397
EYLÜL-EKİM 2017
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
GÜNCEL

Mevcut Yapıyla Olan Kavganın Hazin Sonu: Grenfell Tower Yangını

İkbal Erbaş, Yrd. Doç. Dr., Akdeniz Üniversitesi Mimarlık Bölümü

Londra’daki Grenfell Tower yangını, ülkemizdeki mevcut yangın güvenlik mevzuatının ve alınan önlemlerin konuyla ilgili olanlar tarafından sorgulanmasına neden oldu. Konu üzerinde asıl düşünmesi gereken yetkililerin herhangi bir sorgulamaya gidip gitmediğini bilmemekle birlikte, geçmişte atılmış adımlara bakarak yönetmeliklerde bir değişikliğe gidileceğine dair bir umut beslemek oldukça zor. Yazar ise “Yangın Türkiye’de yaşansaydı, ne olurdu?” sorusunun cevabını arıyor.

GRENFELL TOWER TÜRKİYE’DE OLSAYDI?

Yüzyıl başında betonarme kullanımı özellikle modern evin oluşumunda birçok mekânsal özelliğin ortaya çıkmasını sağladığı gibi, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’daki mesken sorununa çözüm olarak modüler tasarım ve hızlı üretim olanakları ile çok katlı sosyal konut kavramını şekillendiren bir öge olmuştu.(1) İngiltere gibi modernist etkilere daha muhafazakar tepkiler gösteren bir ülkede bile savaş sonrası artan nüfus ve kentleşmeye bağlı ihtiyaçlar birçok yüksek katlı betonarme bloğun üretilmesine imkan verdi. Bu kapsamda Londra’da 1967’de Carradale House, 1966’da Center Point London, 1968’de Balfron Tower gibi mimarlık tarihine geçen birçok betonarme yapı üretildi. (Resim 1) Bu süreçte 1967 yılında Londra’nın batısındaki Kuzey Kensington bölgesinde çok katlı bir sosyal konut projesi olarak tasarlanan Grenfell Tower da 1974 yılında inşası tamamlanarak kullanıma açıldı. İngiltere’deki birçok diğer savaş sonrası yapı gibi bu yapı için de modern mimarlık ve modern mühendislik işbirliğinin simgesel bir anıtı olarak brüt beton tercih edildi. Ancak brütalizmin birçok örneği gibi bu yapı da 50 yılı geçen kullanım süresinde yıprandı. Özellikle brüt beton yapılarda görülen yüzey bozulmaları yapının gözden düşmesinde etkili olmuş olsa gerek ki

yapının renovasyonu gündeme geldiğinde birçok şey göz ardı edilirken brüt beton cephesinin yenilenmesi önplana çıktı. Fakat brüt beton yapıların hasarları, oluşan bozulmalarının niteliğine göre doğru tekniklerle ve yapının tasarımsal bütünlüğüne duyulması gereken özenle onarılmasını gerektirirken(2) yatırımcı firma mevcut yapının ne tektonik ne de estetik niteliklerini göz önüne almayan bir çözümle olayı ele aldı ve yapıyı alüminyum panellerle kapladı.

2014 yılında bölgenin emlak değerlerini yükseltmek maksatlı bir renovasyon ile brüt beton cephesi yenileme geçiren yapı (Resim 2) Haziran ayı ortasında trajik bir yangın olayı ile yeniden gündeme geldi. 24 kat ve 120 daireden oluşan binada 14 Haziran 2017 tarihinde gece çıkan yangın kısa zamanda büyüdü ve yaklaşık 80 kişinin canını kaybetmesine neden oldu. (Resim 3) Yapılan ilk incelemelerde buzdolabındaki elektrik kaçağından çıkan yangının son yapılan cephe tadilatı ile eklenen alüminyum cephe kaplaması nedeniyle hızla ilerlediği, dış cephe kaplamasının araştırmacılar tarafından gerçekleştirilen güvenlik testleri sonucunda yangına karşı dayanıksız olduğu tespit edildi.

