410
KASIM-ARALIK 2019
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
ANMA PROGRAMI: NEZİH ELDEM

Nezih Bey: Yürekli, İnatçı, İnançlı

Belkıs Uluoğlu, Prof. Dr., İTÜ Mimarlık Bölümü

Nezih Eldem ile İTÜ’de aynı kürsüde yer almış yazar, “Nezih Bey”in mimarlık eğitimine olan bakışını kendisiyle yaptığı bir röportajdan hareketle bizlere aktarıyor.

 

Karşılaşmalar

Prof. Nezih Eldem’le ilk karşılaşmam perspektif dersinde, mimarlık öğrenciliğim yıllarında olmuştu. Kaçış noktaları, ufuk çizgisi, tek kaçış noktalı perspektif, çift kaçış noktalı perspektif… Uzun ve ayrıntılı açıklamalarını dinler, tahtaya çizdiklerini izler, yarı yarıya anlardık. Daha sonra pratik olarak nasıl uygulayacağımızı asistanı Melih Kamil anlatırdı, aklımız bir miktar toparlanırdı. 1983’te İTÜ Mimarlık Fakültesi’ne asistan olarak başladığımda, 210 kapı numaralı mekân, Mimari Tasarım Yöntemleri ve Mekân Örgütlenmesi kürsülerine ait olduğundan, uzun yıllar aynı mekânı paylaştık. Mekân Örgütlenmesi dersini, asistanken kaçırmayıp izlemiştim; dedikleri gibi “iz bırakan” bir kişinin “iz bırakan” dersi oldu benim için. Asetatlar üzerine diapozitif büyüklüğünde çizdiği resimleri önce büyük çizip sonra küçülttüğünü düşünürdüm hep, çünkü bu kadar büyüyünce ne göreceğini nasıl tahayyül ettiğini düşünemezdim; meğer o mikroskopik hatlar öylece çizilir ve ekranda büyütülünce de anlamlı resimler olurmuş. Nezih Bey’le daha sonra Beşiktaş yarışmasının(i) jürisinde yer aldığı için kolokyumda karşılaştık. Proje üzerine konuşmamız sırasında beni hiç dinlemeyip kendi aklındakileri el hareketleri ile boşluğa çizdiğini hatırlıyorum. Onunla en son doktoram sırasında, mimari tasarım eğitimini irdeleyen bir görüşme yaptık ve bu görüşmeyi kaydettim.(ii) Burada, bu görüşmeden alıntılara da yer vererek ilerleyeceğim.

Mimar Olmak

Prof. Nezih Eldem’le birlikte çalışmadığım için, burada kişisel bir anlatıya yer vermek yerine onun tasarıma ve eğitime yaklaşımı üzerine kimi notlar iletmeyi tercih ettim. Öncelikle, mimarlığın onun ayrılmaz bir varlık sebebi olmasından söz ederek başlamak isterim. Bu kuşağın özelliği midir bilinmez -çünkü aynı özelliği Kemali Bey’de (Söylemezoğlu) de görmüştüm- onlar için mimarlık yaşantılarına iliştirilen bir şey değil, onun ta kendisidir. Nezih Bey’i mimarlıksız bir dünyada düşünmek mümkün değildir; her anını mimarlıkla içli dışlı yaşayan, hayal ettiklerini evde eşine anlatan, kimi zaman yapılmayacak projeler çizen, kimi zaman hiç bitmeyecek gibi olan şantiyeler yürüten ve akşam geç vakitlere kadar stüdyoda olan bir kişiden söz ediyoruz.

