412
MART-NİSAN 2020
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA: DOĞAYLA ÇEKİŞME, TÜKETİMLE İŞBİRLİĞİ: ANTROPOSEN

Antroposen’in Estetiği: Hassasiyet, İnsaniyet, Şiddet

Eray Çaylı, Dr., Leverhulme Erken Kariyer Araştırmacısı, London School of Economics and Political Science

 

"Yok oluş isyanı" eylemcilerine bakılırsa, boyutları "tüm insanlığın" tükenişine tekabül edecek denli ciddi bir ekolojik krizi küresel ölçekte yaşamaktayız.(1) Antroposen tezi bu çağı "insan çağı" olarak adlandırmayı öneriyor.(2) Konu üzerine konuşan ya da çalışan ana akım siyaset ve bilim insanları "iklim değişikliği hassasiyeti"nden bahsediyorlar.(3) Dahası, bu hassasiyetin, hem tüm insanlığı aynı şekil ve düzeyde etkilemesi gereken etik bir olgu hem de -salınan karbon miktarı ya da hava sıcaklığındaki artış oranı üzerinden- niceliksel anlamda ölçülerek ve küresel ortalaması alınarak ne kadarının kabul edilebilir sayılıp ne kadarının sayılamayacağı üzerinde tüm "insanlık"ça hemfikir olunabilir bir değer olduğunu öne sürüyorlar. Özetle, ekolojinin politikasına dair günümüzdeki ana akım söylem ve pratiklerde iklim değişikliği, küresel ısınma ve çevresel felaketlerin müsebbibinin tüm insanlık olduğu ve dolayısıyla mağdurunun da yine insanlığın bütünü olduğu ya da etkilerinin tüm insanlıkça eşit düzeyde hissedildiği savıyla karşılaşmaktayız.

Söz konusu savı eleştirel bir biçimde ele almak bu yazının ana amacı. Bunu yaparken bir yandan da adına "ekolojik kriz" denilen olgunun aslında neyin krizi olduğu üzerine düşünmek istiyorum. Fakat yer kısıtlarından dolayı, bu amaçları, nihai yanıtlara varmaktan çok, yeteri kadar sorulmadığını düşündüğüm soruları sorarak gerçekleştirmek niyetindeyim. Sonuçta varmak istediğim noktayı şimdiden çıtlatmak adına, soracağım sorulara temel teşkil edecek iki önermeden bahsedebilirim. İlk olarak, bugün Antroposen başlığı altında tartışılan olguların tüm insanlığın eylemlerinin değil belirli ve çoğu kez şedit siyasi-iktisadi projelerin sonucu ortaya çıktığını ve dolayısıyla temellerinde yatan sorumluluklar gibi yol açtıkları etkilerin de coğrafya ve toplumlar üzerinde eşit dağılıyormuşçasına ele alınmamaları gerektiklerini önereceğim. İkinci önermem ise, şayet bir ekolojik krizden bahsedilecekse, bu krizi sadece birtakım çevresel yıkım olayları üzerinden ele almanın eksik kalacağı ve özellikle mimarlık ve kardeş disiplinleriyle alakalı veçheleri söz konusu olduğunda, onu esasen bir estetik krizi olarak irdelemek gerektiği. Baştan belirtmeliyim ki, burada "estetik" derken, birtakım şekilsel özelliklerden ya da "güzellik" veya "çirkinlik" gibi beğeni değerlerinden bahsetmiyorum. "Estetik" derken bahsettiğim, daha ziyade, Jacques Rancière'i takiben, siyasi olanın maddi olarak hissedilebilir kılındığı bir mecra.(4) Dolayısıyla, "estetik krizi" derken, hem politik hem etik boyutları olan ve her iki durumda da maddi niteliği olan bir krizden bahsediyorum.