Diğer taraftan yapının 1974 yılında inşa edilmiş olması nedeniyle mevcut yangın korunumu yönetmeliğine uygun bir planlamaya sahip olmamasının yangındaki kayıpların artmasına neden olan bir diğer faktör olduğu da oldukça açık bir şekilde görülmektedir. (Resim 4) Plan şeması nedeniyle (Resim 5) tek bir merdiven kovasına sahip olan, yangın güvenlik holü, korunumlu kaçış yolları ve yangın kapısı gibi hayati tedbirlerin alınmasına imkan vermeyen yapıda her ne kadar çeşitli tadilatlar yapılırken güncel yönetmeliğin gerektirdiği plan kararlarına ait temel değişiklikler yapılması mümkün olmamışsa da springler sistem gibi alınabilecek basit tedbirler de maliyetler öne sürülerek göz arda edilmiştir. Yaşanan bu acı tecrübe sonrasında şu soruyu sormak mümkündür: Acaba Grenfell Tower Türkiye’nin herhangi bir şehrinde aynı şartlarda ve aynı işlevde 1974 yılında inşa edilmiş bir yapı olsaydı aynı trajedi yaşanır mıydı? Bu sorunun cevabını bulmak için modern(!) kentlinin ve güncel yangın mevzuatının “mevcut yapıyla” olan kavgasına daha yakından bakmak gereklidir.

MODERN KENTLİ İÇİN “MEVCUT YAPI”

Grenfell Tower yangınının dikkati çeken en önemli noktalarından biri yangının bölgede yaşanan sosyo-kültürel ayrışmayı acı bir şekilde gözler önüne sermesi olmuştur. Yapının yoğun talep gören kentin kıymetli bir bölgesinde yer alırken çok katlı sosyal konut olarak kullanılan yapıdaki sakinlerin kentin oluşturulmaya çalışılan “elit” yüzüyle (Resim 6)

tamamen tezat bir yaşantıya sahip dar gelirli insanlardan ve burada kaçak olarak yaşayan mültecilerden oluşması bu ayrışmanın bir göstergesidir. Bölgedeki zengin ve fakir nüfusun dağılımı da bunu destekler niteliktedir. (Resim 7) Ayrışmayı kamufle edebilmek adına yapının inşa edildiği dönemde sosyal konutlarda oldukça sık kullanılan brüt beton cephe(3), alüminyum dış cephe kaplamasıyla gizlenmiş ve böylece yapı şehrin “elit” yüzüne dahil edilmiştir. Grenfell sakinleri içinde yaşadıkları mekân açısından diğer bölge halkıyla oldukça iç içe bir yaşam sürerken bu iki zıt kutup sosyal anlamda birbirlerinden bir o kadar da uzak kalmışlardır. Her ne kadar yapının yangın riskine karşı zafiyetleri yapı sakinleri tarafından yapının işletilmesinden sorumlu olan özel şirkete belgelendirilerek bildirilse de, şikayetler hep o kamuflajın arkasında kalmıştır. Öyle ki yüksek maliyetli olduğu öne sürülerek springler sistem kurulmadığı gibi, yangının kısa sürede tüm binayı sarmasına neden olan alüminyum cephe kaplamasında da düşük kalitedeki ucuz malzeme tercih edilmiştir.

Kent dokusu yaşayan bir organizmadır. Bu organizmanın zamanla farklı yönlerde gelişmesi, büyümesi bazense daralması çok olağan bir durumdur. Burada olağan olmayan şey bu gelişme ve büyüme yaşanırken o dokunun sahip olduğu özün göz arda edilmesidir. Kuzey Kensington’da yaşanan trajedi ardından yapılan araştırmalar göstermektedir ki Grenfell Tower kamufle edilen ilk sosyal konut değildir. Zengin kent dokusu yaratma çabası ile mevcut yapı arasındaki kavganın neticesinde Grenfell ve benzeri binalar bu kavgayı kaybetmiş ve kentin yeni yüzüne, üzerine geçirilen bir kılıfla teslim olmuştur. Böylelikle bir zamanlar o bölgenin özünü oluşturan sosyal konut gerçeği ve içinde barındırdığı insanlar da yok sayılmıştır.

