403
EYLÜL-EKİM 2018
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
GÜNCEL

Elektrik Üretmenin En Tehlikeli Yolu

Özgür Gürbüz, Enerji Analisti, BirGün gazetesi yazarı

Mersin Akkuyu ve Sinop derken, uzun zamandır konuşulan 3. nükleer santralin de Trakya’da olacağı resmî makamlarca açıklandı. Seçim öncesinde dile getirilmesinin ardından geçtiğimiz Ağustos ayında da tekrar bu konuda açıklamaların yapılması, enerji politikalarında nükleerin hâlâ öncelikli olduğunu gösteriyor. Yazar, nükleerle ilgili bilindik argümanları verilerle çürüterek, neden hayır denmesi gerektiğini ortaya koyuyor.

 

Türkiye’nin nükleer santral ısrarı yeni değil. Yuvarlarsak, 50 yıllık bir maceradan bahsediyoruz. 2000 yılında eski Başbakan Bülent Ecevit’in yaptığı “iptal” açıklamasıyla bittiği sanılan bu macera, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tarafından 2004 yılında yeniden başlatıldı. Rüşvet iddialarından Çernobil kazasına, radyasyonlu çaydan onlarca ekonomik ve uluslararası ilişkiler krizine kadar türlü hikayeler barındıran nükleer enerji meselesi toplumda zaman zaman kutuplaşmalara yol açıyor. Nükleer enerjiyi savunanların ve karşı çıkanların eskisi gibi kamuya açık alanlarda tartış(a)madığını da göz önüne alırsak, özellikle sosyal medyada doğru olmayan bilgilerle birbirini ikna etme çabalarına tanıklık ediyoruz. 10-20 yıl öncesine ait argümanlar da bu paylaşımlarda sık sık karşımıza çıkıyor. Nükleer enerjiyi savunan ve başta Akkuyu (Mersin) ve Sinop gibi iki santral projesini ortaya atan hükümet, nükleer karşıtlarıyla tartışmaktan kaçınıyor. Neredeyse 14 yıldır televizyonlarda iki tarafın da yer aldığı doyurucu bir fikir jimnastiği yapılmadı. Bu da bilgi kirliliğine davetiye çıkarıyor. Tartışma ortamının kaybolması ve projelerin halkın onayını almadan oldubittiye getirilmek istenmesi başlı başına bir sorun. Aradan geçen 50 yıla rağmen konunun neredeyse aynı argümanlarla tartışılması da başka bir dert. Eski argümanların gündeme gelmesinin çok şaşırtıcı olmadığını da hemen belirtelim, çünkü nükleer santrallerin “Türkiye’nin enerji sorununu çözeceği” fikri aslında çok eski bilgi ve verilere dayanıyor.

