DOSYA: DOĞAYLA ÇEKİŞME, TÜKETİMLE İŞBİRLİĞİ: ANTROPOSEN
			Antroposen Çağı’nda Çevreci Mimarlığı Tartışmak: Post-Sürdürülebilirlik
			Can  Boyacıoğlu , Dr.  Öğr. Üyesi, Gebze Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü
Nezih  Ayıran , Prof.  Dr., Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi Mimarlık Bölümü
Gülçin  Pulat Gökmen , Prof.  Dr., İTÜ Mimarlık Bölümü
			
			
			
			
			
			  Sürdürülebilirlik kavramı  hem genel çerçevede hem de mimarlık özelinde gündemdeki ağırlığının önemli bir  kısmını yitirmiş gözükmektedir. Oysa, 1973 petrol krizi ile birlikte oluşan  siyasi konjonktür ekseninde 1980’lerde ortaya çıkan sürdürülebilirlik(1) 20. yüzyılın son çeyreğini ve 21. yüzyılın ilk on yılını etkisine almış, dünya  genelinde mimarlığın da içerisinde bulunduğu pek çok disiplinde önemli  değişimlere yol açmıştı. Öte yandan, bugün özellikle doğa bilimleri alanındaki  paradigma sürdürülebilirlik kavramından Antroposen kavramına doğru kaymakta ve sürdürülebilirlik  kavramının yerini köklü dönüşüm önerileri almaktadır. Bu çalışma, mimarlıkta  çevreci yaklaşımları sürdürülebilirlik kavramının ortaya çıkışından önceki  dönemleri de kapsayacak şekilde geniş bir perspektiften irdelemeyi; bu  irdelemenin ışığında giderek önemini yitirmeye başlayan sürdürülebilirlik  kavramını temel alan mimarlıkta çevreci yaklaşımların ancak köklü dönüşümlerle  ortaya konabilecek bir gelecek açısından oluşturduğu zihni bariyere işaret  edebilmeyi; mimarlıkta çevreci yaklaşımların başarı şansının hangi kavram ve  yaklaşımların esas alınmasına bağlı olduğuna ilişkin ipuçlarına ulaşabilmeyi  amaçlamaktadır.
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK  KAVRAMI ÖNCESİNDE ÇEVRECİ MİMARLIK
Mimarlıkta çevreci  yaklaşımlar, sürdürülebilirlik kavramının çok öncesine dayanmaktadır. Modern  dönemde bu konudaki ilk çalışmalar Batı ülkelerinin endüstrileşme sürecinde  özellikle kentlerde oluşan kirliliğin ve kötü yaşam şartlarının nasıl  düzeltilebileceğine dair sosyo-politik fikirlerin mekâna yansımaları şeklinde olmuştur.  20. yüzyıl başında mimarlık -politika ara düzlemindeki bu tartışmaya ilişkin  dikkate değer örneklerden biri Howard’ın
Bahçeşehir yaklaşımıdır.  Howard(2) çalışmasında dönemin İngiltere kentlerini eleştirerek, kent yaşamını olumsuz  etkileyen sosyo-ekonomik süreçlere politik çözüm önerileri ortaya koymayı  hedefler. Halen kullanılan Letchworth Bahçeşehri gibi projelerde kentsel mekân söz  konusu ideolojik yaklaşımın bir sonucudur. (Resim 1)
