323
MAYIS-HAZİRAN 2005
 
MİMARLIK'TAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

DOSYA

  • Zavallı Bir Binaya
    Gürhan Tümer

    Prof.Dr., DEÜ Mimarlık Bölümü; MO Yayın Komitesi Üyesi



KÜNYE
DOSYA

Yoksulluk ve Mimarlık İki Ayrı Dünya mıdır?

Editör: Bülend Tuna

Geçtiğimiz günlerde düzenlenen UIA 2005 İstanbul Kongresi’ne doğru Türkiye Kongreleri’nin Diyarbakır-Mardin ayağının konusu “Göçü Ağırlayan Kentlerde İmar ve Mimarlık” olarak belirlenmişti. Bu başlık pek çok kentimiz için uygun olabilecek bir tema olarak dikkat çekti. Başta İstanbul olmak üzere büyük metropol kentlerin karşılaştığı yoğun göç ve buna bağlı olarak artan yoksulluk, düşen kentsel yaşam kalitesinin yarattığı sıkıntılar, hepimizin gündeminde. Özellikle Güneydoğu’da yaşanan olağanüstü şartların bölge kentleri üzerinde yarattığı baskı, devasa barınma sorunları ve buna paralel olarak da çıplak gözle bile gözlenebilen derin bir yoksulluk yaratmış durumda. Kimse sokakta kalmamış ama, bir konuşmacının belirttiği gibi gelenler “gecekondu yapacak mecalleri ve paraları olmadığı” için geleneksel misafirperverlik ve akraba dayanışması içerisinde bir yerlere sığınmışlar. Büyük metropollerde henüz korunduğu şekliyle gelenlerin kente katılması ve adaptasyonu sürecine yardımcı olabilme olanakları da büyük ölçüde yitirilmiş; ortam, zamanın sert düzenleyiciliğine terk edilmiş. İnsanın bu duruma tepki göstermemesi ve aynı coğrafyada yaşanan farklı dünyalara bir gezgin gibi yabancılaşan gözlerle bakabilmesi imkânsız.

Mimarın bu soruna bir cevabı olamaz mı? Şüphesiz mimar, bir insan olarak ve üzerinde taşıdığı diğer vasıflarıyla / aidiyetleriyle soruna kendince bir cevap şekli bulabilir, seçtiği doğrultuda enerjisini, bilgisini adayabilir. Oysa dile getirilmek istenen “Mimarın Sosyal Adanmışlığı”dır. Bir doktorun, parası olmadığı halde bir hastaya bakması kimse tarafından yadırganmaz, hatta tersi ayıplanırken, aynı yaklaşımı mimar ve yoksullar için neden göremiyoruz?

Yoksulluk ve mimari birbiriyle aynı cümle içinde buluşamayacak iki ayrı dünya mıdır?

Tarih boyunca mimari, diğer tüm güzel sanatlar ürünlerinde olduğu gibi, ücreti ödeyebilen ayrıcalıklı bir kesimin hizmetinde olmuştur. Günümüz mimarı, böylesi bir üretim ilişkisi içindeki ustaların, mimarların devamcısıdır, ama aynı zamanda sivil mimariyi üreten yapı ustalarının da devamcısı değil midir? O yapı ustaları kendileri gibi mütevazı şartlar içinde yaşayan insanlar için yapılar üretmiş, kendi bölgesel geleneklerini oluşturmuşlardır.

Bugün yoksulluk ve yoksullar için mimari denince, sadece bölgesel planlama ve imar planlaması gibi kavramlar gündeme gelmektedir. Mimarlığın yaşamsal bir talep olarak algılanması ve benimsenmesi gerekiyor. Sosyal devlet felsefesinin giderek erozyona uğradığı dünyamızda böylesi talepler nahif öneriler olarak karşılanabilir ama bu dosyanın sunuşunda dile getirilmesi kaçınılmaz. Savunma hakkı gibi, sağlıklı yaşama hakkı gibi, barınma hakkı da vazgeçilmez temel bir haktır ve sosyal devletin bunu sağlaması gerekir. Yerel yönetimlerin ve devletin yoksullar için üretilecek yaşam bölgelerini planlamasını; mimarlık hizmetlerini ve yapı bedelini ödeyemeyecek yoksullar için projelerin tasarlanmasını ve uygulanmasını gündeme getirmesi talep edilemez mi? O noktada mimarın yoksulluğa cevabı belirebilecek; yaratıcılığın, mimari tasarımın ötesinde katılımın örgütlenmesiyle, yaşam çevresinin oluşturulmasıyla, maliyetin hesaplanmasıyla, yaratılan kaynağın doğru kullanımıyla gündeme gelmesi söz konusu olacaktır.

Dergimizdeki dosyada mimarlığın yoksulluğa cevabı neler olabilir konusunda açınımlar, örnekler ve öneriler bulacaksınız. Tartışmamız yoksulluk var olduğu müddetçe sürmelidir.

Bu icerik 1461 defa görüntülenmiştir.