DOSYA: KÜRESELLEŞEN İSTANBUL
Nur Akın ile ‘Tehlike Altındaki Dünya Mirası’ İstanbul Üzerine
N. MÜGE CENGİZKAN: İstanbul Tarihî Yarımadası’nın, UNESCO Dünya Miras Listesi’nden düşürülüp, “Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi”ne alınması, İstanbul’un tarihî kentsel dokunun korunmasına yönelik en önemli gündem maddesi bugünlerde. Ekim 2010 ve Şubat 2011 gibi iki eşik tarih bulunuyor. Sizce, Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi ilan edilmenin İstanbul için sonuçları ne olur?
NUR AKIN: Hepimizin bildiği gibi İstanbul, tarihî birikimi ve doğal güzellikleriyle dünyanın en özel kentlerinden biri. Dolayısıyla da, İstanbul’un evrensel koruma ilkelerine uygun bir biçimde değerlendirilmesi UNESCO’dan önce, ülke adına önem taşıyor. Onun için de aslında İstanbul’un ana listeden Tehlike Altındaki Dünya Miras Listesi’ne düşmesi konusunun uluslararası düzeyde gündeme gelmiş olması gerçekten çok üzücü. Üstelik de bu durum ne yazık ki birkaç yıldan beri, özellikle Dünya Miras Komitesi yıllık toplantılarının tarihleri yaklaştıkça, sürekli tartışılır hale geldi.
Umarım hiç değilse bu kez, Brezilya’da yapılan son toplantıda Ekim 2010 ve Şubat 2011 tarihlerinde istenenler İstanbul’a yakışır biçimde ve uluslararası düzeyde verilen taahhüdün sonuna kadar arkasında durularak değerlendirilir. Aksi halde ortaya çıkacak sonuç, listedeyken evrensel ölçütlere uygun bir biçimde korunamayan İstanbul gibi bir kentin, büyük bir yük olarak taşımamız gereken ayıbı bir yana, listeden bir basamak düşmesiyle daha da korunamaz hale gelmesine neden olacaktır.
NMC: Bu eşik iki tarih için onların istedikleri ya da bizim taahhüt ettiklerimiz neler? Ve sizce biz bu taahhütlerin altından kalkabilecek miyiz, ya da daha doğrusu ‘niyetimiz’ var mı?
NA: İstanbul için Dünya Miras Komitesi raporunda verilen iki önemli tarihten biri olan 15 Ekim 2010’a kadar öncelikle, Süleymaniye Camisi’ne ve İstanbul’un bütünlüğüne geri döndürülemez zararlar verme potansiyeline sahip olduğu düşüncesiyle incelenen Haliç üzerindeki kuleli kablo destekli metro köprüsü projesi konusunda alternatif çözümler içeren “bağımsız etki değerlendirmesi” isteniyor. Toplantıdan kısa süre sonra köprünün müellifi, silüeti etkileyen köprü ayağını 17 metre düşürdüğünü belirtmişti. 15 Ekim’e kadar Dünya Miras Komitesi’nce talep edilen değerlendirmenin yapılması ve konuyla ilgili raporun merkeze gönderilmesi gerekiyor. Ancak konumu açısından bu denli önem taşıyan projenin revizyon çalışmalarının ne aşamada olduğu, paydaşlar arasında yeterli iletişim ve şeffaflık olmadığından, bilinmiyor.
1 Şubat 2011 tarihine kadar Dünya Miras Merkezi’ne gönderilmesi gereken raporda üzerinde durulan diğer temel konu ise, Tarihî Yarımada Yönetim Planı’nın tamamlanmış olmasıdır. Planla ilgili çalışmalara Kasım 2009’da başlandı. Planın hazırlanması işi, yetkin bilim insanlarından oluşan bir yürütme kurulunun sorumluluğunda yürütülüyor ve konuyla ilgili tüm paydaşlar belirli program içinde açıklamaları izleme ve görüş bildirme olanağını buluyorlar. Dünya Miras Listesi’ndeki her değer için yapılması zorunlu olan yönetim planının uluslararası ölçütlere uygun biçimde tamamlanması ve onaylanarak kontrollü biçimde uygulanması, Tarihî Yarımada’nın korunması ve değerlendirilmesine çok önemli bir katkıda bulunacak.
NMC: UNESCO’nun 2006’dan, hatta 1993’ten beri listeden çıkarılma tehlikesini giderek daha fazla gündeme getirdiğini biliyoruz. Sizce merkezî ve yerel yönetimin bu süreçteki rolü ve bakış açısındaki temel yanlışları nelerdir?
