme” kavramının ortaya çıkışı ve yaygınlaştırılmasına yönelik çabalar, sistem içi (reformcu) çözüm arayışlarının 1980’lerde ulaştığı en önemli aşama olarak değerlendirilebilir. BM tarafından 1983 yılında kurulan Çevre ve Kalkınma Komisyonu(8), dört yıllık çalışma sürecinin ardından 1987 yılında yayınladığı “Ortak Geleceğimiz” başlıklı raporunda; çevre-iktisat çelişkisini gidermek amacıyla kullanılabilecek yeni bir paradigma olarak “Sürdürülebilir Gelişme Paradigması”nı önermiştir. 1992 yılında Rio’da düzenlenen BM Çevre ve Kalkınma Konferansı ise, bu yeni paradigmanın hayata geçirilmesi için izlenmesi gereken yol haritasını, “Gündem 21 Belgesi” adı altında dünyaya duyurmuştur.

KÜRESELLEŞME, KRİZ VE ÇEVRE SİYASETİ

1980’lerin ortalarından itibaren bir yandan yeni paradigma ve kavram arayışları ile çevre konusu tartışılmaya devam ederken, diğer yandan küreselleşmenin başat hale gelmesi ile birlikte pek çok çevre sorunu küresel bir nitelik kazanmıştır. Bu süreçte, pek çok ülkede, küresel ölçekte hareketli hale gelen sermayeyi çekmek için çevre koruma alanındaki kural ve düzenlemelerin esnekleştirildiği ya da uygulanmadığı gözlenmiştir. Örneğin, Türkiye’de bir otomobil fabrikasının yer seçimine yapılan itirazlara karşılık olarak dönemin Cumhurbaşkanı’nın, “gerekirse Çankaya Köşkü’nün bahçesini bile veririm” demesi hafızalarımızda yer etmiştir. Küreselleşmenin, çevre-iktisat çelişkisini nasıl etkilediğine ilişkin değerlendirmeler ilgili yazında sıklıkla yapılmaktadır.(9)

Çevre-iktisat çelişkisinin yakın tarihte zirve yaptığı dönem, 2007-2008 küresel finans krizi dönemidir. Krizin, küresel çevre siyaseti üzerinde olumsuz sonuçları olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Krizin ardından, küresel ekonomik aktörler, dünya ekonomisi ve finans piyasalarındaki kırılganlığı gidermeye ve krizi sonrası yeniden yapılanmaya öncelik verip, çevre sorunlarının çözümünde ayak direme eğilimine girdiler. Bu durumun temel sonuçlarından birisi, 2009 yılında Kopenhag’da düzenlenen COP15 İklim Değişikliği Konferansı’nda deneyimlenmiştir. Özellikle, ABD ve Çin Hükümetlerinin Kyoto sonrası için geçerli olacak yeni anlaşmaya yanaşmaması nedeniyle Kopenhag Konferansı, büyük bir hayal kırıklığıyla sonuçlanmıştır. İki büyük küresel güç olan ABD ve Çin’in tavrı, hiç kuşkusuz küresel krizin bir sonucudur. Dolayısıyla küresel finans krizi, 2012’de birinci yükümlülük dönemi sona eren Kyoto Protokolü’nün yerini alacak yeni iklim rejimi üzerindeki uzlaşmayı, 2015 yılında Paris’te düzenlenen COP21 Konferansı’na kadar geciktirmiştir.

