359
MAYIS-HAZİRAN 2011
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Bir Yanılsama: EK
    Murat Şahin, Yrd. Doç. Dr., Yeditepe Üniversitesi, Mimarlık Bölümü

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARİ TASARIM

Bir Yanılsama: EK

Murat Şahin, Yrd. Doç. Dr., Yeditepe Üniversitesi, Mimarlık Bölümü

Yapımı yüzyıllar süren katedrallerin, sarayların ve tapınakların temporal serüveninde ek nerede başlar nerede biter? Tamamlanmamış bir şeyin eki olur mu? Yoksa ek zaten tamamlamak için mi vardır? Sagra da Familia’nın Gaudi’den sonra eklerle tamamlanması sonucu ortaya çıkacak eser tamamlanmış sayılır mı? Tamamlanmış bir yapıt olarak algılanan anıt niteliğindeki bir yapıya ek yapılabilir mi? Mimarlıkta “ek” kavramının sadece fiziksel bir bütünlüğe / yapıya yönelik tartışılagelmiş olmasını eleştiren yazar, konunun “yeniden değerlendirme / dönüştürme / bütünleştirme” gibi kavramlarla değerlendirilmesi gerektiğini savlıyor.

Bu yazının amacı “ek” ve “ek yapı” kavramları ile bu kavramların günümüz form üretim süreçleri içindeki yerini tartışmak, konuyu tarihsel boyutu içinde özetlemek; temel referanslara da yer vererek “ek” kavramını farklı tutumlar içinde değerlendirmek ve yeniden tanımlamaktır. Konuyu eleştirel bir bakış açısıyla irdeleyen yazı, ilişkili üst başlıkların ve anlamsal bağlam içinde benzer tavırların örnekleme yoluyla aktarılmasını içermektedir.

Modern öncesi ve sonrası manifestolar içinde, elemanter boyuttan kent boyutuna dek geniş bir yelpaze içinde yer alan ek konusu, 1990’lı yıllara gelindiğinde, koruma, esneklik ve uyum konularına paralel olarak gündemdeki çok sayıdaki uygulama sayesinde önemini sürdürmüştür. Building Additions Design kitabı (1), net biçimde konuyu yapısal boyutta ele almış, ekin nedenleri, olasılıkları, arazi ile ilgili etmenleri, ek ve eklenen arasındaki estetik, strüktürel, mekanik sistem ilişkilerini, iç mekân ve tarihî çevrelerde yapılan eklerle ilgili tasarım girdilerini açıklamaktadır.

Columbia Üniversitesi, Mimarlık Okulu’nda “Eklerin Mimarisi”adlı dersi veren Byard, koruma ve anlam açısından konuya yaklaştığı aynı adlı kitabında (2), klasik dönem ustalarının yaptığı ek yapıların içerdiği dersleri aktarmış, modernizmle daha da artan ekleme olasılıklarını, örnekler eşliğinde ifade / anlam açısından “büyüme, türeme ve dönüşüm” olarak sınıflandırmış; korunan kimliğin oluşan yeni sıradüzen içindeki yeri, cephe, plan, yapı tipleri ve ek türlerine bağlı olarak kimliğin korunan yönlerini, binyılın eşiğindeki ek uygulamalarında “taklit, karşıtlık, uygunluk” (uyum değil) kavramlarına ilişkin örneklerle yenilikçi uygulamalara yer vermiştir. Bu konudaki başarı ya da başarısızlığın göreli olarak nesnel olduğuna vurgu yapan Byard, koruma bağlamında eklerin mimarisinin, geçmişte ve günümüzdeki değerleri anlamamız açısından, büyük önem taşıdığına işaret etmektedir.

Konunun, günümüzde, tasarım boyutunda popülerliğini başka güncel konulara devrettiğini ama mimarinin statik yüzü olan yapı ölçeğinde hâlâ varlığını sürdürdüğünü görüyoruz. Bilindiği gibi geleneksel düzende ek, “mekân” ve “biçim”in ana ögesi iken, topolojik işlem odaklı günümüz biçim anlayışı farklı kavramlar içinde gelişmektedir. Önceleri eski ve yeni, mevcut ve eklenen arasındaki çizgi, üslup farkı ile mimetik bir düzen içinde bile ayırt edilirken, New York Presbiteryan Kilisesi’nde olduğu gibi, eski ve yeninin kaynaşarak yeni bir vücutta biraraya gelmesi ve ek yerinin belirsizliği, yeni dilin birer göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır.


