416
KASIM-ARALIK 2020
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

DOSYA: 2020 ULUSAL MİMARLIK ÖDÜLLERİ

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK GÜNDEM

Saraçoğlu’nun Sükuneti

İhsan Bilgin, Prof. Dr., Bilgi Üniversitesi Mimarlık Bölümü

“Sokaklarından başlarsak: Kenarı ağaçlarla sınırlanmış karşılıklı geniş yaya kaldırımları üç katlı bloklarla sınırlanmıştı. O üç katlı bloklar cumba çağrışımlı çıkmalar ve onları tamamlayan girintilerle bezenmişti. Üst katları belirleyen bu harmoninin, zemin katın küçük girinti-çıkıntılarla şekillenen konturlarıyla karşıtlığı ikisinin de çizgilerini belirginleştiriyordu. Pencere boşluğu çeşitlemeleri bu kompozisyonun diğer katmanıydı. Geniş saçaklar da bu kurguyu tamamlayan bileşendi.” “Saraçoğlu’nun başlıca özgünlüğü, devletin bulvar kenarlarında ifadesini bulmuş resmî yüzünün içine bir sivil sükunet mekânı olarak sızmış olması idi. Ekonomik değeri bir yana sanırım AKP’nin asıl tahammül edemediği şey de on yıllardır devletin resmî yüzünün aralığında kendine yer açmış bu sivil hayat belirtisidir.” “Bunca konut darlığında neden orayı metruk bıraktınız? Sebep açık: Kıymetini bilmeyip oturulabilirliğini fark etmeyip devletin lojman konut stokuna dahil etmediğiniz için. İyice büyümüş bir metropolün hâlâ kalbindeki bu beklenmedik konut stokunun kullanışlılığını anlamadığınız için.”

 

İktidar metropollerin merkezinde bir kamu alanını gözüne kestirdiğinde buraları rant alanı olarak değerlendirmeyi siyasetinin istikrarlı hedefine dönüştürmüş durumda. Taksim ve Gezi Parkı da bunun kurbanıydı. Şimdi ne yazık ki sıra Ankara’nın Saraçoğlu Mahallesi’nde.

Paul Bonatz’ın tasarladığı Saraçoğlu, Ankara’nın bulvarlardan oluşan omurgası 1920 ve 1930’larda Jansen planıyla oluştuktan sonra 1940’larda yapılmış bir lojman yerleşmesiydi. Saraçoğlu, birbirini tamamlayan iki özelliğiyle evrensel modern mimarlık kültürüne malolmuş bir yerleşmedir: Anlatmaya çalışacağım...

Bu özelliklerden ilki kent içindeki konumu, diğeri de sokak ve bahçe cephelerinden cephelerine yayılan mimari sentaksı ve karakterleriydi.

Saraçoğlu’nun da yapıldığı yüksek-modern zamanlarda benzeri yerleşmelerin kent merkezinin çeperlerindeki halkalarda yapılmasına alışılmıştı. Oysa Saraçoğlu için yeni başkent Ankara’nın tam merkezinde yer seçilmişti.

Mimari karakteri ve kurgusu, İngiltere’den kıta Avrupasına yayılan bahçe-şehir hareketinin devamıydı. İngiltere’deki gibi bağımsız evlerden oluşmasa da belirgindi bu özelliği. Mimarisinin Türkiye’deki düşünsel adresi de Sedad Hakkı Eldem’in öncülüğündeki “milli mimari” arayışıydı.

Sokaklarından başlarsak: Kenarı ağaçlarla sınırlanmış karşılıklı geniş yaya kaldırımları üç katlı bloklarla sınırlanmıştı. O üç katlı bloklar cumba çağrışımlı çıkmalar ve onları tamamlayan girintilerle bezenmişti. Üst katları belirleyen bu harmoninin, zemin katın küçük girinti-çıkıntılarla şekillenen konturlarıyla karşıtlığı ikisinin de çizgilerini belirginleştiriyordu. Pencere boşluğu çeşitlemeleri bu kompozisyonun diğer katmanıydı. Geniş saçaklar da bu kurguyu tamamlayan bileşendi.

Şehrin ortasında yolu bu sokaklara düşen bir kişinin kendini bir “aşinalık” ortamında hissetmesi için o zaman “Türk evi” diye nitelenmiş çevreleri tanıması gerekmiyordu. Ardındaki nesneyi tanımadan da aşina gözükmelerinin nedeni; ayrıntıları ne olursa olsun, içinde insanların sivil hayatlarının şekillendiği iskan bölgelerine işaret etmeleriydi. Kaldırımlardan saçaklara yayılan bu mimari kurgu, Türkiye ve Ankara’ya yabancı birine de kendi sivil hayatını hatırlatacak bir sentakstı.