YEŞİL EKONOMİ VE YEŞİL BÜYÜME

Kriz dönemleri bir yandan mevcut çelişki ve sorunları derinleştirdikleri gibi aynı zamanda çelişkilerin çözümü için yeni kavram, fırsat ve açılımların geliştirilmesine de neden olabilmektedir. 2008 krizinin ardından, benzer bir açılım da “yeşil ekonomi” ve “yeşil büyüme” kavramları üzerinden yürütülmektedir. 2008 öncesinde de bilinen ancak fazla yaygınlaşmamış olan bu kavramlar, son 10 yıllık dönemde pek çok uluslararası kuruluşun gündeminde yer edinmiştir.(10) Örneğin, BM Çevre Programı (UNEP) 2008 yılında “Yeşil Ekonomi İnisiyatifi” adı altında bir girişim başlatmıştır.(11) Amacı, çevre-dostu (yeşil) sektörlere yatırımı teşvik etmek ve çevreyle uyumlu olmayan sektörleri yeşil sektörler haline getirmek için ilgili kesimlere bilgi, çözüm ve politika desteği sağlamak olarak belirtilmiştir. Benzer şekilde BM, 2012 yılında düzenlenen Rio+20 Zirvesi’nin çağrısını, “sürdürülebilir gelişme ve yoksulluğun önlenmesi bağlamında yeşil ekonomi” teması üzerinden yapmıştır. Dolayısıyla küresel krizle birlikte, yeşil ekonomi ve yeşil büyüme kavramları, sürdürülebilir gelişme hedefinin hayata geçirilmesi ve bu yolla yoksulluğun önlenmesi ve toplumsal adaletin sağlanmasında anahtar kavramlar olarak önplana çıkmaya başlamıştır.

YEŞİL EKONOMİ NEDİR?

Henüz oluşum halinde bir yaklaşım olan yeşil ekonomi, hâkim iktisat ideolojisine getirilen kapsamlı eleştirilerden birisidir.(12) Yeşil ekonomi kavramının yeni gelişiyor olması nedeniyle kavrama ilişkin farklı tanımlama girişimleri bulunmaktadır. Bunlar içerisinde, yeşil ekonomi kavramının temel bileşenlerine ve hedeflerine açıklık getiren basit ama etkili bir tanım, UNEP tarafından yapılmıştır. Bu tanıma göre yeşil ekonomi, toplumsal refahı ve adaleti sağlarken, çevresel riskleri ve ekolojik sorunları azaltan bir ekonomik modele karşılık gelmektedir.(13) Yeşil ekonominin temel nitelikleri olarak, düşük karbonlu olması, kaynak verimliliğini sağlaması ve toplumsal olarak kapsayıcı olması gösterilmektedir.(14) Yeşil ekonomi kavramıyla sadece karbon ayak izi düşük ve kaynakları verimli kullanan bir ekonomiden bahsedilmemektedir. Bu nitelikleri yanı sıra, toplumsal refahın artırılması, gelir ve kaynak dağıtımında adaletin sağlanması gibi hedeflere de öncelik veren bir ekonomi yaklaşımından söz edilmektedir. Bu yaklaşım, çevre sorunlarının çözümü için yapılması gerekenleri ekonominin bileşeni haline getirerek yeni üretim, yatırım ve istihdam alanları yaratmayı, böylelikle ekonomi ve çevre arasındaki çelişkiyi azaltıp, uyumu ve işbirliğini artırmayı hedeflemektedir. Bu itibarla, yeşil ekonomi kavramı bir yandan düşük karbon ekonomisinden daha kapsamlı ve kapsayıcı bir modele karşılık gelirken, diğer yandan “yeşile boyama” (greenwashing) ve benzeri dar kapsamlı ve yanıltıcı bazı akımlardan ayrışmaktadır.