NA: Bilindiği gibi 1985 yılından bu yana İstanbul Tarihî Yarımada’daki Sultanahmet Arkeolojik Parkı, Süleymaniye ve Zeyrek kentsel alanları ve İstanbul Surları Koruma Alanı’yla İstanbul, Dünya Miras Listesi’ndeki yerini aldı. Ancak, 1993 yılından itibaren İstanbul’un bu özel alanlarının korunmasına yönelik kaygılardan sözedilmeye başlandı. Ve bu tarihten sonra Dünya Miras Komitesi tarafından sık sık yapılan yasal düzenlemeler, koruma yöntemleri, planlamadaki sorunlar, korumadan sorumlu kurumlar arasındaki ilişki kopuklukları gibi nedenlerle ortaya çıkan aksaklıklar üzerinde önemle durulduğu görüldü. Örneğin komite, Zeyrek semtindeki ahşap yapıların korunma durumunu ilk kez 1997 yılında yapılan 21. toplantısında dile getirdi; bu bağlamda Kasım 1997’de Zeyrek’e gönderilen izleme heyeti, çevrenin giderek kötüleştiğine işaret etti. Yaklaşık bir yıl sonra, Ekim 1998’de durumu izleme amacıyla gönderilen heyet, yine semtin ahşap konutlarındaki bozulmanın sürdüğüne dikkat çekti. Aynı durumun Süleymaniye için de geçerli olduğu vurgulandı. Ne yazık ki sözkonusu koruma sorunları uzun yıllar devam etti.
2006 yılındaki Dünya Miras Komitesi toplantısında yine özellikle Süleymaniye ve Zeyrek’teki ahşap konut mimarisinin örneklerini sergileyen ve birarada bir bütünlük oluşturan mahallelerdeki korunma sorunları üzerinde duruldu. Ve bu iki semtte koruma konusundaki temel yaklaşımın, her iki bölgeyi oluşturan tarihî yapıların yeniden yapımından çok, mevcut tarihî binaların uluslararası standartlara uygun bir biçimde restore edilerek korunmaları gerektiği vurgulandı. Aynı bağlamda, listedeki dört alandan bir diğerini oluşturan İstanbul kara surlarının niteliksiz restorasyonlarının durdurulması da raporda yer alan konulardan biri. Sultanahmet Arkeolojik Parkı da Dünya Miras Listesi’nde ve orada Four Seasons Oteli’nin ek inşaatlarının yapımı sözkonusu.
İstanbul adına geriye dönüşü olmayan değer kayıplarına neden olan bütün bu sorunlar, aslında merkezî ve yerel yönetimlerin konuya gereken özenle yaklaşmamış olmalarından kaynaklanıyor. Süleymaniye ve Zeyrek uzun yıllar bakımsız, denetimsiz bırakıldı; kentin mimari miras açısından büyük önem taşıyan ahşap konak ve evler yıkıldı, yakıldı, yerlerine niteliksiz yeni yapılar inşa edildi ya da boşalan yerler otopark alanları olarak kullanıldı. Dolayısıyla bu değerli bölgeler tam bir çöküntü alanına dönüştü. Surlarda yapılan kötü restorasyonlar, kilometrelerce uzanan bu özel kültür varlığını, yer yer yine geriye dönüşü olmayacak biçimde zedeledi. Bu uygulamaların sorumluluğunu da yerel yönetimler taşıyor.
Aynı bağlamda, üç imparatorluğun başkenti olan İstanbul’un her dönemde merkezi niteliğini koruyan Sultanahmet Arkeolojik Parkı’nın bir bölümü üzerine yapılan Four Seasons Oteli ek binaları da, acaba İstanbul’la tarihî birikim açısından karşılaştırılabilecek tek kent olan Roma’da Forum Romanum’un üzerine yapılabilir miydi? Ayrıca, sözkonusu ek inşaatlar Yargıtay kararıyla durdurulmuş olduğundan, alanda otelin sponsorluğunda yapılan arkeolojik kazılar da bir yılı aşkın bir süredir durdu ve ortaya çıkan tarihî kalıntılar tüm doğal koşullara açık halde beklemeye bırakıldı. Bütün bu olumsuzlukların getirdiği üzücü sonuçlar, merkezî ve yerel yönetimlerin yanlışlarından kaynaklanıyor. İstanbul gibi özel bir kenti korumak ve değerlendirmek özel bir duyarlılık gerektiriyor.
NMC: Eğer İstanbul Dünya Miras Listesi’nden çıkarılırsa, merkezî ve yerel yönetimin tavrı sizce ne olur? Eleştirilen noktaları kapsamlı biçimde ele alıp düzeltir mi, yoksa sadece törpüler mi, yoksa tam tersi biçimde bu tavrı açıkça sürdürüp, yeni projelere hız mı verir?
