359
MAYIS-HAZİRAN 2011
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Bir Yanılsama: EK
    Murat Şahin, Yrd. Doç. Dr., Yeditepe Üniversitesi, Mimarlık Bölümü

YAYINLAR



KÜNYE
GÜNCEL

Genel Seçimlere Doğru, Türkiye’deki Güncel
Kentleşme ve Mimarlık Politika ve Uygulamaları Üzerine Görüşler*

Ülkemizde 12 Haziran 2011 tarihinde yapılacak genel seçimler sürecinde her meslek grubu, ülkedeki gelişmeleri kendi perspektifinden sorguluyor. Mimarlar Odası’nın hazırladığı raporlar, kentsel gelişimimizin son on yılını değerlendiriyor ve kentlerin yeniden üretici niteliğinin öne çıkarılması ve bir kültürel üretim alanı olarak yaşanabilir bir niteliğe kavuşması yönündeki önerileri içeriyor.

POLİTİKALAR ÜZERİNE

Kapitalizmin dünyada yaşadığı krizlere çözüm bulabilmek adına, tüm dünyada yeniden yapılandırıldığı küreselleşme döneminde kentler, küresel ekonominin en kârlı alanlarından birisi olan servis sektörünün mekânları haline getirilmiştir. Bu hizmetlerin sunumuna insan ve sermaye çekmek üzere kentlerin bütün olanaklarının seferber edilmesi öngörülmüştür. Bütün bu gelişmelerin sonucunda sanayisizleşme olarak da adlandırılan bu süreç, kentlerin ortak kaderi olmuştur.

Kentler, üretimin örgütlendiği mekânlardan tüketimin örgütlendiği mekânlara dönüştürülmüş ve bu durum küresel bir politika haline getirilmiştir. Bu politikalara göre giderek azmanlaşan özellikle azgelişmiş ülke kentlerinde küresel sermayenin kentsel alanlara girmesinin yarattığı dinamiklere uygun olarak finansa, iletişime ve ulaşıma ilişkin altyapının geliştirilmesine, lüks barınma, konaklama ve eğlence tesislerinin kurulmasına yönelinmiş ve dış kaynaklı yatırımları çekmeye dönük girişimlere öncelik verilmiştir.

“Kentsel dönüşüm” adı altında yapılan imar ve yapılaşma uygulamalarıyla, küresel sermayenin yönlendirdiği operasyonlar çoğalmaktadır. Eski gecekondu ve kaçak kentleşme alanları, sermayenin yeni yatırım alanları olarak önem kazanmaktadır. Sermaye birikim süreçleri açısından, bir kısmı kentin merkezinde olan eski gecekondu bölgeleri ve eski sanayi alanları değişim değeri kazanmışlar ve emlak geliştiricilerinin ilgisine neden olmuşlardır. Bu politikalar bağlamında, geçmişte plansız gelişmeyi ve gecekondulaşmayı meşrulaştıran politikalar, günümüzde “varoş” söylemiyle bu alanlara el konulma süreçlerinin taşeronları haline gelmiştir. Değişen bu kentsel politika ve planlama anlayışlarının sonucu olarak kentler ve çeperlerindeki ekolojik rezerv alanlarındaki en kapsamlı tahribat, yıllardır mücadele edilen gecekondu ya da kaçak yapılaşma yerine, merkezî ve yerel yönetimlerin meşruluğu tartışılır yasa, planlama ve proje kararları ile meydana gelmeye başlamıştır.

Kentsel Yağma, Hukuka Aykırı Yasalar ve Yargının Yapılandırılması Yoluyla Desteklenmektedir.

“Kamu hizmeti” kavramının değişmesi ve “kamu yararı” kavramının içeriksizleştirilmesi yoluyla yasama, yürütme ve yargı kurumlarında farklı işlem ve farklı kararlar alınmaya başlamıştır. Sermaye ve hükümet yanlısı grup ve kişilerin çıkarları doğrultusunda yapılan idari işlemler ve özel yasalar, “kamu yararı” adı altında savunularak hayat geçirilmektedir. Mimarlar Odası olarak veya diğer kuruluşlarla birlikte “kent-çevre-kamu” suçu niteliğindeki pek çok karar ve uygulamanın iptali amacıyla davalar açılmıştır. Bu davaların tamamına yakın bir kısmında yargı, yürütmeyi durdurma ve iptal kararları vererek bu değerlerin korunmasının güvencesi olmuştur. Ancak, 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu ile kent ve ülke kaynaklarının yağmalanması ve pazarlanmasının önünde engel olarak görülen yargının da tasfiye edilme süreci başlatılmıştır.

