418
MART-NİSAN 2021
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
KORUMA / YAŞATMA

Kent İçi Arkeolojik Alanların Sunumu: Roma’nın Öğrettikleri

Mustafa Sayan, Arş. Gör., İTÜ Mimarlık Bölümü

Kent yaşamının getirdiği dinamizm, şehircilik ilkeleri ile koruma disiplinini sıkça karşı karşıya getirmekte. Bu bağlamda, insanlığın ortak mirası olarak kabul edilen tarihî alanların hangi şartlar altında korunup sunulacağı ise hassas bir tartışma konusu. Yazar, uluslararası çerçeveden dikkat çekilmesi gereken noktaları Roma’daki uygulama örnekleri üzerinden tartışıyor.

 

Bilimsel bir ilgi ve merak sonucu yapılan arkeolojik kazı faaliyetlerinin geçmişi çok daha öncesine uzanmakla birlikte, arkeolojik mirasın korunması ile ilgili ilk etraflı tartışma ve uygulamalar, koruma kuramının da ortaya çıkıp geliştiği 19. yüzyılın hemen başlarına rastlamaktadır. Sanayi devrimini takip eden ve aynı zamanda büyük bir teknolojik gelişimi ve toplumsal dönüşümü de içeren bu süreçte kentleşme giderek hızlanmış ve Avrupa toplumu günümüzde de geçerliliğini koruyan açmazlarla karşı karşıya kalmıştır. Bir yandan yeni şehircilik ilkelerine ihtiyaç duyulurken diğer yandan bu değişim karşısında yok olmaya başlayan kültürel değerlerden hangilerinin, ne şekilde korunacağına dair tartışmalar ortaya çıkmıştır. Bu süreçte, o dönem için yeni sayılabilecek ve hatta bazıları ortaçağa ait birçok kültürel katmanın yok olmasına göz yumulurken, daha eski çağlara ait arkeolojik eserlere en başından itibaren korunması gerekli unsurlar olarak bakılmıştır.

Bu yeni kentsel dinamiklerin güdümünde 19. yüzyılın ikinci yarısı, birçok kent içi arkeolojik alanda kazıların gerçekleştirildiği ve ortaya çıkan eserlerin korunmasıyla ilgili tartışmaların alevlendiği bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır.(1) Özellikle antik Roma Forumu’nda yapılan kazılar sırasında İtalyan uzmanların edindiği tecrübeler ve ulusal boyutta gerçekleştirilen koruma tartışmaları, 20. yüzyıl başında uluslararası ortama da taşınmış ve korumaya dair ilk ortak çabalar belirmeye başlamıştır.(2) II. Dünya Savaşı’nın Avrupa kentleri üzerinde meydana getirdiği tahribat, bu ortak çabaları her zamankinden daha gerekli kılmış ve değişmekte olan dünya düzeniyle de paralel olarak, kültür mirasının korunması konusunda aktif rol oynayacak UNESCO, Avrupa Konseyi ve ICOMOS gibi birçok uluslararası örgüt ortaya çıkmıştır. UNESCO’nun 1956 yılında hazırladığı “Arkeolojik Kazılarda Uygulanacak Uluslararası İlkeler Tavsiye Kararları” ile somut ilk ürününü veren bu çabalar, ilk aşamada daha çok arkeolojik kazıların nasıl yapılacağını ve arkeolojik eserlerde yapılacak restorasyon uygulamalarının sınırlarını belirleme amacını taşımıştır. 1964’de hazırlanan ve koruma disiplininin anayasası olarak tanımlanan “Venedik Tüzüğü” ile 1969’da Avrupa Konseyi’nin kabul ettiği “Arkeolojik Mirasın Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi”nin de yine bu doğrultuda kararlar içeren metinler oldukları söylenebilir.