Tarihsel süreçte konuttan saraya dek pek çok geleneksel tipin yüzyıllar boyu yeni eklerle büyüdüğünü görmekteyiz. Yapımı yüzyıllar süren katedrallerin, sarayların ve tapınakların temporal serüveninde ek nerede başlar nerede biter? Tamamlanmamış bir şeyin eki olur mu? Yoksa ek zaten tamamlamak için mi vardır? Sagra da Familia’nın Gaudi’den sonra eklerle tamamlanması sonucu ortaya çıkacak eser tamamlanmış sayılır mı? Tamamlanmış bir yapıt olarak algılanan anıt niteliğindeki bir yapıya ek yapılabilir mi? Bu tür sorular hâlâ spekülatif yanıtlar bulmaktadır.

Örnekler büyüme ve esneklik çerçevesinde incelendiğinde, tipoloji ve planlama ilkelerinin ek yapının biçimlenmesinde etkin rol oynadığı görülmektedir. Değişen gereksinimlere koşut olarak, yenilenme ve eklenme ihtiyacı gösteren karmaşık işlevli yapı tipleri aldıkları eklerle bir üslup koleksiyonuna dönüşebildikleri gibi, organizasyon şemaları da genellikle olumsuz yönde bu büyümeden etkilenmektedir. Çok yönlü olarak incelenebilecek olan, mevcut ve eklenen arasındaki karşılıklı ve bağımlı ilişki, diğer kültürel ögeler için geçerli olan kimlik, esneklik, uyum ve korumaüst başlıkları altında değerlendirilebilir.

Ignasi de Sola-Morales Rubio, “Karşıtlıktan Benzeşmeye” adlı yazısında (3) mevcut bilgi ve yapı birikimini benzer yorumlayan, ortak tutumların varolduğunu belirtmektedir. Gerek biçim (form ilişkisi, ifade, algı), gerekse kimlik açısından ek ve eklenen arasındaki ilişkide sıkça rastlanan tutumlar ve algısal süreçler genel olarak “aynılık, benzeşme, farklılaşma, kapsama” olarak sınıflanabilir bir yapıdadır. Modern örneklerde karşıtlığın en sık rastlanan çözüm olduğu görülmektedir.

EK VE ANLAM

Kendisi doğaya ek olan mimariyi fiziksel açıdan baktığımız zaman bitmiş bir kurgu olarak tanımlayamayız. Buna karşın anlam ve düşünce düzeyinde mimari belli bir sözü ve anlamı olan tutarlı bir kurgudur. Bu yönüyle her mimari ürünün bitmiş olması beklenir ve öyle de değerlendirilir. Ek, bitmiş olan bu kurguya “t” zaman sonra katılarak, mevcut kurguyu oluşturulacak yeni bütünün bir bileşeni haline getirir.

Ek, dilbilimdeki tarifine uygun olarak bir şeyin anlamını ya da değerini değiştiren bağımlı bir biçimbirimdir. Görüşlere, yaklaşımlara, kurgulara ve üsluplara bir eklenme vardır. Varolanla anılır, onunla hemfikirdir, büyük bir saygı ifadesi ya da bambaşka mesajlar taşıyabilir. Dönüştürür, yön değiştirir ya da “ek bent” olur. Bazı ekler, sanki kusurlu, hileli bir işi, hiçbir eksiği yokmuş gibi göstermek istercesine “ekini belli etmez”. Bazıları ise, bir gazetenin pazar eki gibi başka konular içererek varolan şeyin okunmasını daha eğlenceli hale gelmesini ya da hafifleşmesini sağlar ve günün anlamına uygun davranır.

Ek bir boşluk doldurmadır. Gereksinimlere yanıt veremez duruma gelen bir yapının eksikliğini giderme çabasıdır. Ek bazen fazladan söylenmiş bir sözdür. Bazense son derece ihtiyatla sarfedilmiş bir iltifattır. Kiminin ek yeri belli olur. Kimi eklendiği gibi olmaya çalışır, kimi bir nedenle abartır, eklendiğinden ayrılır. Bazen de yer düzleminin haricinde bağ kurmayarak eklenerek ayrılır, ayrı durarak eklenir. Ek yeri, en azından strüktür açısından çözülmesi gereken özel bir tasarım problemidir. Ek, simbiyotik bir ilişkinin parçası olarak varolan, bazen gereksinim duyulan ve uygun görülen, Viollet le Duc’ün üslup birliğine varma konusundaki görüşünde olduğu gibi (4) bazen de istenmeyen bir asalak yapıdır.