Mimarlık eğitimi açısından Nezih Bey gibi kişilerin önemi nedir? Mimarlık eğitiminin önemli bir parçası olduğuna inandığımdan, önce bu meseleye değinmek istiyorum. Mimarlık programlarının vizyonunun ikili bir bakışı gerekli kıldığı söylenebilir; bunlar, tasarımcı niteliklerin ve becerilerin geliştirilmesi ile mimarın toplumsal / felsefik anlamda bir düşünce insanı olarak inşası şeklinde ortaya konabilir. Mimarlık eğitiminde, özellikle de mimari kimliğin oluştuğu stüdyoda, mimar adayının tasarımcı niteliklerinin geliştirilmesine ağırlık tanıyan bir yaklaşım günümüzde daha çok kabul görmektedir. Daha az konuşulan ve tartışılan ise yaratıcı-tasarımcı kişinin “mimar” kimliğinin nasıl oluştuğu (bir “mimar”a nasıl dönüştüğü) konusudur. Örneğin, geçmişe dair düşünüldüğünde, stüdyo yürütücülerinin mimar kimliklerinin daha önde olduğunu görebiliyoruz; bu durumda öğrencinin karşısındaki rol modeli işine tutkulu, kendine göre inandıkları / değerleri olan, yetkin, yaratıcı kişi özellikleri taşımaktadır. Bu kişiler mimari anlamda kendileri de meslek pratiğiyle temas halindedirler; resmî kurumlara proje üreterek çevrenin yapılanmasındaki kararlarda etkili olmak, yarışmalara katılarak mimari düşünce ortamını zenginleştirmek, bizzat mimarlık pratiği yaparak mimarlığa dair sözü olan yaklaşımlar geliştirmek, gibi. İşte Nezih Eldem bu anlamda birçok insan için bir rol model olmuştur. Bu bir yaşam kültürüne işaret ettiği gibi, Bourdieu’vari(iii) anlamda bir “alan”ın inşasının parçası olarak da yorumlanabilir. Bu anlamda mimarlık eğitimini mimarlık alanının kültürel statüsünü sürdürmek için bir yeniden üretim mekanizması olarak tanımlayan görüşler mevcuttur.(iv) Bugün için arzulanan rol modelinin ustasına benzemek olmadığını kabul ettiğimizde dahi, mimarlık yapmanın değerlerle iç içe olduğunun farkında olmak, çevrenin oluşumunda sorumluluk sahibi olmak, bizzat mimarlık pratiğinin içinden konuşmak gibi özellikleri temsil eden bir stüdyo yürütücüsünün önemi reddedilemez.

Tasarım Süreci ve Kimi Kavramlar

Nezih Eldem’le mimari tasarım eğitimi üzerine olan görüşmemizde, birkaç kavram ya da olgunun altını çizdiği açıklıkla görülebiliyor. Bunlar, “huyunu-suyunu ona [öğrenciye] geçirmek”, “kendiyle kavgası olması” dolayısıyla “inatçı ve inançlı bir insan olmak”, adeta bir oyun oynar gibi tasarım sürecini öğrenciye yaşatmak, hayal kurmak ve bu hayali anlatmak, sıradan olmayanı elde etmek, gerekli bütün soruları sormak, kusursuzluk, alternatif üretmek diye bir şeyi kabul etmemek, mimariye bakmayı bilmek ve onu koşulları içerisinde kavrayabilmek gibi.

Genelde mimarlık okulları müfredatlarının yararlandığı Bloom’un(v) bilişsel alan kategorisinin yanı sıra, tasarım stüdyosu yürütücülerinin bir “gizli müfredat”ı bulunduğunu biliyoruz. Kimilerine göre bu gizli müfredat, Bloom’un diğer iki alanını -değerleri de içeren duygusal alanı ve psikomotor becerilerilerin gelişimini- içermektedir.(vi) Nezih Eldem’in stüdyo eğitimi hakkında söylediklerinin hemen tümünün, gerçekten de öğrencide bu iki alanın geliştirilmesine yönelik meseleleri konu edindiği anlaşılabiliyor.

Bir Davranış Geliştirme Süreci Olarak Mimarlık Eğitimi: “Huyumu Suyumu Ona Geçirmek”