Yüzyıl başındaki kent  odaklı bakış açılarını modern avangard mimarların ekoloji - teknoloji ara  düzlemindeki gelecek öngörüleri izler. Gropius(3) için mimarlık “adaletsiz sosyal sistemin hastalıklarını düzeltmek” için doğa  ile uyumlu tasarımlar yapmaktır. Mimarın Impington Köy Enstitüsü tasarımı bu anlayışın  ürünüdür. Bu dönemde mimarlık, doğa bilimciler ile etkileşim içindeki mimarlar  tarafından doğa bilimlerinin öngördüğü gelecek senaryolarına ulaşma aracı  olarak görülmüştür. Modern avangardın bu yaklaşımını yüzyıl ortasından itibaren  Banham’ın(4) “megastrüktür” olarak adlandırdığı mimari tasarımlar izleyecektir. Örneğin,  Soleri’ye(5) göre dönemin kentleri “insanlığın toplumsal evrimini” kısıtlamaktadırlar. Bu  nedenle Soleri sosyal adaletin sağlandığı, doğa ile insanın arasındaki uyumun  insanlığı daha iyi bir noktaya taşıyacağı kentler tasarlamayı hedeflemektedir.  Bu amaç çerçevesinde tasarladığı ve Arkoloji isimli kitabında topladığı kent yaklaşımları bilimkurgu filmlerini  aratmayacak kadar radikal projelerdir. Banham’a(6) göre mimarlıkta megastrüktür akımı 1970’lerin başında oluşan petrol krizi ile  birlikte, dünyanın güncel sorunlarına çözüm bulmaya daha yakın tasarımlar adına  terk edilmiştir. (Resim 2, 3)
Sürdürülebilirlik kavramı  öncesi çevreci mimarlığın ana tartışması kirlilikle mücadele, kentsel mekân  kalitesinin artırılması ve insan - doğa ilişkisi açısından köklü bir dönüşümü  esas alan gelecek senaryolarıdır. Mimarlık toplumsal sistemin olduğu gibi  kalamayacağının farkındadır ve çevreci mimarlık yaklaşımı ile toplumun ve mimarlığın  hangi yöne doğru evrileceğini öngörmeye çalışmaktadır. 
Bu dönemi sonlandıran petrol  krizi, sürdürülebilirlik kavramını da ortaya çıkaran sosyo-politik süreçtir. Petrol  krizi sonrası çevre tartışması ve mimarlıkta çevreci yaklaşımlar “sürdürülemez”  olduğu anlaşılan ekonomik ve ekolojik ilişkilerin “sürdürülebilir” hale
getirilmesine  odaklanmıştır. Bu durumu tehlikeli bulan Parr’a(7) göre sürdürülebilirlik kavramı “çevre” ve “kalkınma” kavramlarını birbirine  bağlar, artık dünya üzerindeki çok uluslu sermaye sisteminin sürdürülebilirliği  anlamına gelir. Kavram öncesi çevreci mimarlıktan farklı olarak bu yeni  yaklaşımda gelecekte kentsel mekânın, toplumu olumlu etkilemek adına nasıl  dönüştürüleceğinden çok, halihazırdaki durumun nasıl en az değişiklikle  kurtarılabileceği önem kazanır.
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞE  NE OLDU? 
  Kavramın, çevreci  yaklaşımların merkezine yerleşmesi ile birlikte “Bugünün ihtiyaçlarını  karşılarken gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılamalarına engel olmamak.”  şeklindeki bir motto çerçevesinde “sürdürülebilir ekoloji - ekonomi - toplum”  önerisi o kadar çok tartışıldı, bu konuda o kadar çok proje üretildi ki bir  süre sonra sanki artık kavramın önderliğinde dünyanın nasıl dönüşeceğine ve  insanlık için daha sıhhatli ve mutlu yaşanabilir bir yer haline geleceğine dair  yeterli planlamaların yapıldığına ve bu planlara uyulduğu takdirde dünyanın  “güzel bir geleceğe” doğru yol aldığına inanılmaya başlandı. Buchanan(8) süreç içerisinde sürdürülebilirlik kavramının bir pazarlama stratejisine  dönüşmesini eleştirerek, kinayeli bir biçimde “herkesin sürdürülebilir  olduğunu” belirtmiştir.
