KENTSEL PLANLAMA
Bütünleşik Kentsel Gelişme Stratejisi ve Eylem Planı (KENTGES)
2010-2023 Üzerine Bir Değerlendirme:
TASARLAMAK MI, KEŞFETMEK Mİ?
İlhan Tekeli, Prof. Dr., ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü
Türkiye’nin mekânsal planlama, yerleşme ve yapılaşma konularında Cumhuriyet'in 100. yılı 2023'ü hedef alan “kentleşme ve imar vizyonu” olarak Bütünleşik Kentsel Gelişme Stratejisi ve Eylem Planı (2010-2023) hazırlanmıştı. Yazar, ülke için geliştirilecek stratejinin kurgulanmasında izlenecek yolun ne olması gerektiği konusunda plancının olası rolünü tanımlıyor.
KENTGES belgesi yayımlandıktan sonra Mimarlar Odası, Türkiye’de ilk kez geliştirilmiş olan bu belge üzerinde bir değerlendirme yazısı yazmamı istedi. KENTGES belgesini değişik bakış açılarıyla okumak ve farklı bakış açılarına bağlı olarak beğenmek ve eleştirmek olanaklıdır. Ben de bu yazıda böyle bir yol izlemeye çalışacağım.
İlk olarak bu metni bir ortak aklın metni olması açısından değerlendirmeye çalışalım. Bu belgenin hazırlanışının 4-7 Mayıs 2009 tarihleri arasında toplanan Kentleşme Şurası’yla başladığı söylenebilir. Gerek şura sırasında, gerek şura sonrasında bu nihai metin elde edilinceye kadar ilgili paydaşların katılımına özen gösterilmiştir. Devletin bir konudaki stratejisini böyle katılımcı süreçlerle elde etme yolunu izlemesi, Türkiye’de1996’da II. Habitat İstanbul Zirvesi sonrasında gelişmeye başlayan yönetişim anlayışının gelişmesi bakımından tabii ki olumlu bir gelişmedir. Böyle bir süreçle hazırlanmış bir metin, ilgili paydaşların ortak aklının ürünüdür. Bu nedenle Türkiye’de kent planlama camiasının günümüzde bu olguya bakış açısını ortaya koymaktadır. Plancıların özneller arası uzlaşmasını yansıtmaktadır denilebilir.
KENTGES Belgesinin Yapısı Üzerine
Söz konusu strateji belgesi, başlangıç kesiminde kendisi için iki yolla meşruiyet çerçevesi yaratmaya çalışmıştır. Bunlardan birincisi, ulusal ve uluslararası politika ve strateji belgelerinin Türkiye’ye de bir mekânsal gelişme stratejisi geliştirme yükümlülüğü getirdiği konusu üzerinde durularak sağlanmaya çalışılmaktadır. İkinci olarak ise, bu strateji dokümanına ulaşmakta izlenen sürecin katılımcılığı konusunda ayrıntılı betimlemeler yapılmaktadır. Bayındırlık Bakanlığı bu yolla kendine düşen bir görevi meşru süreçlerle gerçekleştirdiğini göstermeye çalışmıştır.
Hazırlanan bu metin Türkiye’de ekonomik ve sosyal gelişme konusunda içeriği belli olan mekânsal bir stratejiyi önermemektedir. Önerdiği, böyle bir strateji geliştirmek için gerekli gördüğü planlama sistemindeki bir yeniden yapılanma ve bu planlama sisteminin işleyebilmesi için gerekli gördüğü bürokratik mekanizma ve bunun yetkiler ve koordinasyon çerçevesi olmaktadır. Ayrıca bu planların hazırlanmasında gerçekleştirilecek amaçlar ve uyulacak ilkeler belirlenmeye çalışılmıştır.
Bu planlama sisteminin, oluşturulmasından sonra, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal gelişmesi için bir mekânsal strateji geliştirmesi beklenmektedir. KENTGES belgesinde geliştirilecek mekânsal stratejinin iki farklı düzeyde olacağı öngörülmüştür. Bunlardan birincisi ülke düzeyi için mekânsal stratejidir. Buna makro strateji diyelim. İkincisi ise yerleşme düzeyindeki stratejidir. Buna da mikro strateji diyebiliriz.
KENTGES belgesinde makro strateji üzerinde çok şey söylenmemektedir. Merkezî düzeyde faaliyet gösteren düzenleyici ve denetleyici bir kuruma ihtiyaç olduğu ve bunun da yeniden yapılandırılması sonrasında Bayındırlık ve İskân Bakanlığı olacağı belirtilmiştir. Bu konuda sınırlı kalınmış olmasının nedeni üzerinde durmayacak ve salt bu saptamayı yapmakla yetineceğim. KENTGES belgesi esas olarak mikro strateji alanına yönelmiştir. Bu belgenin hazırlanma sürecinin katılımcılarının büyük kısmının kent plancısı ve kent planlama pratiği içinden gelen kişler olduğu düşünülürse bu sonuca şaşırmamak gerekir.