Kuzey Kensington’da kentin yüzüne yansıyan bu ayrışmanın benzer ya da farklı şekillerde ülkemizde de yaşandığını söylemek kaçınılmazdır. Zira yaşanan sosyal trajedi aslında özellikle büyük şehirlerde hiç de yabancı olmadığımız bir sorun olarak kendini göstermektedir. Günümüzde rant bölgelerinde yer alan mevcut dokunun, oluşturulması hedeflenen “elit” dokuyla yaşayacağı kan uyuşmazlığını ortadan kaldırmak adına yatırımcılar için en önemli araç kentsel dönüşüm olmuştur. Sulukule örneğinde olduğu gibi Sulukule dokusunun türlü vaatlerle adeta bir neşterle kesilerek çıkarılması ve kentin çeperine yama edilmeye çalışılması, açılan boşluğa elit tabakanın zerk edilmesi ülkemizde yaşanan sosyo kültürel ayrışmanın yakın zamanlı bir örneğidir. Modern kentlinin mevcutla savaşı giderek kuralsız bir hal almaya başlamış ve mevcut yapılar hep kaybeden taraf olmaya mahkum olmuştur. Geleneksel mimarinin ilk örneklerinde dahi gördüğümüz mevcut yapıya karşı saygı tavrı, yerini mevcut yapıları adeta sorun odağı olarak gören bir zihniyete bırakmıştır.

GÜNCEL YANGIN MEVZUATINDA “MEVCUT YAPI”

Mevcut yapıların verdiği savaş yalnızca modern kentli ile değildir. Mevzuatın günümüzdeki son haline ulaşmasına kadar olan süreçte mevzuatın da “mevcut yapı” ile olan kavgası hiç bitmemiş ve mevcut yapı tanımı geçen süre zarfında çeşitli değişikliklere uğramıştır. Türkiye’de binaların yangından korunmasında gerek tasarım ve yapım, gerekse kullanım aşamasında alınması gerekli tedbirler 2015 yılında son haline kavuşan “Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik” çerçevesinde tanımlanmaktadır. Kamu kurum ve kuruluşları, özel kuruluşlar ve gerçek kişilerce kullanılan her türlü yapı, bina, tesis ve işletmenin; tasarımı, yapımı, işletimi, bakımı ve kullanımı safhalarında çıkabilecek yangınların en aza indirilmesini ve herhangi bir şekilde çıkabilecek yangının can ve mal kaybını en aza indirerek söndürülmesini sağlamak üzere, yangın öncesinde ve sırasında alınacak tedbirlerin, organizasyonun, eğitimin ve denetimin usul ve esaslarını belirlemeyi (BYKY, 2015; md.1) hedef alan yönetmelik(4) bugünkü temelini 1992 yılında yürürlüğe giren “İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yangından Korunma Yönetmeliği”ne borçludur. Bu tarihe kadar 1966 yılında yürürlüğe giren “Devlet Tarafından Kullanılan Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik” yürürlükte olmuştur. Bu yönetmelik ise yalnızca kamu binalarında alınacak önlemlerle sınırlı kalarak konut yapılarını kapsamadığı gibi, sinema, tiyatro, otel ve benzeri sosyal amaçlı, toplu kullanıma açık yapıları da kapsamamıştır. 1992 öncesi yangın mevzuatının durumuna bakıldığında konu ile ilgili yasal düzenlemelerden ziyade; tüzük ve yönetmeliklerde düzenlemeler yapıldığı görülmekte, değişik mevzuatlarda birbirleriyle çelişen hükümler yer almakla beraber, bir dağınıklık göze çarpmaktadır. Yangına karşı yapısal güvenlikle ilgili olarak ülkemizde, gelişmiş Batı ülkelerinde olduğu gibi yangından korunma, yangına dayanıklılık ve yangın durumunda mukavemet hesaplarının bulunmaması, yapı malzemelerinin yanıcılık sınıflandırmasının yapılmamış ve bu konuda standartların henüz belirlenmemiş olması da yangına karşı alınması gereken önlemleri ve bu konudaki denetimleri o yıllarda zorlaştırmıştır.(5)

Yönetmeliğin ilk taslağı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin İstanbul Teknik Üniversitesi’ne (İTÜ) yaptırdığı “Yangın Güvenliği ve Yangından Korunma Araştırması” projesiyle ortaya çıkmıştır. İTÜ öğretim üyeleri tarafından hazırlanan ilk taslak İstanbul İtfaiye Müdürlüğü tarafından kısaltıldıktan sonra demokratik ve katılımcı bir yaklaşımla ilgili meslek odaları ve

