KRİZ ORTAMINDA MİMARLIK
			Ekonomik Kriz Koşullarında İnşaat Sektörü ve Mimarlık
			Doğan Hasol, Dr., Y. Müh. Mimar
			Mimarlığın doğrudan bir bileşeni olan ve ülkenin kalkınma politikalarından biri haline gelen inşaat sektörü, ekonomide yaşanan çöküşün ardından zor zamanlar geçiriyor. Ülke gündemine paralel olarak Mimarlar Odasının yakın zamanda sunduğu “Türkiye Mimarlık Politikası” metni ise öncül çalışmalar arasında yer alıyor. Yazar, günümüz mimarlığının düzene kavuşması için etkili bir mimarlık politikasının hayata geçmesinin gerekliliğine dikkat çekerek toplumsal ve siyasal pek çok noktaya yakından bakmamızı sağlıyor.
			
			
			
			
			 İnşaat sektörü hiç  kuşkusuz genel ekonomiden ve ülkenin ekonomik koşullarından bağımsız düşünülemez.  Piyasa koşulları, bütün sektörlerde olduğu gibi inşaat sektöründe de  geçerlidir. Bir süreden beri ülkemiz ekonomisi için büyüme motoru olarak seçilmiş  olan inşaat yoluyla büyüme alternatifi başarısızlığa uğramıştır. Seçilen  ekonomik modelin yanlış olduğunu ekonomistler daha başlangıçta açık bir şekilde  belirtmişlerdi. Ülke kalkınmasının inşaata dayandırılarak sürdürülmesinin  olanaksızlığını hep vurgulamış olsalar da söylemleri etkisiz kaldı. Şu sıralar inşaat  sektörü de zor günler geçiriyor; doğal olarak sektörün aktörleri olan mimarlar  ve mühendisler de... İlgili meslek odaları ise sektörün gidişi konusunda  karamsar.
Ülke benzer bir durumla,  1958 yılında ve sonrasında da karşılaşmıştı. Nedeni Başbakan Adnan Menderes’in  “İstanbul’un imarı” tutkusuydu. O tutku Türkiye’ye pahalıya mal olmuş, parasal kaynakların  tükenmesi, hükümeti 1958 devalüasyonuna ve dış borç arayışlarına zorlamıştı. O resmî  devalüasyonda bir günde dolar kuru 2.83 TL’den 9.02 TL’ye yükselivermişti. 27  Mayıs 1960’tan sonra Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kurulacak ve yatırımlar  planlı ekonomiye göre düzenlenecekti.
Planlamak geleceği  tasarlamaktır. Ülkede sık sık karşılaştığımız ciddi sorunlar genellikle birçok  alandaki plansız gidişin doğurduğu sonuçlardır. Öncelikle ekonomik, sosyal ve  fiziksel alanda stratejik planlara ihtiyacımız var. Nüfusun ve ekonomik  üretimin ülke çapında dağılımının ve yerleşiminin planlı bir sisteme uygun  olarak belirlenmesi gerekir. Aksi halde gidişat, liberalizmin “bırakınız  yapsınlar, bırakınız geçsinler” formülüne ayak uydurur. İşte bugün  yaşadıklarımız da bu anlayışın sonucudur.
Plansız  kentleşme; kentsel  planlama ve kentsel tasarımın ihmal edilmesiyle karşımıza plansız başıboş  kentleşme, kentlileşememe; büyük kentlerde nüfus patlaması; kentlerin yağ  lekesi gibi büyümesi; bütüncül planlama yerine parçalı planlamayla yoğun ve  yüksek yapılaşma; kişiye / arsa sahibine özel plan değişiklikleri; arsanın imar  haklarıyla artan değerinin kente değil de arsa sahibine ya da girişimciye  bırakılması nedeniyle arsa yağması; arsa uğruna, çevre, tarih, kültür, mimarlık  değerlerinin ve yeşilin yok edilmesi; plansız ulaşım sistemi yüzünden zaman,  para, emek kaybı ve çevre / hava kirliliği gibi sorunlar ortaya çıktı. 