YEŞİLE BOYAMA UYGULAMALARI YEŞİL EKONOMİ İLE KARIŞTIRILMAMALI

Yeşil ekonomi yaklaşımı üzerinde yürütülen tartışmalarda sıklıkla karşılaşılan bir husus, bu kavramın “yeşile boyama” (greenwashing) kavramı ile karıştırılması ya da ilişkilendirilmeye çalışılmasıdır. Oysa her iki kavram, siyahla beyaz kadar birbirinden farklıdır. Yeşile boyama, en basit tabiriyle kamuoyunu ve tüketicileri yanıltmak amacıyla yürütülen bir pazarlama stratejisidir. Bu strateji kimi zaman bir ürünle kimi zaman ise firma ya da kurum ile ilgili olarak karşımıza çıkmaktadır. Ürün bağlamında yeşile boyama, üretim sürecinde çoğu tartışmalı bazı düzenlemelere dayanarak bir ürünün “ekolojik” veya “çevre dostu” olarak tanımlanmasından ibarettir. Kömür gibi çıkarılması ve kullanılması süreçlerinde çevreye ciddi zararlar verildiği bilinen bir ürün bile yeşile boyama uygulamasına konu edilebilmektedir.(15) Kurum bağlamında yeşile boyama uygulaması ise, çevre koruma alanında sicili bozuk bir firmanın sahip olduğu reklam ve iletişim olanaklarını kullanarak çevresel performansı hakkında kamuoyunda olumlu bir imajın yerleşmesini sağlaması olarak karşımıza çıkmaktadır.(16) Paris’te düzenlenen iklim konferansı sonrasında, sponsor firmaların bazıları hakkında yeşile boyama iddiaları gündeme gelmiştir. Firmaların, bu sponsorluğu, çevre konusundaki kötü sicillerini maskeleyecek ve “çevre dostu” olarak algılanmalarını sağlayacak bir iş fırsatı olarak gördükleri iddia edilmektedir.(17) (Resim 3)

Oysa yeşil ekonomi yaklaşımı, arkasında 50 yıllık yeşil düşünce birikimi bulunan ve insan yaşamını doğa ile uyumlu, sürdürülebilir ve hakça kılacak gerçekçi ve reformist bir ekonomik model arayışıdır.(18) Bu arayış, “büyümeyi iktisadi politikanın merkezine koyan hâkim iktisat ideolojisinin karşısına, toplumun ihtiyaçlarını, ekosistemin sınırlarını ve kuşaklararası adaleti merkezine alan yeni bir iktisat ideolojisi çıkarma arayışıdır. Yeşil ekonomi yaklaşımı, büyümeye kategorik olarak karşı çıkmamakla birlikte büyümenin niteliğine vurgu yapar.(19) Doğal kaynak kullanımı yoğun, kirletici ve karbon temelli sektörlerden kaynaklanan kısa erimli büyüme yerine, temiz enerjiye dayanan, geri kazanılmış kaynak kullanımına öncelik veren ve istihdam yaratan sektörlerden kaynaklanan kalıcı ve sürdürülebilir bir büyümenin sağlanmasını hedefler. Bu yönleriyle yeşil ekonomi, sürdürülebilir gelişmeye alternatif bir paradigma değil, bilakis sürdürülebilirlik hedefine ulaşmak için operasyonel bir araç olarak kabul edilmelidir.

UNEP, 2008 yılından bugüne yeşil ekonomi yaklaşımının kuramsal ve uygulamaya dönük veçhelerinin geliştirilmesi amacıyla çok sayıda çalışmaya öncülük etmiştir. UNEP’in güncel bir raporunda(20), yeşil ekonomi yaklaşımının paylaşmaya, dayanışmaya, işbirliğine, esneyebilirliğe (resilience) ve karşılıklı bağlılığa dayanmakta olduğu vurgulanmaktadır. Bu ilkelerle uyumlu kapsayıcı bir yeşil ekonomi modeline geçişi sağlamak için önerilen on temel uygulama prensibi şu şekildedir:

  1. İstihdama ve çalışmaya öncelik vermek,
  2. Toplumsal refaha odaklanmak,
  3. Ekolojik altyapıya yatırım yapmak,
  4. İhtiyatlılık ilkesine işlerlik kazandırmak,
  5. Sürdürülebilirlik için inovasyonu teşvik etmek,
  6. Doğal kaynakların korunmasını sağlamak,
  7. İnsan kaynağı ve beşeri sermayeye yatırım yapmak,
  8. Kurumsal kapasiteyi geliştirmek,
  9. Siyasa yapmada kısa yerine uzun erimli düşünmek,
  10. Mikro düzeyde politika geliştirmek.