30 YILDA ÜÇ BÜYÜK NÜKLEER KAZA

Nükleer enerjiyi savunanların dayanaklarını irdeler ve son 50 yılda enerji alanındaki gelişmeleri özetlersek tartışmaya katkıda bulunabilecek yeni bir bakış açısı ortaya koyabileceğimizi düşünüyorum. Önce, “nükleer enerji artık güvenli” iddiasını irdeleyelim. Nükleer enerji fikrinin Türkiye’de gündeme gelmesinden bu yana dünyanın üç büyük nükleer kazaya tanıklık ettiğini hatırlayalım. ABD’deki Üç Mil Adası (Three Mile Island) kazası 1979’da, Sovyetler Birliği’ndeki Çernobil kazası 1986’da ve Japonya’daki Fukuşima kazası 2011 yılında meydana geldi. (Resim 1, 2) Üç kaza da çekirdek erimesi denilen, reaktörlerin içindeki yakıt çubuklarının erimesiyle sonuçlandı. Nükleer santrallerde yaşanabilecek en büyük felaketten yani çekirdek erimesinden bahsediyoruz. Farklı teknolojilere ve güvenlik tedbirlerine rağmen üç kaza da böyle sonuçlandı. Dünyanın en büyük endüstri ve teknoloji devi ülkelerinde yaşanan bu kazalar, çevreci ve nükleer karşıtlarının, “güvenli nükleer santral yoktur” savını doğruluyor. Bazen bir depremin tetiklediği, bazen de hiç düşünülmemiş bir arızanın başlattığı, yukarıdaki örnekler gibi felakete dönüşmemiş olduğu için çok bilinmeyen olaylara da bakarsanız (İsveç’teki Forsmark Nükleer Santrali’nde son anda büyük bir kazaya dönüşmesi engellenen olay gibi), elektrik üretmek için nükleer enerjiye başvurmanın alınabilecek bir risk olmadığını rahatlıkla görürüz. Hele de günümüzde elektrik üretmenin onlarca yeni ve daha ucuz yolu bulunmuşken. Sosyal bilimcilerin yaşamın riske atılmayacağını öne sürerek bu riskin alınmaması gerektiğini söylemesi pek şaşırtıcı olmaz, ancak riskin büyüklüğünü göstermek için iktisatçıların elinde önemli bir dayanak daha var. Hiçbir sigorta şirketi bir nükleer kazaya karşı nükleer santrali sigortala(ya)maz. Çünkü bu, iktisadi anlatımla söylersek, “satın alınacak bir risk” değildir. Son tahminler Fukuşima nükleer faciasının maliyetinin 200 milyar doları bulacağını söylüyor.(1) Bu rakamın daha fazla olacağını tahmin edenler de var. Nükleer santrale sigorta poliçesi hazırlayan bir sigorta şirketi herhangi bir kazada batar, zaten hiçbir nükleer santral işletmecisi de o poliçeyi ödeyemez. Tüm bu örnekler, “nükleer santralde kaza olmaz” savının artık bilimsellikten uzak, bir falcı özdeyişinden ya da bir nükleer santral taraftarının temennisinden başka bir şey olmadığını gösteriyor.

NÜKLEER UCUZ DEĞİL

Eskiyen ancak nükleeri savunanların bilerek ya da bilmeyerek hâlâ gündeme getirdiği bir başka konu ise nükleer santralle elektrik üretmenin ucuz olduğu iddiası. Nükleer enerjinin aslında pahalı olduğunu anlatmak için bundan belki 10 yıl önce, detaylı araştırma ve analizlere başvururduk. Yurt dışında gerçekleşmiş örneklerle, derslerde okutulanların tarafgir teorilerden öte bir bilgi olmadığını anlatmaya çalışırdık. Artık işimiz daha kolay. Nükleer

enerjinin pahalı olduğunu anlatmak için piyasayı takip etmek yetiyor. Rusya ile yapılan anlaşma gereği, Türkiye Akkuyu’da üretilen elektriğin % 50’sini 15 yıl boyunca 12,35 dolar sentten (KDV hariç) almayı kabul etti.(2) Bugün piyasada elektriğin fiyatı 4 dolar sent civarında. Aynı elektriği başka kaynaklardan üretmeye kalkarsak ne kadar öderdik, onu da gerçekleşmiş diğer ihalelere bakarak rahatlıkla söyleyebiliriz. Konya Karapınar’da kurulacak 1000 MW’lık dev güneş santrali ihalesinde alım garantisi 6,99 dolar sent. Hem de sadece 10 yıl için. Daha sonra üretilen elektrik serbest piyasada o günün fiyatından satılacak. İhaleyi kazanan firmaya güneş panellerini Türkiye’de üretecek bir fabrika kurma ve Ar-Ge yatırımı şartlarının getirildiğini de hatırlatalım. Bu şartlara rağmen güneş, nükleerden daha ucuza şebekeye elektrik verecek. Rüzgarla nükleeri maliyet açısından kıyasladığımızda fark daha da açılıyor. 3 Ağustos 2017 tarihinde yapılan rüzgar ihalesini alan firmanın elektrik satış fiyatı 3,48 dolar sent. Nükleerden üç kat daha ucuza elektrik üreten rüzgar dururken, nükleere yatırım yapmanın mantıklı bir seçenek olmadığı ortada. Örnekler çoğaltılabilir ama görüldüğü gibi, nükleerin ucuz olduğu iddiası, kaza ve atık sorunu hiç hesaba katılmasa bile doğru değil. Üstelik yapılan tüm araştırmalar önümüzdeki yıllarda yenilenebilir enerji kaynaklarının maliyetlerinin daha da düşeceğini gösteriyor. Nükleer enerji ise giderek artan maliyetiyle, devlet sübvansiyonu ve özel imtiyazlara sahip olmadığı takdirde bir seçenek bile olamıyor.