idarelerin görüşleri alınarak düzenlenmiş ve tamamlanan taslak yönetmeliğin tartışıldığı bir panelde sunulmuştur. Panelde alınan görüşler doğrultusunda yönetmeliğin son hali şekillendirilmiştir. İlk olarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından uygulanmaya başlanan yönetmelik, kısa bir süre sonra başka şehirlerde de uygulamaya konulmuştur. 1995 yılında ise “Kamu Binalarının Yangından Korunması Hakkındaki Yönetmelik” yürürlüğe girerek 1966 yılındaki kamu binalarına ilişkin yönetmeliği geliştiren hükümler getirilmekle birlikte yönetmeliğin kapsamı yine kamu yapılarıyla sınırlı kalmıştır. Bu döneme kadar inşa edilmiş olan kamu yapıları dışındaki yapılar ne yazık ki yangın güvenliğine ilişkin alınması gerekli hayati tedbirlerden yoksun olarak inşa edilmiştir. Çünkü mevcut yönetmelikler arasında serpiştirilmiş hükümler yangın güvenlik tedbirlerinin alınması için zorlayıcı nitelikte hükümler olamamıştır.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin girişimi önemli bir çıkış noktası olmakla birlikte ülke genelini kapsamaması ve yalnızca gönüllü belediyelerce uygulanması nedeniyle sınırlayıcı olmuştur. 2002 yılında tüm ülkeyi ve tüm yapı gruplarını kapsayan ilk yangın yönetmeliği yürürlüğe girmiştir.(6) Yine katılımcı bir yaklaşımla Sivil Savunma Genel Müdürlüğü’nün koordinatörlüğü ve Prof. Dr. Abdurrahman Kılıç’ın yürütücülüğünde hazırlanan “Binaların Yangından Korunması Hakkındaki Yönetmelik” yayımlanmıştır. Kamu Binalarının Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik ve belediyeler tarafından çıkarılmış olan bütün yangından korunma yönetmelikleri ve talimatları böylelikle yürürlükten kaldırılmıştır. Türkiye genelinde her türlü yapı, bina, tesis ile açık ve kapalı alan işletmelerinde alınacak yangın önleme ve söndürme tedbirlerini; yangının ısı, duman, zehirleyici gaz, boğucu gaz ve panik nedeni ile oluşan can güvenliğine yönelik tehlikeleri en aza indirmek için gerekli olan tasarım, yapım, kullanım, bakım ve işletim esaslarını kapsayan bu yönetmeliğin(7) yayımlanması daha önceki yönetmeliklerin aksine sınırlı bir yapı grubu yerine tüm yapı gruplarını kapsaması ve zorlayıcı hükümler içermesi nedeniyle yangın mevzuatının gelişimi açısından oldukça önemli bir adım olmuştur.

2002 yılı yönetmeliğine göre, yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden önce yapımı tamamlanmış ya da yapı ruhsatı verilmiş olan yapılar “mevcut yapı” olarak tanımlanmıştır. Mevcut yapılardan yalnızca kullanım amacı değişen veya ruhsat alma zorunluluğunu gerektiren esaslı onarım ve tadilat yapılacak yapılarda yönetmelik hükümlerine uyulması zorunlu tutulmuştur. Yani yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten önce yapımı tamamlanmış ya da ruhsatı alınmış ve herhangi bir tadilata uğramayan mevcut yapılar yönetmelik kapsamına

dahil değildir. Diğer taraftan mevcut yapılarda yangına karşı alınması gerekli tedbirlerin ilgili belediyelerce bina sahip ve yöneticisi ile kurum amirlerinden yazılı olarak istenmesi ve istek üzerine sorumluların:

  • Yüksekliği 30,5 metreyi geçen konut harici bütün binalarda ve yatak sayısı 200’ü geçen oteller ile kullanım alanı 3000 m2’nin üzerinde olan alışveriş, eğlence, ticaret ve toplanma amaçlı yerlerde yönetmelikte istenen tedbirleri 3 yıl içinde yerine getirmeleri;
  • Diğer mevcut yapılarda ise, belediye itfaiye teşkilatı ile Sivil Savunma Müdürlüğü’nün görüşü alınarak yönetmelik esaslarına göre belirlenen uygulanabilir iyileştirici tedbirlerin 5 yıl içinde yerine getirilmesi;

zorunlu tutulmuştur.(8) Bu yönetmeliğe göre kat yüksekliği ve kişi sınırının altında kalan yapılarda yönetmeliğe uygun “iyileştirici tedbirler” almak zorunludur. Sözkonusu yapılara ilişkin alınacak bu özel “iyileştirici tedbirler”in yönetmelikte ayrıca tanımlanmaması bu yönetmeliğin en büyük eksikliklerinden birisi olmuştur. Zaten yönetmeliğin genelinde yer alan hükümleri mevcut yapılarda belirtilen süre içerisinde gerçekleştirmek çoğu yapı için uygulama açısından da pek mümkün olamamıştır.