Geçtiğimiz yaz Türkçe basında geniş yer bulan bir haberle başlayayım. Alman devlet kanalı Deutsche Welle'nin Türkçe servisi tarafından hazırlanan "Kırlangıç Hassasiyeti" adlı bir videoya da konu olan bu haber, Dicle nehri kenarındaki bir kum ocağı ve ocağın hizmet ettiği hazır beton santralinin sahibiyle ilgiliydi. (Resim 1) Deutsche Welle, bu video haberi, "Ayda 100 bin TL zarara rağmen kuşların yuvasını bozmadılar" başlığıyla ve aşağıdaki şu metin eşliğinde sunuyordu: "Diyarbakır'ın Bismil ilçesindeki bir hazır beton santralinin depolama sahasındaki 5 bin ton kumun içine kırlangıçlar yuva yapınca şantiyedeki tüm çalışmalar durduruldu. Şirketin sahibi Halil Başaran, kırlangıçların yuvasını bozmamak için yeni iş makineleri kiralayarak, hazır betonda kullanılmak üzere yeni kum satın almaya başladı."(5) Haber Deutsche Welle'nin yanı sıra yayın politikası anlamında siyasi yelpazenin çok farklı yerlerinde konumlanan türlü basın-yayın organının web sayfalarında da benzer ifadelerle yer aldı.(6) Bunlardan Sabah gazetesinin haber için seçtiği başlık da kayda değerdi: "İşte İnsanlık Örneği."(7) Geniş dolaşıma giren bu haber, gerek yayınlandığı basın-yayın organlarının web sayfalarında gerekse Ekşi Sözlük gibi diğer çevrimiçi mecralarda yapılan yüzlerce yorumun da konusu oldu. Bu yorumlar arasındaki "Diyarbakır insanı merttir, asildir" ifadesinde görüldüğü üzere, habere yapılan yorumların çoğu, haberin, yerel halkın faziletini ortaya koyduğu görüşündeydi.(8) Bir kısmı ise bu tür bir yorumu daha detaylıca yapıyordu: "Hep diyorum, kürtler kadar adam olabilseydiniz bu ülke bu durumda olmazdı gidin doğu illerine, sokakta kalmış olun, birinin evine gidin kapısını çalın sokakta kaldım deyin evinizi açar size. Bunu karadenizde yapın yemediğiniz dayak kalmaz, iç anadoluda yapın hayatınızı bile kaybedebilirsiniz. Pkk hariç, pkk gerektiğinde fetö, üst akıl, dhkpc vs hepsi bir olur ülkeyi yıkmak için emperyalist maşa olurlar, tecrübeyle sabittir. Pkk yok edilmesi gereken bir numaralı terör örgütlerindendir. Yok öyle canlı bombayı uçağa koyup suçu masum insanların üzerine atmaya çalışmak, bilmemne yaptığımın vatan haini pislikleri sizi, hak ettiğiniz muameleyi bir gün göreceksiniz. Başınızdan aşağı bombaları boşaltacağız."(9)

Kuma yuva yapan kırlangıçların hikayesine ilgi duyma nedenim, sadece, tam da aynı kum ocağına bu haber ve yorumlara konu olmadan henüz birkaç hafta önce -ve Dicle Nehri'nin o noktasında balık avlamak isteyen bir gencin boğularak ölmesinden birkaç hafta sonra- işletmecilerince pek de hoş karşılanmayan bir ziyarette bulunmuş olmam değil.(10) Diğer bir deyişle, bu haberle başlayarak varmak istediğim nokta, haberi "insanlık" ve "hassasiyet" gibi faziletlerin timsali olarak yorumlayan yüzlerce kişiye karşı çıkarak, hikayeyi daha ziyade inşaat sektörü kaynaklı bir ölüm, sermaye iştahı ve ekolojik yıkım hikayesi olarak anlatmak değil. Kum ocağının hikayesini bireysel veya sektörel bir sorumluluk meselesine indirgemektense, niyetim bir yandan hikayenin temelinde yatarken diğer yandan hikayece görünmez kılınan yapısal dinamikleri tartışmaya açmak. Bu tartışmayı şu gibi sorularla açabilmeyi umuyorum: Kum ocağının işletmecisini hayvansever "hassasiyet" ve "insanlık" gibi faziletlerin timsali olarak gören ve bu faziletlerin değerini kırlangıçların içine yuva yaptığı kumun ağırlığı (5 bin ton) ya da piyasa değeri (100 bin TL) üzerinden ölçme eğiliminin estetiğini -yani maddi politikasını ve etiğini- nasıl anlamalıyız? Bu faziletlerin hamilini ilkin kum ocağının işletmecisi olarak görürken, akabinde buradan "Diyarbakır insanı"na ve dahası "Kürtler"e tümevardıran ve nihayetinde yakın geçmişin şedit tarihlerine atıfla tümdengelim yaparak kimlerin bu faziletlerin hamili olamayacağını vurgulama ihtiyacı hisseden izlek üzerine düşünmek, bugün Antroposen'e dair ana akım yaklaşımlarda karşılaşılan "insanlık" ve "hassasiyet" kavramlarını eleştirel bir şekilde ele almamıza nasıl bir katkı sunabilir?