YEŞİL EKONOMİ YAKLAŞIMININ UYGULAMA GÜÇLÜKLERİ

Her ne kadar çevre-iktisat çelişkisinin aşılması için önemli bir fırsat sunmakta olsa da yeşil ekonomi yaklaşımının yeni gelişmekte olmasından kaynaklanan bazı sorunlar gözden kaçırılmamalıdır. Bunların başında, yeşil ekonomiyi tanımlama ve kavramlaştırma çabalarındaki çeşitlilik gelmektedir. Farklı tanımlama çabalarının, kavrama çok boyutlu ve eklektik bir nitelik kazandırmakta olduğu görülmektedir. Bu da kavramın uygulamaya dönük olarak somutlaştırılmasını güçleştirdiği gibi, yeşile boyama gibi başka ilgisiz kavramlarla ilişkilendirilmesine yol açmaktadır. Bu noktada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus, karar vericilerin, yeşil ekonomiye geçiş sürecinde tercihlerini doğru uygulamalardan yana kullanmaları, teşvik benzeri kamusal kaynakları yanlış uygulamalarla heba etmemeleridir.

Yeşil ekonomiye geçişin, uzun soluklu ve kaynak kullanımı yoğun bir süreç olacağı açıktır. Daha önce belirtilen temel uygulama prensiplerinin çoğu, yüksek düzeyde kaynak kullanımı gerektiren yeni yatırım konularına karşılık gelmektedir. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin, ilk yatırım maliyeti yüksek ve getirisi uzun dönemde alınabilecek bu tür yatırımlara kaynak ayırmasını beklemek gerçekçi değildir. Dolayısıyla, yeşil ekonomiye geçişte gelişmiş ülkelerden az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere kaynak aktarımı elzemdir. Uluslararası toplumun, kaynak aktarımı ile kurumsal kapasitenin geliştirilmesi için verilecek destekleri düzenli ve sistematik bir temel oturtacak mekanizmaları bir an evvel hayata geçirmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, sahip olduğu potansiyele rağmen yeşil ekonomi yaklaşımının uygulama ayağı eksik kalacaktır.

YEŞİL EKONOMİ VE KENTLEŞME

Bugün pek çok çevre sorununun kaynağında enerji tüketimi ve tüketilen enerjinin fosil temelli kaynaklardan üretilmesi yatmaktadır. 1973-2013 yılları arasında, dünya genelinde nihai enerji tüketimi yaklaşık iki kat artmıştır.(21) Nihai enerji tüketiminin sektörel dağılımına baktığımızda ise yapı ve ulaşım sektörlerinin payının giderek arttığını görmekteyiz. 2013 yılında, dünya elektrik tüketiminin % 50’si ticari ve konut amaçlı binalarda, dolayısıyla kentsel alanlarda gerçekleştirilmiştir.(22) Benzer şekilde, 2013 itibariyle dünya enerji tüketiminin % 27,5’i ulaşım sektörü kaynaklı olup(23), küresel ulaşım faaliyetinin % 60’ı kentsel alanlarda gerçekleştirilmektedir.(24) Bu çerçevede, yapı, ulaşım ve enerji sektörleri, ortaklaştıkları alanlar itibariyle yeşil ekonomi modelinde önemli yatırım alanları oluşturmaktadır. Üç sektörün buluşma noktasının kentsel alanlar olduğu dikkate alındığında, yeşil ekonominin uygulama alanı olarak kentlerin gösterilmesindeki haklılık anlaşılmaktadır.