Tasarımcı kimliğin geliştirilmesi, mimar kimliğinin oluşturulmasının yanı sıra eğitimde bir başka boyuta daha işaret etmektedir. Önceki kuşak için bu, bir davranış geliştirme sürecidir. Bu yaklaşıma göre, zihnin içinde ne olup bittiğini anlamak mümkün değildir, tek yapılacak olan bu anlaşılamaz süreci ancak ve ancak davranışlarının eğitimi yoluyla bir başkasına kazandırmaktır. Bu, tasarım kuramı içerisindeki yöntem araştırmalarında tasarımcıyı “kara kutu”(vii) olarak gören yaklaşımlara karşılık gelmektedir. Tasarımcıyı böyle ele alan çalışmalar, tasarım sürecini tasarımcının zihninde gerçekleşen ve rasyonel yollarla ulaşılmayan, nasıl elde edildiği açıklanamayan ancak başarılı sonuçlar elde edilen bir süreç olarak tanımlar. Bir sonraki kuşak ise aklın rasyonel süreçlerine konsantre olmuş, bilinçdışı ya da rasyonel olmayan süreçlerle hiç ilgilenmemişlerdir. İnsanı sadece rasyonel süreçlerle açıklayan ve tasarımcının eğitimini buna dayalı modellerle yürütmeye çalışan yaklaşımlar (“şeffaf/cam kutu” modeli)(viii) başarısız olmuştur. Bugün bilinçdışı, beden, vb. sorunsallaştırmalar tasarım araştırmalarında yer edinmeye başlamıştır; zihnin tam olarak açıklanamayan süreçleri mercek altındadır. Kimi basit olduğu düşünülen eylemler ancak bir beceri olarak, bilinçli aklın müdahalesi olmadan edinilebilen olgular olarak açıklanabildiklerinden, kaslarımızın / bedenimizin de bir aklı olduğu tartışmaları zeka araştırmaları içerisinde bir yer tutmaktadır. Yakın dönem biliş çalışmalarında, düşüncenin çoğunlukla bilinçdışı olduğu ve soyut kavramların büyük oranda metaforik olduğu öne sürülmüştür.(ix) Öte yandan bu araştırmaların önerdiklerini “kara kutu” modellerinden ayıran, tasarımcının eğitiminin bir davranış geliştirme süreci olarak algılanmaması; daha da öte, istenen davranışın geliştirilmesi dar alanına kendilerini hapsetmemiş olmalarıdır.

Oysa Nezih Bey, “huyumun suyumun ona geçmesi” demektedir, yani öğrencinin davranış olarak kendisi gibi olmasını beklemektedir. Bu anlamda, Atilla Yücel’in dediği gibi “klasik bir hoca” olmaktadır(x), dolayısıyla “kara kutu” yaklaşımı içerisinde kolaylıkla konumlandırılabilecektir. Öte yandan, yine kendi kuşağındakilerden çok azında gördüğümüz ama Nezih Bey’in kesinlikle sahip olduğu özelliklerden birisi tasarım sürecini sorularla ilerletme isteğidir. Bu anlamda da klasik bir “kara kutu”cu değildir; davranışlarının akli sürecini dışsallaştırmak istemektedir. Görüşmemiz sırasında eğitiminden, “benim hocalarım bunu bana vermediler, sadece güzel ya da kötü dediler, nedenini anlatmadılar bana” olarak söz etmektedir. Oysa kendisi, tersine, nedensellik ilişkisi kurmanın ve bunu açıklamanın gerekli olduğunu düşünmektedir. Ayrıca ölçü, ölçme, ölçek ve temsil etme anlamındaki tüm becerileri tasarımcı aklının ayrılmaz bir parçası olarak önemsemesi, soru sorarken çizmesi, çizerken sorular sorması (bedensel olanla zihinsel olanı bir araya getirmesi), bütün bunlar da yine onu önceki kuşaktan ayıran özellikleridir.

Nezih Bey’in “huyum-suyum” dediği özellikleri arasında “kendiyle kavgası olması” öne çıkmaktadır: “Soru soran, tasası olan, kendiyle kavgası olan, uzlaşmaz, fakat yürekli, inançlı, inatçı insanlar haline getirmek istiyorum sizi.” diye tarif etmektedir bunu. Bu özelliklere sahip değilse iyi mimar olmasına imkan olmadığını düşünmektedir; ona göre, büyük iş adamı olur ama mimar olmak için bunlar gereklidir. Soru sormanın bu kavganın önemli bir parçası olduğu anlaşılıyor; ona göre bu süreçte cevaplanması gereken o kadar çok şey vardır ki, üstelik bunların hiçbiri diğerinden önce gelen bir şey değildir ve bütün bunlarla başa çıkmak o kadar zordur ki; hatta bazen de imkansızdır. Gerekli bütün sorular sorulduğunda varılmak istenene varılacaktır; “şu da olabilirdi” diyorsak bütün sorular sorulmamıştır. Bu bir “kusursuzluk” tanımıdır aynı zamanda. Zaten kendisi de “o kadar kusur kadı kızında da olur” sözünün mimarlar için geçerli olmadığını belirtmekte, “yok öyle bir şey, mimarlar için bunu unutmak lazım” demektedir.