2007 yılında yönetmelikte yapılan değişiklikle 2002 yılındaki yönetmeliğin aksine yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden önce yapı ruhsatı alınmış olmakla birlikte henüz yapımına başlanmamış olan yapılar mevcut yapı tanımından çıkarılmış ve mevcut yapı kapsamı daraltılmıştır.(9) Yani bir yapının mevcut yapı sayılabilmesi için ruhsatı alınmakla birlikte yapımının da başlamış olması şartı aranmıştır. Ayrıca yönetmeliğe ilk defa mevcut yapılarda uygulanacak hükümler getirilmiştir. Mevcut yapılardan yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden sonra kullanım amacı değiştirilerek, sağlık, eğitim ve konaklama amaçlı olarak kullanılacak bina ve tesisler, tehlikeli maddelerin bulundurulacağı binalar ve binadaki toplam kullanıcı sayısı 200’ü geçen toplanma amaçlı binalarda da yönetmelik hükümlerinin uygulanması zorunlu tutulurken, kullanım amacı değiştirilen diğer mevcut yapılarda yönetmeliğe yeni eklenen mevcut yapılara ilişkin hükümlerin uygulanması zorunlu kılınmıştır.(10) Ancak mevcut yapılardan, 2002 yılı yönetmeliğine uygun yangın tedbirleri alınmış olanların da, yeni yönetmelik hükümlerine göre ilave tedbir alınmasının gerekli olmadığı, yapı sahibinin istemesi halinde yönetmelik hükümlerine göre ilave tedbirler alınabileceği belirtilmiştir.(11) Oysaki 2002 yılındaki yönetmelik ve 2007 yılı düzenlemesi arasında önemli farklılıklar mevcuttur. 2007 yılı düzenlemesi karşılaşılan problemlerin azaltılması, yönetmeliğin Avrupa mevzuatına uyumlu hale getirilmesi, yanlış yorumların ve hatalı yazımların düzeltilmesi, yönetmeliğin sadeleştirilmesi, bürokrasinin azaltılması ve teknolojik gelişmelerin ilave edilmesi gibi sebeplerle hazırlanmıştır.(12) Malzeme ve teknolojilerdeki gelişim dikkate alındığında 2002 yılındaki mevzuata uygun bir mevcut yapıda yeni şartların aranmamış olması önemli bir eksikliktir. Ayrıca yönetmelikte mevcut yapılardaki uygulamalar konusunda belirtilmeyen veya açıklık bulunmayan hususlar hakkında, yapı ruhsatı vermeye yetkili idarenin görüşünün esas alınacağı ifade edilmektedir.(13) Tanımlanmamış hususlar hakkında farklı belediyelerce farklı uygulamalar yapılabileceği düşünüldüğünde, mevzuatta mevcut yapılara ilişkin eksikliklerin yorumlanmasının sözkonusu idarelerin görüşüne bırakılması da diğer bir önemli eksikliktir.

2009 yılında “Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” ile yeniden bir düzenleme yapılmıştır.(14) Bu düzenlemede kullanım amacı değişikliğinde yönetmeliğin tüm hükümlerinin uygulanması zorunlu olan ve yalnızca sağlık, eğitim ve konaklama olarak tanımlanmış kullanım amaçlarının kapsamı genişletilmiştir. Mevcut yapılardan kullanım amacı bedensel veya zihinsel bir hastalığın veya yetersizliğin tedavisinin veya bakımının yapıldığı veya küçük çocuklar, nekahet halindeki kişiler veya bakıma muhtaç yaşlıların bakımları için kullanılan sağlık amaçlı bina ve tesisler ile yatılı sağlık kuruluşları, anaokulları, kreşler, çocuk kulüpleri, ilköğretim okulları, yetiştirme yurtları, eğlence yerleri ve konaklama gibi fonksiyonlarla değişen yapılar ile tehlikeli maddelerin bulundurulacağı binalar için yönetmeliğin tüm hükümlerinin uygulanması zorunlu tutulmuştur. Diğer taraftan sözkonusu fonksiyonlar dışındaki bir kullanım amacıyla değişen mevcut yapılar için yönetmeliğin onuncu kısmındaki mevcut yapılara özel hükümlerin uygulanması zorunlu tutulmuştur.(15)