Venedik Tüzüğü ile başlayan ve takip eden süreçte, tekillik ifade eden “anıt” kavramının yerini yavaş yavaş daha bütüncül bir anlamı olan “kültürel miras” alanlarının alması ile kültür varlıklarına bakış çeşitlenmiş ve zenginleşmiştir. UNESCO bünyesinde 1972’de kabul edilen “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme” ile birlikte arkeolojik miras alanları da var oldukları doğal ve çağdaş ortamları ile birlikte değerlendirilmeye başlamıştır. Aynı zamanda küresel boyutta gerçekleşen sosyal ve ekonomik gelişmelere paralel olarak ortaya çıkan “sürdürülebilirlik”, “alan yönetimi” gibi kavramlar da koruma disiplini içinde karşılık bulmaya başlamış ve arkeolojik alanların daha bütüncül yaklaşımlarla değerlendirilmesi gerekliliği doğmuştur.

1990’lı yıllardaki uluslararası çalışmalar bu anlamda bir dönüm noktası olmuş ve ICOMOS’un 1990 yılında hazırladığı “Arkeolojik Mirasın Korunması ve Yönetimi Tüzüğü” korumayı izole bir teknik eylem olarak değil, “uluslararası, ulusal, bölgesel ve yerel düzeydeki planlama faaliyetleriyle bir arada düşünülmesi gereken” bir eylem olarak tanımlamıştır.(3) 1969’daki Avrupa Sözleşmesi’nin bir revizyonu niteliğindeki 1992 tarihli “Valetta Sözleşmesi” de benzer şekilde, her türlü planlama faaliyeti öncesinde arkeolojik mirasın göz önünde bulundurularak “etki analizleri” yapılması koşulunu getirmiştir. Aynı zamanda sözleşmeyi imzalayan devletlere, arkeolojik kazıların finansmanını devamlı kılacak tedbirler alma sorumluluğunu yüklemiştir. Bu doğrultuda ulusal, bölgesel ve yerel kamu kaynaklarının yanı sıra, özellikle kent içi imar çalışmaları nedeniyle gündeme gelen kurtarma kazılarında, özel sektörün de bir finansman kaynağı olabileceğini işaret etmiştir. Bu yönlendirme, Avrupa’da arkeolojik araştırma ve koruma alanında özelleşmiş şirketlerin ortaya çıkmasına ön ayak olurken, “in-situ”korunan kent içi arkeolojik alanların sayısında hissedilir bir artış yaşanmıştır.(4)

Kentsel arkeolojinin bu denli yaygınlaşması ile birlikte bu alanların kent yaşamına nasıl dahil olacağı ve topluma sunumu ile ilgili konular en güncel koruma tartışmalarından biri haline gelmiştir. “In-situ”koruma her koşulda tercih edilmesi gereken bir tutum olmakla beraber özellikle kent içi alanlarda, ülke olarak da aşina olduğumuz birçok nedenden ötürü, tehlike altındaki kültür varlıklarının belgelendikten sonra kaldırılması ve bazı durumlarda da taşınarak korunması yoluna gidilmektedir. Bu gibi zorlu uygulamalar bir yandan teknik açıdan daha olanaklı bir hal alırken, bir yandan da hızla gelişen belgeleme ve analiz teknolojilerinin varlığı sebebiyle belki de daha “makul” gözükmekte veya gösterilmektedir. Uygulamada gelinen bu noktanın yanı sıra, kültür varlıklarının fiziksel olarak yorumlanmasını kolaylaştıran bilgisayar programlarının ve üretilen veriyi toplumun çeşitli kesimleri tarafından eş düzeyde algılanabilecek sunum araçlarına dönüştüren sanal gerçeklik uygulamalarının kullanımı da her geçen gün yaygınlaşmakta ve çeşitlenmektedir.