“Dünyada üretilemeyen tek  şey topraktır” denir. Oysa bizde imar durumlarının zorlanması ve bu doğrultuda  yapılan plan değişiklikleri sonucunda elde edilen yeni imar hakları ve artırılan  inşaat alanlarıyla bir bakıma toprak da üretilmiş olmaktadır. Bütün bunların  sonucunda kentlerin yaşanabilir olmaktan uzaklaşması kaçınılmazdır. Bunun halk  dilindeki kısa fakat özlü anlatımı “çarpık kentleşme”dir. (Resim 1)
Kentsel  dönüşüm; 6306 sayılı  yasaya göre kentsel dönüşümün başlangıçtaki amacı, depreme karşı dayanıklı  olmayan binaların belirlenip sağlıklı hale getirilmesi şeklindeydi. Kentsel  dönüşümün bir plan disiplini içinde ele alınması gerektiği açıktır. Kentlerde  ciddi planlama örgütleri kurulmadığı, kurulanlar da İstanbul Metropoliten  Planlama Bürosu (İMP) örneğindeki gibi yok edildiği için, spekülatif kazanç  hedefli anlayış içinde yapılan abartılı plan değişiklikleriyle kentsel dönüşüm  de rantsal dönüşüme dönüştü. (Resim 2, 3)  Tüm bunların sonucunda konut arzının talebi çok aşmasıyla biriken stoklar  konkordatoları ve iflasları körüklemiştir. Bu arada duran inşaat sektörü  nedeniyle özellikle de kentsel dönüşüm sonrası konutlarını bekleyen hak  sahipleri mağdur duruma düşmüştür. Ancak kentsel dönüşümün asıl hedefinde  olması gereken afet riski altındaki alanlarla ilgili çalışmalara ise öncelik  verilmemiş durumda. Şubat’ın son günlerinde Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın  yaptığı açıklama, 81 ilde 185.161 riskli bina tespit edildiğini, ancak  bunlardan ciddi bir bölümüne henüz dokunulmamış olduğunu ortaya koydu.(1)
Müteahhitlik; tümüyle denetimsizdir. Müteahhitlik  sıradan bir ticari etkinlik olarak görülmekte Ticaret Odası’na kaydını yaptıran  herkes müteahhit olabilmektedir. Bizdeki müteahhit sayısı 330.000’e ulaşmıştır.  Bu rakam bütün Avrupa’da 25.000’dir. Bu tutarsızlık da inşaat sektörünü olumsuz  yönde etkilemektedir. 
Yetki  kargaşası; ise temel bir  sorun. Bu durum, yetkili kurumlarca kentsel planlama ve tasarımın göz ardı  edilmesinden ya da yetki dağılımındaki kargaşadan kaynaklanmakta. Planlama  konusunda belediyelerin yanı sıra bazı bakanlıklar, TOKİ, ÖİB, Milli Emlak gibi  pek çok kurum planda resen değişiklik yapma konusunda yetki sahibidir. 2009  yılında Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın düzenlediği geniş katılımlı  Kentleşme Şurası sonucunda, kentsel planlamadaki yetki kargaşasını önlemeyi hedefleyen  KENTGES adlı yol haritası hazırlanmıştı. Ne var ki, kargaşanın hâlâ sürmesinin  yanı sıra kent kimliğine ve ölçeğine aykırı, tutarsız uygulamalar da devam ediyor.
Mega  projeler; özellikle büyük  kentlerde iktidarın çok iddialı, ancak doğruluğu tartışma konusu olan yol,  köprü, tünel, kanal, havalimanı ve şehir hastaneleri gibi “mega” projeleri söz  konusudur. O projelerin bir bölümünün, ölçek ekonomisi yönünden yanlış yatırım  ve tutarsız finansman modelleri nedeniyle ekonomiyi çıkmaza sürüklediği de yaşanan  örneklerle görülmektedir. Bunlara, iktidarın İstanbul AKM örneğinde olduğu  gibi, mevcut yapıları yıkıp yeniden yapma kararlarını da ekleyebiliriz.
Kamu  İhale Yasası; 4734  sayılı Kamu İhale Kanunu yayımlandığı Ocak 2002’den bu yana defalarca  değiştirildi. Bir yasa ortalama ayda bir niçin değiştirilir acaba? “Yasaya göre  mi ihale, ihaleye göre mi yasa?’” sorusu geliyor akla.
MİMARLIĞA  GELİNCE… 
  Mimarlık, ülkenin ve  toplumun yaşadığı serüvenden, ekonomik, politik ve toplumsal gelişmelerden  bağımsız değildir. Yukarıda belirtilen bütün bu olumsuz gelişmelerden en çok  etkilenen meslek grubu bu ülkenin mimarları olmuştur. Çarpık kentleşmeden en  çok onlar yakındıkları halde ilk sorumlu tutulanlar ve suçlananlar onlar  olmaktadır. Aslında, mimarlar bu sonucun sorumlusu değil, mağdurlarıdır. Gerçek  sorumlular, en başta, belediyeleri yöneten yerel yöneticiler ile onları yöneten  ve yönlendiren merkezdeki yöneticilerdir. Kısacası, sorunu politikacılar  yaratıyor, çözüm mimarlardan bekleniyor. İnşaat sektörü sıkıntıda olunca bunun  mimarlığa yansımaması beklenemez. Ne var ki mimarlıkta sıkıntı yalnızca  ekonomik krizden ibaret değil; başta eğitim olmak üzere pek çok sorun söz  konusudur.