Yönetmelik 2015 yılında da “Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” ile düzenlenmiş olup bugünkü son şeklini almıştır. Yapılan bu son düzenlemede mevcut yapılara ilişkin bir değişiklik yapılmamıştır. 2007 yılında olduğu gibi hem 2009 yılında yapılan düzenlemede, hem de 2015 yılında yapılan düzenlemede 2002 yönetmeliğine uygun ve kullanım amacı değişikliğine uğramayan mevcut

yapılarda yeni yönetmeliğe uygunluk aranmamıştır. Diğer taraftan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 16/05/2017 tarihli ve 2591 sayılı yazısı üzerine Bakanlar Kurulu’nca ne üzücü bir tesadüftür ki sözkonusu facianın yaşandığı aynı gün 14/06/2017 tarihinde yeni bir düzenleme onaylanmış, 29/6/2017 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve mevcut yapı tanımı değiştirilmiştir. Bu değişikliğe göre yönetmeliğin yürürlüğe giriş tarihi olan 19/12/2007 tarihinden önce yapı ruhsatı başvuru dilekçesi eki yapı projeleri ilgili idaresince onaylanmış yapı, bina, tesis ve işletmeler yönetmeliğin uygulanması açısından mevcut yapı olarak kabul edilmiştir. Yani daha önceki düzenlemeye göre yapı ruhsatı alınıp yapım aşaması başlamış bir yapı mevcut yapı olarak kabul edilirken, yapım aşamasının başlamış olması zorunluluğu ortadan kaldırılmıştır. Yapının mevcut yapı olarak belirlenmesi için sözkonusu tarihte onaylı projeye sahip olması yeterli hale gelmiştir. Böylelikle 2007 yılındaki düzenlemeyle daraltılan mevcut yapı tanımının kapsamı ne yazık ki yeniden genişletilmiş, mevzuatın mevcut yapı tanımıyla olan kavgası yaşanan acı tecrübeler karşısında bile devam etmiştir.

SONUÇ YERİNE

Bu değerlendirmeler sonucunda yazının başında sorulan “Acaba Grenfell Tower Türkiye’nin herhangi bir şehrinde aynı şartlarda ve aynı işlevde 1974 yılında inşa edilmiş bir yapı olsaydı aynı trajedi yaşanır mıydı?” sorusunu tekrar sorduğumuzda cevap ne yazık ki “Evet” olacaktır. Çünkü yangının insanların binayı terk etmesine fırsat bırakmayacak derecede hızlı ilerlemesinin sebebi, güvenlik testlerinden geçmeyi başaramamış ucuz alüminyum cephe kaplamasıdır. Bu kaplamanın kullanılmasının temel nedeni ise Grenfell’in brüt beton yüzünün kentte istenmeyen bir sosyal tabakanın izlerini taşıyan mevcut yapı olarak verdiği savaşı kaybetmesidir. Ülkemizde de sosyo kültürel ayrışma artık kentlerin özüne kadar inmiş ve kanıksanır bir hal almıştır. Dolayısıyla da kentte yaratılmak istenen yeni imajla çelişen mevcudu, kamufle etme ya da mümkünse tamamen ortadan kaldırma fikri Kuzey Kensington’da olduğu gibi yerleşik bir düşünce halini almıştır. Özellikle son dönemde yaşanan kentsel dönüşüm furyası bu ayrışmada katalizör etkisi yaratmış, istenmeyen mevcut binalar ve çevresi kamufle edilmeye ihtiyaç duyulmadan tamamen ortadan kaldırılmıştır. Kentsel dönüşüm sonucu inşa edilen yeni yapılara sahip olma imkanı olmayan dar gelirli kullanıcılar da yerlerini üst sınıflara terk etmek zorunda kalmışlardır.