Bu dönemde merkezî,  yerel yönetimler ve özel sektör teknolojik yaklaşımlarıyla ünlü mimarları,  kendilerinin “sürdürülebilirliklerini” yüksek teknolojili ve gösterişli yapılar  aracılığıyla kanıtlamak adına görevlendirdiler. Sürdürülebilirliğin mimarlıkta “ana  akım” haline geldiği tartışmaları ile birlikte,(9) gelişmiş ülkelerde sürdürülebilir mimarlık anlayışı çerçevesinde bina sertifika  sistemleri oluşturuldu. Sertifika sistemlerinden alınan “altın” veya “platin”  belgeler, modern avangard mimarların yüzyıl başında hayalini kurduğu “dünyayı  kurtaran mimarlığı” müjdeler gibiydiler. Hal Foster(10) bu duruma paralel şekilde dönemin önemli teknoloji odaklı mimarlık figürleri  Norman Foster, Richard Rogers ve Renzo Piano’yu “üç küresel üslup” olarak  tanımlayacaktır. Bu tanımlama 20. yüzyılın ilk yarısında modern avantgardlar Le  Corbusier, Walter Gropius  ve Mies van der  Rohe’nin “Uluslararası Üslup”
şeklinde betimlenmesine  bir göndermedir. Örnek olarak Norman Foster(11),  mimarlığın hedefinin teknolojik malzeme ve strüktürel sistemler aracılığıyla iyice  karmaşıklaşan yönetimsel ve ekonomik sisteme daha iyi uyum sağlamak olduğu  fikrindedir. Bu sürecin simge yapılarından biri mimarın Frankfurt’taki  Commerzbank Genel Merkezi’dir. “İlk ekolojik gökdelen” olarak nitelendirilen  bina cam giydirme cephelerin arkasında oluşturulmuş dört kat yüksekliğinde yeşil  galeriler ve ortası bina boyunca devam eden dev bir atriyumdan oluşan bir  gökdelendir. Yapı bir anlamda çok uluslu sermayenin tekno-ekolojik bir  gösterisi gibidir. (Resim 4)
Teknoloji odaklı ünlü  mimarlar ve sürdürülebilir bina sertifika sistemleri, mimari tasarımı binalara  eklemlenen teknik sistemlerin yerleştirilmesi işine dönüştürürken,(12) ana akım ile birebir örtüşmeyen ve bu duruma tepki gösteren Ken Yeang(13) ve James Wines(14) gibi bazı önemli mimarlar da kendi sürdürülebilir mimarlık yöntemlerini  tariflediler. Bu mimari yöntemler, enerji verimliliği ve iç mekân kalitesi  odaklı sertifika sistemlerinden farklı olarak sürdürülebilirlik öncesi çevreci  mimarlık tartışmasına referans verecek şekilde ekolojik ve sosyolojik  sistemlere eklemlenen tasarımlar yapma eğilimindeydi. Öte yandan Guy ve Moore’un(15) “sürdürülebilir mimarlıklar” olarak isimlendirdiği çoğulcu mimarlık gündeminde,  “sürdürülebilirlik” haricinde hemen hemen hiçbir konuda bir fikir birliği  oluşmuş değildir ve bu durum mimari tasarımın ekolojik problemlere bütüncül bir  yanıt vermesini engellemiştir. Tekil binaların etkileri, kavram öncesinde inşa  edildiği öngörülen “normal” bir binaya göre ne kadar enerji harcadığı, malzeme  tükettiği, çöp ve emisyon ürettiği gibi aslında temel bir referans olmaktan  uzak ve geniş bir açıdan bakıldığında geçerlilikten yoksun parametrelerle(16) ölçülürken, binaların içerisinde bulunduğu ekosisteme geniş kapsamlı etkileri  göz ardı edilmiştir.
Dünyayı sürdürülebilir bir  insanlığa götüreceği öngörülen süreç devam ederken, kavramı derinden etkileyen  bir gelişme oldu ve insan kaynaklı küresel iklim değişikliği, özellikle  oluşturduğu dramatik coğrafi etki itibari ile sürdürülebilirlik tartışmasının  ana eksenine oturdu.(17) Mimarlık gündemi de benzer şekilde bir dönüşüm göstererek küresel iklim  değişikliğine sebep olan emisyonların azaltılması veya mümkünse yok edilmesine  yönelik bir sürdürülebilir mimarlık anlayışına evrildi. Bu durum mimarlığı iki  yönden etkiledi: İlk olarak sürdürülebilirlik kavramı ile zaten teknoloji  odaklı bir şekilde evrilmeye başlayan çevreci mimarlık, küresel iklim  değişikliğine yol açan emisyonların azaltılması adına “enerji etkin tasarım” ve  “karbon ayak izi” gibi teknik analizleri tamamen odağı haline getirdi. Bu  durum, önceki süreçte kullanılan “binanın normal bir binaya göre ne kadar  çevreci olduğu” parametresinin gerçek etkiyi anlatmak konusunda ne kadar  yetersiz olduğunu gözler önüne serdi. İkinci olarak ise disiplin yerel ölçekten  küresel ölçeğe doğru bir dönüşüm geçirdi. Aslında ilk kez hem bütüncül anlamda  sürdürülebilir yaklaşımların hem de daha özel olarak mimarlıkta çevreci  yaklaşımların gerçek etkilerinin ölçülebileceği küresel bir parametre oluşturulmuş  oldu.
