MİMARİ TASARIM
			“Modern”e Dönüşmek / “Modern”i Dönüştürmek: Muz Deposundan “Parktaki Çadır”a Londra Tasarım Müzesi 
			Funda Uz, Doç. Dr., İTÜ Mimarlık Bölümü
			Londra’nın müze semti olan Kensington’daki uzun zamandır işlevsiz olan Commonwealth Institute yapısı, Tasarım Müzesi’nin yeni adresi olarak 24 Kasım’da ziyarete açıldı. Açılışta yer alan yazar, geçirdiği dönüşümün ardından yapının modernizmin minimalist yaklaşımının aksine mümkün olduğu kadar çok şeyi kapsamaya çalışan bir yaklaşımla ele alındığını belirtiyor.
			
			
			
			
			Londra Tasarım Müzesi (Design  Museum) yeni adresine taşındığını, Kasım ayında metroyu kullanan tüm  Londralılara ve turistlere reklam panolarıyla duyurdu. Holland Park’ın ağaçları  arasında yakın çevresindeki tüm yapılardan soyutlanmış, hiperbolik paraboloit  çatının hakim olduğu afiş, yapıyı tanıyanlar için bile şaşırtıcı erotik / cazibeli  bir imge sunuyor. (Resim 1) 1960’lı  yılların mimari ikonlarından Commonwealth binası, artık Londra Tasarım Müzesi için  yeni adres...
Afişteki fotoğrafın Londralılar  için şaşırtıcılığı, neredeyse 60 yıllık bu yapının, yürüme kotunda algılanan ve  ilk yapıldığı yıllardan bu yana kolektif hafızanın önemli bir parçası haline  gelen “the tent in the park” (parktaki çadır) imgesinden farklılığı… (Resim 2) Bu fark, aynı zamanda yapının  yeni kimliğine kavuşurken geçirdiği / sahne olduğu tartışmaları özetler nitelikte.(1)
Londra’nın diğer müzeleri  ile karşılaştırıldığında, bugüne kadar, Tasarım Müzesi’nin hatırı sayılır bir  önemi olduğunu söylemek zordu. Bilim, sanat, arkeoloji alanlarında yüzyıllık koleksiyonlara, paha  biçilemez arşivlere sahip müzeler bir yandan eski binalarına sığmaz ve ünlü  mimarların tasarladığı eklerle güçlü imgelenebilirliğini, popülerliğini  artırırken Design Museum, ölçek olarak karşılaştırılabilecek daha küçük müzelerle  de koleksiyonunun niteliği ile ayrışıyordu.
Modern anlamda, tasarım  ideasının müzeleştirelebileceği düşüncesi, ilk olarak 1851’deki ünlü Dünya  Sergisi (Great Exhibition of the Works of Industry of All Nations) ile oluştu.  Sir Henry Cole’un girişimiyle 1857’de Victoria ve Albert Müzesi ile hayat buldu  ve benzerleri için ilham verici oldu.
20. yüzyıl içindeki  tasarımla ilgili temel tartışmalar, “tasarımın güzel-estetik yönü” ve “herkes  için-gündelik hayatın içinde” aralıklarında salınım yaptı. Özellikle II. Dünya  Savaşı sonrası modernitenin dönüştürücü etkisi, tasarımın gündelik hayattaki  yeri, ekonomi-üretim ile ilişkisi üzerine tartışmalar tüm hızıyla devam etti. Tasarım  Müzesi bugün, kullanıcılar, üreticiler ve tasarımcıların farklı bakışlarıyla,  tasarımın nasıl üretildiği kadar, kullanıcı için ne anlama geldiğini göstermeye  yönelik bir içeriği taşımakta.