NA: Biraz önce de belirttiğim gibi böyle bir karara neden olmak, “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasıyla İlgili Sözleşme”ye 1983 yılından itibaren taraf olmuş ve kültürel ve doğal açılardan uluslararası önemi kabul edilen tek yapı ve yerleşmeleriyle de 1985 yılından başlayarak Dünya Miras Listesi’ndeki yerini almış olan Türkiye için çok büyük bir ayıp olur. Bunun ötesinde aslında İstanbul’un ana listeden bir alt listeye düşmesi, korunması gerekli değerlerimizin ne kadar vurdumduymaz bir biçimde yokedildiğini bir kez daha ortaya koymuş olacak. Umarım 1990’lı yıllardan bu yana yapılan uyarılar ve bu yıl verilen son 1 yıllık süre, yöneticilerin koruma konusunda daha dikkatli davranmalarını sağlar. Aksi halde, İstanbul’un “Tehlike Altındaki Miras” Listesi’ne girmesi, bugüne kadar yapılan uyarılara verilen yanıtlara bakıldığında, ne yazık ki eleştirilen noktaların düzeltilmesinden çok yeni projelere hız verir gibi geliyor bana.
NMC: Marmaray Tüp Geçiş projesi nedeniyle günyüzüne çıkan ve çalışmaları hızlı ve yoğun biçimde sürdürülen, örneğin Yenikapı / Theodosius Limanı Kazı Alanı gibi, dünyanın gözünü İstanbul’a çeviren tarihî önemde projeler yürütülüyor. İstanbul için bu önemdeki diğer başka projeler sizce hangileri?
NA: İstanbul’un tarihî ve kültürel birikimine yeni katmanlar ekleyen Yenikapı / Theodosius Limanı Kazı Alanı, İstanbul’un kent arkeolojisi açısından ne kadar zengin bir birikim taşıdığını ortaya koydu. Tarihî Yarımada’da nereyi kazsanız, tarihe ışık tutacak yepyeni bir bulguyla karşılaşmanız mümkün. Onun için de, şimdiye dek tartıştığımız toprak üstündeki yapıyı korumadaki sorumluluklara ek olarak, kazılan her yerde çok dikkatli ve duyarlı olunması gerekiyor. Örneğin Sulukule Yenileme Alanı’nda çıkanlar, bu bölgedeki arkeolojik zenginliğin habercisi oldu, ancak ne yazık ki kısa süre içinde merkezî ve yerel yönetim konuyu örtbas etti.
Sulukule’de kent arkeolojisi açısından yaşanan olumsuzluklar ve geriye dönüşü olmayan kayıpların yanı sıra, alanın geleneksel morfolojik özelliklerinin ve “somut olmayan miras” yani örneğin yaşam biçimleri açısından özel değer taşıyan sosyal yapısının yokedilmesi de, koruma yönünde büyük kayıplara neden oldu. Ne yazık ki, İstanbul’da yürütülen yenileme projelerinin ana hedefi, kültür mirasının korunması olmamakta. İstanbul’un tarihî farklı fiziksel özelliklerini yansıtan Sulukule, Fener-Balat, Süleymaniye, Tarlabaşı gibi alanlarında yapılanlar, özgün kullanıcısından daha üst düzeyde bir kullanıcıya hitap eden yeni bir yerleşme alanı yaratmayı hedefliyor. Bu “soylulaştırma” projeleri, sözkonusu alanların morfolojik ve tipolojik özelliklerini gözardı eden, korumadan çok, 5366 sayılı Yasa’nın “Yıpranan Tarihî ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması” başlığından da anlaşıldığı gibi, “yenileme” hedefli projeler. Bu yaklaşım, tarihî dokuda geriye dönüşü olmayan kayıplara neden oluyor ve İstanbul’un tarihî semtlerinin birbirinden farklı olan ve çeşitlilik yaratan fiziksel verileri, ya ortadan kaldırılarak ya da değişime uğratılarak özgün karakterlerini yitiriyorlar. Ayrıca, yenileme alanlarında yaşayan kullanıcıların varlığının gözardı edilmesi, onlara alanda kalabilmeleri karşılığında maddi açıdan altından kalkamayacakları öneriler getirerek oradan uzaklaştırılmaları, bu projelerin diğer olumsuz yanı. 2005 tarihli Yenileme Yasası’nın hemen ardından 2006, 2008 ve 2010 yılları Dünya Miras Komitesi raporlarında bu uygulamalarda dikkatli olunması gerekliliği konusunda uyarılar yer alıyor.
Bu icerik 6257 defa görüntülenmiştir.