“Ortak Geleceğimiz” raporu odaklı sürdürülebilirlik kavramı için, küresel iklim  değişikliği parametresinin oluşturulması ve gezegenin her yıl artan ortalama  sıcaklığının ölçülebilmesi uzun vadede sonun başlangıcı haline geldi.  Sürdürülebilirlik odaklı yaklaşımlar küresel iklim değişikliğine karşı kayda  değer bir gelişme sağlayamadı.(18) Bu dönem için Zizek(19),  sürdürülebilirlik yaklaşımlarının ekolojik çöküşü bütüncül olarak anlamaktan  uzak olduğuna dikkat çekerek, aslında bir bütün oluşturan problemlere tekil  sorunlarmış gibi yaklaşıldığına işaret etmektedir. Öte yandan Zizek’e(20) göre küresel iklim değişikliği o kadar uzun bir döneme yayılmış, o kadar geniş  çaplı bir süreçtir ki, bu durum insanlığın kolektif deneyiminin çok ötesindedir.  Bu nedenle insanlık karşı karşıya kaldığı kritik durumu gerçek boyutlarıyla  kavrayamamaktadır.
Sürdürülebilirlik  kavramındaki çözülmeye Worldwatch Enstitüsü’nün her yıl konu hakkında  yayınladığı raporlarda da işaret edilmektedir. Örnek olarak, enstitünün 2013  raporu sürdürülebilirliğin halen  mümkün olup olamadığını sorgulamakta, Moore ve Rees(21) gelişmiş kentlerin “tek gezegenlik bir yaşama” ulaşabilme, yani gezegenin  kendini yenileme hızı sınırları içerisinde kalabilme olasılığının ne kadar düşük  olduğuna işaret etmektedirler. 2015 raporu ise sürdürülebilirlik  tartışmasındaki tehditlere odaklanmaktadır. Renner(22) raporun giriş bölümünde sürdürülebilirliğin “sürdürüle-geveleme’ye” (sustainability)  dönüştüğünü iddia etmektedir. 2016 raporu ise kentlerin şu andaki durumları ile  sürdürülebilir olamayacaklarına işaret etmektedir. Söz konusu raporda Gardner(23) 2036 yılı için çok sıkı toplumsal, ekonomik ve ekolojik önlemlerin alındığı bir  hayat tanımlaması yapmaktadır. Bu senaryoda evlerde birkaç ana mekân hariç  bütün mekânlar komşular ile ortaklaşa kullanılacağı, iklim değişiminin negatif  coğrafi etkilerinin kabullenileceği, ulaşım olanak(sızlık)larından dolayı üst  gelir gruplarının bile kentsel mekânın 2 km çaplı bir bölümünü  kullanabileceği bir gelecek öngörülmektedir. Araştırmacı bu sıkı (ama sıkıntılı  olmadığını düşündüğü) koşulların bile yeterli olup olmayacağına net bir cevap  veremediğini belirtir. Benzer şekilde, Lichfield(24) 
MIT Technology Review’daki  makalesinde “küresel iklim değişikliğine hoş geldiniz” derken, bugün artık iklim  değişikliğine önlem olacak teknolojilerden çok, onunla birlikte yaşamaya dönük  teknolojilere odaklanılmasını önermektedir. Görüldüğü üzere sürdürülebilirlik  kavramının “gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılamalarına engel olmamak”  şeklindeki ikinci yarısı ile ilgili umut bilimsel öngörüler çerçevesinde çok  zayıflamış durumdadır. Öte yandan, “bugünün ihtiyaçlarını karşılamak” kısmının  da ne kadar başarılı olduğu bir soru işareti olmayı sürdürmektedir. Sürdürülebilirlik  yaklaşımını tanımlayan parametreler, senaryolar ve öngörüler zayıfladıkça  bunlara referans veren mimari yaklaşımlar da süreç içerisinde referanslarını  kaybetmiş durumdadır. Bu nedenle mimarlıkta çevreci yaklaşımların  sürdürülebilirlik sonrası bir bakış açısına ihtiyacı oluşmaktadır.