Kültür varlıklarının değerlendirilmesi ve topluma sunulması ile ilgili olarak gelişen tüm bu olanak dünyası hiç kuşkusuz koruma disiplini açısından bir şanstır. Ancak, hızla artan bu çeşitlilik, yapılan işlerin niteliğine yönelik kaygıları da beraberinde getirmektedir. Koruma alanını ilgilendiren her konuda uluslararası iş birliğini ve fikirsel çerçeveyi oluşturma amacındaki ICOMOS’un 2008 yılında hazırladığı “Kültürel Miras Alanlarının Yorumlanması ve Sunumu Tüzüğü”(5) ile birlikte bu hassas konuda uluslararası bir dil birliğinin oluşturulması hedeflenmiştir.

KÜLTÜREL MİRAS ALANLARININ YORUMLANMASI VE SUNUMU TÜZÜĞÜ

ICOMOS’un hazırlamış olduğu bu tüzüğün temel amacı, “kültürel miras alanlarının halk tarafından anlaşılmasının bir yolu ve koruma çabalarının vazgeçilmez bir bileşeni olarak “yorumlama ve sunum” temel ilkelerinin belirlenmesi olarak ifade edilmektedir. Bu doğrultuda öncelikle içlerinde “yorumlama ve sunum” kavramlarının da olduğu kısa bir terminoloji oluşturulmuştur. Buna göre “yorumlama”, halkın kültürel miras alanlarına ilgisini artıracak ve bunların anlaşılmasını kolaylaştıracak her türlü potansiyel aktivite olarak tanımlanan bir süreç iken; “sunum” ise bu yorumlamaya dayalı olarak üretilen her türlü içeriğin, çeşitli bilgilendirme, erişim ve altyapı unsuru vasıtasıyla planlı bir şekilde (topluma) aktarımı olarak özetlenmektedir. Tüzüğün geri kalan kısmında ise, hangi koşul ya da ortamda yapılırsa yapılsın tüm “yorumlama ve sunum” faaliyetlerinin dayandırılması gereken yedi temel prensip sırasıyla şu başlıklar altında detaylandırılmaktadır: Erişim ve Anlama, Bilgi Kaynakları, Konum ve Bağlam, Özgünlük, Sürdürülebilirlik, Katılım, Araştırma-Eğitim-Değerlendirme.

Bu maddeler hakkında genel bir değerlendirme yapacak olursak, ”yorumlama ve sunum” faaliyetleri, çok disiplinli çalışma, araştırma ve eğitim ortamlarında gerçekleşmesi beklenen ve toplumun her kesimine hitap eder nitelikte olması gereken faaliyetler olarak tanımlanmaktadır. Bu anlamda koruma eyleminin temel bileşenlerinden biri olarak görülmektedir. Tüm bu faaliyetler neticesinde halka sunulacak kültürel miras alanının, bulunduğu konum ve bağlamı dışına çıkarılmadan özgün değerleri ile birlikte korunması ve sürdürülebilir bir ekonomik model çerçevesinde var olmaya devam etmesi beklenmektedir. Bir yandan bu sunuşun olabildiğince kolaylaştırılması ve erişilebilir olması hedef olarak gösterilirken, diğer yandan kültürel miras alanları değerlendirilirken kullanılacak başarı ölçütlerinin sadece ziyaretçi sayısı ile sınırlandırılmaması gerektiği gibi birtakım uyarılarda da bulunulmaktadır. “Yorumlama ve sunum” faaliyetlerinin birbirini takip eden basamaklar olarak değil, birbiri içine geçmiş ve birbirini besleyen süreçler olarak ele alındığı anlaşılmaktadır.