Mimarlık ve Mimarların Asli Sorumlulukları Unutturulmaya ve Dışlanmaya Çalışılmaktadır!

Özellikle çokuluslu şirketlerle işbirliği yapan belediyelerin, en temel altyapıların özelleştirildiği fiziksel çevrelerin, ka­munun malı olması gereken en temel servislerin kişilerin kullanımına verildiği bir ülkede, mimarın adı giderek unutturulmak istenmektedir. Yerel yönetimlerin bu kabul edilemez davranışla­rı, doğal olarak kullanıcılara ve işverenlere de yansımakta, mimarı "ruhsat aracı" ya da “sermayenin simgesel ve mekânsal ihtiyaçlarına kalem ve reklâm aracı” olarak görme eğilimi art­maktadır. Mesleğini temel ilkeleri ve etiği ışığında gerçekleştirmek isteyen meslektaşlarımız işsizlik sorunuyla baş başa kalmaktadır. Dışa bağımlı ve ekonomisi sürekli kriz içerisindeki ülkemizde ücretlerin düşüklüğü, işsizliğin büyümesi, mimarların hayat standartlarının altında yaşamak zorunda bırakılması, mimarlık bürolarının küçülmesi ve kapanmak zorunda kalması, ekonomik çöküntünün göstergelerinden bir kısmını oluşturmaktadır.

 

Meslek Odalarının İşlevsizleştirilmesi için Anti-Demokratik Dayatmalar Gündemdedir.

Bu Süreçlerde Mimarlık Ortamı ve Mimarlar Odası da Çok Boyutlu bir Saldırının Hedefi Haline Gelmiştir.

Çıkartılan yüzlerce kanun ve kararname ile ülke kaynakları, kıyılar, ormanlar, akarsular, kentsel ve kırsal alanlar küresel sermayenin talanına sunulmuş, hayatta kalabilen mimarlık büroları inşaat devlerinin ve yabancı firmaların taşeronları veya imzacılarına dönüşmüş, diğer taraftan TOKİ ve kentsel dönüşüm uygulamalarında olduğu gibi ülke bütününde plansız ve mimarsız konut üretimi kentsel yağmaya dönüştürülmüştür.

Meslek örgütümüz, ülkemizdeki tüm mimarların bir çatı altında toplanmasını sağlamaktadır. Meslek örgütüne kamu kurumlarında çalışan mimarların üyelik zorunluluğu bulunmaması; mesleki denetimlerin idarelerin keyfiyetine bırakılması ve ticarileşen eğitim politikaları eşliğinde özel mimarlık okullarının denetimsiz ve koşulsuz olarak çoğaltılması nedeniyle sahte diplomalar sorunu giderek artmaktadır. Daha da vahimi, Mimarlar Odası tarafından bunun dışında sahte oldukları tespit edilen bazı diplomalara YÖK tarafından denklik belgesi düzenlendiği görülmüştür. YÖK‘ün halihazırda denklik incelemesi sırasında sadece transkriptlere bakarak denklik vermesi; ders içeriklerini gözardı etmesi ve mimarlık eğitimine denk bir eğitim almamış özellikle yabancı uyruklu kişilere “mimar” unvanı vermesi bir problemken, diplomaların gerçekliği konusunda araştırma yapmaması diğer bir sorun olarak ortaya çıkmıştır.

POLİTİKA ve UYGULAMALAR ÜZERİNE

Son yıllarda kentleşme sürecini yönlendiren, etkileyen ve denetleyen yasal düzenlemelerde çok sayıda değişiklik yapılmakta ve uygulamalarda olumsuz gelişmeler izlenmekte, kentlerimiz ve yaşam çevrelerimiz bu uygulamalarla biçimlendirilmektedir.

Kentleşme ve Planlama Alanının Dağınık Hale Getirilmesi

Kentleşme ve planlama alanı bütünleşik bir stratejiden yoksun bırakılarak, sektörel temelli çok otoriteli bir yapıya büründürülerek dağınık hale getirilmiştir. Planlama ile ilgili kurumlardan oluşan birikim ve deneyim yok edilerek, İller Bankası, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı gibi kurumlar işlevsizleştirilirken, diğer bakanlık ve kurumların plan yapma ve onama yetkileriyle donatılması kentlerin geleceği açısından endişe verici ve süreç toparlanamaz aşamaya gelmiştir.