Ek, kısaca, güçlü bir gestalt yaratarak, eklendiği bütüne bir son söz olarak katılabildiği gibi, bazen mevcut bütünün anlamını değiştirmekte, sürdürmekte, ya da o bütünle kaynaşarak, eşzamanlı bir eklemlenme etkisi içinde, yeni bir bütüncül yapının ögesi olmaktadır. Yazının aşağıdaki bölümlerinde, bu olasılıklar, çoğu yaygın olarak bilinen yapılar üzerinden örneklenmektedir.

Son Söz Olarak Ek

Zamanla büyüme gereksinimi duyulan, müze, hastane, kütüphane, okul gibi karma işlevli yapılarda ek, kendi zamanı içinde söylenen bir son söz olarak önceki yapıya eklemlenmektedir. İçinde eski-yeni karşıtlığını barındıran kompozisyonlar, saygılı bir tutum olarak değerlendirilen bir yaklaşımla, kimlikleri ayrı ayrı sergileme fırsatı yaratırken, son müdahaleyi yapan mimara ve tasarımına da bir ayrıcalık kazandırmaktadır. 140 yılı aşkın geçmişi süresince aldığı eklerle büyüyerek plan şeması oldukça karmaşıklaşan Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nin en son eki olan Rose Centeryeni binyılın başında açıldı. Bina şeffaf bir küpün içine yerleştirilmiş üç ayak üzerinde yükselen bir küreden meydana gelen iki katmanlı bir kompozisyona sahiptir. 18. yüzyılda Ledoux ve Boulléé’nin sonsuzluğu ve kozmik mükemmeliyeti sembolize eden küreyi seçtiklerini biliyoruz. Bu fikirlerin modern bir yorumla gerçekleştirilmiş hali olarak tanımlayabileceğimiz ek yapının başarısına gölge düşüren tek detay, böylesi saf, heykel niteliğindeki kompozisyonun bağımsız bir konumlanış içinde olması beklenirken, gölgesellik etkisi ile de olsa mevcut yapıya bitiştirilmesidir. (5) (Resim 1)

1998’de, 1960’ların modern klasiklerinden biri olan betonarme Bible Society yapısına yeni bir ifade kazandıran bir giriş mekânı tasarlanmıştır. Bu ek ile daha davetkâr, çağdaş görünümlü, enerji kullanımını azaltacak biçimde seçilen teknolojisi, iyileştirilen teknik sistemleri ile daha açık ve daha esnek bir mekân yaratılmış oldu. Yapıdan kıvrılarak önündeki meydana doğru taşan net camlı strüktür, içeride bol ışıklı bir çalışma ortamı yaratmakla kalmamış, aynı zamanda bir takım elektronik yazılı ve resimli mesajların yansıtılmasına olanak sağlayan bir medya duvarı işlevini de üstlenerek içinde barındırdığı işleve yeni bir imaj kazandırmıştır. Ek, bitmiş ve ek kabul etmez görünen mevcut yapıya dokunmadan, değiştirmeden hafif ve şık bir eklenti olarak yamanmıştır. Belli bir dönemi yansıtan bu modern söylemin sonsözü, fiziksel açıdan aynı yapıtın bir parçası olmasına karşın, içerikten bağımsız, güncel ve farklı bir söz olarak durmaktadır. (6) (Resim 2)