Son dönemde yapılan araştırmalar, kentsel alanlarda enerji, yapı ve ulaşım sektörlerindeki yenilikçi yatırım ve uygulamaların çeşitli yararlar sağlayacağını göstermektedir. Örneğin, Almanya’da kent yönetimlerinin yenilenebilir enerji yatırımlarından halihazırda 7 milyar Euro gelir elde ettikleri, bu gelirin 2020’de 13 milyar Euro’yu geçmesinin beklendiği bilinmektedir.(25) (Resim 4) Tokyo kentindeki yeşil binalar üzerine yapılan bir araştırma, bu yapılarda kullanılan yenilikçi tasarım stratejilerinin enerji tasarrufu, ekonomik getiri ve sağlıklı yaşam ortamları gibi çoklu-yararlar sağladığını tespit etmiştir. Bu araştırmada, incelenen binalar içinde en iyi performansa sahip iki binada, enerji tüketimi ve karbon emisyonlarının sırasıyla % 30 ve % 35 oranlarında azaltıldığı, bu azaltımın yıllık karşılığının ise bina bazında ortalama 1,5 milyon ABD Doları olduğu saptanmıştır.(26) Delhi metrosu, sahip olduğu özel fren sistemi nedeniyle Kyoto Protokolü’nün esneklik mekanizmalarından olan temiz kalkınma mekanizması kapsamında akredite olmuş ilk raylı sistem projesidir.(27) Bu fren sistemi sayesinde, hız kesen trenlerden hızlanan trenlere enerji aktarımı sağlanmakta ve tüketilen enerjinin % 35’i geri kazanılmaktadır.(28) Bu kazanımın emisyon azaltımı olarak yıllık karşılığı ise 41.160 ton CO2-e olarak hesaplanmaktadır.(29) (Resim 5-6)

Enerji sektörü, Türkiye’nin dışa bağımlılığının yüksek olduğu sektörlerin başındadır. Türkiye’de yapılan bir araştırma, konutlardaki ısıtma sistemlerine yapılacak temel düzeydeki bir müdahalenin bile önemli faydalar sağlayabileceğini göstermiştir. Bursa kentinde, kombili sistemle ısınan konutların apartman düzeyinde merkezi sisteme geçirilmesi halinde, doğalgaz tüketiminin yıllık bazda % 13,2 oranında düşeceği ve 172.000 ton karbon emisyon azaltımı sağlanacağı hesaplanmıştır.(30) Denizli Büyükşehir Belediyesi, katı atık tesisindeki metan ile atık su arıtma tesisindeki biyogazı geri kazanarak aylık 622.000 Kwh elektrik üretimi gerçekleştirmiştir.(31) (Resim 7)

TÜRKİYE’DE KALICI VE SÜRDÜRÜLEBİLİR BÜYÜME İÇİN YEŞİL EKONOMİ

Yukarıdaki veriler, Türkiye ekonomisini geliştirmek için yapılacak tercihin ne yönde olması gerektiğini göstermektedir. Türkiye, diğer gelişmekte olan ülkeler gibi hem ekonomik büyümesini sürdürmek hem de mevcut çevre sorunlarını en aza indirmek zorundadır. Bu çerçevede yeniliğe, yaratıcılığa ve rekabete açık olan yeşil ekonomi modeli, bir yandan ihtiyaç duyduğumuz sürdürülebilir büyüme için yeni yatırım alanlarının ortaya çıkmasını sağlarken, diğer yandan bu yatırım alanlarından gelecek ürün ve hizmetler ile çevresel riskleri azaltmamıza olanak verebilir. Ne var ki bu durum, ülkemiz karar vericilerinin ekonomik ve siyasi tercihlerini doğru biçimde yapmalarına bağlıdır. Daha açık bir ifadeyle, “yerli otomobil” hayaline kapılmak yerine tercihini, yenilenebilir enerji, organik tarım ve yeşil bina sektörleri gibi inovasyona ve rekabete daha açık çevre-dostu sektörlerden yana kullanacak bir siyasi kararlılığa ihtiyacımız var. Böylesi bir kararlılık, Türkiye’nin yeşil ekonomi alanında açılım yapabilmesi için gereken yapısal dönüşümleri de gerçekleştirebilir. Yazının izleyen bölümünde, bu yapısal dönüşümler içinde önemli ve öncelikli olduğunu düşündüğümüz iki tanesine değinilmektedir.

