406
MART-NİSAN 2019
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK EĞİTİMİ

Hâlâ Bildiğini-Duyduğunu Aktararak Mı?

K. Ferhan Yürekli, Prof. Dr., Maltepe Üniversitesi Mimarlık Bölümü

19. yüzyıldaki gelişmelerin etkisiyle sanat ve zanaat başlıkları altında şekillenen mimarlık eğitimi günümüzde ise tasarım stüdyolarında dijital teknolojiler ile ilişkileniyor. Usta-çırak ilişkisinin öğrenme yöntemlerini günümüz mimarlık eğitimi üzerinden tartışan yazar, değerlendirme ve yorumlamanın mimarlık eğitimindeki önemine dikkat çekerek çağın hızına ancak bilişsel hız ile yetişilebileceğini ifade ediyor.

 

“… ve her harabe köşesinden bir şeyler kaparak…”

                                                                                                                    Mimar Sinan

Bugün kenar köşe oto tamirhaneleri gibi esnafın yanında süren “usta - çırak” ilişkisinin, mimarlık okullarında da hâlâ geçerliliğini koruyan bir eğitim yöntemi olabilmesi üzerine düşünmemiz gerekiyor; yani okulda da olsa, yapanı ve yapılmış olanı izleyerek “pasif sorgulamazlık” içinde öğrenmek… Hayatın henüz rasyonelleşmediği dönemlerdeki lonca düzeninin, günümüzün hızlı ve bulanık ortamında büsbütün bulanık gelecekle başa çıkmak üzere, mimarlık gibi sosyal mi fen mi olduğuna bir türlü karar verilemeyen bu bulanık işin eğitiminde aktif olması kabul edilebilir bir durum olmasa gerek. Bu yöntem sayesinde 400-500 puanlı öğrenciyi aşağılayabilmenin egoya verdiği tatmin herhalde başka bir yerde bulunamıyor. (Resim 1)

Lonca sisteminde çırak ustadan işin “sır”larını öğrenir; yani bilgiler vardır ve saklıdır. Sırlar nesilden nesile değişmeden ve sızdırılmadan aktarılır. Eğer 19. yüzyıl sonuna kadar ana yapı malzemeniz sadece taş ise ve -toplumların sefaletine karşın- sapkın mimarlığın üsluplar kakofonisi içinde debeleniyorsanız, bu normal karşılanabilir. Bugünün dünyasında ise sırlar hem satılabilir hale geldi hem de geçerlilik ömürleri kısaldı. Mimarlık alanı düşünüldüğünse ise bugün “sır” anlamlı bir sözcük mü? Güncel mimarlık uygulamasının sırları var mı, olmalı mı, sırlar güncele mi ait olmalı, yoksa geleceğin de sırları var mı; geleceğin sırlarının peşine düşmek insan beynine daha mı çok yakışıyor? Esrarengiz ya da sır dolu olanın gelecek olması kuşkusuz daha büyük bir olasılıkken; günün sırrını üslup bilgisi sanmak ise ne büyük bir gaflettir. (Resim 2, 3)

Bu bulanık ortamda usta - çırak yönteminin mesela deneysellik içermemesi, deneye fırsat vermemesi, yani kendi hatalarını yaparak öğrenmek yerine başkasının hatalarını tekrarlatması, kısır döngüler oluşturup üretimi onaylanmış çerçevelerle kısıtlaması nasıl gözlerden kaçabiliyor? Yöntemin bir olumsuz sonucu da mimarlığın kötüye kullanılmasına -hâkim güçler için sözde statü sağlayıcı mimarlıklara- yol açabilmesidir. Kral - papaz - aristokratın yerini 19. yüzyıldan itibaren kapitalist / burjuva ve antidemokratik politik güçlerin eskiye öykünen mimarlıklarının aldığını görüyoruz. Bir diğer hâkim güç olarak vahşi kapital piyasanın -E5 üzerinde çokça izlenen mimarisinin- mimarlarının okullara sızmaya başladığını, hâkim güç olma yolunda hızla ilerlediğini de gözlüyoruz. (Resim 4)