Bugün ülkemizde ciddi bir mimarlık  okulu enflasyonu var. YÖK sistemi içindeki mimarlık bölümü sayısı 100’ü aşkın; Fransa’da  ise 20’li sayıları geçmiyor. Öte yandan, ABD’de ve AB ülkelerinde mimarlık  eğitimi 5 yılda tamamlanıyor. Bizde 4 yıllık eğitimi tamamlayanlar bütün mesleki  yetkilerle donatılmış olarak mimarlık yapabiliyorlar. Öteki ülkelerde 5 yıllık  eğitim ve diploma sonrasında, zorunlu stajlar ve mesleki yetkinlik sınavları  söz konusu. Bizim okullarda eğitimin niteliği belirsiz ve denetimsiz, süresi de  yukarıda belirtildiği gibi dünya standartlarının altında.
Kamu kesiminde mimarlara  iş verme süreci de son yıllarda başka bir boyuta taşındı. Önce müteahhit  belirleniyor, mimarı ise müteahhit kendi anlayış ve ölçütlerine göre seçiyor.  Önemli yatırımlar için düzenlenmesi gereken mimarlık yarışmaları da artık  unutulmuş gibi. AB kabulüne göre mimarlık, tıp ve hukuk insana yönelik üç  meslek dalıdır. AB üyesi ülkelerde ise mimarlık yasaları ya da mimarlık  politikaları var. Türkiye’de mimarlığın düzene kavuşması için ciddi bir mimarlık  politikası metninin meslek kuruluşları ile birlikte hazırlanıp yürürlüğe  konması gerekiyor. Bu konuda TMMOB Mimarlar Odasının yaşam çevrelerinin  nitelikli mimarlık ile biçimlenmesi için sunduğu “Türkiye Mimarlık Politikası” öncül  çalışmalar arasında yer alıyor. (Resim 4)
Üslup  dayatmaları ve kopyacı mimarlık;  son zamanlardaki bir başka önemli husus da, kamu kesiminin “Selçuklu-Osmanlı  tarzı mimarlık” türünü dirilten mimari üslup dayatmalarıdır.  Ayrıca, yeni yapılan camiler de klasik Osmanlı  camilerinin kopyası olduğundan, bunlar dönemleri hakkında yanlış fikir veren  yapılardır. (Resim 5) Bu tür yaklaşımlar,  tarihte de birçok ülkede özellikle siyasal bunalım dönemlerinde görülmüş, hepsi  de başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Mimarlık, bugünün olanaklarından yararlanarak  bugünün ihtiyaçlarına uygun eserler vermeli ve yarına miras olarak bugünün  eserlerini bırakmalıdır. Aksi halde, ileride insanlar bu dönemde ülkede hiç  mimar yaşamamış sanacaklar. 
Koruma(ma); son dönemde koruma konusunda da bir  başarısızlık söz konusu. Plan dışı kimi uygulamalarla kentlerin kimliği, ölçeği  ve görünümü bozuldu. Doğadaki tahribatın yanı sıra mimari miras konusunda da ciddi  kayıplarımız oldu. (Resim 6, 7)  Anadolu kültürel miras bakımından dünyanın en zengin yörelerinden biridir ve bu  varlığı korumak bizim yükümlülüğümüzdedir. Ancak koruma yalnızca tarihî  yapıları kapsamaz; mimari değeri olan çağdaş yapıların da korunması şarttır. Ne  var ki son dönemde, özellikle Cumhuriyet döneminin değerli eserlerinden  birçoğunun büyük bir duyarsızlıkla yok edildiğine tanık olduk. 
Özetlersek, günün ekonomik  kriz koşullarında inşaat sektörü ve mimarlığın durumu parlak değil. Seçilen,  inşaat ve gayrimenkul yoluyla ekonomik kalkınma modelinin geldiği son durum  yazık ki böyle. Rakamlar da bu durumu gösterir nitelikte. Şu anda örneğin,  yalnızca İstanbul’da yaklaşık 221.000 konut satılmayı bekliyormuş. Kısacası,  seçilen yol girişimcilere de, müteahhitlere de yaramadı; mimarlara mühendislere  de.
NOTLAR
1. “185 bin bina risk altında”, sozcu.com.tr/2019/ekonomi/185-bin-bina-risk-altinda-3648068/  [Erişim: 22.02.2019]
			
			
			Bu icerik 6585 defa görüntülenmiştir.