372
TEMMUZ-AĞUSTOS 2013
 
MİMARLIK'tan

YAYINLAR



KÜNYE
#DİRENGEZİPARKI

Taksim Gezi Parkı’nda Yeni Bir Siyaset Kültürü Uç Verdi

İlhan Tekeli, Prof. Dr., ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü

Son yirmi gündür Türkiye’de Taksim Gezisi’ndeki direnişe katılanların kendileri bir deneyim (experience) yaşarken, Türkiye’ye de ilginç bir deneyim yaşatıyorlar. Bu deneyim katılanlar da dahil olmak üzere tüm topluma büyük bir sürpriz oldu. Ben bunu, genel olarak, Türkiye’nin geleceğinden umutlu olmamızı sağlayacak, olumlu ama kırılgan bir gelişme olarak değerlendiriyorum. Kırılganlığı ifade etmek için de, bir ağaçta bir dalın çıkmaya başladığını haber veren “uç” metaforunu kullandım. Uç kolayca kırılabilir. Ama bir süre sonra o koptuğu yerin yakınından yeniden uç verir. Israrını sürdürür. Önemli olan bir uçun başvermiş olmasıdır.

SİYASET KÜLTÜRÜMÜZÜN HANGİ ÖZELLİKLERİ ARTIK TOPLUMU DOYURMUYOR?

Kanımca böyle bir uç verme, Türkiye’deki siyaset pratiğini ya da siyaset kültürünü, kendisini dönüştürmeden aşamayacağı, dipten gelen bir eleştiriyle karşı karşıya bırakmıştır. Artık Gezi alanı polis gücüyle boşaltılmış olsa da, artık Gezi alanında kalabalıklar bulunmasa da, Taksim’in tarihine kazınmış bulunan Gezi deneyiminin kaliteli demokrasi talebi ortadan kaldırılamayacak, unutturulamayacaktır. Bu talep ortaya konulmuştur. Türkiye’de siyaset kültürü bu soruya doyurucu yanıtlar verir hale gelmedikçe varlığını koruyacaktır.

Artık Türkiye’de siyasetin önüne temel bir ölçüt olarak toplumun onurlu yaşam hakkına saygıkonulmuş bulunmaktadır. Bu saygı talebi çok yönlüdür. Siyasetçinin toplumu oluşturan bireylerin özel alanlarını düzenleme yetkisini kendisinde bulmasını; kendi hayatını etkileyecek kararları kendisine danışmadan almasını; her gün emrivakiler karşısında bırakılmasını; kendisinin kamusal özne olma yolunun kapatılmasını; insanlar kendilerinin onurlu yaşam hakkıyla bağdaşmaz görmektedirler. Bir siyasetçi, artık ben size hizmet getiriyorum, sizin ekonominizi şöyle geliştiriyorum, sizi dünyanın saygın bir ülkesinin vatandaşı haline getiriyorum, benim iktidarıma razı olun, diyemeyecektir. Toplum bu hizmetleri yerine getirmesini zaten onun görevi olarak görmektedir. Toplum siyasetçiden hizmetin ötesini talep etmektedir. Bu bir grup adına, bir siyasal ya da sivil örgütlenme adına dile getirilmemektedir. Bireysel bir taleptir. Tek, tek ifade edilerek birikmekte, yan yana gelmektedir. Bu kendisi için bir iktidar talebi içermemekte, sadece iktidar olma talebi olanlara neyi meşru görmediğini anlatmaya çalışmaktadır.

AKP gibi, Cumhuriyetin yüzüncü yılına kadar iktidarda kalacağına inanan, buna dayanarak da, totaliter bir siyaset izlemeye yönelen bir partinin, kendisinden en çok emin olduğu bir anda, Gezi Parkı’ndan yükselen sorgulamayı hazmetmesinin kolay olmadığını kabul etmek gerekir. Kanımca yükselen sorgulama, Türkiye’nin siyasi kültürünün iktidar anlayışına karşıdır. İktidarda bulunan AKP bu hareketi sadece kendisine karşı yöneltilmiş olarak algılamakta, bu nedenle de Türkiye’deki siyasal kültürün toplumda neden bir bıkkınlık yaratığını anlamaya çalışmak yerine, kendisine yöneltilmiş bir komplonun şifrelerini çözmeye çalışmaktadır. Kendi dikkati gibi toplumun dikkatini de bu noktaya yöneltmeye çalışmaktadır.