Bu mikro ölçek için önerilen stratejinin arkasında, kent planlarının nasıl olması gerektiği konusunda meslek camiası içinde kabul gören normatif bir çerçeve bulunmaktadır. Bu çerçeve içinde bir planlar hiyerarşisi içinde iç tutarlılığın gerçekleştirilmiş olması, yerleşme düzeyinde bir bütünlüğün kurulması ve meslek camiasının kentsel yapıya ilişkin benimsemiş olduğu değerlere uygun bir planın geliştirilmesi beklenmektedir. Meslek camiasının üzerinde uzlaştığı bu çerçevenin genelde modernist bir çerçeve olduğu söylenebilir. KENTGES belgesinde açıkça söz edilmemiş olmasına karşın, bu çerçevenin geçmişteki kapsamlı akılcı planlama paradigmasından önemli bir kopuş göstermediği de hemen fark edilecektir.
Önerilen stratejik kararlar ya da eylemlerin her birisinin gerisinde kabul gören bu normatif planlama çerçevesi hemen hissedilmektedir. Stratejik önermelerin hemen hepsi günümüzdeki planlama pratiğinde gözlemlenen eksik ve gediklerin bir biçimde giderilmesine dönüktür.
Bu yaklaşımla oluşturulmuş böyle bir strateji belgesi karşısında sorulabilecek iki soru bulunmaktadır. Sorulardan birincisi şudur: Böyle bir strateji önerisi uygulanarak elde edilen planlama sistemi işletilebilirse iyi olur mu? Bu strateji önermelerinin gerisinde belli bir normatif model bulunduğu için bu soruya verilebilecek yanıt çoğu kez olumlu olacaktır. Ama ikinci soru sorulmaz ve onun yanıtı olumlu olarak verilmezse birinci sorunun yanıtının olumlu olmasının çok öneminin kalmayacağı açıktır. İkinci soru, burada önerilen normatif çerçevenin Türkiye’nin siyasal kültürüyle ne kadar uyumlu olduğu ya da kısaca ne kadar uygulanabilir olduğudur.
Benim elli yıla yakın süredir Türkiye’de planlama konusunda sağlanan başarı düzeyleri üzerindeki gözlemlerim, bana bu soruya evet yanıtını verme olanağı bırakmıyor. Türkiye’de genel olarak siyaset kültürü, özellikle de bu siyasal kültürün iktidar anlayışı ve yaygın kayırmacılık pratiği, KENTGES önerilerinin gerisindeki normatif çerçevenin gerçekleştirilmesine olanak veren bir ortam yaratılmasına olanak bırakmamaktadır. Türkiye’de bu normatif çerçevenin uygulanmasındaki başarısızlık karşısında değişik dönemlerde yürütülmüş olan yeniden düzenleme arayışlarında izlenen tutum, bu normatif çerçeveyi sorgulayarak yeni bir planlama paradigması önermek yerine, bu normatif çerçeveyi uygulamak için yeni bürokratik kurumlar ve bunların yetkilerini artıran yasal düzenlemeler önermek olmuştur. Siyasal sistem genellikle geçmişte yapılan bu tür öneriler karşısında duyarsız davranmıştır. Günümüzde daha duyarlı davranması için yeni bir neden oluştuğunu sanmıyorum.
Tasarlanan mı Yoksa Keşfedilen Bir Strateji mi?
Kanımca yeni ve siyasal olarak başarılı olma olasılığı daha yüksek bir strateji geliştirebilmek için başka türlü sorulan bir sorudan yola çıkmak gerekir. Türkiye’nin karar çevresinin nitelikleriyle uyumlu yeni bir planlama paradigması nasıl geliştirilebilir sorusu sorulursa, bunun yanıtı olan stratejik tercihler çok farkedecektir. Kentleşme Şurası’nın açılışında yaptığım konuşmada ve şura çalışmaları sırasında ben bu soruyu sık sık sordum. Ama plancılar camiasının ortak aklı bu soruyla yüzleşmekten kaçındı. Modernist normatif planlama şemasının yarattığı koşullandırmadan kendisini kurtaramadı.
Türkiye’de yaşayanlar, her gün siyasetçilerin her konuda benim sözüm birinci sözdür, başkalarına ne oluyor kavgasını verdiklerini gözlüyorlar. Sanıyorum bu konuda kimsenin kuşkusu yok. Bu siyasi kültür içinde, plancıların kendi normatif çerçevelerine göre yapacakları tavsiyeleri gözönüne alarak, siyasetçilerin birinci sözün kendilerine ait olması gerektiği iddiasından vazgeçebileceklerini düşünebilmek, büyük bir iyimserliği gerektirir.
Böyle bir siyasi kültür içinde, katılımcı süreçlerle de olsa, plancıların önceden yazdıkları bir stratejinin bulunması ve uygulanmasının söz konusu olmayacağı bana çok açık gelmektedir. Ama günümüzden on, on beş yıl geçtikten sonra bu dönemin tarihini yazmaya çalıştığınızda, günümüzün gelişmeleri altında bir strateji bulunduğunu keşfedebilirsiniz. Örneğin günümüzde ülkenin makro yerleşme stratejisinin aşağıdaki öğelerden oluştuğunu söyleyebiliriz:
- Türkiye, İstanbul’u bir dünya kenti haline getirerek, dünyada bu dünya kentiyle yarışarak, ekonomisinin konumunu daha üst düzeye taşımaya yönelmiştir.