Çeşitli yasal düzenlemelerle getirilen çevre düzeni planları ölçeğinde Çevre ve Orman Bakanlığı’nın; turizm alan ve merkezlerinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın; organize sanayi bölgelerinde Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın; kıyılarda Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın; toplu konut alanlarında TOKİ Başkanlığı’nın; özel çevre koruma bölgelerinde Özel Çevre Koruma Kurulu’nun; nazım imar planlarında Büyükşehir Belediyelerinin; il çevre düzeni planlarında İl Özel İdareleri’nin; nazım ve uygulama imar planlarında Belediyelerin vb kurum ve kuruluşların, planlamanın kademeli birlikteliği ilkesine aykırı olarak farklı ölçeklerde ve işlevlerdeki planları yapma ve onama yetkileri kentleşme ve planlama sürecinin dağınıklığının belgeleridir.

Böylesine parçalı ve çok otoriteli bir yapının, ülkenin ve kentlerin akılcı ve rasyonel olarak planlı gelişmesini sağlaması olanaklı değildir. Birlikte üretme kültürünü edinememiş toplumlarda çok otoriteli yapılanmanın kararlarının sonuçları da çok olumsuz olacaktır.

Kentsel Dönüşüm Uygulamaları

Başta İstanbul, Ankara, İzmir olmak üzere bütün büyük kentlerde kentsel alanın yaklaşık yarısı sağlıksız, güvensiz ve niteliksiz yapılardan oluşmaktadır. Hiçbir mimarlık ve mühendislik hizmeti almadan yapılaşmış bu alanlar her türlü teknik ve sosyal donatı elemanlarından yoksun ve özellikle doğal afetlere karşı büyük risk altındadır. Bu bağlamda kentlerin günümüzde öncelikli sorunu, nereye nasıl büyüyüp yayılacağı değildir. Sorun, bütünü gözeten planlı kentleşme anlayışı içinde, varolan yapı stokunun ve kentsel mekânın nasıl daha güvenli, sağlıklı yapılar, daha nitelikli kentsel yaşam ortamları olarak geliştirilebilmesi sorunudur.

Yasal düzenlemeler yapılarak uygulanmakta olan “kentsel dönüşüm” projelerine bakıldığında, hiçbir mimari kalite endişesi taşımadan, elde edilecek kentsel mekânın niteliğine dair bir kaygı hissedilmeden katlı apartman yığınlarının yapıldığı görülmektedir. Kentsel dönüşüm adı altındaki uygulamaların, sosyal, ekonomik ve mekânsal iyileştirme amacı ve hedefi olmadan, yalnızca yapı blokları inşa edilerek gerçekleştiriliyor olması ve yaşayanları da yerinden eden sonuçları kabul edilebilir değildir. Uygulamada hisse miktarı, parsel sayısı, mülk sahipliği oranı, yapı sayısı, nüfus vb analiz değerlerini esas alan mülkiyet esasına dayanan anlayış yerine, mekân kalitesi anlayışının benimsenmesi ve bütün analizleri bir kentsel tasarım verisi olarak yorumlayan bölgelere ve kentlere özgün çözümler üretebilmelidir.

Kentlerin Tasarımsızlığı, Kimliksizleşmesi

Ülkemiz kentleri plansızlıkla bütünleşen bir tasarımsızlık sorunu sonucunda birbirinin aynı olan, tek düze yapı yığınları ile dolmaktadır. Kentin doğal ve kültürel çevresiyle uyumlu, nitelikli tasarımlarla gerçekleşecek mimari düzeyi yeterli yapılarla geliştirilmesi uygar kentleşmenin belgeleri olacaktır. Yerel yönetimlere rehber niteliğinde olan Avrupa Kentsel şartı bu konuda çok önemli stratejiler önermektedir: Kentlerde mimari kültürün gelişmesi için kamu kurum ve kuruluşları ile yerel yönetimler, karar verici aktörler topluma öncülük etmekle görevli ve sorumludurlar. Öncelikle kamu yapılarının projelerinin mimarlık yarışmaları ile elde edilmesi, kentsel odak alanlarda kentsel tasarım yarışmaları ile mekânsal düzenlemeler yapılması kentin nitelikli mimarlıklarla ve tasarımlarla gelişmesinin sağlanmasında önemli araçlar olacaktır.

Toplu Konut Uygulamaları

Toplu Konut İdaresi son yıllarda yeterli olmasa da önemli sayıda konut üretimi gerçekleştirmektedir. Ancak planlamadan uygulamaya her türlü yasal düzenleme ve teşvikle desteklenerek çok güçlü bir kurum haline getirilmiş olan TOKİ’nin ülke genelindeki uygulamalarına bakıldığında, toplu konut alanları için yer seçiminden planlamaya, tasarıma, uygulamaya kadar inanılmaz yanlışlıklar yapıldığı izlenmektedir.