SİYASET TOPLUMUN YENİ KÜLTÜR TALEBİNE YANIT VERMEKTEN UZAK KALIYOR

Halkın daha kaliteli demokrasi talebi karşısında duyarlılık göstermeyen iktidar, Gezi’de yaşananlar karşısında üç farklı yaklaşım sergilemektedir: Bunlardan birincisi, Gezi Parkı olayları sırasında ortaya çıkan demokrasi talebinin genişliğini, derinliğini görmezden gelerek, Gezi olaylarının ortaya çıkma vesilesini oluşturan Topçu Kışlası üzerinde durarak, çözüm alanını daraltmaya çalışmaktır. İkincisi, bu olayların gerisinde iç ve dış etkenler görerek, iç ve dış komploların varlığını ispatlamaya çalışmak olmaktadır. AKP’nin başarılarını çekemeyenlerin, özellikle de dış dünyanın komplolarının bulunduğunu göstermenin uyandıracağı milli galeyanın kendi siyasetlerini sürdürmelerine katkısı olacağını düşünmektedirler. Başvurulan üçüncü yol ise, kendilerinin kitlesel hâkimiyetlerini göstermek için Milli İrade Mitingleri düzenlemek olmaktadır. Bu biraz da, kendi destekçilerini harekete geçirebilecekleri, sokağa dökebilecekleri tehdidini içermektedir.

Aslında iktidarın izlediği yol, Taksim Gezi deneyiminin sorduğu temel soruyu hiçbir şekilde muhatap almamaktadır. Bu soruyu yanıtlamadan iktidar, meşruiyetini geçmişin siyasal diliyle yeniden temellendirmeye çalışmaktadır. İktidarın Gezi’den yükselen soruyu yanıtlamaktan kaçınmasını kolaylaştıran da küçük aktivist grupların faaliyetleri olmaktadır. Eski çatışmacı siyaset yapma pratiğini sürdüren bu küçük gruplar, çatışmacı, yıkıcı eylemler içine girebilmektedirler. Bu eylemlerin varlığı AKP iktidarının eski siyasal dili kullanarak, Gezi’nin ortaya koyduğu temel soruya yanıt vermekten kaçınmasını kolaylaştırmaktadır. Siyasal söylemini bu grupların faaliyetlerinin kötülemeye yoğunlaştırarak, kendisine getirilen temel eleştiriyi, siyaset dışı tutmaya çalışmaktadır.

Meclis’te temsil edilen AKP dışındaki siyasal partiler, Gezi’de yaşanan siyasal deneyim içinde kurumsal kimlikleriyle doğrudan yer almamakta, ama üyelerinin bu olaylar içinde bireysel olarak yer almasına izin vermektedir. Gezi’deki deneyimi geliştirenler, Türkiye’nin yerleşik siyasal partileri ile aralarına bir çizgi çizmeyi başarmışlardır. Bunun başarılmasında bu yerleşik partilerin de anlayış göstermesinin payı yüksektir. Ama Gezi hareketine katılanlar, aktivist gruplarla aralarına böyle bir çizgi çekememişlerdir. Tabii ki, Türkiye’nin Meclis’te temsil edilen yerleşik partilerinin anlayış göstererek sahne dışı kalmasını anlayışla karşılamak olanaklıdır. Ama Taksim Gezisi’nin Türkiye’deki siyasal kültüre getirdiği eleştiri konusunda muhalefet partilerinin de söyleyecekleri bir şeyler olmalıdır. Suskun kalmanın katkısı olmaz.

KAMUSAL ALANLARIN TOPLUM YAŞAMINDAKİ ÖNEMİNİ BİR KEZ DAHA FARK ETTİK

Bilgi toplumunun getirdiği teknolojik olanaklar ve onların paralelinde gelişen yaşam biçimi insanları evlerine ve bilgisayar ekranlarının karşısına hapsederken, kamu alanının çöktüğüne ilişkin söylemler yayılıyordu. Türkiye’nin böyle bir ortamda yetişmiş olan ilk bilgi toplumu neslinin Taksim Gezisi deneyimini sosyal medyayı mobilize ederek gerçekleştirdiğini biliyoruz. Ama Taksim Gezisi gibi kamusal bir mekân olmasaydı, bu deneyim gerçekleştirilemezdi. Bu etkinliğin topluma farklı bir mesaj vermeyi başarabilmesinin gerisinde Taksim Gezi mekânının özellikleri bulunduğunu unutmamak gerekir.