Usta-Çırak İlişkisi Olarak Tasarım Eğitimi: “Bir Mimarlık Oyunu Oynamak”

Nezih Eldem, stüdyodaki eğitimi bir oyun olarak tanımlamıştır. Onun buradaki oyun anlayışı, yetişkinlerin çocuklarına neyi nasıl yaptıklarını izleterek hayatı öğretmeleri gibi, ustanın öğrenciye neyi nasıl yaptığını göstererek mimarlığı öğretmesi olarak anlaşılmalıdır. Bu oyun onun “huyunu suyunu geçirme” sürecidir. “Bu bir çeşit kimlik edinmek mi?” diye sorulunca, çok açık bir şekilde “hayır”, “fenomen olarak, yani ne menem bir şey olduğunu, mimarlığı anlamaları için, [onlara] mimarlığın hikayesini anlatıyorum” demiştir. Bunu “Mimarlık oyunu oynatırım, kah düşüncelerimi eleştirilerimi söylerim, kah mimar tarafında kalarak deneyimimi anlatırım. […] bu vesileyle, yaşantıdan alınmış başka şeylerle, sizin huyunuzu suyunuzu soru soran, tasası olan, kendiyle kavgası olan, uzlaşmaz fakat yürekli, inançlı, inatçı insanlar haline getirmek istiyorum” diye tarif etmiştir. Burada önemli olan öğrencinin onun yaptığını yapması değil, onun yaptığı gibi yapmasıdır.

Derste ilgisi ve çabası dikkatini çeken bazı öğrencileriyle anlaşma yaptığından söz ederek öğrenciye “Sen her ders son sözüne kadar söylenmiş işler getir, ben her ders senin o kristal sarayını yıkacağım; ama bana söz ver ümitsizliğe düşmeyeceksin, çok faydalı olacak.” dediğini; sonrasında da öğrencinin bir oyun oynandığının farkında olduğu için ümitsizliğe düşmediğini, ona giderken “küçücük bir işaret” verdiğini, onun da “tamam, anladım” deyip gittiğini, bu türden bir ilişkinin çok önemli olduğunu belirtmiştir. Görüşmemizin bir yerinde, “kabiliyetsizlik diye bir şeyi kesin olarak kabul etmiyorum” demiş ve şöyle devam etmiştir: “Belli bir sorumlulukla belli bir düzeyde sıradan olan yapıları inşa edebilecek insanları yetiştirmek için özel bir yeteneğe kesinlikle ihtiyaç yok.” Stüdyoda gündelik lisanla konuştuğunu, matematik ya da felsefi soyut bir dil kullanmadığını ve anlaşılmaz olmadığını vurgulamıştır.

Temsil: “Mimar Hayal Kuran ve Soru Soran İnsandır”/ “Konuşurum”/ “Çizerim”

Nezih Eldem mimarı “hayal kuran insan” olarak tarif etmektedir. Düşüncelerin bulanıklığı ve uçucu kaçıcılığını yakalamanın aracı olarak onları söze ve çizgiye dökmeyi kullandığını anlıyoruz. Çizgi mimarın her zaman kullandığı bir araç olmakla birlikte, sözün geçmişte sadece bazı mimarlarca kullanılan bir temsil aracı olduğunu söylemek mümkün. Öğrencilik yıllarımızda aramızda bir “şehir efsanesi” dolaşırdı: Falan profesör stüdyoda filan öğrencinin projesindeki bir noktaya bir soru işareti koymuş, bunun üzerine öğrenci sürekli düşünüp defalarca farklı çözümleri geliştirip ona sunmuş; ancak aynı kişi tarafından o noktaya aynı işaret konup durmuş. Sonunda dayanamayıp kendisine sorduğunda o işaretin “mevcut ağaç mı?” sorusu anlamına geldiği anlaşılmış. Bu, o günlerde, stüdyoda çizim dışında konuşmanın -hele bir şeyleri açıklamanın- ne kadar az devreye girdiği ile ilgili trajikomik bir hikayedir.