Columbia Üniversitesi Kampüsü’neilk yapının inşa edildiği1897’den 2000’li yıllara dek, çok sayıda mekân ve heykel eklenmiştir. Geçen binyılın son günlerinde katılan öğrenci merkezi Lerner Hall, kampüse farklı bir hava getirirken, çok sayıda tartışmaya da neden olmuştur. Bu yapının inşa edilmesiyle, özgün beaux-arts planına uygun, birbirine benzeyen yapılarla çevrelenen kampüse, ilk defa bu denli geniş şeffaf cepheli bir yapı eklenmiştir. Yönetimin de isteğine uygun olarak, yapının cadde (Broadway) tarafında ve zıt yöndeki yüzünde, kampüsün ritmik pencere düzenli, tuğla cepheli klasik geleneği sürdürülmüş, bu iki bağlamsal kütle güncel, yeni ve hacimli bir bağlaç ile birbirine bağlanmıştır. Bu yapı,iki ayrı dili barındıran bir biçem ve malzeme kolajı olarak değerlendirilebilir. (7) (Resim 3)

Bir kültür, eğitim ve rekreasyon merkezine dönüştürülen eski Silahtarağa Elektrik Santrali Kampüsü içindeki iki parçalı, kutu formlu ve yarı-geçirgen metal ve brüt beton cepheli Güzel Sanatlar Merkezi, mevcut yapıyı ve kendi varlığını ayrı ayrı vurgulayan / gösteren biçim, renk ve ifadededir. (Resim 4)

Değişen Anlam

Ek, bazen, mevcut yapının ölçek, ifade ve biçim dili ile kazandığı anlamı değiştiren bir katma değerdir. New York Guggenheim alışılagelmişin dışında bir form olma rolünü ve pozisyonunu 2000’lerin başında Frank Gehry’nin Manhattan’ın güneydoğu ucunda yapılması planlanan yeni yapıya devretmiştir. Gehry’nin de önermesi, Wright’ın önermesi ile benzer anlamlar içermektedir. Her ikisi de kentin baskın biçim dilinden farklılaşarak ayrışmaktadır. Wright bunu bir spiralle gerçekleştirirken, Gehry’nin tasarımı, Manhattan’ın kutu formlu ızgara düzenine, kendine has biçim dili ve malzemesiyle serbest bir düzende eklenerek suya taşmıştır. O nedenle Gehry tasarımını, oldukça büyük bir yer kaplayan tüm Manhattan’ın maketinin içinde temsil etmiştir.

Wright’ın Guggenheim’ında, 1992’deki ek yapı yapılmasına kadar geçen süre içinde, müzenin gereksinimlerini karşılamak üzere küçük eklemeler ve düzenlemeler yapılmıştır. Eleştirmen Wiseman’a göre ek yapı, Amerika’nın önemli sembollerinden birinin haysiyetine gölge düşürmüştür. Ek yapıda kullanılan traverten kaplama ile Wright’ın nerdeyse hiç önemsemediği çevre yapılarına bir uyum aranmış, özgün forma yakın rengi ise spiralli yapının canlılığını azaltmıştır. Wright’ın rotundasının dinamik dönüşünün büyülü havasını eke çarparak kaybettiğini öne süren Weiseman, Manhattan kent dokusu ile ilişki kurduğu söylenen ızgara dokulu cepheyi, tutuklu bir mahkûmun verdiği ifadeye benzetmektedir. (8) (Resim 5)

Eki tasarlayan Charles Gwathmey’in eleştirilere, aynı dergide yayımlanan yanıtı ise şöyle olmuştur: “Mimarlık da, algı da statik değildir. Uygulama kadar ek fikrine de inandık. Mevcut yapının formal tasarımını destekleyen modern referansları olan bir müdahale olsun istedik. Wright zaten 1943’de bir ek önerisinde bulunmuştu. Oradaki ek, arşivleri, koleksiyonları ve sanatçı işliklerini barındıran beton ve camdan oluşan bir grid cepheli yapıydı. Burada programdan daha da önemlisi yapının simgesel spirali ile çevrenin kübik kompozisyonu arasında bir uzlaşmacı arka fon oluşturmaktı... " (9) Ek, yanlız biçimsel açıdan bir arabulucu yapı olmamış, çevresindeki yapılardan alçak kalan Wright’ın yapısının düşeydeki ölçeğini komşu yapıların seviyesine yükseltmiştir.