Londra’daki Tasarım Müzesi,  kariyerine tasarımcı olarak başlayan ve daha sonra tüm İngiltere’ye yayılan  Habitat markasının yaratıcısı Sir Terence Conran’ın öncülüğünde1989’da kuruldu.(2) Tasarım Müzesi’nin bu ilk yapısı da, Commonwealth Binası’nda olduğu gibi,  varolan bir yapının yeni bir mimari dille, yeniden ele alınması ile hayata  geçirilmişti. Thames nehri kıyısında, “Docklands” olarak bilinen ticaret ve  depolar bölgesi, 1970’li yıllarda çoğunlukla boşalmış ve 1980’lerde “kentsel  dönüşüm” tartışmalarının önemli bir parçası olmuştu. Bu bölgenin içinde, Londra’nın  ünlü “Tower Bridge” köprüsünün hemen yakınındaki 1950’lerin tuğla-beton Butler’s  Wharf yapısı, mimar Max Gordon tarafından modernist bir gramerle makyajlanmış,  Bauhaus’a bir atıf niteliğinde, dönüştürülmüştü. (Resim 3)
Tasarım Müzesi’nde,  1930’ların uluslararası üslup karakterine bağlılık, beyaz duvarları ve mermer  zemini, bant pencereleri, geniş balkonları çevreleyen beyaz zarif  korkuluklarıyla, sanki o dönemde üretilmişcesine, modernizmin biçimsel  özelliklerine benzeşerek vurgulanmıştı. Çevresini kuşatan tuğla, Victoria  dönemi depolarla tezatlığı, ilerici bir tasarım anlayışı olarak sunulmaktaydı:  “Londra’nın finans merkezinde, seçkin mimari karakter ve kalitesiyle, tasarımcılara,  daha iyi üretim peşindeki endüstri ve iş çevrelerine, tasarımı görmek,  deneyimlemek, değerlendirmek isteyen kamuya ve öğrencilere geniş kaynak sunan  bir müze”. Müzenin iddiası bununla da bitmiyordu, “müze kavramını 19. yüzyıldan  21. yüzyıla taşımak” (3)
Thames kenarındaki Tasarım  Müzesi’ne ilk gittiğimde çok heyecanlanmıştım bu dönüşüm hikayesinden. Oysa  bugün, serbest piyasa ekonomisi ve rekabet içinde, iş ve finans merkezleriyle  dirsek temasıyla kurulmuş bu yeni örüntü biçimi, her şeyi yeni baştan  tanımlarken, Butler’s Wharf’ın 1930’ların “modern”ine dönüştürülmesi, bir  kostümlü prova gibi geliyor artık. Bu düşüncemi tetikleyen, Tasarım Müzesi’nin  yeni binasına geçiş hikayesi oldu.
Taşınmanın başlangıcında, tasarımın tüm  dünyada yükselen, kentleri tasarım üzerinden markalaştıran söylemin de etkili olduğunu  belirtelim.(4) Londra gibi “yaratıcı metropol” olduğunu iddia eden bir kentte, gittikçe  genişleyen sergi materyali ve oldukça küçük bir alana sıkışan geçici sergi imkanlarıyla  yeni bir binaya duyulan ihtiyaç, 2000’li yılların başına denk geliyor. Yirmi beş  yıl boyunca, yüzden fazla sergiye evsahipliği yapan, “Designer of the Year”  ödülleri ve eğitim atölyeleriyle program olarak genişleyen Tasarım Müzesi için  yeni mekân arayışları başladığında, pek çok müzenin bulunduğu Kensington  bölgesinde, 2004 yılında boşaltılan ve 2. derece koruma listesinde bulunan  Commonwealth Institute binasının düşünülmesi makul görünüyor. Yeni bir yapı  önerisi de, şüphesiz, hem mimarlık dünyasının hem de popüler medyanın ilgisini  çekerdi. Ama buradaki kararın ve motivasyonun, modern bir yapıyı korumaktan ve  yeniden ele almaktan çok, yapının bulunduğu alanın müzeler bölgesine dönüşmesi  olduğu savlanabilir.