Nezih Eldem bunun dışına çıkmak, ötesine geçmek çabası içerisinde, stüdyoda sorularla ilerlendiğinde öğrenciye kendisini geliştirmek için bir fırsat yaratılabildiğini düşünmektedir. Daha önce belirttiğim üzere, bu kendisine sunulmamış bir imkandır; öğrenci için, böylelikle “o benden daha evvel gelişiyor” demiştir. Anlattıklarından konuşma ve soru sormanın iç içe süreçler olduğu anlaşılabilmektedir: “Mimar soru soran ve hayal kuran insandır... Ben bazen hanımla konuşurum, beni dinlesin dinlemesin, sürekli anlatırım. Kendi kendimi kontrol ederim o zaman. Anlatırken başka türlü olur, düşündüğümden farklılaşır.” Ben bu “kendi kendine düşündüğünden farklılaşması” meselesinin ayrıca önemli olduğuna inanıyorum. Düşüncelerimizin yoktan var edilmediğini, temsiliyet aracılığıyla geliştirildiğini biliyoruz. Onları ancak ve ancak (kendimize de) temsil ettiğimizde yeniden ve yeniden üretilebilmeleri mümkün olmaktadır. Soru sormak, bugün stüdyo eğitiminin önemli bir parçasıdır; “şeyler üzerine düşünme” bilgisidir.(xi) Nezih Bey soru sormanın, sıradan olmayana ulaşmanın bir yolu olduğunu da düşünmektedir: “Soru sormanın ne kadar kolaylığı varsa o kolaylıkları yapmalı, tanımanın ne kadar kolaylığı varsa o kendini göstermeli […] çünkü olay çok zor […] anlaşılması çok zor […] İnsanlar koşullanıyorlar ve [ancak] bu soruları sorduğun için, şüphe ettiğin için, hiç denenmemiş hiç yanından geçilmemiş bir imkanla her şey cuk oturuyor yerine, tas tamam oluyor. Sıradan olmayan bir işi yapma[k], özgün olan[ı elde etmek], mutlaka şüphe ile olur.”

Ancak soru sormak yetmez, sonunda başka araçlar devreye girer: “Ama sonunda ben çiziyorum […] yani ben çizen hocalardan birisiyim.” “En ümitsiz zamanında, en olmaz dediğim zaman[da] çiziyorum ve bir kere bana inanıyor [öğrenci], hatta belki beni beğeniyor; ama beni ulaşılmaz zannetmesini de istemiyorum […] ona öyle kolaylıklar getiriyorum ki, o kendisi bu [düşüncenin] içinden hemen çıkabiliyor.” Yazıya başlarken Nezih Eldem’i ilk perspektif dersinde tanıdığımı belirtmiştim. Görüşmemiz sırasında da mekânı anlatabilmek için öğrenciyi hazırlamak gerektiğini belirtmiş ve çizgi, fotoğraf, maket ve rölöve gibi şeylerin (yani temsil) bunun temeli olduğunu söylemiştir. Yine temsile gönderme yaptığı bir başka mesele ölçü ve ölçektir. “Ölçüleri aklınızda tutmaya çalışın. Yanınızda bir metre taşıyın ve her iyi ya da kötü bulduğunuz şeyi ölçün, ezberlemek için değil alışmak için ve ölçeksiz olarak kesin [çizmeyin] ta ki bir gün her çizdiğiniz şey dünyayı ölçekli kavradığınızı anlatıncaya kadar” demiştir.

Bu satırları yazarken ve onun ses kaydını dinlerken, soru sormaya olan tutkusu bana Platon’un Menon’unu hatırlattı. Yaptığının bir çeşit Sokratik diyalog olduğunu düşünmeden edemiyor insan.

Tek Doğru Çözüm: “Alternatif Üretmek Yoktur”

Beşiktaş Meydanı ve Çevresi Kentsel Tasarım Yarışması ile ilgili görüşmemiz sırasında, belirli bir yerde ve belirli bir zamanda, tek bir çözüm olabileceğinin ipuçlarını vermiştir. Benzeri şekilde karşılıklı görüşmemizde bunu daha açıkça dile getirmiş, “Bir defa yaptığım binaya ‘böyle de yapabilirdim’ demedim şimdiye kadar”, “Alternatif üretmek diye bir şeyi ben kesinlikle kabul etmiyorum, inanmıyorum. Alternatif üretmek demezsek anlaşabiliriz, koşulları denemek diyebiliriz, tercihlerin ağırlıklarını denemek diyebiliriz. Şuradan yerine buradan girseydim diyorsam, henüz o sorular sorulmamıştır.” ve “O bina, o yerde, o insanlar için, o tarihte, o biçim ve o çözüm olarak inşa edilebilirdi.” demiştir. Sanki çözüm orada durmaktadır ve biz onu bulmaktayızdır; yani bizim dışımızda olup biten bir gerçekliği keşfimizdir aslında bu süreç. İşte bu noktada da içimden “evet, tam bir ‘kara kutu’cu” dediğimi hatırlıyorum.