Mimar Kemalettin’in tasarladığı İstanbul Laleli’deki ortagonal düzende yerleştirilmiş 4 katlı ve 4 bloktan oluşan Harikzedegan Apartmanları otele dönüştürülürken, avlular ve bloklar arasındaki haçvari sokak da şeffaf (polikarbonat) bir örtü ile kapatılarak iç mekân haline getirilmiştir. Yapı blokları ifade bakımından bir değişiklik göstermezken, eklerle beraber, yapının iç işleyişi, işlevi ve kullanıcının türü tamamen değişmiştir. (10) (Resim 6)

Anlamın Devamlılığı

Ek yapı tasarımı, mevcut yapının tasarım ilkelerini ve anlamını sürdürebilir. İstanbul’daki Hilton Oteli yapımından 10 yıl sonra, aynılıkla büyüyen nadir örneklerden biridir. Bu organik büyümede, modüler bir düzen içindeki işlevin sürdürülmesinin ve mevcut yapı ile ek yapı tasarımcılarının aynı olmasının büyük rol oynadığı söylenebilir. (11) (Resim 7)

1971’de I.M. Pei tarafından tasarlanan Washington’daki Ulusal Müze’nin ek yapısı, mevcut yapıya (1941) içinde kafe-lokanta, dükkanlar ve atölyelerin bulunduğu bir büyük mekânla yeraltından bağlanmaktadır. Bu bağlantı mekânı cadde seviyesinde içinden yol geçen bir meydana dönüşür. Bir havuz ve heykelsi ışıklıkların bir kabartma gibi üzerinde yeraldığı bu meydanda, eski yapı ve ek yapı birbirine bakacak şekilde aksiyel olarak konumlanmaktadırlar.

Aynı tür mermerle kaplı olan ve yaklaşık aynı yükseklikteki her iki yapı ve birlikte sergiledikleri kompozisyon anıtsaldır. Ek, konumlanışı, anıtsal düzeni ve biçimi ile yanlızca mevcut yapıyla değil, çevresindeki diğer yapılarla da bir dil birliği içindedir. Yeni yapının plan geometrisi arazinin geometrisini izlemektedir. Küçük üçgen ve eşkenar dörtgenlere bölünen, bir eşkenar üçgen ve diküçgenden oluşan bir ana kurguya sahiptir. Günışığını içeri alan avlunun anıtsal etkisi, içinde Calder’in heykellerinin asıldığı renkli objelerle yumuşatılmıştır. Yeni yapı, eski yapıdaki anıtsal dili modern bir yorumla yinelemiş ve anıtsal bir meydan yaratarak biçim ve işlev açısından varolan anlamı sürdürmüştür. (Resim 8)

Columbia Üniversitesi Kampüsü’ndeki 1961’de Harrison&Abromowitz tarafından tasarlanan Hukuk Fakültesi ana yapısı, zamanın tüm özelliklerini yansıtmaktadır. Bu altı katlı monoblok kitlenin önüne 1977’de Rus asıllı Jack Lipchitz’in, uygarlığın doğaya hükmedişini ifade eden Bellerophon’un kanatlı atı Pegasus’u terbiye edişini anlattığı dev heykeli eklenmiştir. Planlaması McKim&White’a ait olan kampüsün beaux-arts çizgisinden uzaklaşan, ama mevcut yapıyla aynı tutumu (basit çizgili bir cephe, bu kez yatay) gösteren yapıda yine uluslararası güncel dil kullanılmıştır. Yenileme ve büyütme konusunda son 14 yılda çeşitli fikirler ve projeler geliştirilmiştir. Sürecin uzun bir zaman yayılması, okulun lehine bir durum yaratmıştır. Yeterli sosyal alanların olmamasıyla başlayan tartışmanın merkezi, zamanla büyüme ihtiyacından, gelişen teknolojiye paralel olarak organizasyonel yapının yeniden düzenlenmesi ve mekân kalitesinin güncelleştirilmesine doğru kaymıştır. Kütüphanesine daha çok masa sandalye eklenmesi düşünülürken, bilgisayarın devreye girmesiyle çevrimiçi sisteme geçilmiş ve öğrenciler kendilerine gereken bilgiyi her yerden edinebilir hale gelmiştir. Bu süreçte, dolaşım mekânları dahil okulun her yanı birer iletişim mekânı olarak değerlendirilmiştir. Eski yapının yürüyen merdivenleri, sabit merdivenlere dönüştürülürken, kampüsle bağlantının kurulduğu platform kotundaki hole yeni mobilyalar eklenerek okuldaki herkesin kaynaşabileceği bir ortak mekân elde edilmiştir. Sonuçta, yapım zamanının fikir ve teknolojisi her iki yapıda da açık olarak gözükmektedir. (12) (Resim 9)