HERKES NÜKLEER SANTRAL YAPMIYOR

Türkiye’de ekonomik ve güvenlikle ilgili konular nükleer enerji tartışmalarında daha geri planda kalıyor. Örneğin, Batılı ülkelerde nükleer santrallerin terör saldırılarının hedefi olabileceği çok ciddi bir şekilde tartışılıyor. Bizde ise, yaşanan ciddi terör saldırılarına rağmen bu konu neredeyse hiç gündeme gelmiyor. Deprem ülkesi olmamıza rağmen Akkuyu veya Sinop’taki santrallerin depreme dayanıklılığı hiç tartışılmıyor. Deprem ve terör denince “reaktörü koruyan yapının uçak çarpmasına bile dayanabileceği” örneği verilerek kamuoyu yanıltılıyor. Böyle bir kaza veya deprem benzeri bir afet sırasında personelin, yardım ekiplerinin nasıl davranacağı, santraldeki yedek soğutma sistemleri gibi diğer bölümlerin nasıl çalışacağı hiç düşünülmüyor. Çernobil, Fukuşima gibi örnekler ise bize sorunların hep çalışılmayan yerlerden çıktığını gösteriyor. Birleşik Krallık Parlamentosu’nun, 2004 yılında nükleer santrallerde terör riskini değerlendiren 148 sayfalık bir rapor(3) hazırladığını söyleyip, bu konuyu burada noktalayalım.

Zaman zaman medyada alevlenen nükleer santral tartışmasında gündeme gelen konu, hangi ülkelerin nükleer santral yaptığı hangilerininse kapattığı oluyor. (Tablo 1) Baştan söylemeliyim ki bu veri karar almadaki tek ölçüt olamaz. Almanya’nın son santrallerini 2023’e kadar kapatma kararı alması(4) veya Finlandiya’da bir nükleer reaktörün yapımının sürmesi eğilimi anlamak için incelenmesi gerekli gelişmeler olsa da biraz daha detaylı bir analiz gerekir. Zira, bazı rakamlar konuya hakim olunmadığında çok yanıltıcı olabiliyor ve yanıltmak için kullanılabiliyor. Örneğin, yukarıda bahsettiğim Finlandiya’daki reaktörün yapımının 10 yıl geciktiğini ve maliyetinin 3,2 milyar avrodan 8,5 milyar avroya çıktığını(5) bilmezseniz her şeyin yolunda gittiğini düşünebilirsiniz.

Herkes nükleer santralleri (en azından şu an için) kapatmıyor elbette, ama medyada sıkça kullanılan yapımı süren nükleer reaktör sayıları da doğruyu söylemiyor. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na (UAEA) göre dünyada 453 adet nükleer reaktör var ve 57 yeni reaktörün de yapımı sürüyor. Gerçekten de 57 nükleer reaktör yapılıyor mu? Pek öyle sayılmaz; 57 reaktörün durumunu tek tek incelerseniz göreceksiniz. Örneğin, Slovakya’da yapımı süren ve UAEA’nın listesinde yer alan iki reaktöre (Mochevce 3 ve 4) yakından baktığınızda, 1987’den beri yapımının sürdüğünü görebilirsiniz. 31 yıldır inşaatı süren bu reaktörler, 31 yıldır nükleeri savunanlar tarafından Slovakya’da yeni nükleer reaktör inşaatları var denilerek Türkiye gibi ülkeleri teşvik etmek için kullanılıyor. 31 yıldır bitirilemeyen bu reaktör projelerinin ülkeye ne kadar zarar verdiğini bir yana bırakalım, inşaatın sürüp sürmediği bile tartışmalı. Buna rağmen gazete haberlerinde, nükleercilerin söylemlerinde yer almaya devam ediyorlar. Ukrayna’da 32 yıldır yapımı devam eden (Khmelnitski 3 ve 4), Arjantin’deki 25 MW’lık küçük deneme reaktörü, Japonya’da belki de hiç bitirilmeyecek, yarım kalmış iki reaktör inşaatı da yine 57 adet “yapımı sürdüğü” söylenen reaktörlerden bazıları. Listeyi daha da uzatmak mümkün. Çin’deki 15 reaktörü, Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki 4 reaktörü ve birkaç projeyi daha gerçekten yapılanlar kategorisine alsak da durumun yeni inşaatlar açısından nükleer endüstriyi mutlu edecek bir seviyede olmadığını belirtelim.