Tüzüğün üzerinde durduğu temel hususlardan biri, konu edilen kültürel miras alanındaki çok katmanlılığın korunabilmesi ve alanın sahip olduğu tüm tarihî, manevi ve sanatsal değerlerin “yorumlama” sürecine dahil edilebilmesidir.(6) Buradaki asıl amaç, çeşitli sosyal-politik etkiler altında bazı miras unsurlarının “göz ardı” edilebilecek olması ihtimaline dikkat çekmektir. Nitekim, özellikle politik kaygıların hakim olduğu süreçlerin bu konuda istenmeyen sonuçlar doğurduğu, bilinen ve tecrübe edilen gerçeklerdir. Son yıllarda ülkemizde gerçekleştirilen tüm “ihya” faaliyetleri ile özellikle toplumsal çapta tepkiye neden olan Taksim Topçu Kışlası’nın yeniden yapımına dair girişimler, bu gibi durumları zihnimizde kolayca canlandırabileceğimiz yakın örneklerdir. Sorunun sadece bizim ülkemize özgü olmadığını ise diğer ülkelerde yaşanan ve yaşanmakta olan süreçlere bakarak rahatlıkla söyleyebiliriz. Kültür varlıklarının korunması konusunda oldukça deneyimli Roma kentinde bir dönem gerçekleştirilmiş olan uygulamalar dizisi, bu tehlikenin her daim varlığını kanıtlar niteliktedir.

POLİTİK BİR DAYANAK OLARAK ARKEOLOJİK MİRAS

İtalya’nın idari merkezi olan Roma kenti, sahip olduğu ve günümüze kadar özenle korunmuş kültür mirası ile dünya tarihinde önemli bir yere sahiptir. Bu konuda kazandığı ün, Roma’yı gezip görme imkanı bulan herkesin ortak takdiri haline gelmiştir. Sadece gezmeyi bırakıp biraz kentin yakın tarihine göz attığımızda ise, bir dönem gelişen politik ortamın kentin kültürel dokusu üzerinde büyük bir değişim yarattığını ve özellikle kent merkezindeki genel algının çok kısa bir süre içerisinde ciddi şekilde değiştiğini fark ederiz. 1922 yılında Benito Mussolini önderliğinde kurulan faşist hükümetin propaganda merkezi haline gelen Roma kenti, bu partinin iktidarda kaldığı yaklaşık 20 senelik süreç içerisinde birçok yıkıma ve propaganda amaçlı kurgusal dönüşüme tanıklık etmiştir.

Kurmakta olduğu rejimi meşru kılma çabasında olan Mussolini, gerçekleştirdiği eylem ve söylemleri vasıtasıyla ilk Roma imparatoru Agustus ile paralellik kurmayı hedeflemiştir.(7) Bir yandan -diğer birçok kültür varlığını ortadan kaldırma pahasına da olsa- bazı kent içi arkeolojik kazılar aracılığıyla öykündüğü bu görkemli tarihin izlerini ortaya çıkarmaya başlamış; (Resim 1) diğer yandan, kent üzerinde kurduğu daha büyük ölçekli senaryolar kapsamında geniş çaplı yıkımlar gerçekleştirerek arzuladığı mesajları İtalyan halkına aktarmayı hedeflemiştir. Bu doğrultuda sebep olduğu en büyük değişim, bugün “Via dei Fori Imperiali” olarak bildiğimiz aks üzerinde yaşanmıştır.(8) Roma imparatorluğunun tüm görkem ve ihtişamını simgeleyen Kolezyum ile modern İtalya’nın kuruluşunu müjdeleyen Vittorio Emanuele Anıtı arasında kalan birçok ortaçağ yapısı yıkılmış ve faşist rejimin boy göstereceği törensel bir cadde açılmıştır. (Resim 2, 3) Kazılar sırasında bulunan imparator heykellerinin kopyaları, antik Roma Forumu üzerinde ihtişamlı bir fonda uzanan bu cadde boyunca yerleştirilerek imparatorluğun görkemi ile faşist rejim arasında kurulan paralellik görsel olarak da vurgulanmıştır. (Resim 4) Oluşturulan bu tören yolunun sonunda yer alan ve Mussolini’nin meşhur balkonundan halka hitap ettiği Palazzo Venezia’nın bulunduğu meydan ile birlikte bu geniş çaplı faşist mizansen tamamlanmış, iktidar sahipleri için son derece işlevsel bir kentsel düzenek kurulmuştur. (Resim 5)