Toplu konut uygulamaları çoğunlukla tarım havzalarının ortasında, yapıldığı kente uyumlandırılmamış, farklı konut seçenekleri sunarak hedef kitlesinin talebini karşılamak yerine yap-sat mantığını benimseyen, yapıldığı bölgenin ve kentin değerlerini ve kimliğini gözetmeyen tektipleşmiş uygulamalar olduğu görülmektedir. Sayısal çokluğu tek başına bir başarı olarak kabul etmek yerine, iyi tasarlanmış, güçlü bir mimari ifadesi olan, ait olduğu çevreye saygılı, kent planlarıyla uyumlu bir toplu konut gelişmesinin elde edilmesi amaçlanmalıdır ve bunun başarılabilmesi için bütün olanakların yaratıldığı da bilinmektedir. Tip projelerle, bütün ülke kentlerinde kimliksizleşen uygulamalardan kaçınılmalı, idarenin elindeki olanaklar nitelikli ve özgün yerleşmelerin ve yapıların elde edilmesi için bir fırsat olarak değerlendirilmelidir.

Yasalarda Yapılan Değişiklikler

►► Kıyı Kanununda Yapılan Değişiklikler:

Anayasa’da kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu, kıyıların herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açık olacağı, kıyıdan yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetileceği ilkesi benimsenmiştir. 2005 yılında Kıyı Kanunu’nun 6. maddesine eklenen c bendinde, organize turlar ile seyahat eden kişilerin taşındığı yolcu gemilerinin bağlandığı; günün teknolojisine uygun yolcu gemisine hizmet vermek amacıyla liman hizmetlerinin sağlandığı; yolcularla ilgili gümrüklü alan hizmetlerinin görüldüğü, ülke tanıtımı ve imajını üst seviyeye çıkaracak turizm amaçlı tesislerin yer aldığı kurvaziyer ve yat limanlarının yapılabilmesinin önü açılmıştır.

Kanunun bu maddesine dayanarak, Kuşadası Limanı örneğinde olduğu gibi, kıyıda alışveriş merkezlerinin, ofislerin, yeme içme tesislerinin yapıldığı görülmektedir. Kıyıların herkesin kullanımına açık olacağı ilkesi, kamu yararına kullanılacağı ilkesi, kanuna eklenen bu madde ile ortadan kaldırılmış, kurvaziyer turizm gerekçesi altında kıyıda alışveriş merkezleri ve ticaret yapıları yapılabilmiştir. Kıyılardan herkesin eşit ve serbestçe yararlanabilme özgürlüğü bu uygulamalarla sona erdirilmiş, kıyılar yabancı sermayenin rant tesisleri alanı haline getirilmiştir.

►►Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu ile Orman ve Maden Kanunlarında Yapılan Değişiklikler

Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu’nda yapılan düzenlenmeler, tarım alanlarının çeşitli yöntem ve araçlarla yapılaşmaya açılmasına yönelik gelişmeleri hızlandırmıştır. Tarım alanlarının toplu konut alanları olarak seçilmesi, sanayi ve organize sanayi alanları olarak belirlenmesi, turizm alan ve merkezi, turizm gelişim bölgesi olarak belirlenmesi ülke tarım potansiyelini yok eden çarpık uygulamalardır. Toprak Koruma Kurulları’nın gerekli olan etüdler yapılmadan, bilimsel raporlar hazırlanmadan aldığı, mutlak tarım alanlarının tarım dışı amaçla kullanılabilmesine olanak tanıyan kararlarla ihtiyaç olmaksızın yeni yapılaşmanın önünü açan mevzii imar planları onanmakta ya da kentlere yeni yapı alanları eklenmektedir.

Kuşkusuz ülke ekonomisinin sahip olduğu yer altı, yerüstü madenlerinin ekonomiye kazandırılması önemlidir. Ancak Maden Kanunu kapsamında tarım alanları, orman alanları, kıyılar, doğal siteler vb alanlar maden ruhsatları ile sermayeye tahsis edilmekte, işletmeye açılarak tahrip edilmekte, yaşam destek sistemleri yok edilmektedir. Çoğu zaman maden ruhsatı kapsamında açılan ve işletilen taş ve mermer ocakları ve atıkları doğayı ve doğal peyzajı bozarak yaşam çevrelerine geri dönülemez boyutlarda zarar vermektedir. Yasal olarak hazırlanması gereken Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporları ayrıntılı araştırmalar yerine yalnızca bürokratik belgeler haline dönüştürülmekte, faaliyetin yer aldığı bölge ve çevresinde yaşayanların kararı ve gelecekleri hiçe sayılmaktadır.