Bugün, modern döneme ait binaların  da korunması ve yaşatılması konusunda (en azından Batı dünyasında) bir duyarlılık  geliştiğinden söz etmek mümkün.(5) 
(Resim 4) Bu koruma ve yaşatma hedefinin de onları ancak gündelik  hayatın, kültür ve sanatın bir parçası olarak yeniden işlevlendirmekle  (adaptive re-use) mümkün olduğu yönündeki akademik çalışmalar ve literatür gelişmekte
. Modernist biçim repertuvarına sahip  olmayan bir yapıyı biçimsel müdahalelerle moderne dönüştüren Tasarım Müzesi  için modernite ile girişilen yeni bir meydan okuma böylelikle başlamış oldu.
“Commonwealth Insitute”,  1951’de inşa edilen “Royal Festival Hall” sonrası yapılan ilk modernist binaydı.(6) Yapının iddialı hiperbolik  paraboloit çatısı en önemli özelliğiydi. 2. Elizabeth’in 1952’de tahta  çıkışının ardından, enstitünün görev tanımı eski İngiliz sömürgesi yeni  bağımsız devletlerle arasında bir birlik oluşturmak olarak yeniden düzenlenmişti.(7) Holland Park’ın hemen güneyinde, Kensington High Street  üzerinde, Robert Matthew  Johnson-Marshall & Partners (RMJM) firması  tarafından 1960’ta tasarlanan yapının tamamlanması 1962’yi buldu. Farklı  milletlerin sergilerine evsahipliği yapması planlanan  binada, topluluğun daha iyi anlaşılmasına yönelik bilgi ve eğitim hizmetleri  sağlamak birincil amaçtı. (Resim 5)
Yapının içindeki sergilerin  düzenlemesi James Gardner tarafından tasarlandı. Binanın içi çadır benzeri bir  beton kabuk tarafından örtülen geniş açıklıklı, serbest olarak düzenlemeye  imkan sağlayan serbest bir mekândı. Farklı katlardaki sergi alanları geçitlerle  birbirine bağlanmıştı.(8) (Resim 6)
Commonwealth Institute  binasının en önemli karakteristiği, RMJM’den mimar  Roger Cunliffe tarafından mühendis James Sutherland ile birlikte tasarlandığı  yapısal açıdan karmaşık, olağanüstü etkili hiperbolik  paraboloit çatıydı. Eğik yüzeylerin, askeri  ve sivil havacılıkta, denizcilikte ve mühendislikteki  kullanımı oldukça yaygındı. 1930’lardan beri, eyer biçiminde hiperbolik paraboloit  formlar modern mimaride sıklıkla görünmeye başladı. Teknolojik ilerlemenin,  çağdaşlığın simgeleri haline geldi.(9) II. Dünya Savaşı sonrası modernizmin brütalist denemeleri bir  yana, modernizme karşı tutuk muhafazakarlığını bırakmayan Londra için, 1960’lı  yıllarda yapılmış cesur bir yapıydı. 
Yapıyla ilgili  çeşitli sorunlar hep gündemde oldu, bakır ile kaplı çatının su geçirmezliğinin  sağlanması en büyük maliyet kalemini oluşturmaktaydı. Yüksek bakım maliyetlerine  karşın enstitü faaliyetlerine devam etti. Ancak bölgenin ticari gelişimine  paralel, bu kentsel konumdan enstitü için gelir yaratılması ve enstitünün başka  bir yere taşınması 1980’li ve 1990’lı yıllar boyunca sürekli gündeme geldi.(10) İçindeki  sergilerin ve aktivitelerin hiçbir zaman halkın ilgisini çekemediği, kamunun  kalbinde ve zihninde kendine yer bulamayan enstitü 2004 yılında kapandı.(11)
Chelsfield emlak geliştirme  grubuna devredilen alanın, ticari gelişim-tasarım planı OMA ve West 8  koordinatörlüğünde konut programıyla örgütlenmesi gündeme geldiğinde,  Commonwealth Institute binasının daha kalıcı, uzun vadeli ve kamusal bir  kullanım ile korunmak zorunluluğu, Tasarım Müzesi ile ortaklığa dönüştü.(12) Commonwealth Institute binasının Tasarım Müzesi’ne dönüştürülmesi  için açılan uluslararası yarışmayı minimalist tasarımlarıyla tanınan mimar John  Pawson kazandı.(13)
Kensington’daki yüzyıl  ortası modernizminin bu önemli yapısına, Pawson ve ekibinin, çatının korunması  ve güçlendirilmesini sağlayan bir restorasyon olarak başarılı, ama iç mekân ve  çevre tasarımı açısından tartışmalı yeni bir hayat verdiği söylenebilir.