Evrensel değerlere sahip bu kültürel miras alanı, görüldüğü üzere, siyasi emeller etrafında şekillenen bir “yorumlama” sürecine tabi olmuş ve sonuçları hâlâ tartışılmaya devam eden bir “sunum” aracına dönüşmüştür. (Resim 6) Tarihsel süreç içerisinde çok katmanlı olarak birbiri üzerinde meydana gelmiş kültürel miras öğeleri seçici bir gözle değerlendirilmiş ve bu kültürel birikimin tek bir kesiti vurgulanacak şekilde diğer katmanlar ortadan kaldırılmıştır. ICOMOS tüzüğünde işaret edilen tehlikeli senaryo gerçekleşmiş ve tek perspektifli bir değerlendirme sonucunda eşi bulunamayacak birçok kültürel katman yok edilmiştir.

Bu noktada, yapılan kazılar ve yıkımlar sırasında belgelemenin iyi yapılıp yapılmadığının ya da kaybolan miras hakkında bugün ne kadar çok şey bilip bilmediğimizin pek bir anlamı yoktur. Ortaya çıkan sonuç tarihin ve maddi mirasın çarpıtılmış bir şeklidir ve aldatıcıdır. Çünkü Roma kentinin önemi sadece antik dönem mirasının zenginliğinden ibaret değildir. Onu asıl etkileyici ve benzersiz kılan şey yüzyıllar boyunca günümüze aktarılan kültürel katmanlarının birlikteliğidir. Tüzükte vurgulanan çok katmanlı “yorumlama”nın önemini anlamak için, yine Roma’da bulunan antik Tabularium binası üzerine inşa edilen Capitol Müzesi’ni gezmek ya da çağlar boyunca üst üste inşa edilmiş bir 11. yüzyıl kilisesi olan San Clemente Bazilikası’na girip metrelerce aşağıda bir pagan tapınağına rastlamak yeterlidir.

ARKEOLOJİK MİRAS KONUSUNDA TOPLUMSAL FARKINDALIK

ICOMOS tüzüğünün üzerinde durduğu bir diğer önemli konu ise, kültürel miras alanlarında gerçekleştirilecek “yorumlama ve sunum” faaliyetlerinin bireysel algılamayı teşvik edecek nitelikte olması ve miras alanı ile kurulacak anlamlı kişisel bağları desteklemesidir.(9) Buradaki amaç miras alanına duyulan ilgiyi artırarak ileriye yönelik öğrenme, deneyim ve keşif süreçlerini harekete geçirmektir. Yine Roma kentinde yer alan birçok kültürel miras alanı, bu anlamda başarılı sayılabilecek bir şekilde günümüz toplumuna sunulabilmiştir. (Resim 7) Bu yazı kapsamında ele alınacak Via Appia örneği ise, bu “sunum” uygulamalarının aslında ne denli hassas olduğu konusunda çarpıcı bir örnektir.

Antik Roma’nın merkezinden başlayıp İtalya’nın güneydoğusundaki Brindisi’ye kadar uzanan ve Roma İmparatorluğu’nun inşa ettiği ilk büyük yol ağı olan Via Appia (Regina Viarium) günümüze kadar oldukça iyi korunagelmiştir. 2006 yılında UNESCO’nun Dünya Mirası Geçici Listesi’ne de alınan bu kültürel miras alanının Roma kenti sınırları içerisinde kalan ilk kilometreleri, çevresinde bulunan doğal peyzaj alanı ile birlikte bir arkeolojik park haline getirilmiştir. Çağlar boyunca insanları etkilemeyi sürdürmüş ve Avrupalı seyyahların sıkça tercih ettikleri bir güzergah haline gelmiş olan bu yol, çevresinde yer alan birçok arkeolojik eser ile birlikte büyüleyici bir kültürel peyzaj alanı oluşturmaktadır. (Resim 8)

Günümüzde de benzer bağlamda kullanılan ve dinlendirici faaliyetlerin karşılandığı bir güzergaha dönüşen Via Appia, kentlinin “Romalı” olma ayrıcalığını hissedebildiği alanlardan biri haline gelmiştir. Bu geniş kültürel peyzaj içerisinde bir ağaç gölgesi altında piknik yapmak mümkün olduğu gibi, bilgilendirici tabela ve görsellere boğulmaksızın kilometrelerce yürüyüp etkileyici bir arkeolojik deneyim yaşamak da mümkündür. (Resim 9) Bu açıdan bakıldığında miras alanıyla kurulan ilişkinin aracısız olduğunu ve ICOMOS tüzüğünün yukarıda bahsedilen hassasiyetlerine karşılık verdiğini söyleyebiliriz.