Bağlamcılık: “Belli Yer, Belli Kişi, Belli İşlevden Ortaya Çıkmayan Bütün Tasarım Önerileri İflas Etmeye Mahkumdur”

Lobell bir makalesinde, Bauhaus’un sistematik tasarım yaklaşımlarının atası olduğunu, tarihi yasakladığını, bu nedenle arketipik olanla bağımızın koptuğunu, mimarlık yapmadığımızı, onun yerine makine tasarladığımızı belirterek onun geleneğinin devamı olduğunu iddia ettiği sistematik tasarım yöntemlerine yoğun bir eleştiride bulunmuştur. Mimarlığın değerlerden bağımsız olamayacağının altını çizmiş ve bunun mimarlıkta arketipik insan deneyimine yer vermek anlamına geldiğini belirtmiştir. Burada işaret edilenin, geçmiş biçimlerin kendisinden çok, yaşantının izleriyle var olmuş, kuşaklar boyu sürdürülmüş, ilişki kurulabilen ve sürdürülebilen arketipik kimi mimari olgular olduğunu düşünmek gerekir. Nezih Eldem’in tarihî çevrelerle arasındaki bağ daha çok bu türden bir bağdır; amaçlanan onun gibi ürünler üretmek değildir, onu anlamak, onunla birlikte var olmanın yollarını araştırmaktır. O nedenledir ki, görüşmemizde sürekli “koşullar”ı vurgulamıştır. “Öğrencilerin bilmesi tanıması gereken yapılar var mı?” sorusuna, beklediğim üzere, “Ben bu konuyu cevaplamak istemem. […] Şunu bilirse ondan bir şey edinir diye değil...” demiş ve öğrencinin o mimariyi işlevselliğiyle kavrayamaması durumundan dem vurarak şöyle devam etmiştir: “Bence Villa Savoye ya da bilmem ne, başka bir takım önemli yapılar, hangi teknolojik gelişmelerin, hangi toplumsal özelliklerin [etkisinde], hangi iklimde, hangi ülkede [sorularının] cevabı aranırken ortaya çıkmıştır, bu çok önemli […] Saygınlık grupları, modelleri yaratılıyor diye korkuyorum.” demiştir. “Ben bile hâlâ o koşullar ortaya konunca, dokümanterlerde filan, heyecan duyuyorum; o bütünü kavrayabilirsen o zaman faydalı oluyor […] Böyle bir şey isteniyordu, böyle bir şey yapıldı, insanlar böyle tepki gösterdiler. [Bu durumda] herhangi bir bina da benim için söylemek istediğime vesile olabilir. Mimariye bakmasını öğrenmek, bu önemli.”

Nezih Eldem’in bağlamcılığı, mimariyi işlevselliği bütünü içerisinde kavrayabilmek anlamına gelmektedir; eski biçimleri yeniden yapmak demek değildir. Bunu çok açık bir biçimde ifade etmiştir: “Belli yer, belli kişi, belli işlevden ortaya çıkmayan bütün tasarım önerilerinin iflas etmeye mahkum olduğuna inanıyorum.” Zaten işleri de bu tutumunu açıkça yansıtmaktadır. Bugün bu eksikliği mimari tasarım alanında derinlemesine yaşıyoruz; hâlâ tarihle olan ilişkimiz sorunlu, hâlâ “onun gibi olmak” şeklindeki yorumlamalardan kurtulabilmiş değiliz, hâlâ onunla nasıl bir arada olabileceğimizi bilemiyoruz. İki kuşak öncesinin mimarı Nezih Eldem’in bunun çok ötesinde bir anlayışı olduğunu görmek bir ders niteliğinde olacak güçtedir.