POST-SÜRDÜRÜLEBİLİR  ÇEVRECİ MİMARLIK
Önce coğrafya kuramında,  sonrasında felsefe ve diğer sosyal bilimlerde etkinliğini artıran Antroposen  kavramı, çevre tartışması ekseninde sürdürülebilirlik kavramının yerine ana  bakış açısı haline gelmiştir. Her ne kadar kavram kelime olarak “insan çağı” anlamını  türetse de, coğrafya - felsefe ara düzleminde kavram insan kontrolünde bir  gezegeni değil, insanın kontrolü dışında ama insan etkisi ile her geçen gün  daha da kırılganlaşan bir gezegeni tariflemektedir.(25) Bu kırılganlaşma hali coğrafya kuramında “holosenik plato”(26) olarak isimlendirilerek uygar toplumların yaşamasına olanak sağlayan coğrafi  koşulların yitirilmesi olarak tanımlanırken, felsefi açıdan kavram genellikle durağan  ve koruyucu bir doğa anlayışının(27) yok olması olarak anlaşılmakta ve tartışılmaktadır. Bu doğrultuda sürdürülebilirlik  bağlamından uzaklaşarak Antroposen kavramı odaklı bir bakış açısına geçmesi  beklenen mimarlıkta çevreci yaklaşımların da bir dönüşüme uğraması kaçınılmazdır.  Bu dönüşümde ana eksen küresel ve yerel ekosistemlere doğrudan ya da dolaylı  etkilerin tanımlanması, durağan ve koruyucu bir doğanın artık olmadığı bir  dünyada mimarlık yapmayı anlamak, varlığını devam ettirebilmek üzere öngörülen  sıkıntılı koşullara uyum sağlamak zorunda olan ve bu nedenle katı önlemlere yönelen  kentli topluma ön planda yer vermek olarak özetlenebilir. Bu durumda  topoğrafya, hayvan, bitki, iklim, kentin canlılığı, insan psikolojisi gibi pek  çok gerçel ve kavramsal parametreyi yeniden tanımlaması gereken ve her tasarım  sürecinde kendine özel yaklaşımlara ihtiyaç duyan bir bakış açısına ihtiyaç duyulmaktadır.  (
Resim 5)
New York’taki High Line tren viyadüğü dönüşümü  ve Seul’deki Cheonggyecheon nehrinin kentsel yenileme projesi post-sürdürülebilir  olarak tanımlanabilecek kentsel ölçekli iki projedir. İki proje de ekolojik ve  sosyolojik dönüşümleri hedefleyerek tasarım kararlarını oluşturmuşlardır ve iki  projede de kentleri bu sorunlu hallerine getiren mevcut bakış açısına eleştirel  yaklaşımlar vardır. High Line  projesi özelinde halihazırda var olan ama kullanılmayan tren viyadüğü atık  halde durmakta ve kentsel devamlılığı bozmakta olsa da, üzerinde kendiliğinden var  olmuş bitkiler ve farklı perspektifler oluşturma potansiyeli ile önemli  görülmektedir.(28) Projeyi tasarlayan mimarlık bürosu DS+R’dan Scofidio, projedeki görevi  sorulduğunda kinayeli bir biçimde görevinin “projeyi mimarlardan korumak”  olduğunu belirtmiştir.(29) Bu noktada Scofidio’nun projeyi etkisinden koruduğunu söylediği mimari bakış  açısı, alanın kendi ölçülemez anlamlılıklarını yok sayan, var olan ekonomik  sistemi ve yaşam şeklini dönüştürmeden, sistemi estetik bir şekilde yeniden  üretmeyi hedefleyen bakış açısıdır. Cheonggyecheon projesinde  ise benzer bir bakış açısıyla ama tam ters doğrultuda bir çözüm önerisi söz  konusudur. Proje alanındaki otoyol viyadük olarak üstünü örttüğü derenin  kentsel ve ekolojik olanaklarını yok etmektedir. Yoğun bir şekilde araç  kullanımı olan strüktürün alandan kaldırılması, insanların