- Karayolu, hızlı demiryolu, denizyolları, havaalanları ve havayolu işletmeciliğindeki gelişmelerle, Türkiye’de yerleşmeler arası ve yurtdışı erişebilirlik matriksinde erişebilirliğin yükseltilmesine çalışmaktadır.
- Türkiye, dış politikasında komşularıyla sıfır sorun politikası izleyerek, çevresindeki ülkelerle vizelerin kaldırılması ve sınır ticaretinin teşvik edilmesiyle, sınırların varlığının yarattığı negatif ekonomik etkileri tersine çevrerek sınır illerindeki nüfus kayıplarını azaltmaya ve refahı artırmaya yönelmiştir.
- Türkiye’nin yeni erişebilirlik matriksi içinde doğal ve tarihsel miras konusundaki üstünlükleriye birlikte gelişen turizm, Türkiye nüfusunun kıyı bölgelerindeki yığılmayı çoğaltmaktadır.
- Türkiye, tüm illerine yaygınlaştırdığı üniversiteleriyle, yeni yaşam kalıplarını tüm ülkeye yaygınlaştırmaktadır.
- Türkiye, dünya spor şampiyonaları, olimpiyatlar vb. mega olayları Anadolu kentlerinde düzenleyerek spor altyapı kapasitesini ülke sathında yaygınlaştırmaktadır.
Benzer bir strateji taslağını tek tek yerleşmeler için de kurgulayabiliriz:
- Türkiye’de toplu konut sunum biçiminin gelişmesine paralel olarak, toprak rantını ödemekten kaçınmak için, kentlerin çevresine sıçrayan kent parçalarının inşa edilme süreci hızlanmıştır. Kentin eski fiziki dokusu ile yeni gelişen kesimleri arasındaki kesimleri daha küçük girişimciler tarafından doldurularak, bu alanlardaki arsa sahiplerinin toprak rantı elde etme olanağı korunurken, siyasetteki kayırmacılık pratiklerine alan açılmaktadır.
- Kentin büyümesini, çevreye sıçrayan büyük kent parçalarıyla gerçekleştirmesi, kentin merkezî alanlarının çevresinde çöküntü alanlarının oluşumunu sağlamış ve bu alanlarda, kamu öncülüğünde dönüşüm projelerinin ortaya çıkmasına olanak vermiştir.
Tabii burada keşfedildiği söylenen stratejilerin tüm gerçekliği yansıttığı söylenemez. Bunları bir skeç olarak düşünmek, daha fazla bir önem atfetmemek gerekir. Bu yazıda, böyle bir skeci geliştirmemin nedeni, mekânsal stratejiler konusundaki tartışmamı sürdürmeme olanak verecek bir temel oluşturmaktır.
Yıllar geçtikten sonra böyle bir stratejinin varlığının keşfedilebilmesi üzerinde düşünmek gerekir. Bu stratejinin uygulama sorunu yoktur. Çünkü uygulanan üzerinden keşfedilmiştir. Böyle bir stratejinin varlığının nedenlerini bulmaya çalıştığınızda siyasetçilerin, popülizm ve kayırmacılık eğilimlerinden, ekonomik aktörlerin kâr ve rantları en çoğa çıkarmak güdülerine ya da Türkiye’nin ekonomik ve siyasal ilişkilerinde yaşanan gelişmelere kadar uzanan çok sayıdaki nedene bağlayabilirsiniz. Dikkat ederseniz bu analizde, kendi sözünün birinci olduğunu söyleyen siyasetçi, çözümleme içinde yer almamaktadır. O siyasetçi sahnenin gerisindeki esas güçlerin kendisine yüklediği rolü oynamış ve sahneden silinmiştir.
Son Verirken
Eğer böyle bir çözümleme yapıyorsanız ve bu çözümlemenin doğruluğuna inanıyorsanız,
ülke için geliştirilecek stratejinin kurgulanmasında izlenecek yolun ne olması gerektiği konusunda da yeterli bir ipucu elde etmiş olmaktasınız: Bunlardan birincisi, plancının normatif bir planlama kurgusuna dayanarak birinci sözün kendisine geçmesini sağlayamayacağı gerçeğidir.
İkincisi ise, plancının toplumdaki eğilimleri gözönüne alarak bu tarihsel akışa müdahale etmeye çalışan bir aktör olma rolüne razı olarak, toplumun yaşadığı oluşum içinde onun dışlanmayan bir parçası olmaya çalışmasının gerekliliğidir.
Üçüncüsü ise, toplumdaki oluşumların sosyo-mekânsal süreçler sonucunda ortaya çıktığı ve bu bütünlük üzerinden sadece mekânsal olanı ayırarak onun düzenlenmesi konusunda elde edilecek yetkilerle bu oluşum konusunda birinci sözün sahibi olunamayacağının farkına varmak ve tüm sosyo-mekânsal süreçte etkili olmaya çalışmaktır.
Bu icerik 7025 defa görüntülenmiştir.