Teknik yönüyle değerlendirildiğinde de felaketin Türkiye’de yaşanması halinde sonuçların aynı olması kaçınılmazdı. Zira 1974 yılında yapılan bir bina için alınması gereken tedbirler bina işlevini değiştirmediği sürece 2002 yılı yönetmeliğinde bahsi geçen “iyileştirici tedbirler”den öteye gidemeyecekti. Neredeyse 20 yılını geride bırakmak üzere olduğumuz milenyum çağında geçmişin izlerini taşıyan bu tür yapılarda yangından korunma konusunda tedbir almak için binanın işlevini değiştirmesini beklemek Grenfell yangını gibi durumlara yol açabilecek büyük bir eksikliktir. Gelişen malzeme ve teknolojilerle farklı bir boyut kazanan güncel yangın mevzuatı öncesinde yapılmış olan mevcut yapılarda zorunlu tutulan yangından korunma tedbirleri yeterli değildir. Diğer taraftan bu talihsiz olaydan sonra yürürlüğe giren yönetmelik değişikliğinde mevcut yapı tanımı genişletilmiş, dolayısıyla esnek yangın tedbirlerinin alınmasına imkan veren yapı sayısının artması sözkonusu olmuştur. Son düzenlemeyle birlikte bu tanımı genişletmek olası faciaların da sayısını artırmakla eş değerdir. Günümüzde özellikle büyük kentlerde mahalle dokusu kaybolmaya başlamış ve yerini düşeyde yükselen komşuluk yığınlarına bırakmıştır. Bu karmaşık yapılaşma düzeni içinde yüksek bir yapıda çıkabilecek bir yangın yatay düzlemde kente yayılmamış olsa bile düşeyde aldığı hızla Londra’da yaşandığı gibi bir mahalle dolusu insanın kaçmaya bile fırsat bulamadan ölmesine neden olacaktır.

Özellikle yangından korunma anlayışının sadece kamu binalarıyla sınırlı olduğu 1992 yılı öncesi yapılarında gerek plan tipolojisi gerekse kullanılan malzemeler nedeniyle korunma tedbirleri almak oldukça güç ve hassasiyet gerektiren bir iştir. Bu noktada mevcut yapılar için ayrı bir yönetmelik çıkarılması hem sosyal hem de teknik açıdan kati bir zorunluluk haline gelmektedir. Ayrıca mevcut yapılara ilişkin uygulamalardaki belirtilmeyen veya açıklık bulunmayan konular hakkında, yapı ruhsatı vermeye yetkili idarenin görüşü esas alınmak yerine belediyelerde mevcut binalarda uyulması gereken hususları denetleyen birimler oluşturulup bu binalarda yangın riskini önlemeye ilişkin tedbirlerin alınmasına yönelik denetlemeler artırılmalı ve hazırlanacak yeni yönetmeliğin zorlayıcı olabilmesi için ciddi cezai yaptırımlar ön görülmelidir. Aksi takdirde yangın tehlikesi karşısında ne geçmişe tanıklık eden yapıları, ne de içindeki canları korumak mümkün olmayacaktır.

NOTLAR

1.  Örmecioğlu, Hilal Tuğba, Er Akan, Aslı, 2007, “Modern Betonarme Ev Tasarımında Mekan-Strüktür İlişkilerinin Gelişimi Üzerine”, 15. Yıl Mühendislik-Mimarlık Sempozyumu, Isparta, 14-16 Ekim 2007, ss.130-136.

2. Er Akan, Aslı; Örmecioğlu, Hilal Tuğba, 2012, “Brüt Beton Yapıların Kullanım Ömrü ve Onarım Teknikleri”, Mimarlık, sayı:366, ss.62-67.

3. Clement, Alexander, 2012, Brutalism: Post-war British Architecture, Crowood, New York.

4. “Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”, 09.07.2015, Resmî Gazete, sayı: 29411.

5. Kılıç, Abdurrahman, 2010, Ateşi Tutan Eller: Ateş Kahramanları, Teknik Yayıncılık Grubu, İstanbul.

6. “Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik”, 26.07.2002, Resmî Gazete, sayı: 24827.

7. BYKY, 2002, madde 2.

8. BYKY, 2002, geçici madde 1.

9. Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelikte, 19.12.2007, Resmî Gazete, sayı: 26735.

10. BYKY, 2007, madde 2.2.a, madde 2.2.b.

11. BYKY, 2007, madde 138.2.

12. Kılıç, 2010.

13. BYKY, 2007, madde 44.1.

14. Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”, 09.09.2009, Resmî Gazete, sayı:27344.

15. BYKY, 2009, madde 138.1.

Bu icerik 4032 defa görüntülenmiştir.