Tasarım Müzesi’nin taşınmasına finansal  destek için eski Butler’s Wharf yapısını Zaha Hadid satın aldı. 83 milyon  sterlini bulan taşınma maliyeti için, Sir Terence Conran’ın ve ülkenin mimari  ve restorasyon faaliyetlerinin hamisi konumundaki Ulusal piyango (National Lottary  - Herritage Lottery Founding) ve sanat konseyinin bağışları yeterli olmadı. Bunlara  ek olarak enstitünün hemen yanında inşa edilen üç yeni konut bloğu finansmanın  toparlanmasına yardımcı oldu. Modern bir ikonu korumak, yeni bir programla  kentsel-kültürel bir değer olarak yeniden yorumlamak sözkonusu olduğunda  verilen bu rakama değer diye düşünülebilir. Ama Commonwealth Institute binası  için en doğru tasarım kararlarının verildiğini söyleyebilir miyiz?
ELEŞTİRİLER
Eleştirmenler John  Pawson’un, Commonwealth Institute binasının teatral havasına tezat oluşturan  sakin, minimalist yaklaşımının doğru bir seçim olduğunu savunuyor.(14) Docklands bölgesindeki ilk  yapıdan yaklaşık üç kat daha büyük alana sahip olan yeni Tasarım Müzesi’nin mekânsal  programına bakılınca, bu minimalist görünen yaklaşımın, bir tür “kutu içinde  kutu” mantığıyla kurgulandığı anlaşılır. Yapının merkezindeki, hem Kensington High Street, hem de Holland Park’tan erişilebilen atrium,  ziyaretçileri ağırlar ve bir etkinlik alanı olarak çalışır. Zemin katta, yeni  geçici sergiler için en büyük galeri, müze dükkanı, küçük bir kafe; zemin altı kottaki galeri 2 ile mimarlık, moda, mobilya, ürün ve grafik  tasarımına adanmış geçici sergiler; yaklaşık 200 kişilik “Bakala Oditoryumu”  ile yıl boyunca konuşmalar, seminerler, tartışmalar, halka açık ve özel  etkinlikler için tasarlanmış bir alan sunuyor. Girişteki amfinin  merdivenlerinden ulaşılan birinci kattaki tasarım ve mimarlık referans  kütüphanesi ve müzenin tarihi ile ilgili arşiv materyalleri, öğrenciler,  eğitimciler, araştırmacılar ve tasarımcılar için zengin bir kaynak oluşturuyor.  “Swarovski Öğrenme Merkezi” yaratıcı bir atölye ve tasarım stüdyosu, öğrenme  olanaklarının farklı mekânsallıklarını kuruyor. Ofisler, toplantı odası ve film stüdyosu da  birinci katta kendine yer bulur. Etkileyici müze çatısı altında yer alan  en üst kattaki galeri, müze koleksiyonundan önemli nesneler içeren, girişi  ücretsiz olan kalıcı koleksiyona ayrılırken, bu katta ayrıca bir restoran ve  üyelerin kullanacağı bir özel salon bulunuyor.