Amaçlanan bu aracısız sunumdan ayrı olarak, tüm yol boyunca çeşitli noktalarda yer alan arkeolojik varlıklar hakkında yapılan akademik araştırmalar ile birlikte bu özel miras alanı sürekli olarak yeniden ele alınmaktadır. Elde edilen veriler bir yandan bilgilendirici yayınlara ve internet sitelerine dönüştürülürken diğer yandan yeni üç boyutlu teknolojilerin kullanımıyla antik Via Appia farklı bir perspektiften anlamlandırılmaya çalışılmaktadır.(10)

Ne var ki, tüm bu olumlu çabalardan bağımsız olarak, Via Appia’nın bir arkeolojik parka dönüştürülmesi esnasında gerçekleştirilen “yorumlama ve sunum” faaliyetleri sonucunda, alanda bulunan bazı arkeolojik parçaların belli bir oranda yeniden düzenlenmiş ve kurgulanmış olduğu fikri, içine girilen bu büyülü yolculuğu bir an için de olsa sonlandırmaktadır. (Resim 10) Var olduğu ilk günden bu yana ait olduğu doğal peyzaj içerisinde hiç değişmemişçesine duran bu varlıkların birileri tarafından değiştirilmiş olma ihtimali, hiç kuşkusuz bu romantik ve pastoral dünya içerisinde arzulanmayacak bir durumdur. Ancak tüm koruma faaliyetleri için var olduğunu söyleyebileceğimiz bu durum, aynı zamanda kaçışı olmayan da bir gerçekliktir.

SONSÖZ

Taşınabilir bir sanat eserinin konservasyonundan antik bir duvarın sağlamlaştırılmasına, bir anıt yapının restorasyonundan tarihî bir kentin koruma imar planının hazırlanmasına kadar her ölçekteki koruma faaliyeti, kültür varlıklarının yeniden yorumlanmasını ve düzenlenmesini gerekli kılmaktadır. Zaman içerisinde bazı harflerini ve hatta kelimelerini yitirmiş bir cümleyi yeniden yazmaya benzetebileceğimiz bu süreçte esas kabul edilmesi gereken şey, bu cümlenin insanda çağrıştırabileceği tüm anlamları korumak ve ona kazandıracağımız yeni anlamları da asıl mana ile çelişmeyecek şekilde seçmek olmalıdır. Bunun yanı sıra, ülkemizde maalesef genel bir koruma politikası halini almış “ihya” uygulamalarını bir kenara bırakacak olsak dahi, koruma kuramı ve pratiği açısından her zaman öncü pozisyonda yer almış İtalyan örnekleri de göstermektedir ki, gerçekleştirilen uygulamaların yanıltıcı olma ihtimali hiç de az değildir.

Buradan hareketle, insanlığın ortak mirası sayılan kültür varlıkları ile ilgili verilecek her türlü karar ve yapılacak her düzenlemenin, aynı zamanda kararı veren kişi ya da kurumlara büyük bir vicdani yük getirmekte olduğunu ve onları tüm insanlığın önünde sorumlu kıldığını ısrarla hatırlamak ve hatırlatmak gerekmektedir. Kültürel mirasımızı ilgilendiren her türlü “yorumlama ve sunum” faaliyetinin, bu sorumluluk bilinciyle ve alanında uzman kişiler tarafından ele alınması bir zorunluluktur.