Bu sorulara verilebilecek yanıtların izini sürmeye kum ocağındaki 5 bin tonluk kumun neden tüketilmeden orada biriktiğine değinerek başlayabiliriz. Bu kumun, başlıca kullanım alanı olan inşaatların sektördeki genel "kriz" -ya da spekülatif balonun patlama noktasına gelmesi- gibi, 2019 Baharı'nda Diyarbakır'da bölgenin alışılagelmiş mevsimsel ritminin dışında bir yağış ile karşılaşılmış olması nedeniyle de duran veya yavaşlayan şantiye faaliyetleri nedeniyle tüketilemeden orada biriktiğini dikkate alabiliriz örneğin. Söz konusu yağış ritminin bozulmasında Dicle nehri üzerinde yapılmış olan barajların belirleyici olduğunu not düşmek isteyebiliriz.(11) Ve hatta sadece Dicle değil Fırat üzerinde de son 20 yılda tam kapasite faaliyete geçmiş bulunan barajların, özellikle Bismil'in kuzeyinde uzanan ve Diyarbakır'ın merkezini de içine alan coğrafyayı adeta bir adaya dönüştürmüş olmasından kaynaklı bu coğrafyadaki nem ve buharlaşma olgularını derinden değiştirdiğini belirtmemiz gerekebilir. Sürdüğümüz bu izler, bizi özellikle Dicle üzerinde inşa edilen ve tam da tarihsel olarak nehrin kaynağını aldığı coğrafya olarak kabul edilen yöreye yapılan ilk iki büyük baraj olan Dicle ve Kralkızı barajlarına götürecektir. Bu barajların Dicle'nin kendine has ve mevsimler arası büyük değişiklik gösteren taşkın seviyelerini ve bu seviyelerdeki mevsimsel-ritmik değişiklikler nedeniyle periyodik olarak görünür hale gelen kum, çakıl, çamur gibi unsurlardan oluşan kıyı boyu fiziki çeşitliliğini yok ederek buradaki peyzajı su-toprak ikiliğine mahkum ettiğinden bahsetmemiz gerekecektir öyleyse. Bu da bize, eskiden Diyarbakır'a özgü meyve-sebzeler sayılan kum şeftalisi ve çakıl karpuzu gibi ürünlerin artık yetişmediğinden ya da türünü sürdürebilmek için mevzubahis kumlara ihtiyaç duyan Rafetus kaplumbağasının artık tehlike altındaki bir tür olduğunu hatırlatacaktır.(12)

Fakat, bu notlar ve hatırlatmaların çoğu, her ne kadar hayati meselelere işaret etseler de, bizleri ekolojik yıkımın tecessümü olarak özetleyebileceğimiz sonuçlarla boğuşmaya odaklayacaklar ve dolayısıyla ekolojinin politikasının yapısal dinamiklerini gözden kaçırmamız riskini taşıyacaklardır. Bu yapısal dinamiklerin başlıcaları arasında, coğrafyanın, ancak sayısal olarak ölçülebilir kaynakları sağlayabildiği oranda değerli olduğuna dair hafriyatçı (extractivist) bakış açısı var. Söze Dicle ile devam edersek, nehrin sadece ondan sağılabilecek su miktarı üzerinden değerlenmesi bu bakış açısının önemli bir örneği. Barajların aracısı olduğu ekolojik-politik etkilerin temelleri tam da coğrafyanın değerini böylesi bir niceliksel ölçülebilirliğin konusu kılan bakış açısına dayanıyor.(13) Tam da burada, barajların da, bu barajların inşasının akabinde Yukarı Dicle Vadisi'nde mantar gibi biten kum ocaklarının da, sadece bu bakış açısının tecessüm etmiş hali olduklarını ve meselenin tek başlarına kaynağı olmadıklarını öne sürmek istiyorum.(14) (Resim 2) Kanımca, meselenin esas temelinde yatan, coğrafyanın salt sömürülecek bir malzeme kaynağı olarak görülmesi. Ve söz konusu temelin bu yazıya konu olan coğrafya özelindeki kökenleri, Dicle ve Fırat'ta 1935'te devletçe düzenli "akış gözlemleri" yapılmaya başlanarak 1940'ların ortalarından itibaren de gözlem istasyonları kurulmasıyla, bu nehirlerin değerlerini hafriyatçı perspektiften yeniden biçen somut adımların atılmasına kadar gidiyor.(15) Ve bugüne geldiğimizde söz konusu perspektif doğrultusunda suyu ve kumu sömürülen nehirden üretilen "artı değer", başlıca kullanım alanlarında (örneğin inşaat sektörü) kullanılamadığı vakit dahi, etiğin konusu haline gelmesiyle politik etkisini sürdürebiliyor.