Oysa yapının içindeyken cam korkuluklara yaslanıp aşağı baktığınızda ya da  aşağıdaki basamaklarda soluklanırken yukarı baktığınızda tüm gördüğünüz, neredeyse  tüm yüzeyleri açık meşe kaplı bir atrium. Müzeyi oluşturan tüm mekânlar, uzun  koridorlar ile sarmal olarak bağlanarak ve strüktürü gizlenerek dış kabuğa yaslanmış.  Kutu içinde saklanmış kutuları açmanız ve içine girmeniz gerek… Büyük atriumun  kendi içinde görme-görülme ilişkisini kuvvetlendiren, yukarı doğru yükselen  kurgusunu olumlu bulmakla birlikte, yapının iç mekânının çok doldurulduğunu,  çatının bütünselliği kuran etkisini algılamak için yapının içinde yeterli alan  bırakılmadığını hissediyoruz. Dışarıdan görüp heyecanlandığımız hiperbolik paraboloit  çatı ile neredeyse saklambaç oynuyoruz, mekânların içine girdiğimizde  göreceğimizi düşünüyoruz ve yanılıyoruz. Örneğin, ismini çatıdan alan en üst  kattaki “Parabola” restoranda, bir asma tavan marifetiyle heyecan verici  çatının strüktürü olan eğrisel kaburga kapatılmış, görünmez hale gelmiş.
Commonwealth Institute  binasının Tasarım Müzesi’ne dönüşümü  sırasında kaybedilen bir başka değerin kültürel peyzaj olduğunu söylemek  mümkün. Bu peyzaj düzenlemesini özel ve nadir yapan biçimsel dil, geniş ve düz  yüzeylerle parabolik çatılı yapının heykelsiliğini vurgulamak, yapının yüzüyormuşçasına  gökyüzüyle birlikte suya yansıması, zarif, ince korkuluklar olarak özetlenebilir.(15) İngiliz Peyzaj Mimarları  Enstitüsü kurucularından, Sylvia Crowe’un tasarladığı modernist çevre tasarımı Tasarım  Müzesi’ne gelir sağlamak için tasarlanan konut  yapılarının eklenmesiyle tamamen yok olmuş.
Tasarımın bir  diğer önemli ögesi, Kensington High Street boyunca görülebilecek  Commonwealth uluslarının biraraya gelmesini ilan eden bayraklar ve ulusların  adlarının okunduğu zemin düzenlemesiydi. Doğrudan High Street tarafından  yaklaşım, Enstitü alanının bir parçasıydı, peyzaj düzenlemesinde, hafif kot  farklarıyla yapıya davetkar ve sıcak bir giriş tasvir edilmişti. Bugünkü peyzaj  düzenlemesinde, yapıyı saran bloklardan birinin zemin kotunda, müze dükkanından  geriye kalan aralıktan geçiyor ve Tasarım Müzesi yazısının önünde selfie çekip  ilerliyoruz.Bugün yapının  çevresini saran, üç beyaz konut bloğu, komşularının tuğla ve beton örüntüsünde yeni  olduğunu haykırıyor. 1960’ların tasarım anlayışından en büyük fark bu. Londra’da  Thames yakın çevresinde star mimarların yapıları uzun zamandır arz-ı endam  ediyor. Ama eski bir yapının içine kadar sokulan, Londra’nın kalbi sayılabilecek,  konut değerlerinin astronomik seviyelerde olduğu bir alandaki bu yaklaşım, pek  çok açıdan önemli bir şey söylüyor: Kapitalizm. Hem yapı içinde hem dışında iki  müze dükkanı olması kulağımıza fısıldamıştı zaten.
Endüstri devrimiyle ve makineleşmeyle,  kullanıcı ve üretici arasındaki ilişki kırıldı, üretimin yeni yöntemleri bu  ilişkiyi tamamen değiştirdi. Bu değişimi  farklı perspektiflerle  kurmaya çalışan geçmişten çok geleceğe bakan bir tasarım kurumunun, kültürel topografyayı  genişleterek çağdaş endüstriyel tasarım ve mimarlığı, içine alma hedefindeki bu  oluşumun, kendi yapısıyla bunu ne kadar başardığı sorgulanabilir.