KAYNAKLAR

Ahunbay, Zeynep, 2010, “Arkeolojik Alanlarda Koruma Sorunları: Kuramsal ve Yasal Açılardan Değerlendirme”, TÜBA-KED, sayı:8, Türkiye Bilimler Akademisi, İstanbul, ss.103-118.

Arthurs, Joshua, 2016, Excavating Modernity: The Roman Past in Fascist Italy, Cornell University Press, New York.

Eres, Zeynep; Özdoğan, Mehmet, 2018, “Kültür Turizminde Arkeolojik Mirasın Yeri: Türkiye’deki Arkeolojik Alanlar Üzerinden Bir Değerlendirme / Archaeological Heritage in the Context of Cultural Tourism: An Assessment of Archeological Sites in Turkey”, Heritage in Context II, Archaeology and Tourism, Miras 4, (ed.) K. Piesker, B. Akan, D. Göçmen, S. Tezer Altay, Deutsches Archäologisches Institut Istanbul, Ege Yayınları, İstanbul, ss.7-47.

ICOMOS, 2008, Charter for the Interpretation and Presentation of Cultural Heritage Sites.

Jokilehto, Jukka, 2002, A History of Architectural Conservation, Butterworth-Heinemann, Oxford.

de Kleijn, Maurice; de Hond, Rens; Rubi, Oscar Martinez, 2016, “A 3D spatial data infrastructure for Mapping the via Appia”, Digital Applications in Archaeology and Cultural Heritage, sayı:3, ss.23-32.

Painter, Borden W., 2016, Mussolini's Rome: Rebuilding the Eternal City, Palgrave Macmillan US, New York.

NOTLAR

1. Jokilehto, 2002, s.208.

2. Arkeolojik alanlarda korumanın uluslararası yasal çerçevesi ile ilgili daha detaylı bilgi için, bkz: Ahunbay, 2010. Eres; Özdoğan, 2016.

3. ICOMOS, 1990, Arkeolojik Mirasın Korunması ve Yönetimi Tüzüğü, madde 2, http://www.icomos.org.tr/Dosyalar/ICOMOSTR_tr0574229001536913919.pdf [Erişim Tarihi: 20.10.2020]

4. Eres; Özdoğan, s.124.

5. ICOMOS, 2008. Tüzüğün özgün halinde “interpretation” olarak geçen kavram Türkçe çevirisinde “algılanma” olarak yer almıştır. Ancak, tüzükte yer alan açıklama da dikkate alındığında bu kavramı “yorumlama” olarak çevirmek daha doğru olacaktır. Yazının geri kalan kısmında da bu şekilde kullanılmıştır.

6. ICOMOS, 2008. Tüzüğün özgün halinde “interpretation” olarak geçen kavram Türkçe çevirisinde “algılanma” olarak yer almıştır. Ancak, tüzükte yer alan açıklama da dikkate alındığında bu kavramı “yorumlama” olarak çevirmek daha doğru olacaktır. Yazının geri kalan kısmında da bu şekilde kullanılmıştır.

7. Mussolini’den aktaran Arthurs, 2016, s.50. Mussolini, 1925’te Roma kentinin yeni valisini atadığı konuşmasında, yeni rejimin beş sene içerisinde “tıpkı Agustus’un imparatorluğunda olduğu gibi tüm insanlık için mucizevi, engin, düzenli ve güçlü” bir şehir yaratacağını müjdelemiştir.

8. Mussolini döneminde Roma’da gerçekleştirilen diğer uygulamalar için, bkz: Painter, 2016.

9. ICOMOS, 2008, Charter for the Interpretation and Presentation of Cultural Heritage Sites [Kültürel Miras Alanlarının Algılanması ve Sunumu Tüzüğü], madde 1, https://www.icomos.org/charters/interpretation_e.pdf [Erişim Tarihi: 20.10.2020]

10. Bu tip çalışmalardan biri için, bkz: Kleijn; Hond; Martinez, 2016.

Bu icerik 1727 defa görüntülenmiştir.