Türkiye’de yeşil ekonomiye geçişte gerekli olan yapısal dönüşümlerden ilki, 2000’lerin ortalarından beri uygulanmakta olan ekonomik büyüme modelinin terk edilmesidir. İç piyasada artan tüketime bağlı olarak ekonominin genelinde bir büyüme sağlanması mantığına dayanan bu büyüme modelinin lokomotif sektörleri inşaat ve gayrimenkul sektörleri olmuştur.(32) İç tüketimin teşvik edilmesi işlevinin ağırlıklı olarak inşaat ve gayrimenkul yatırımlarına dayandırılması, 2003 yılı sonrasında Türkiye’de yapılı çevre üretiminde ciddi bir büyümenin yaşanmasına yol açmıştır.(33) Ne var ki, inşaata dayalı büyüme modelini sürdürülebilir bir model olmaktan çıkaran pek çok etmen bulunmaktadır.

Bu etmenlerden birisi, inşaata dayalı büyüme modelinin olumsuz çevresel sonuçlar doğurması ve yapısal olarak ekosisteme ciddi düzeyde zarar verme potansiyeli taşımasıdır.(34) Bu tür bir büyüme modeli, toplumları hızlı bir biçimde doğal kaynakları yok etme noktasına getirebilmektedir. Türkiye’de 2000’lerin ortalarından beri bu modelin uygulandığını göz önüne alırsak, yaklaşık 10-12 yılda geldiğimiz aşama; 3. boğaz köprüsü ve 3. havaalanı ile İstanbul’un kuzeyinde kalan ve kentin dayandığı ekosistem hizmetlerinin büyük bölümünü sağlayan doğal ortamları yok etme aşamasıdır. (Resim 8)

İnşaata dayalı büyüme modelinin bir diğer olumsuz yönü ise, ekonomik aktörlerin kentsel rantlardan yararlanma eğilimini artırması ve girişimcilerin yeni alanlara yatırım yapma hevesleri ile inovasyon kapasitelerini olumsuz etkilemesidir. Samsung ve Vestel markalarının son 15-20 yıllık deneyimleri ilginç bir örnek olarak karşımızdadır. Bu dönemde Samsung, alanında bir dünya devi halinde gelirken; Vestel’i bünyesinde barındıran Zorlu Holding, İstanbul’da Zorlu Center’ı yapmakla meşguldü.

Türkiye’nin yeşil ekonomi alanında açılım yapmak için yapısal dönüşüm gerçekleştirmesi gereken ikinci alan ise eğitimdir. Yeşil ekonomi yaklaşımını uygulayabilmek için yenilikçi ve yaratıcı bir üretim iklimine ihtiyaç bulunmaktadır. Bu tür bir iklim ise iyi eğitilmiş ve donanımlı bir işgücü ile sağlanabilir. Türkiye’de eğitim kalitesinin, uluslararası örneklere kıyasla çok gerilerde olduğu artık hepimizin malumudur. Değil birkaç yabancı dil bilen ya da matematik ve fen alanlarında üstünbaşarı sahibi öğrenciler yetiştirmeyi; okul çağındaki genç nesilleri, kendi dilinde okuduğunu tam olarak anlayacak düzeye bile getiremediğimizi gösteren değerlendirme sonuçları bulunmaktadır.(35) Bu durumu tersine çevirmek bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır. İyi eğitimli ve donanımlı genç nesiller yetiştirmek için Türkiye’de eğitim alanında yapılacak ciddi bir reformun bile, çevre-iktisat çelişkisinin azaltılmasına ve daha adil ve sürdürülebilir bir gelecek kurulmasına katkı yapacağı hatırda tutulmalıdır.

NOTLAR

1. Bu verilere Küresel Ayak İzi Ağı’nın www.footprintnetwork.org adresli websitesinden ulaşılabilir.

Verilere ulaşmak için sırasıyla “ourwork”, “ecologicalfootprint” ve “dataandmethod” sekmeleri takip edilmeli, “open data” bölümü üzerinden

data.footprintnetwork.org adresine ulaşılmalıdır. [Erişim: 01.08.2017]

2. Bu bilginin kaynağı, Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2014 yılında yayımlanan 5. Değerlendirme Raporu’dur.