Bu sivil karakteri pekiştiren bir özelliği de, anıtsal devlet binalarıyla donatılıp şehrin omurgasını oluşturan bulvarların düğüm noktasına yerleşmiş konumuydu. Bu mahalle, devleti temsil eden, kentin en görkemli kavşağı olan meclis ve bakanlıklar kompleksi bölgesine yapılmıştı. Sivil gündelik yaşama yabancı, devlet yapılarından yorulmuş bir göz, kendini sonunda Saraçoğlu sokaklarında bulduğunda nihayet sükunete kavuşmanın ferahlatıcı aşinalığıyla da buluşmuş oluyordu.

Değindiğim gibi tasarım sonunda varılmış bu sonuç, 1920’ler sonrasının yüksek-modernin eğilimlerinden birinin yabancısı değildi. Özellikle de Nazi-karşıtı pozisyonuyla Türkiye’ye sığınıp mimarlığın yanı sıra hocalık da yapan Bruno Taut Berlin’deki Hufeisensiedlung ve Onkel Toms hütte yerleşmelerinde bu eğilimin öncülüğünü yapmıştı. Bu yerleşmelerin Saraçoğlu’ndan farkı, şehir merkezinin dış halkasında bulunmalarıydı.[1] Diğer tanınmış örnek Gartenstadt Staaken de şehir dışı banliyölerinden Staaken’daydı. Dolayısıyla yaptıranların öyle bir kastı olmasa da Saraçoğlu’nun başlıca özgünlüğü, devletin bulvar kenarlarında ifadesini bulmuş resmî yüzünün içine bir sivil sükunet mekânı olarak sızmış olması idi.

Ekonomik değeri bir yana sanırım AKP’nin asıl tahammül edemediği şey de on yıllardır devletin resmî yüzünün aralığında kendine yer açmış bu sivil hayat belirtisidir[2]

İşine geldiğinde bu devletin geleneğine sahip çıkan AKP’nin bir itirafıyla başladı Saraçoğlu’nun sükunetini taciz süreci. “Metruk halinden kurtaracağız” dediler. Dillerinde bu sözcüğün “köhne”yi de içerdiğini biliyoruz. O zaman bunca konut darlığında neden orayı metruk bıraktınız?

Sebep açık: Kıymetini bilmeyip oturulabilirliğini fark etmeyip devletin lojman konut stokuna dahil etmediğiniz için, iyice büyümüş bir metropolün hâlâ kalbindeki bu beklenmedik konut stokunun kullanışlılığını anlamadığınız için. Ağaç kesmeden yeniden yapacakmışsınız. Gezi’de ağaç kesmenin başınıza ördüğü çoraplardan beri bunu ezbere dönüştürdünüz ama yeryüzünün yegane kıymeti doğa değil, bir de şehirden eşyaya insan elinden çıkma artifaktlar var.[3] Anlattığım gibi, o binalar, bahçe duvarları ve kaldırımlar da birer değer. Hatta, çalı-çırpı ve börtü-böcek de. Korumayı doğaya onu da ağaca indirgeyince, korumadan da kendini korumayı anlayınca, bütün bunlar görülemiyor tabii.

Muhtemel senaryoya gelirsek, emanet edildikleri piyasa kurumu Emlak Konut GYO’nun inisiyatifine kalsa, postmodernize edip satardı da; devletin diğer kurumları müdahil olmadan duramayıp bu stoku üst düzey yöneticilerine tahsis etmek istemiş gibi. Tabii yine onlara “köhne” görünen halleriyle değil, en aleladesinden günlük değer göstergelerine taşınmış halleriyle… Böylelikle Ankara’daki memur kesimi hiyerarşisi, lojman konutları vesilesiyle bir kez daha katmerlenecek.

Herhangi bir ciddi hasarı olmayan bu binalara dokunulmamalıdır. Zaten dokunmanın tamirat-tadilattan ötesi de tanımı gereği sakarlığa atılmış ilk adım olacaktır. Bu binaların tadilatı bile Bonatz’dan Sedad Hakkı Eldem’e giden hassas mimari çizginin birikimine sahip mimarların harcı olabilir ancak.

 


[1] Tabii zamanla şehir büyüdükçe bu yerleşmelerin göreli konumu da değişmiş ve artık merkezin birkaç durak ötesinde görece merkezî bir konumda kalmışlardır.

[2] Ankara’nın bulvarlarına da alışamayıp, öncüleri İ. Melih Gökçek aracılığıyla Orta Avrupa’nın özenli kent mimarisiyle donatılmış bu bulvarların karakterli yapılanmalarında kalıcı tünelleriyle kalıcı bir hasarlar oluşturmuştur.

[3] O nedenle kestirmeden “Koruma Kurulu” deyip geçilen bu değerlerin emanet edildiği resmî kurumun tam adı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’dur.

Bu icerik 1798 defa görüntülenmiştir.