Tüm bu verileri değerlendirirken ülkelerin neden nükleer santral yapma kararı aldığını veya neden nükleerden çıkmayı tercih ettiğini hem politik hem de ekonomik gerekçelerle değerlendirmeli. Yine örnek verelim: Almanya gibi bir sanayi devinin, elektrik ihtiyacı artmasına rağmen bu ihtiyacı yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğiyle karşılayacağını söylemesi, teknik açıdan rüzgar ve güneş gibi kaynakların değişkenliğinin sorun olmayacağını gösteren, bizim gibi Almanya’dan daha fazla yenilenebilir enerji potansiyeline sahip ülkeler için umutlandırıcı bir örnek. Çin’in nükleer santralden daha fazla güneş ve rüzgar enerjisi kurduğunu bilmezseniz, 15 yeni reaktör yapıyor olmasını başka bir gözle değerlendirirsiniz. Belçika, İsviçre gibi ülkelerin nükleerden çıkış kararları tek başına eğilimi anlatmaya yetmeyebilir. Benzer bir nükleerden çıkış kararına imza atan ve Çernobil sonrası mevcut reaktörleri kapatan İtalya ile yoluna nükleersiz devam eden Yunanistan’ın elektrik ihtiyaçlarının yüzde 8 kadarını güneşten sağladığını bildiğinizde, ülkelerin sadece nükleersiz bir tercih yapmadığını, başka bir enerji politikasına giden yolu aydınlattıklarını da göreceksiniz. Dünyadaki eğilimin Türkiye’nin aksine nükleere değil, yenilenebilir enerjiye yöneldiğini aşağıdaki gibi büyük fotoğrafa baktığınızda zaten daha rahat göreceksiniz.

Uluslararası Enerji Ajansı‘nın (UEA) 2018 yılı Küresel Enerji Yatırımları raporu, yeni nükleer santral yatırımlarının son beş yılın en düşük seviyesinde kaldığını söylüyor. UEA verilerine göre dünya elektrik tüketimi 2004 yılında 15 bin teravatsaat civarındaydı. 2017 yılında tüketim 22 bin teravatsaatlere yükseldi, ancak aynı dönemde nükleer santrallerin elektrik üretimi artmadığı gibi geriledi. 2004 yılında dünyadaki tüm nükleer reaktörler 2 bin 616 teravatsaat elektrik üretirken bu rakam 2017’de 2 bin 488 teravatsaate düştü. Artan elektrik talebine rağmen nükleer enerjinin payı azaldı. Bu da nükleer enerjinin küresel elektrik üretimindeki payının neredeyse yarı yarıya azalttı. 1996 yılında dünya elektrik üretiminin yüzde 17,6’sını karşılayan nükleer santrallerin, bugünkü payı yüzde 10,5 civarında. Nükleer enerjinin gerilediği çok net görülebiliyor.

NÜKLEER ATIKLARA NE OLACAK?