İşte, etik ve politikayı maddesel olarak bir araya getiren başlıca mecra olan estetiğin, tam da böyle bir tarihsellik üzerinden bugün Antroposen başlığı altında tartışılan meselelerin temelinde yatan düşünce ve eylem biçimlerinin mecrası haline geldiğini düşünüyorum. Bu nedenledir ki, barajları samimiyetle eleştiren ve hatta onlara açıkça karşı çıkanların da arasında yer aldığı türlü toplumsal ve politik kesimin, nehrin nehirliğini bolluk ve berraklık gibi niceliksel ölçülebilirliğin izlerini taşıyan değerleme kıstasları doğrultusunda algıladığı görülebiliyor. Dicle örneğiyle devam etmek gerekirse, bu algının emarelerini, örneğin, yine geçtiğimiz aylarda, tarihsel ritme aykırı şekilde gerçekleşen yağışların tetiklediği iki beklenmedik taşkın olayında gördük. Biri kopan baraj kapağı diğeriyse bilinçli bir şekilde açılan kapaklar nedeniyle yaşanan bu ani taşkınlar, ekolojik hassasiyetlerinden şüphe edilemeyecek kesimlerin de arasında bulunduğu geniş kesimlerce Dicle'nin "gürül gürül," "masmavi" ya da "berrak" akmasıyla sonuçlanmalarını kutlayan yorumlara konu oldu.(16) Oysa herhangi bir akarsuyun rengi, akış hızı ve bolluğunun hiçbir zaman sabit olmayıp mevsimlere göre değiştiği gerçeği bir yana dursun, Dicle özelinde bu değişikliklerin nehrin içerisinde bulunduğu coğrafyanın kendine has özellikleri ve topografik çeşitliliği nedeniyle bir mevsimden diğerine çok daha büyük oranda yaşadığını -ta ki yakın geçmişe kadar- biliyoruz.(17) (Resim 3)

Tam da bu noktada başa dönebiliriz. Etiğin konusu haline gelerek politik etkisini sürdüren "artı değer"e, kum ocağında tüketilemediğinden biriken kumun tonajı ya da piyasa değeri üzerinden ölçülen "insanlık" ve "hassasiyet"i örnek verebiliriz. Fakat aynı zamanda, söz konusu "insanlık" ve "hassasiyet"in "Diyarbakır halkı" ve "Kürtler" gibi hamillere tümevarım yoluyla atfedilmesi üzerine de düşünmeliyiz. Bunu yaparken Kathryn Yusoff'un coğrafyayı hafriyatçılık perspektifinden değerleyen jeolojik yöntemlerin sömürgecilik ve ırkçılıkla olan ilişkisini incelediği son kitabı bize yardımcı olabilir. (Resim 4) Yusoff, hafriyatçılığın ürettiği "artı değer" üzerinden yapılan "insanlık" tanımlarının daima "gayri insani" olana dair bir tanımı da gerektirdiklerinden coğrafya kadar belirli bedenleri de nesneleştiren bir şiddeti içerdiklerini söylüyor.(18) Şayet böyle bir şiddetten bahsedebileceksek, bu yazının bağlamında iştigal etmekte olduğumuz sadece "gayriinsani" tanımlamasına içkin şiddetten ibaret olmayabilir. Kum ocağı hikayesi bize gösteriyor ki, hafriyatçılığın üzerinde belirleyici olduğu "insanlık" tanımları, kimi zaman "insanüstü" olana dair bir metazoriyi içerdiklerinden de şedit olabilir. Söz konusu metazori, hafriyatçı perspektif doğrultusunda yeniden değerlenen bir coğrafyada, tam da bu değerleme nedeniyle ortaya çıkan sorunların çözümüne dair sorumluluğun ya da "hassasiyet"in adresi olarak yine o coğrafyanın sakini olagelmiş ve dolayısıyla üyeleri arasında bu sorunlardan hali hazırda birebir etkilenmiş bireylerin de bulunduğu bir kimliğin işaret edilmesini içerir. Böylece, bir yandan, ekolojik yıkımın hafifletilmesi ya da durdurulması yükü tüm "insanlık" adına bu coğrafyanın sakinlerinin omuzlarına haksızca bırakılır ve dolayısıyla altından kimsenin kalkamayacağı "insanüstü" bir beklenti onlara dayatılırken, diğer yandan da asıl sorumluların -yani hafriyatçı bakış açısını icat eden, kurumsallaştıran ve sistematik olarak uygulayanların- sorumluluklarının dikkatten kaçması sağlanır. İşte, bugün Antroposen'e konu olan süreçlerle boğuşmanın yolu tam da bu nedenle estetiğe odaklanmaktan -hafriyatçılığın, tekil ve görünür sonuçlarındansa, estetik mecrasını araçsallaştırarak biçimlendirdiği ekolojinin politikası ve etiğine dair yerleşik algı ve uygulamaları kökünden sorgulamaktan- geçiyor olabilir.