Bu konular üzerine konuştuğumuz noktada, bağlamcılığının bir çeşit fenomenolojik yaklaşımı içerdiğini de görmek mümkün olmuştur: “Yer, iklimiyle, takvimiyle bir yer” derken yere olan vurgu; “Kesitler […] mutlaka bir ölçek daha ileride tutarım, mesela konuya başlarken daha 1/100 kesitler, en aşağı; 1/50, 1/20 kesitlerde deneyerek tanımasını ve önerdiği şeyi de anlatmasını [isterim]” derken kişiden nesnesini onunla hemhal olmaya imkan verecek bir yakınlıkta deneyimlemesini, böyle bir ilişki içerisinde olmasını istemek; (öğrenciliğini anlatırken) “pencereyi rölöve ettim […] ay ne güzel şey!” derkenki duygulanımı; “belli yer, belli kişi, belli işlev” tanımlamasının tek ana ve tek duruma özgü çözüm arayışı; öğrencileriyle Arkeoloji Müzesi’nin kendi yaptığı kısımlarını ziyaret ettiklerinde bir öğrencisinin “Bugüne kadar sizden aldığım dersler bir yana ancak bugün çok fazla şey öğrendim” demesini sağlayan doğrudan deneyimi önemseyişi; bu ve benzeri çok sayıda an ve söz bize Nezih Eldem’in fenomenolojik deneyimi mimarlığın ayrılmaz bir özelliği olarak tariflediğini ve stüdyoda sorularla bunu açığa çıkarmayı hedeflediğini göstermektedir.

Nezih Bey

Taşkışlalılar için Nezih Bey hem şahsen uzunca yıllar (1944-1988 ve hatta sonrasında zaman zaman) bir arada oldukları hem de eserleriyle bir arada olmaya devam ettikleri bir Taşkışlalıdır. Atilla Yücel’i anma töreni sırasında bir keman dinletisi için icracı olarak aramızda bulunan sanatçının 109-Nezih Eldem Konferans Salonu için, “salonun akustiği çok iyi, insanın çaldıkça çalası geliyor” sözleri Nezih Bey’i bir kez daha anmamızı sağladı. Heyecanıyla, kavgasıyla, ustalığıyla, titizliğiyle, mimarlığıyla Nezih Bey hiç unutulmayacak.

NOTLAR

i Beşiktaş Meydanı ve Çevresi Kentsel Tasarım Yarışması, 1990.

ii Prof. Nezih Eldem ile görüşme, 6 Aralık 1988.

iii Bourdieu, Pierre, 1977, Outline of a Theory of Practice, Cambridge University Press, New York.

iv Stevens, Garry, 1998, The Favored Circle: The Social Foundations of Architectural Distinction, The MIT Press, Cambridge, MA.

v Bloom, Benjamin S. (Ed.), 1956, Taxonomy of Educational Objectives: The Classification of Educational Goals, Longman, Londra.

vi Roberts, A.; Pearce, M.; Lieberman, O.; Matsika, W., 2006, “The Development of Values in the Studio: A Hidden Curriculum?”, Changing Trends in Architectural Design Education: Proceedings of the International Conference of the Center for the Study of Architecture in the Arab Region (CSAAR 2006), (ed.) J. Al-Qawasmi, G. Vasques de Velasco, 14-16 Kasım 2006, Rabat, ss.469-482.

vii Jones, J. C., 1969, “The state of the arts in Design Methods”, Design Methods in Architecture, (ed.) G. Broadbent, A. Ward, George Wittenborn Inc., New York, ss.193-197.

viii Jones, 1969.

ix Lakoff, George; Johnson, Mark, 1999, Philosophy in the Flesh: The Embodied Mind and its Challenge to Western Thought, Basic Books, New York.

x Osmanoğlu İlmen, Canan, 2007, Tasarımları ve Eğitimciliği Işığında Nezih Eldem’in Mimarlık Anlayışı, İTÜ FBE, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul, s.77.

xi Uluoğlu, Belkıs, 1996, “Representation of Design Knowledge in Studio Critiques”, Descriptive Models of Design, (ed.) Ö. Akın, G. Sağlamer, 1-5 Temmuz 1996, Taşkışla, İstanbul, ss.577-591.

xii Lobell, J., 1975, “Design and the Powerful Logics of the Mind’s Deep Structures”, DMG-DRS Journal, cilt:9, sayı:2, ss.122-129.

 

Bu icerik 1676 defa görüntülenmiştir.