Nükleer enerjinin dünyada gözden düşmesinin yukarıda açıkladığımız iki unsurla, fiyat ve kaza riskiyle, yakından ilişkisi var. Yenilenebilir enerji kaynaklarının gelişmesi, ucuzlaması ve enerjiden sosyal yapıya kadar birçok alanda bir değişim yaratması da (enerji üretiminin dev şirketlerin tekelinden bireylere, kooperatiflere geçmesine fırsat sağlıyor) nükleerin yerine bu kaynakların tercih edilmesine neden oluyor. Bu da üçüncü unsur kabul edilebilir ama hiç unutmamız gereken nükleer atık sorununa çözüm bulunamamasını da nükleer enerjiye hayır deme konusundaki dördüncü neden olarak mutlaka listeye eklemeliyiz.

Akkuyu’ya kurulmak istenen santralin dört adet 1200 MW gücünde reaktörü olacak. Her 1000 MW’lık reaktör için ortalama 27 ton civarında yakıt gerektiği(6) düşünülürse Akkuyu’daki santral her yıl yaklaşık 100 ton civarında yüksek seviyeli atık üretecek demektir. Bu atıkların içinde Plütonyum 239 gibi 244 bin yıl radyoaktif kalacak izotoplar var. Santralden çıktıktan sonra 15 yıl kadar soğutma havuzlarında reaksiyonun sonlanması için bekletilen bu atıklar için önerilen en iyi çözüm yerin altına gömmek. Kimse bu atıkların kapatıldıkları özel varillerde ne kadar sızıntı yapmadan saklanabileceğini bilmiyor.

Nükleer enerjinin 70 yıla yaklaşan tarihi, binlerce yıl sonrasını tahmin edebilecek bilgi birikimine sahip değil. Önerilen tek çözüm onları gözden uzak bir yere gömüp, unutmak ve unutturmak. Bunun çözüm olmadığı ortada ama nükleer endüstri atıkların bakım maliyetiyle ve ortaya çıkacak sorunlarla sonsuza kadar uğraşmak istemiyor. Santrallerin 60 yıllık ömrü dolduğunda nükleer atıkları Mersin ve Sinop’ta bırakıp gidecekler. Sorumluluk devlette kalacak. Nükleer atıklar sadece kullanılmış yakıt çubuklarından ibaret de değil. Orta ve düşük seviyeli tonlarca atık daha nükleer santraller çalıştıkça üretilecek. Çalışanların kıyafetlerinden, çeşitli ekipmanlara kadar yine yıllarca radyoaktif kalacak atıkların da çeşitli yöntemlerle doğadan yalıtılması gerekiyor. Suya, havaya, toprağa ve elbette canlılara değmemesi için sürekli gözetim altında tutulmaları zorunlu.

NÜKLEER SANTRALE İHTİYAÇ VAR MI?

Nükleer enerjinin sorunları saymakla bitmez elbette ama en güncel tartışma noktalarını yukarıdaki gibi özetlemek mümkün. Daha detaylı bir araştırma, ülkenin demokrasi seviyesini, yolsuzluğu, enerji sektöründeki gücün şirketlerin elinde tutulması gibi konuları da kapsamalı. Dünyadaki eğilimi nükleer enerjiyi merkez alarak incelemek elbette önemli ama daha önemli olan Türkiye’nin durumu. (Resim 3,4)