Ek Yoktur

Esma Sultan Yalısı’nın yangın sonrası geride kalan taş duvarlı kalın kabuğunun içinde yuvalanan, camlı kompozisyon, eskiliğin güzelliğini ve karşıtlığın yarattığı hoşluk etkisini kullanarak, özgün bir sonuç ortaya çıkartmıştır. (Resim 10) 1993’de Jean Nouvel, tıpkı Esma Sultan Yalısı’nda olduğu gibi eski bir kabuk içinde yeni bir çözüm üretmiştir. Fakat Nouvel’in yaklaşımı öylesine mütevazı ölçüler içinde olmamıştır. Yeni tasarım ile eski opera yapısının kabuğunun içi yeni bir strüktürle doldurularak altına ve üstüne doğru düşey olarak genişletilmiştir. Böylece, zaten kentin kültürel hayatı ve fiziksel yapısı içinde önemli bir yer tutan yapının kimliği daha da vurgulanmıştır. Nouvel’in, eskinin neo-klasik kabuğunu kullanarak yeni bir varlık ortaya çıkaran, Robocopvari tasarımı çok çeşitli zıtlıklar içinde özgün bir bütünlük taşımaktadır. Kentlerin küçük dokunmalarla (değiştirme ve eklemelerle) geliştirilebileceğini söyleyen Nouvel’in bu tasarımı da, tıpkı diğer tasarımlarındaki gibi tutkulu bir büyüklükiçermektedir. Tepesindeki tambur ek ile yapı, kentin apartman ölçeğindeki küçük parçalardan oluşan dokusunun üzerine konmuş iri bir yabancı cisim gibi kendini göstermektedir. Nouvel, bu tasarımında da tarihî değeri olan mevcut yapıya tevazu ile yaklaşım, ölçek, benzeme yoluyla uyum kaygısı gibi genel geçer koruma ilkelerinin dışında hareket edip; yanlızca mevcut yapının kılıfını koruyarak yepyeni mekân ve işlev dizileriyle farklı ölçekte bir yapı yaratmıştır. (13)

Manhattan’ın yaklaşık 5 km. doğusunda Queens’in endüstri bölgesindeki 1930’ların fabrika yapısı yeni bir düzenlemeyle 1990’lı yılların sonlarında, çevredeki çok sayıda Koreli-Amerikalıya hitab etmek üzere, kültür merkezi gibi işlev veren bir kiliseye dönüştürülmüştür. Proje üç ayrı kentten üç ayrı büronun, günümüz iletişim ve ifade araçlarını kullanarak ürettikleri ortak bir çalışma olmuştur. Ek yeri adeta kaybedilen yapı, hâlâ niteliksiz ve bakımsız binaların bulunduğu çevresi içinde bir nirengi noktası olmuştur. Bu projede iki yapı birbirinin içinde eriyerek birleşmektedir. “Mevcut yapının önceki kimliğinden belli belirsiz izler kalmıştır. Öklid geometrisine dayanan formlardan topolojik formlara geçişin yaşandığı son dönem gözönüne alındığında, bu yaklaşımın günümüz ve sonrasında eklenme konusunda sıkça karşılaşabileceğimiz yöntemlerden biri olması beklenebilir. Artık eski ve yeninin ayrışması, mevcutla ekin farklı kimliklerinin ayrı ayrı ifadesi ilkesi yerine, bütün ögeler tek bir kimliğin içinde eriyerek birleşirler. İşlevin bağlayıcılığı biçimlerle, mekânlarla devam eder. Ek yoktur. Son gelenin fethi ile sonuçlanan tek bir yapı, tek bir kimlik vardır.” (14) (Resim 11)

SONUÇ

Ek, belli bir temaya ya da bir tanınma biçimine, belli bir süre sonra yine başka bir tema çerçevesinde yapılan bir müdahaledir. Ek kavramı geleneksel tasarımın her aşamasında vardır. Öte yandan eklenme, sürekli dönüşüm sürecinin bir parçası olarak kendi varlığı ile de ters düşmektedir. Eğretidir, kapsar, içine alır, yamanır, öyle ya da böyle oradadır ama eklendiğini sandığı şey artık orada değildir. Kendisi de onunla birlikte başkalaşmıştır. “Ek”bu dinamik dönüşümün ögesi olarak “bir yanılsamadır”.