ulaşım olanaklarını  azaltacak ve bu anlamda insanların hayat kalitesine negatif etki edecek bir  yaklaşım olarak görülebilir. Oysa ki alandaki trafik sorunu çözülemeyecek kadar  karmaşık bir haldedir ve bu sorunlu noktayı kesip atmak hem ekolojik anlamda  hem de kentsel anlamda yapılması gerekendir. Bu noktada ekonomik kalkınmacı bir  bakış açısı ile üretilen otoyola yeni gelişen post-sürdürülebilir anlamlandırmalar  ile bakıldığında bu donatının artık sürdürülemez bir hayat tarzı önerdiği görülmektedir.  Ancak yolun kapattığı ve dönüşüm projesi kapsamında yeniden açılan dere  toplumsal-ekolojik dönüşüme ilham olma potansiyelindedir.(30) (Resim 6) 
SONUÇ
  Sürdürülebilirlik bağlamı  ve bu bağlamdan yola çıkan sürdürülebilir mimarlık yaklaşımlarının küresel  iklim değişikliği üzerinden oluşturulan coğrafi parametreler ile ölçüldüğünde  insan yaşamı için kayda değer gelişmeler sağlayamaması, bu yaklaşımlar ile ilgili  ciddi kuşkuların oluşmasına ve yaklaşımın disiplinler üzerindeki etkisinin  giderek azalmasına neden olmuştur. Öte yandan, kurulu ekonomik ve kentsel  sistemlere eleştirel bakış açıları ve bu bakış açıları ile oluşturulan çözüm  yöntemleri ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu noktada çevreci mimarlığın ideoloji  - sosyoloji eksenli yaklaşımlara doğru evrileceği öngörülmektedir. Bu nedenle sürdürülebilirlik  öncesi çevreci mimarlık yaklaşımları da yeniden önemli referanslar haline  gelmektedir. Fakat bu sefer mimarlık güncel dönemin ağır gerekliliklerine uyum  sağlamak durumundadır. Bu gereklilik çerçevesinde mimarlık, sistemi muhafaza edecek  bakış açılarından, sistemi radikal olarak değiştirecek, “post-sürdürülebilir”  olarak tanımlanabilecek bakış açılarına doğru yol almakta, disiplin ana bilgi  havuzunu teknik eksenden doğa bilimi ve felsefe eksenine çekmektedir. Aslında gerçek  etkisi öngörülemeyecek kadar büyük ölçekli projeler yerlerini doğa bilimsel  olarak ölçülebilen, bütüncül etkileri olan ama küçük ölçekli yerel dokunuşlara  bırakmaktadır. Mimarlık ise durağan ve koruyucu bir doğada tasarım yapmak yerine,  hiçbir kesin dayanak noktası olmayan dengesiz Antroposen bir dünyada bir  dayanak noktası olma iddiasındaki bir disipline dönüşmektedir. 
NOTLAR
1. Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu, 1987, Our Common Future, (ed.)  Gro Harlem Brundtland, Oxford University Press, Oxford.
2. Howard, Ebenezer, 1902, Garden  Cities of To-morrow, Swan Sonnenschein, Londra.
3. Anker, Peder, 2010, From Bauhaus  to Ecohouse: A History of Ecological Design, LSU Press, Baton Rogue.
4. Banham,  Reyner, 1976, Megastructure: Urban  Futures of the Recent Past, Harper & Row, New York.
5. Soleri, Paolo, 1969, Arcology:  The City in the Image of Man, MIT Press, Boston.
6. Banham, 1976, ss.196-207.
7. Parr, Adrian, 2009, Hijacking  Sustainability, MIT Press, Boston.
8. Buchanan, Peter, 2005, “Green Culture and the Evolution of Architecture”, Ten Shades of Green: Architecture and  the Natural World, (ed.) Peter Buchanan, Kenneth Frampton, The Architecture  League of New York, New York, ss.10-29.