NOTLAR

1. "Yokoluş İsyanı, 2 hafta sürecek iklim eylemlerine başladı: Ne istiyorlar, talepleri gerçekçi mi?", www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-47957507 [Erişim: 30.01.2020]

2. "Yerküre 'İnsan Çağı'na mı girdi?", www.bbc.com/turkce/haberler-37219492 [Erişim: 30.01.2020]

3. "Oy birliği ile iklim hassasiyeti", www.aljazeera.com.tr/haber/oy-birligi-ile-iklim-hassasiyeti [Erişim: 30.01.2020]

4. Rancière, Jacques, 2012, Estetiğin Huzursuzluğu: Sanat Rejimi ve Politika, (çev.) Aziz Ufuk Kılıç, İletişim Yayınları, İstanbul.

5. "Ayda 100 bin TL zarara rağmen kuşların yuvasını bozmadılar," www.dw.com/tr/ayda-100-bin-tl-zarara-rağmen-kuşların-yuvasını-bozmadılar/av-49539280 [Erişim: 30.01.2020]

6. "Kırlangıç yuvaları için zarar etmeyi göze aldılar," www.aa.com.tr/tr/turkiye/kirlangic-yuvalari-icin-zarar-etmeyi-goze-aldilar/1516189 [Erişim: 30.01.2020]. Orkçu, Ömer Faruk, 2019, "Kırlangıçlar kum yığınına yuva yaptı," www.bik.gov.tr/kirlangic-yuvalari-icin-zarar-etmeyi-goze-aldilar/ [Erişim: 30.01.2020]. "Kırlangıçlar kum yığınına yuva yaptı," www.gazeteduvar.com.tr/turkiye/2019/06/29/kirlangiclar-kum-yigina-yuva-yapti/ [Erişim: 30.01.2020]

7.  "İşte İnsanlık Örneği," sabah.com.tr/yasam/2019/07/14/iste-insanlik-ornegi [Erişim: 30.01.2020]

8. "100 bin tl zarara rağmen kuş yuvasını bozmamak", https://eksisozluk.com/entry/92425698 [Erişim: 30.01.2020]

9. "100 bin tl zarara rağmen kuş yuvasını bozmamak", https://eksisozluk.com/entry/92427113 [Erişim: 30.01.2020]

10. "Balık avlamak için Dicle Nehri'ne giren genç boğuldu," www.hurriyet.com.tr/yerel-haberler/diyarbakir/bismil/balik-avlamak-icin-dicle-nehrine-giren-genc-bo-41226599 [Erişim: 30.01.2020]. Ne yazık ki, geçtiğimiz Mayıs'ta yaşanan bu olay, Dicle boyunda yer alan kum ocakları civarında boğulma nedeniyle yaşanan tek ölüm değil. Benzer ölümlerle özellikle Mayıs-Eylül ayları arasında sıkça karşılaşılmakta.