Bir yapının çeşitli ekler alarak büyümesi, kimliğinin güncellenmesi, mevcut yapının anlamını koruyan, küçük değişmelerle sürdüren ya da köklü bir biçimde değiştiren bir müdahalenin sonucunda gerçekleşmektedir.

Ek olgusu daha çok tasarımlar arasında ve kavramsal düzeyde gerçekleşmektedir, yapısal anlamda gerçekleştirilen ekler birer dönüşüm olarak değerlendirilmelidir. Yapının eskimesine paralel belli bir dönüşüm sürecinin parçası olan ek, son tasarımcının tavrına uygun bir anlayışta mevcut yapıyla bütünleştiği için, sonuç ürünü tanımlamakta yetersiz kalmakta, kendi tanımıyla çelişmektedir. Günümüzde, tasarım, en temel ilişkisel yorum olan aynılık / benzeşme / karşıtlık ilkeleri içine sokamayacağımız çeşitlilik içinde gelişmekte ve sayısız denebilecek kadar yeni kavram yelpazesi ortaya çıkmaktadır.

Ek, statik döneme ve mimarinin statik yönü olan yapıya yönelik olması nedeniyle modası geçmiş ve gündemden düşmüş bir kavramdır. Ek kavramını içeren pek çok araştırma, tez vb. çalışma güncel olmayan bir tekrarı barındırmaktadır. Bu nedenle mimari tasarımda yapılacak yeni çalışmalarda “ek” yerine “yeniden değerlendirme”, “dönüştürme” ya da “bütünleştirme” gibi kavramlar kullanılması daha uygun gözükmektedir.

NOTLAR

1. Dibner, 1985.

2. Byard, 2005.

3. Rubio, 1996, ss.230-237.

4. Ahunbay, 1996, s.9.

5. Şahin, 2006, s.71.

6. Şahin, 2006, ss.70-71.

7. Şahin, 2006, s.71.

8. Wiseman, 1992, ss.102-105.

9. Gwathmey, 1992, s.104.

10. Yavuz, 2009, s.279 ve 1987, Yapı, ss.53-55.

11. Şahin, 2006, s.69 ve Şahin, 2007, s.286.

12. Şahin, 2006, s.72.

13. Şahin, 2006, ss.72-73.

14. Şahin, 2006, s.74.

 

KAYNAKLAR

1977, “Proje-Uygulama İstanbul Ramada Oteli”, Yapı, sayı:75.

Ahunbay, Z. 1996, Tarihi Çevre Koruma ve Restorasyon, YEM Yayın, İstanbul.

Byard, P. 2005, The Architecture of Additions, W.W. Norton & Company, New York.

Dibner, D. R. ve A. Dibner–Dunlap, 1985, Building Additions Design, McGraw-Hill Book Company, ABD.

Gwathmey, C. 1992, “On Wright’s Foundations”, Architectural Record, sayı:10/1992.

Rubio, I. M. 1996, “From Contrast to Analogy”, Theorizing a New Agenda for Architecture Theory, Princeton Architectural Press, New York.

Şahin, M. 1997, Ek Yapı Tasarımında Geometrik Düzen İçindeki Türdeş Yaklaşımların Form İlişkileri Açısından Değerlendirilmesi, YTÜ FBE, yayımlanmamış doktora tezi, İstanbul.

Şahin, M. 2006, "Resiprokal İlişki İçinde Değişen Biçim ve İfadesi", 3. Ulusal Çatı & Cephe Kaplamalarında Çağdaş Malzeme ve Teknolojiler Sempozyumu, Çatıder, İstanbul.

Şahin, M. 2007, “Re-Evaluation of Form Relations in The Process of Integration…”, Sources of Architectural Form: Theory and Practice, bildiri kitabı, Safat, Kuveyt, ss.283-292.

Wiseman, C. 1992, “Guggenheim Go-Around”, Architectural Record, sayı:10/1992.

Yavuz, Y. 2009, İmparatorluktan Cumhuriyete Mimar Kemalettin, Mimarlar Odası ve Vakıflar Genel Müdürlüğü Ortak Yayını, Ankara.

Bu icerik 14532 defa görüntülenmiştir.