Tasarım Müzesi’nin on yıldır  koordinatörlüğünü yapan, Dejan Sudjic’in dönüştürme sürecinde yapıya  eklenmesinden mutlulukla bahsettiği bir yerleştirme ise, 28 AB üyesi ülkenin  her birinin bir ögeyle birlikte temsil edildiği “Avrupa Odası”. Brexit’in bu  yılki oylamasının ardından, “tasarım” ideası ile Avrupa’nın birlikteliğini  simgeleyen bu odanın, bir zamanlar, kendi eski sömürgeleriyle bir birlik kurmak  üzere tasarlanmış bir binanın içinde yer aldığı düşünülürse oldukça ironik bir  yerleştirme. Yapıya yaklaşırken üzerine basarak geçtiğiniz zeminde artık sadece  belli belirsiz okunan “üzerinde güneş batmayan imparatorluğun” üyesi ülkelerin  isimleri, yapının geçmişini bilmeyenler için bir soru işareti gibi.
Commonwealth Institute  yapısının karakterini oldukça zedeleyici bu dönüştürme, mazrufu sığdırmak için,  yapıyı algılayamayacağımız kadar tık nefes dolmuş iç, zarfı sadece dışarıdan  algılanan ve tanıtım posterlerinde hiç göremeyeceğimiz bir açıyla,  bakamayacağımız bir yükseklikten çekilmiş fotoğrafıyla, içten bağımsız olarak,  imgeleştirerek arzu nesnesine dönüştürüyor. Modernizm üzerinden tasarımla  kurulan, iç-dış, mimarlık-endüstri ürünleri ayrımını dışlayan bütüncül,  kapsayıcı bakışa ve her şeyin gerektiği kadar ve olduğu gibi görünmesi ilkesine  ters / zıt bir ilişki öneriyor. Bugünün mimarlığını tanımlıyor belki, ama  modernitenin genetiğini yadsıyor...
KÜNYE
  Proje Grubu: OMA, West 8 
  İç Mekân Tasarımı: John Pawson,  Universal Design Studio 
  Mühendislik: Arup 
  Zemin Kaplama: Dinesen 
  Mobilya: Vitra, Vitsoe 
  Aydınlatma: Concord 
  Sergi Tasarımı: Studio  Myerscough, Sam Jacob 
  Kurumsal Kimlik: Studio  Fernando Gutierrez 
Yönlendirme: Cartlidge  Levene
NOTLAR
1. Yapının  2. derece listesinden çıkarılması, finansal çözümler için yeni kentsel  düzenlemelere olanak veren ara yasalar ve benzeri Riba J, Architects Journal, Building Design’ın ilgili sayılarında  görülebilir. Castella, Tom de, 2009, “EH institute U-turn is ‘Ridiculous’”,  Building Design, 2 Ekim 2009. Hurst, Will, 2010, “Pawson triumphs as Design  Museum winner”, Building Design, 4 Haziran 2010. Hopkrik, Elizabeth; Rogers, David,  2014, “RMJM founders ‘spinning in their graves’”, Building Design, 21 Eylül  2014.
2. Terence  Conran, Londra’nın bir tasarım başkentine dönüşmesi gerektiğine inanıyordu.  Stephan Bayley’in önerisiyle, endüstriyel tasarımın enstitüleşmesi yolunda bir  adım atarak, birlikte Design Council’i kurdular. Öncelikle kamu ilgisini test  etmek için, Boilerhouse Project sergi mekânını açtılar. Daha sonra kalıcı  koleksiyon için yeni mekân arayışı, Butler’s Wharf’ın müzeye dönüştürülmesini  sağladı.