►►Meslek Alanlarının Daraltılması ve Değersizleştirilmesi

2002 yılından sonra, üniversitelerin sayıları ve kontenjanları hızla artırılarak yüksek öğretim niteliksizleştirilmektedir. Yeni açılan üniversitelerin başta öğretim üyesi olmak üzere mekân, laboratuarlar, ders araç gereçleri vb. yetersizlikleri eğitimin niteliğini doğrudan etkilemektedir. Bir üretim ve istihdam planına dayanmayan okullaşma, toplumun geleceği yönünden büyük riskler taşımaktadır. Dünyada gelişmiş toplumlarda uzmanlık alanı olan dallar, ülkemizde meslek olarak geliştirilmekte, meslek alanları parçalanmakta ve daraltılmaktadır. Niteliksiz bir yüksek eğitim politikası ile her alandan mezun sayılarının çoğaltılması, meslek alanlarının parçalanması, bilginin, emeğin ve mesleklerin değersizleştirilmesi sonucunu yaratmaktadır.

►►Tabiat ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısının Riskleri

Yürürlükte bulunan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, “doğal miras”la “kültürel miras”ı bir bütünlük içinde, birbirini tamamlayan kavramlar olarak içermektedir. TBMM gündeminde bulunan Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı ise, “doğal miras” ile “kültürel miras”ı ayrıştırmaktadır. Bu ayrıştırma ile koruma alanları koruma statülerinden planlama sürecine kadar çok otoriteli bir hale gelmektedir.

Yeni tasarı ile oluşturulması öngörülen Ulusal ve Mahalli Tabiatı Koruma Kurulları’nın bürokrasi ağırlığı olmayan daha özerk bir yapıya kavuşturulması ile siyasi otoriteye karşı etkin olması ve özerkliği bu yasa ile güvenceye alınmış bir yapılanmanın kurumsallaştırılması gereklidir. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında bugüne kadar doğal sit olarak tescil ve ilan edilmiş alanların yeniden değerlendirmeye tabi tutulacağına ve yeniden değerlendirme sonucunda koruma alanı statülerinin kaldırılabileceğine dair tasarının ilgili maddesi uygulamada çok büyük sorunlar yaratacaktır. Yalnızca İzmir il sınırları içinde yaklaşık toplam 60 bin hektar doğal sit alanı bulunduğu dikkate alındığında, tasarının öngördüğü süreç işleyemez hale gelebilecektir.

Yeni tasarı bu haliyle, koruma anlayışından çok, kullanma anlayışına yönelik ifadeler içermektedir. Örneğin, madde 14, koruma alanları için koruma planı yerine imar planlarını öngörmektedir. Madde 15, ekolojik etki değerlendirmesi olumsuz sonuçlar gösterse bile, başka bir seçeneğin olmadığı durumlarda, ekonomik ve sosyal nedenler dahil değişik nedenlerle “üstün kamu yararı” söz konusu olduğu için “bir plan veya projenin devam etmesi zorunlu olursa izin verilen faaliyetlerin…” denilerek korunacak alanlarda siyasi otoritenin her türlü projeyi gerçekleştirmesinin önü açılmaktadır. İzinler, İntifa ve irtifak hakları madde 21’de de koruma alanlarında izinler verilebileceği benimsenmektedir. Tasarıda bu haliyle koruma alanlarında ve doğal alanlarda kullanım esası gözetilerek sürdürülebilirlik kavramı gözardı edilmiştir denebilir. Bu haliyle ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere aykırılıklar içermektedir.

*           *           *

Ülkenin eşsiz değerlerini ve kaynaklarını koruyarak, aklı ve bilimi esas alan kentsel gelişme politikalarının yaşama geçirilmesi, toplumumuzun ortak beklentisidir. Yeter ki varolan birikimlere, emek ve uzmanlık gücüne, akılcı politikaları uygulamaya koyacak bilince, birikime ve uzmanlıklara gerekli saygı ve özen gösterilebilsin.

* Yazı, Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu’nun Mart 2011’de TMMOB’ye ilettiği görüşler ile Mimarlar Odası Kentleşme, Mimarlık ve Planlama Komitesi adına Hasan Topal’ın kalem aldığı raporlardan derlenmiştir. 12 Haziran 2011 seçimlerine yönelik olarak hazırlanmakta olan kapsamlı bir rapor, önümüzdeki günlerde kamuoyu ile paylaşılacaktır.

Bu icerik 4260 defa görüntülenmiştir.