Türkiye’nin elektrik talebindeki abartılı talep tahminlerine ve enerji ithalatına ödenen yüksek faturalara bakarak nükleere mecbur olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Her şeyden önce Türkiye’nin elektrik sıkıntısı içinde olmadığını ve yakın zamanda da olmayacağının altını çizelim. Mevcut tüm santrallerin kurulu gücü 87 bin 294 MW.(7) En yüksek elektrik talebinin olduğu gün ihtiyaç duyulan puant talep(8) ise klimaların da etkisiyle Temmuz 2017’de 47 bin 659 MW’ta kalmıştır. Neredeyse talep kadar bir kurulu güç yedeği ortaya çıktı. Yapımı süren, planlanan santralleri de düşününce uzunca bir süre arz fazlası durumuyla karşı karşıya kalınacağı görülüyor. Kaldı ki, resmî makamların da bahsettiği yüzde 25’lere varan enerji verimliliği potansiyelinin değerlendirilmesiyle elektrik talebi düşebilir veya hızlanışını azaltabilir. Potansiyelin yüzde 10’unun bile kullanılmasıyla Akkuyu’da kurulacak santralin üreteceği elektrik kadar bir tasarruf sağlanabilir. Böylece ülke ekonomisi rahatlar, doğa üzerindeki baskı azalır ve yenilenebilir enerjinin önü de daha fazla açılır. Akkuyu ve Sinop’taki nükleer santrallere verilen alım garantileri sonucu ödenecek faturayı Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) hesaplamıştı.(9) Sinop için Fransız ve Japon şirketlerine 20 yılda 75 milyar dolar, Akkuyu içinse Rus devlet şirketine 15 yılda 35 milyar dolar ödeyeceğiz. Dışa bağımlılığa çözüm olacağı yalanıyla pazarlanan bu santrallerin yabancı şirketlerin elinde olduğunu, yakıtlar ve tüm teknoloji ile donanımlar için yine bu şirketlere bağımlı olduğumuz yetmiyormuş gibi, alım garantisi nedeniyle elektriğe ihtiyacımız olmasa bile 100 milyar dolar gibi bir miktarı yurt dışına göndermek zorunda kalacağız. Ekonomik krizle birlikte dolar üzerinden verilen bu alım garantilerinin, santraller kurulmadan maliyetlerini 5 kat artırdığını hatırlatalım. Rusya ile anlaşma imzalandığında Merkez Bankası dolar kuru 1,52 TL’yi gösteriyordu.

İyi haber şu. Nükleer santralde ısrar etmek için ortada teknik bir sorun veya zorunluluk yok. Mecbur değiliz; hem de hiç. Yapılan araştırmalar halkın büyük bir çoğunluğunun nükleer santralleri yaşadıkları yerin yanında istemediklerini (Haziran 2018 tarihli KONDA araştırmasında nükleeri yaşadığı yerin yanında istemeyenlerin oranı % 68) de gösteriyor. Dolayısıyla bu projeleri iptal ettirmemiz mümkün. Karşımızda nükleeri nedeni “bilinmez” bir şekilde ajandalarına alan politik bir iradeden ve onlara destek olan bir küçük teknokrat grubundan başka bir engel yok.

NOTLAR

1. “Estimated cost of Fukushima disaster might balloon to ¥218 billion”, www.japantimes.co.jp/news/2018/03/24/national/estimated-taxpayer-cost-fukushima-nuclear-disaster-balloons-%C2%A5218-2-billion/#.W3Q8O-gzbGg [Erişim: 15.08.2018]

2. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti’nde Akkuyu Sahası’nda Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliği Anlaşması, Madde 10, fıkra 5. www.greenpeace.org/turkey/Global/turkey/binaries/2010/6/akkuyu-nukleer-anlasmasi.pdf [Erişim: 15.08.2018]

3. 2004, “Assessing the risk of terrorist attack on nuclear facilities”, Parliamentary Office of Science and Technology, www.parliament.uk/documents/post/postpr222.pdf [Erişim: 15.08.2018]

4. Almanya Fukuşima’dan sonra ülkedeki 17 nükleer reaktörü kapatma kararı aldı ve şu ana kadar 10 reaktörünü kapattı. Kalan 7 reaktör de 2023 yılına kadar kapatılacak.

5. “Areva's Finland reactor to start in 2019 after another delay” https://reut.rs/2w1Jwxr [Erişim: 15.08.2018]

6. “How uranium ore is made into nuclear fuel” www.world-nuclear.org/nuclear-basics/how-is-uranium-ore-made-into-nuclear-fuel.aspx [Erişim: 15.08.2018]

7. TEİAŞ, Temmuz 2018 sonu.

8. Elektrik talebinin en fazla olduğu anda elektrik üretebilecek santrallerin kurulu gücü de diyebilirsiniz.

9. “Alım garantili ‘serbest’ piyasanın faturası ağır” www.emo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=121995&tipi=2&sube=0 [Erişim: 15.08.2018]

 

Bu icerik 2956 defa görüntülenmiştir.