“Climate Change 2014 Synthesis Report Summary for Policymakers”, www.ipcc.ch/pdf/assessment-report/ar5/syr/AR5_SYR_FINAL_SPM.pdf [Erişim: 01.08.2017]

3. Piguet, Etienne; Laczko, Frank (ed.), 2014, People on the Move in a Changing Climate, Springer, Hollanda.

4. Chasek, Pamela S.; Downie, David L.; Welsh Brown, Janet, 2010, Global Environmental Politics, 5. Baskı, Westview Press, Boulder.

5. Dauvergne, Peter, 2005, “Globalization and the Environment”, Global Political Economy, (ed.) John Ravenhill, Oxford University Press, Oxford, ss.366-389.

6. Bu yaklaşımlara bir örnek olarak “The Great Transition Initiative” hareketi verilebilir:

www.greattransition.org [Erişim: 01.08.2017]. Bu hareketin çıkış noktasını, P. Raskin tarafından 2006 yılında yayınlanan,

“The Great Transition Today: A Report from the Future” isimli makale oluşturmaktadır:

www.greattransition.org/archives/papers/The_Great_Transition_Today.pdf [Erişim: 01.08.2017]

7. Bu konuda çok sayıda kaynak ve girişim bulunmaktadır.

Önemli bir örnek olarak “Ecological Economics” alanındaki çalışmalar ve “The International Society for Ecological Economics (ISEE)” oluşumu verilebilir.

8. Komisyonun diğer bilinen adı Brundtland Komisyonu’dur.

9. Dauvergne, 2005. Clapp, Jennifer; Dauvergne, Peter, 2005,

Paths to a Green World: The Political Economy of the Global Environment,

The MIT Press, Cambridge, Massachusetts, Londra. Wright, Christopher, 2013,

“Global Finance and the Environment”, The Handbook of Global Climate and Environment Policy, (ed.) Robert Falkner, Wiley-Blackwell, Oxford, ss.428-445.

10. Jacobs, Michael, 2013, “Green Growth”, The Handbook of Global Climate and Environment Policy, (ed.) Robert Falkner, Wiley-Blackwell, Oxford, ss.197-214.

11. Son yıllarda bu girişimin adı, “kapsayıcı yeşil ekonomi” olarak değiştirilmiştir. Detaylı bilgi için: www.unep.org/greeneconomy  [Erişim: 01.08.2017]

12. Aşıcı, Ahmet Atıl, 2012, “İktisadi Düşüncede Çevrenin Yeri ve Yeşil Ekonomi: Karşılaştırmalı Bir Analiz”, Yeşil Ekonomi, (ed) Ahmet Atıl Aşıcı, Ümit Şahin, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul, ss.35-56.

13. UNEP, 2010, Green Economy Developing Countries Success Stories. UNEP, Nairobi.

www.unep.org/greeneconomy/sites/unep.org.

greeneconomy/files/greeneconomy_successstories.pdf [Erişim: 01.08.2017]

14. UNEP, 2015, Uncovering Pathways Towards An Inclusive Green Economy: A Summary For Leaders.

UNEP, Nairobi. www.unep.org/greeneconomy/sites/unep.org.greeneconomy/

files/publications/ige_narrative_summary_web.pdf [Erişim: 01.08.2017]

15. Son yıllarda “temiz kömür” adı altında birçok girişim başlatılmıştır. Bunlar içinde en dikkat çekici olanı belki de, American Coalition for Clean Coal Electricity (ACCCE)’dir. Girişimin amacı, Amerika Birleşik Devletleri’nde çok zengin rezervleri bulunan kömürün, “temiz kömür teknolojilerinin” kullanılması yoluyla çevreyi koruyan, güvenilir ve ucuz bir enerji kaynağı olacağı yönünde kamuoyu oluşturmak olarak ifade edilebilir. Detaylı bilgi için girişimin web sitesine bakılabilir: www.americaspower.org [Erişim: 01.08.2017]

16. Delmas, Magali A.; Burbano, Vanessa Cuerel, 2011, “The Drivers of Greenwashing”, California Management Review, cilt:54, sayı:1, ss.64-87.