3. Wilson,  T., 2016, “Butler’s Wharf”, The Story of  the Design Museum, Phaidon, s.33.
4. Yaratıcı  kent / bölge genel ve özelleşmiş altyapı sistemleri ile yenilikçi ve dinamik  endüstri çeşitlerini desteklemektedir. Yaratıcı kent, çevresi ve altyapısıyla,  farklı katmanlar sunmakta, insanlara yeni fikirlerini geliştirmek için  olanaklar yaratmakta ve bunlara dayanan projelerin gerçekleştirilmesini  olanaklı kılmaktadır. Richard Florida, yaratıcılığın, sadece teknik buluşlar ve  bilgi ile ilgili olmadığını vurgular. Teknolojik, ekonomik ve kültürel  yaratıcılık, çok boyutlu ve iç içe geçmiş bir örüntüyle kurulur. Konuyla ilgili  yayınların 2000’li yılların başında çoğaldığını söyleyebiliriz. Landry, C., 2000,  The Creative City, Earthscan  Publications, Londra. Florida, Richard; Tinagli, Irene, 2004, Europe in the Creative Age, Demos.  Florida, Richard, 2005, Cities and the  Creative Class, Routledge.
5. Haus  der Kulturen der Welt (Dünya Kültürleri Evi) Berlin, Almanya'nın Avrupa dışı  güzel sanatlar için milli merkezi olan bir kuruluştur. Bu merkez eskiden  konferans merkezi olan Kongresshalle olarak bilinmekteydi ve 1957de “Interbau”  sergisi sırasında Amerikan mimar “Hugh Stubbins Jr.” tarafından tasarlanmış ABD’nin  Almanya'ya bir bağışı olarak yapılmıştı. 1980’de bu binanın çatısı çökmüş, 1987’de  “Berlin'in 750. yılı” için eski şekliyle yeniden yapılmıştır.
6. Brawne,  Michael, 1963, “Criticism: Commonwealth Institute Building, South Kensington”,  Architectural Review, Nisan, ss.260-266.
7. İmparatorluk Enstitüsü olarak, endüstriyel  istihbarat toplama ve yayma dahil; teknik ve ticari eğitimin teşvik edilmesi ve  kolonizasyonun ilerletilmesi amacıyla 1888 yılında kurulmasının ardından, adı  1958 yılında değiştirildi. Ticari istihbarat departmanı ve kolonilerdeki doğal  ürünlerin ve kaynakların endüstriyel ve ticari gelişimini destekleyen bilimsel  ve uygulamalı araştırma departmanı vardı. Çeşitli ülkelerin endüstriyel ve  ticari ürünlerini ve gelişimini sergileyecek koleksiyonlara evsahipliği yapması  beklenen enstitü, South Kensington’da Rönesans stili büyük bir yapıda faaliyet  gösteriyordu. Bu büyük yapının bakım ve kullanım maliyetleri, enstitünün  gelirleri ile denk olmayınca, çeşitli itirazlar yükseldi, Imperial Collage  üniversite yapılarının genişlemesi için Enstitü’nün bazı yapıları ve arsaları  devredildi. Craggs, Ruth, 2013, “The Commonwealth Institute and the Commonwealth  Arts Festival: Architecture, Performance and Multiculturalism in Late-Imperial London”, The London Journal, cilt:36, sayı:3,  ss.247-268, Routledge.
8. Toplam  taban alanı 132.000 m²  olan binadaki bölümler şu şekilde idi: Sergi Salonu 12.300 m²; Yönetim bloğu 47.500  m²; Sanat galerisi ve yardımcı odalar 5000 m²; sinema, sahne ve soyunma odaları 6000m²;  bodrum atölyeleri ve depolar 13.500 m².