Geri dönersek, sanayi devriminin toplumsal hayata hız getirdiği, Fransız devriminin ise hedeflediği çalışma özgürlüğü ilkesine yaklaşmaya çalıştığı bu geçiş döneminde yetki almayı hızlandırmak amacıyla okullaşma ivme kazanmıştır. Ancak sanayileşmenin bir başka getirisi giderek artan ve o güne kadar bilinmeyen / tanınmayan işlev türleri olmuştur. Bu nedenle artık geleceğin kestirilemeyeceği görülmüş; belirlenemeyecek sorunlar ile baş edebilecek kişileri yetiştirmek gibi yeni bir anlayışla, resim değil fen sınavı ile öğrenci kabul eden ve mühendislik okulları içinde yer alan mimarlık okulları ortaya çıkmıştır.(1)

19. yüzyıl sonundaki üretimin kitleselleşmesi ile sanat ve zanaatta el hünerinin kalmayacağı endişesinden sonra, I. Dünya Savaşı’nı takiben ortaya çıkanlardan Bauhaus, bir yandan geçmişi reddederek tarih derslerini müfredatına almazken, çelişkili bir tutumla eğitimini de üç aşamalı çırak - kalfa - usta (apprentice - journeyman - master) ilişkisi üzerine kurmuştu. Bir mimarlık okulu olmayan Bauhaus’un bu tutumunun Türkiye’deki mimarlık eğitiminde ve ortamında hâlâ benimseniyor olması ve yadırganmaması ilginçtir. Ülkemizdeki olumlu durum ise mimarlık eğitimine el becerisi yerine bilişsel beceriyi ön planda tutan fen sınavı ile öğrenci almanın genel olarak kabul görmüş olmasıdır.

Fen sınavı ile seçilen beyinler ilişki kurmaya, merak etmeye, kuşku duymaya ve denemeye daha yatkın olduğu için mimarlık eğitiminde yapılması gereken bu durumdan yararlanmak olmalıdır. Çünkü hızla gelişen zamanda sosyal ve teknik tüm alanlardaki belirsizlikler 21. yüzyılda daha da artmış ve ancak iş işten geçtikten sonra görünür olmuşlardır. Ayrıca sosyal

bir olgu olarak kullanıcının ya da işverenin yerini dolaylı olarak -işveren olmayan hatta işverenle çıkarları çatışan- yeni tür bir “kullananın” daha doğrusu “etkilenenin” aldığı görülür. Kullanan - işveren de tasarlayan - üreten konumuna zaman zaman da olsa gelmeye başlamıştır. Bu da doğal olarak artan üretim hızı ve belirsizliğin - bilinemezliğin - öngörülemezliğin bir sonucudur.

Bu noktada eğitimcinin kaygısı, eğittiği zihinleri -yeniden- geleceğin belirsizliğine hazırlamak olmuştur. Belirsiz geleceğin mimarlık açısından net olarak görülen özelliği, güzel - sağlam - kullanışlı üçlüsünün artık mimarlığı ifade ve garanti etmeye yetmeyecek olmasıdır. Mimarlık fanus içinde biblo olarak görülemez; bu nedenle “dünya durdukça duracak eser” üretme ve -özellikle üçüncü dünya ülkelerinde projeler yaparak- ego tatmin etme aracı değildir. Hem moloz bırakmayan geri dönüşüm hem de mimarın ürettiği yapının, kullananın ve toplumun dönüştürmesine açık olması ise fark edilemese de çoktan geçerlik kazanmış durumlardır. Peter Eisenmann 14 Mayıs 1996 tarihli İstanbul konuşmasında mimarlık ürününün zamanla sınırsız olmak yerine zaman içinde değişmesi gerektiğini belirtmiş, hatta “benim mimarlığım anahtarı teslim ettiğimde başlar” diyerek mimarlıkta ego tatminine yer olmadığını açıkça ifade etmişti.(2)