17. Şu linklere bakılabilir: “Paris climate summit: Survey reveals 'greenwash' of corporate sponsors”,

www.theguardian.com/environment/2015/dec/01/paris-climate-summit-survey-reveals-greenwash-of-corporate-sponsors

[Erişim: 01.08.2017]; “COP21 sponsors are not so climate friendly!”,

corporateeurope.org/pressreleases/2015/05/cop21-sponsors-are-not-so-climate-friendly [Erişim: 01.08.2017]

18. Şahin, Ümit, 2012, “Yeşil Düşünceden Yeşil Ekonomiye”, Yeşil Ekonomi, (ed) Ahmet Atıl Aşıcı, Ümit Şahin, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul, ss.22-34.

19. Aşıcı, 2012.

20. UNEP, 2015.

21. IEA, 2015, Key World Energy Statistics, International Energy Agency, Paris, s.28.

www.iea.org/publications/freepublications/publication/KeyWorld_Statistics_2015.pdf [Erişim: 01.08.2017]

22. IEA, 2015, 35.

23. IEA, 2015, 37.

24. Van Audenhove, F.J.; Korniichuk, O.; Dauby, L.; Pourbaix, J., 2014, The Future of Urban Mobility 2.0, Arthur D. Little ve UITP.

25. Kuban, Baha, 2016, “Enerji Sektöründeki Dönüşüm ve Yeni / Yerel Kolektif Mülkiyet Biçimleri”, Mimarlık, sayı:388.

26. Balaban, Osman; Puppim de Oliveira, Jose Antonio, 2016, “Sustainable Buildings for Healthier Cities: Assessing the Co-benefits of Green Buildings in Japan”, Journal of Cleaner Production, doi:10.1016/j.jclepro.2016.01.086.

27. Doll, Christopher; Balaban, Osman, 2013, “A Methodology for Evaluating Environmental Co-Benefits in the Transport Sector: Application to the Delhi Metro”, Journal of Cleaner Production, cilt:58, ss.61-73.

28. Sreedharan, E, 2008, “Delhi Metro-the Changing Face of Urban Public Transport in India”. Indian Journal of Transport Management, January-March 2008, ss.57-61.

29. Doll; Balaban, 2013.

30. Evren, Nezih Enes, 2015, “Bursa İlinde Konut Isıtma Sistemlerinin Enerji Verimliliği ve Karbondioksit Salımı Azaltım Potansiyellerinin Karşılaştırmalı Analizi”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, ODTÜ Yer Sistem Bilimleri Bölümü, Ankara.

31. Kentli, 2015, “Büyükşehir Atıkları Enerjiye Dönüştürüyor”, Kentli Dergisi, Ocak-Şubat-Mart 2015, Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği, Bursa.

32. Balaban, Osman, 2015, “İnşaata Dayalı Ekonomik Büyüme Modelinin Konut ve Kentsel Büyüme Üzerindeki Etkileri: Ankara Örneği”, Konut, (ed.) Gözde Güldal, Berçem Kaya, TMMOB Şehir Plancıları Odası Yayını, Ankara, ss.85-100. Balaban, Osman, 2011, “İnşaat Sektörü Neyin Lokomotifi?”, Birikim, sayı:270, ss.19-26.

33. Balaban, 2015.

34. Balaban, Osman, 2012, “The Negative Effects of Construction Boom on Urban Planning and Environment in Turkey: Unraveling the Role of the Public Sector”, Habitat International, cilt:36, sayı:1, ss.26-35.

35. Bu değerlendirmeler içinde en önemlisi PISA (The Programme for International Student Assessment) testidir. En yeni değerlendirme olan 2015 PISA sonuçlarına göre Türk öğrenciler, kendi dillerinde okuduklarını anlama performansları itibariyle, 35 OECD ülkesi içinde son sırada ve teste katılan 70 ülke içinde 55. sırada yer almışlardır. PISA testi hakkında detaylı bilgilere ve 2015 sonuçlarına şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz: www.oecd.org/pisa/publications [Erişim: 01.08.2017]

Bu icerik 6613 defa görüntülenmiştir.