9. Guy, Simon; Moore, Steven, 2007, “Sustainable Architecture and the  Pluralist Imagination”, Journal of  Architectural Education, cilt:60, sayı:4, ss.15-23.
10. Foster, Hal, 2011, Sanat -  Mimarlık Kompleksi: Küreselleşme Çağında Sanat, Mimarlık ve Tasarımın Birliği,  (çev.) Serpil Özaloğlu, İletişim Yayınları, İstanbul, ss.7-19.
11. Foster, Norman, 1991, “Design for Living”, Building and Projects of Team 4 and Foster Associates, (ed.) Ian  Lambot, Ernst & Sohn, Londra, ss.106-107.
12. Guy, Simon; Moore, Steven, 2005, “Introduction: The Paradoxes of  Sustainable Architecture”, Sustainable  Architectures: Cultures and Natures in Europe and North America, (ed.)  Simon Guy, S. Moore, Spon Press, New York, ss.1-12.
13. Yeang, Ken, 2006, Ekotasarım:  Ekolojik Tasarım Rehberi, (çev.) Semih Eryıldız, Demet Eryıldız, YEM Yayın,  İstanbul.
14. Wines, James,  2000, Green Architecture, (ed.)  Philip Jodidio, Taschen, Londra.
15. Guy, Moore, 2005, ss.1-12.
16. Renner, Michael, 2015, “The Seeds of Modern Threats”, Worldwatch Report 2015: Confronting Hidden  Threats to Sustainability, Island Press, Washington DC., ss.3-17.
17. Castree, Noel, 2014, “The Anthropocene and Geography I: The Back Story”, Geography Compass, cilt:8, sayı:7,  ss.436-449.
18. Moore, Jennie, Rees, Willian, 2013, “Tek Gezegenlik Yaşama Ulaşmak”, Worldwatch Enstitüsü Dünyanın Durumu Raporu  2013: Sürdürülebilirlik Hâlâ Mümkün mü?, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul,  ss.55-71.
19. Zizek, Slavoj, 2010, “Antroposen’e Hoşgeldiniz”, Ahir Zamanlarda Yaşarken, Metis Yayınları, İstanbul, ss.397-408.
20. Zizek, 2010, s.398.
21. Moore, , 2013, ss.55-71.
22. Renner, 2015, s.4.
23. Gardner, Gary, 2016, “Sürdürülebilir Bir Kent Düşlemek”, Worldwatch Enstitüsü Dünyanın Durumu Raporu  2016: Bir Kent Sürdürülebilir Olabilir Mi?, İş Bankası Yayınları, İstanbul.
24. Lichfield,  Gideon, 2019, Welcome to Climate Change, MIT  Technology Review, technologyreview.com/s/613350/welcome-to-climate-change/  [Erişim: 01.05.2019]
25. Rose, Deborah Bird; van Dooren, Thom; Chrulew, Matthew; Cooke, Stuart;  Kearnes, Matthew; O’Gorman, Emily, 2012, “Thinking Through the Environment  Unsettling the Humanities”, Environmental  Humanities, cilt:1, sayı:1, ss.1-5.
26. Zalasiewicz, Jan ve diğerleri, 2008, “Are  We Now Living in the Anthropocene?”, GSA  Today,
cilt:18,  sayı:2, ss.4-8.
27. Latour, Bruno, 2014, “Agency in the Time  of Anthropocene”, New Literary History,  cilt:45, sayı:1,
ss.1-18.
28. Foster, Hal, 2011, Sanat Mimarlık  Kompleksi: Küreselleşme Çağında Sanat, Mimarlık ve Tasarımın Birliği, (çev.)  Serpil Özaloğlu, İletişim Yayınları, İstanbul.
29. Merkel, Jayne, 2007, “Urban American Landscape”, Architectural Design, cilt:77, sayı:2, ss.36-47.
30. Kim, Hyungkyoo; Jung, Yoonhee, 2019, “Is Cheonggyecheon Sustainable? A Systematic  Literature of a Stream Restoration in Seoul, South Korea”, Sustainable Cities and Society, sayı:45, ss.59-69.
 
			
			
			Bu icerik 6966 defa görüntülenmiştir.