Mimarlık bilinen günümüzde ya da bilinemeyen gelecekte, bilinemeyen yan tesirleri ile canlı - cansız üçüncü şahısları etkiliyor. Sistemi onaylanmış ile kapatmak, sınırlamak, telif hakkı yasası ile cam fanusa koyup tozlanmasını bile engellemek, garanti etmek, “an”daki “müşteri”yi tatmine yönelik olarak mimarlığın amacını kısıtlama hatta saptırma riski taşıyor. Artık mimarlığın “binanın kullanıcısı” ya da sadece “kullanıcı” denen ne anonim ne de tanımlanmış bir insansı işvereni vardır; görünmeyen ancak görülmesi gereken, bulanık olan ancak netleştirilmesi gereken, sınırlandırılamayan bir “etkileme” portföyü vardır. Bir dokuya, toplumsal ve fiziksel bir dokuya, üstelik doğal olarak bulanık bir dokuya eklenen bulanık bir şey olarak mimarlığın kapsamı da etki alanı da değişmekte, gelişmekte, karmaşıklaşmakta, bulanmakta; paralelinde mimarın eğitiminde yeni arayışlar başlamaktadır. (Resim 5) Bu durumda mimarlık eğitimi açısından yapılması gereken Grassi’nin söylediği gibi, “Bilindiği varsayılan mimarlık bilgisini öğretmek - aktarmak yerine mimar olmayı öğretmektir”.(3) Mimar gibi davranmayı öğrenince üretilecek olanlar, geçmişin tekrarları olmak yerine belki de geçmişi yanlışlayanlar olarak değer kazanacaktır. Her bina, görünen fiziği ötesinde bir bilimsel çalışmanın sonuçlarını tartışmaya açan ve çürütülmeyi bekleyen bir savdır. Bilimin hedefinin de doğrulamak değil yanlışlamak olduğu yeni ortamda;(4) mimarlığın, bilinenleri ve onaylananları tekrarlamak durumunda kalmasını açıklamak gittikçe zorlaşmaktadır.

Bu durumlar mimarlık eğitiminin alışılmış kalıplarının dışına ivedilikle çıkarılmasını gerektirmektedir. Yeni mimari tasarım dersi stüdyolarının ilgi alanı “Önerileri bütün yaşamın ve canlılığın devamı yönünde geliştirmeyi deniyoruz. Tüketme, temizleme, arıtma, bitirme doğayı yok saymak, yapay savaşlar, yapay sorunlar, yapay pazarlar, yapay alıcı ve satıcılar yaratmak. İşte bunları sorguluyoruz. Yok olan, doğaya karışan ya da yeniden kullanılabilen veya geçici olan ne var onlara bakıyoruz. Minimum tüketimle yaşam nasıl olur? Kağıttan yapılar nasıl üretiliyor, mevcut terk edilmiş yapılar yıkılmadan nasıl tekrar yaşama katılır, malzemeler geri dönüşüm ya da kazanımla nasıl kullanılır bizim merak konularımız” olarak tanımlanmaktadır.(5)

“Stüdyoda bilmediklerimizi fısıldadığımız bulanık, steril olmayan bir entelektüel ortam yaratmaya çalışıyoruz. Steril ve boş arsalarda yükselen çevre duvarlı steril gökdelenlerden oluşan şehirlerden, steril malzemeli detay yoksunu apartmanlardan, sterilize edilmek için yıkıntı haline getirilen kentsel alanlardan, steril tek tipleşmiş insanlardan, doğayı ve canlıları dışlayıp steril bölgeler yaratan zihniyetten kaçıyoruz...” görüşleriyle aynı yazıda eğitimde deneyselliğin değerini vurgulayan Mollaahmetoğlu Falay, bu denemelerin insan beyninin çerçevelerin dışına çıkma doğal davranışının destekçisi olan hızlı ve sınırsız düşünme, hızlı üretimlerle somutlaştırıldığını belirtmekle birlikte, “mimarlık tarihinin bir denemeler tarihi olarak ele alınmasını” önermekte ve “Bizler ve yetiştirdiklerimiz bu denemeler tarihine nasıl eklemlenebiliriz, şansımız var mı” sorusunu sormaktadır.(6) Sürekli deneyen durumlarda güvence ise insan beyninin kendi etkinliklerini otomatik olarak denetleme özelliğidir.(7)

Mimarlık eğitimine resim becerisi sınavı yerine fen bilimleri sınavı ile başlatılmak önemli bir aşamayı atlamış olmamız anlamına gelmelidir. Merak eden, kuşku duyan, heyecanlanan beyinlere; verileri ve sorunları bularak kurgulamak, özellikle açıkça görülemeyen ilişkileri kurmak, öneri sunabilmek, öneriyi yaparken değerlendirebilme kapasitelerini kullanmak gerektiğini deneylerle / önerdikleri mimarlıklarla gösterebilmek, çoklu algılama kapasitesini geliştirmek eğitimin kritik noktasıdır; çünkü bu çağın hızına ancak bilişsel hızla karşılık verilebilir.