11. Hasankeyf Koordinasyonu, "Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santralı Projesi Eleştiri Raporu," www.hasankeyfgirisimi.net/?p=1210&lang=tr [Erişim: 30.01.2020]. Aydın, M. Cihan; Çelik, Recep, 2015, "Küresel İklim Değişikliğinin Keban Barajına Hidrolojik Etkisi," TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası 4. Su Yapıları Sempozyumu Kitabı, ss.439-448.

12. "Cennet Bahçesi Hevsel", www.atlasdergisi.com/kesfet/doga-cografya/cennet-bahcesi-hevsel.html [Erişim: 30.01.2020]. Güldoğan, Vedat, 2013, "Diyarbakır Karpuzu, Bostanlar ve Hülle Eğlenceleri," Diyarbakır Yer Üstü Kaynakları 1: Tarım & Hayvancılık, (der.) Yusuf Kenan Haspolat, ss.108-121.

13. Burada Timothy Mitchell'ın İngilitere sömürgeciliğinin Mısır'daki faaliyetleri üzerinden tartıştığı coğrafyanın iktisadi perspektif üzerinden yeniden değerlenmesinin uzun tarihini akılda tutmak mühim; bkz. Mitchell, Timothy, 2002, Rule of Experts: Egypt, Techno-Politics, Modernity, University of California Press, Berkeley, California.

14. Barajlar ile söz konusu kum ocaklarının arasındaki bağlantıyı detaylandırmak gerekirse, 1990 tarihli Kıyı Koruma Kanunu'ndan bahsedilmeli. Kanun, bir yandan Türkiye'nin denizleri gibi Dicle ve Fırat gibi başlıca akarsularının kıyılarını da "kamu yararı" olduğu durumlar hariç yapılaşmaya karşı korumayı öngörürken, diğer yandan içerdiği bir ek madde ile Dicle nehrinin fiziki tarifini, tarihsel olarak kaynağını aldığı kabul edilen ve bugün Dicle ile Kralkızı barajlarının bulunduğu coğrafya yerine, yaklaşık 100 kilometre güneyindeki Bismil'den başlayacak şeklinde yasalaştırdı. Bu nedenle nehrin Bismil'in yukarısında kalan hattı boyunca fiziki müdahalelerin önü açılmış oldu ve bugün 20'yi bulan sayıda kum ocağının açılmış olduğu noktaya geldik. Bkz. "Dicle Nehri'nin 60 kilometresi tehditlere açık,"www.diyarbakirsoz.com/gundem/dicle-nehrinin-60-kilometresi-tehditlere-ac305k-196173 [Erişim: 30.01.2020]

15. Öziş, Ünal; Baran, Türkay; Demirci, Nurhan, 1999, "Türkiye'de Dicle Havzasındaki Başlıca Akım Gözlem İstasyonlarının Aylık Akışları", İMO Teknik Dergi, cilt:10, sayı:4, ss.2029-2045.

16. "Dicle Budur İşte!," www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2018/12/15/dicle-budur-iste/ [Erişim: 30.01.2020]. "Dicle masmavi akıyor," www.tigrishaber.com/dicle-masmavi-akiyor-56424h.htm [Erişim: 30.01.2020]. "Dicle Nehri son 30 yılın en berrak görünümünde," www.milliyet.com.tr/gundem/dicle-nehri-son-30-yilin-en-berrak-gorunumunde-2879830 [Erişim: 30.01.2020]

17. Akarsuların bu değişken ve dinamik yapısının ve dahası içerisinde bulundukları coğrafya ile ilişkilerinin yalnızca tekil birer "su" ve "kara" türünden oluşan ikilik kapsamında ele alınamayacağının altını çizerken, zihnimde Dilip da Cunha'nın çalışmaları var; bkz. Da Cunha, Dilip, 2019, The Invention of Rivers: Alexander's Eye and Ganga's Descent. Philadelphia, University of Pennsylvania Press, Pensilvanya. Çaylı, Eray, 2019, "Antroposen'i Politikleştirmek, Afeti Toplumsallaştırmak," İstanbul Yollarında Kentsel Politik Ekoloji, (der.) Sinan Erensü. Mekanda Adalet, İstanbul, ss.81-86.

18. Yusoff, Kathryn, 2019, A Billion Black Anthropocenes or None, University of Minnesota Press, Minneapolis, ss.65-85.

 

Bu icerik 2755 defa görüntülenmiştir.