9. Zarif  ince kabuk yapılarıyla, Felix Candela, 1950’lerde Avrupa’da biliniyordu.  Hiperbolik paraboloit haricinde tüm yüzeylerden vazgeçmişti. Kolayca  hesaplanabilen tek bileşik yüzey olan hiperbolik paraboloitin kabuktaki yükleri  analiz edilebilir; yapısal davranışı bu nedenle öngörülebilirdi: “Bu onun  biçiminin güzelliğinden çok kullanımına gerçek bir gerekçeydi” Evans, Robin,  2000, The Projective Cast: Architecture and  Its Three Geometries, MIT Press, s.312.
10. Craggs,  2013.
11. Enstitü,  İmparatorluk Enstitüsünün açılışından bu dönemde edindiği çok sayıda etnografik  obje ve bir sanat koleksiyonu düzenledi. Bunlar 1958’den 2003 yılına kadar  mevzuat uyarınca sorumlu Bakan’ın kontrolü altındaydı. 2003 yılında mevzuatın  yürürlükten kaldırılmasının ardından bazı sergiler üye ülkelere geri döndü.  Koleksiyonun ana alanlarından kalan yaklaşık 11.810 nesne (ve ikincil  alanlardan 25.000’den fazla ürün), Bristol Şehir Müzesi’nde güven altına  alındı. Temmuz 2004'te, Konferans ve Etkinlik Merkezi kapandı.
12. Bina,  İmparatorluk’tan, Commonwealth’e geçişi temsil eden bir mekân olması, savaş  sonrası yapısı olması ve özgün çatısı nedeniyle, Heritage English tarafından “Grade  II” olarak 1998 yılında listelendi. 1998 yılında peyzaj tasarımı, tarihî park  ve bahçeler siciline kayıt edildi. 22 Temmuz 2005’te yapının listeden  düşürülmesi için yapılan teklif reddedilmesinin ardından yapı Nisan 2007’de  gayrimenkul geliştirme şirketi Chelsfield Partners tarafından satın alındı.  Ağustos 2007’de yerel konsey tarafından yayımlanan kısa planlama metninde,  binanın ana yapısının, tercihen temel bileşenleri korunarak sanat galerisi veya  benzeri bir işlev kazandırılması ve bahçelerin Holland Park’la daha fazla  bütünleşmesi için çağrıda bulunuldu. Nisan 2009’da Kensington ve Chelsea Belediyesi’ne  planlama izni verildi. Yeni düzenlemelerle, eski yönetim kanadının yerini alan  altı ila dokuz katlı üç konutun inşası, ana yapının iç kısmında büyük ölçekli  iç mekân değişiklikleri yapılmasını ve Tasarım Müzesi tarafından kullanılmasını  sağladı. Yerel sakinlerin olduğu kadar sivil toplum örgütlerinin de eleştirilerinden  sonra, hem yeni binaların yerel sokak manzarasına hem de Holland Park’ın  silüetine olan etkileri ve mevcut yapının içteki tadilatlarının büyüklüğü ile  ilgili revize planlar Ağustos 2009’da konseye sunuldu. Gözden geçirilmiş öneri  25 Eylül 2009 tarihinde konsey, 17 Eylül 2009 tarihinde English Heritage  tarafından, “exceptional  case” olması gerekçesiyle onaylandı. (Castella, 2009, s.5) Twentieth Century  Society direktörü kararı “saçma olacak kadar gülünç” olarak tanımladı.
13. Yarışmaya  katılan diğer mimarlar, David Chipperfield, Tony Fretton, Stanton Williams,  Caruso St John, Haworth Tompkins ve Claus en Kaan.
14. Pearman,  Hugh, 2016, “Profit and loss”, www.ribaj.com/buildings/profit-and-loss, 22 Kasım 2016.
15. Dominic  Cole, “Sylvia Crowe's Lost Garden”, London Parks & Gardens Trust, www.londongardenstrust.org/features/Commonwealth.htm [Erişim: 10.10.2016]
 
			
			
			Bu icerik 8365 defa görüntülenmiştir.