Ülkemiz mimarlık eğitiminin adeta kalıplaşmış parçalarından biri de yine bir Bauhaus mirası olan, eğitime ”temel tasarım” ile başlanmasıdır. Daha önce de tartışmaya açmak istediğimiz ancak bir türlü başarılı olamadığımız bu konuda direnen pek çok okulumuz var. Bauhaus’un bu kötü mirası, güncel mimarlığı üsluplaştırmaya yönelik yeni biçimsel kurallar getirme amacı taşır. Bu kurallar bütünü, onaylanmış bir yapay güzellik anlayışı geliştirip kabul ettirmeye yönelik bir ustalık geliştirme çabası olmaktan başka bir şey değildir. Bulanık geleceğe dair bu da bir başka aldırmazlık örneğidir. Geleceğe hazırlamak için girdilerin kapsam ve niteliğini değiştirebilmek genişletebilmek gerekirken, işe temel tasarımın form soyutlaması ile başlamak ise başarısızlığa davetiye çıkarmak durumudur. Temel tasarım dersi, “ustanın çırağına uslubun sırlarını aktarması” olarak çoktan müfredatlardan kaldırılmalıydı.

Tasarımın dijitalleştirilmesi de temel tasarım gibi yeni bir sığınak olma durumuna dönüşmektedir. Ustanın esaretinden dijital programların esaretine evrilme riski de kapıya dayanmış durumdadır. AA Visiting School’un programları hakkındaki heves ve yazılar, görsellerinin de katkısıyla bunu pekiştirmektedir.(8) Yoksa temel tasarım yerine parametrik tasarım gibi yeni bir oyuncak bulduğumuz için sevinmeli miyiz? (Resim 6)

70’li yıllarda esen sistematik tasarım furyasında, insan zihni kara kutu’nun (black box) içindeki analiz edilemez tasarım sürecini biraz da mühendislik tasarımlarından cesaret alarak, saydamlaştırıp (glass box) izlenebilir kılmak daha doğrusu sayısallaştırmanın olanaklı olduğu ileri sürülmüştü. Başarı şansı işin doğasına aykırı olması nedeniyle yoktu ve öyle de oldu; sistematik tasarım mimarlıkta unutuldu. Günümüzde ise teknolojik tasarım furyasındaki -bu daha eğlenceli olduğu için daha uzun sürüyor, 20 yılını doldurmuş olmalı- tehlike ise mimarlığı 100 yıl sonra yeniden steril obje tanımına dönüştürme potansiyeli olarak görülüyor. Yüzyıllardır üslupsal objeler olarak kutsanan biçim esaslı mimarilere dijital teknolojiler ile yeniden dönülüyor, daha doğrusu zihinlerden bir türlü atılamayan sanatçı mimarın steril obje üretimi yeniden canlanıyor. Gençlerin dikkatli olmalarını, Batı kapitalizminin sözde önemli okullarının üçüncü dünyadan öğrenci avı tuzaklarına düşmemelerini dilerim. Eğitimdeki usta - çırak ilişkisi gibi, kuşkuyla bakılması gerekirken giderek yükselen bir diğer oluşum da kurumların akreditasyonudur. Bizce akreditasyon normlaştırma - doğrulama - olarak bilimsel bir tutum olamayacağı gibi, usta - çırak hevesinin bir başka yansımasıdır.

Avrupa Birliği, Avrupa’da mimarlık yapma yetkisinin alınması konusunda ortak kriterler olarak sadece diploma alınan eğitimin süresi ile ilgili değişik birkaç tanımlamadan birine uyumun yeterli olduğunu kabul etmişti. Buna rağmen tam o sıralarda bizde gündeme gelen uluslararası akreditasyon hevesi de şaşırtıcı olmuşken arkasından ulusal akreditasyon konusu ortaya çıkmıştır. Müfredatları esnetmek gerekirken, bu yolla müfredatlar kontrol altına alınarak tek-tipleştirilmeye çalışılmakta; olmadık yeni “ders” konuları eklenmektedir. Amerikan kapitalizminin kapitalistinin kapitalini korumaya yönelik değerlendirmelerin ülkemize de bulaşması bizce doğru olmamıştır. Akreditasyon hevesi, sonucu garantiye aldığı savıyla eğitim ve araştırma kurumlarda tembelliğe davetiye çıkarmak, sığınaklar oluşturmakla da sonuçlanacak, özgür üniversite kavramını eli kolu bağlı bir kuruma çevirecektir.

Akademisyenlerin yükseltilmeleri de usta - çırak düzenine bağlanmış bulunmaktadır. Hakemli dergide yayınlar yapıp işin ustalarından ‘icazet’ alarak, çıraklık ve kalfalık dönemlerini ancak aşabilirsiniz. Oysa onaylanmak amacıyla ilgi alanını ve görüşlerini biçimlendirmeyen, daraltmayan; yükselmek için puan edinme süreçlerinden kendilerini koruyabilen akademisyenler ortamın çöküşüne engel olabilirler. Ancak bu şekilde günceli inşa eden inşaatçılar yetiştirmek yerine; ürettikleri ile sorunları irdeleyen, öneri yapabilen, yapacağı binanın etki alanını kavrayıp kontrol edebilen açık zihinli genç tasarımcıların önünü açabilirler. Yayınla puan toplama düzeninin yolunu açtığı, düşünmediğini - yapmadığını öğretmek, ne yaptığını bilmeden yaptığını öğretmek, kendi beyninin deneyimleri yerine, dergiye, kitaba öğrenciden önce bakmış olmak ya da meslektaşlarının stüdyo yönetim yöntemlerini özünü anlamadan tekrarlamak çıkış yolu değildir. Çırak olacak kadar bile çaba göstermeden ustalık yapma çabaları, ancak katmerli umursamazlık olarak yorumlanabilir.

Tabi bir de tasarım stüdyosu kadrolarının nitelik değiştirmesine değinmek gerekiyor. Sayıları gittikçe artan çeşitli devlet bursları ile Batı’nın, öğrenci kadrosunu genellikle üçüncü dünya ülkelerinin oluşturduğu doktora programlarına gönderilen ve nedense hep İstanbul’un mimarlık tarihi konularında tez yaptırılan, bu süre içinde stüdyo deneyimi kazanmaktan da yoksun kalan ama dönünce otomatik olarak alınan yardımcı doçent ünvanlıyla tasarım stüdyolarında öncelikle yetki verilenlerden fazla bir şey beklenebilir mi? Üstelik gizli kalan bu doktoraların bir Batı alışkanlığı olarak “bon pour l'orient” olma olasılığı da var mıdır acaba?

Özet olarak mimarlık eğitiminin gün ile ilişkisi yoktur. Mimarlık eğitimi bilinmeyen gelecekle baş edebilecek zihinleri ateşlemektir; telif haklarını kullanana devredebilen egosuz genç mimarlar ve onların, belirsizlik belirip de gerektirdiğinde, gerekenlere alan açabilen binaları - şehirleri için…

NOTLAR

1. Yürekli, Hülya; Yürekli, Ferhan, 2004, Mimarlık: Bir Entelektüel Enerji Alanı, Yapı Yayın, İstanbul.

2. Yürekli, Hülya; Yürekli, Ferhan, 2004, Mimarlık: Bir Entelektüel Enerji Alanı, Yapı Yayın, İstanbul.

3. Georgio, Grassi, 1992, "An Opinion on Architectural Education and the Conditions Our Profession Has to Work”, ACSA Conference Book, Delft Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Yayın Ofisi, Hollanda, ss.13-24.

4. Popper, Karl, 2002, The Logic of Scientific Discovery, Routledge, London and New York.

5. Mollaahmetoğlu Falay, İrem, 2016, “Bakterili Mimarlık”, Arredamento, sayı: 284, ss.119-127.

6. Mollaahmetoğlu Falay, İrem, 2009, 20. Yüzyıl Mimarlık Birikiminin Denemeler Tarihi Olarak Yeniden Değerlendirilmesi, İTÜ FBE, yayımlanmamış doktora tezi, İstanbul.

7. Hofstadter, Douglas, 1996, Fluid Concepts and Creative Analogies: Computer Models of The Fundamental Mechanisms of Thought, Basic Books, New York.

8. Yalınay Çinici, Şebnem, 2017, “Teknoloji ve Bilgiyi Açığa Çıkarma Pratikleri: Bilgi Mimarlık ve AA İstanbul Visiting School”, Arredamento, sayı:310, s.38.

 

Bu icerik 3283 defa görüntülenmiştir.