Böyle bir mesaj, çatışmacı politikanın büyük kitleleri topladığı miting mekânlarında verilemezdi. O mekânlar içinde yaşanabilen alanlar değildir. Gösteri yapılıp dağılınan alanlardır. Atılan nutukların dinlendiği, katılanların heyecanlarını daha önceden belirlenen senaryo çerçevesinde sergiledikleri alanlardır. Miting alanlarına gelenler birbirleriyle ilişki kurarak yeni düşünceler geliştirmezler, yaratıcılığa kapıları açık değildir. İnsanlara yaratıcılık olanağı değil, tepkilerini boşaltma olanağı sağlamaktadır.

Oysa Taksim Gezisi deneyimini bir miting protestosundan farklılaştıran çok önemli iki özellik bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, katılımcıların çadırlar kurarak yaşam servislerini kolektif olarak örgütleyerek, birlikte yaşamayı başarmalarıdır. Bu insanlar birbirini tanımakta ve taleplerini etkileşerek geliştirebilmektedir. İkincisi ise, yaratıcılık mekânı haline gelmiş olmasıdır. Bu iki özellik biraraya geldiğinde bir deneyim doğurmaktadır. Bu yıl İstanbul Bienali kamusal alanda sanata ayrılmış. Sanıyorum ki İstanbul Bienali, Gezi’deki deneyimden esinlenecek çok şey bulabilecektir.

Gezi’nin yaratıcılığı kendisini en çok dil savaşlarında gösterdi. Örneğin, AKP bir yandan da Taksim olayları sırasında kendisine kötü sözler söylendiğini, küfredildiğini söyleyerek Taksim’deki aktivistleri kötülerken, öte yandan Gezi deneyimi içinde yer alanları “çapulcular” olarak adlandırdığında, Gezi deneyiminin barışçıl protestocuları, çapulculuğu kendileri için olumlu bir kimlik haline dönüştürmeyi başardılar. Hatta bu kelimeyi olumlu imajıyla İngiliz diline bir kavram olarak taşıyabildiler. Dil savaşında kırıcı bir dili değil, yaratıcı bir ironiyi tercih ettiler. Bu taze dilin alt edilmesi kolay olmuyordu.

 UÇ VEREN TALEP NASIL BİR TAZE SÜRGÜN HALİNE GELEBİLİR?

Taksim Gezisi deneyimi, AKP örneğinde de somutlaştığını gördüğümüz geçmiş siyasal kültürün toplumda yarattığı en önemli tahribatın ötekileştirme olduğunu farketmemi sağladı. Bir demokrasi kültüründe siyasal yarış karşıdakileri ötekileştirme üzerinden yapılıyorsa ve seçimleri kimlerin kazanacağı toplumda bir ötekileştirme yarışı sonrasında belirleniyorsa, bunu salt bir seçim pratiğindeki yozlaşma olarak değerlendirmek yetersiz kalmaktadır.

Eğer bir toplumda siyaset ve onun paralelinde temel medya sürekli bir ötekileştirme ile toplumu geriyorsa, toplumda gerçeğin ne olduğunu saptırmakta, kavranamaz hale getirmektedir. Taksim Gezi deneyiminde biraraya gelen yüzden farklı gruptan kişiler birlikte yaşayarak, birbirlerini sevebileceklerini gördüler ve bize de gösterdiler. Hâkim siyaset kültürünün birbirini sevebilecek olanları birbirinin karşıtı göstererek, bu karşıtlıktan kendi iktidarlarını nasıl üretebildiklerini farketmemizi sağladılar.

Bu deneyim bize eğer siyaset sevgi ve yaratıcılık üzerine kurulursa ötekileştirmeye çalışanların anlamlı olarak anlatabilecekleri bir şey kalmayacağını gösterdi. Bu durumda ötekileştirmenin dili gücünü kaybetmekte, gülünç hale düşmektedir.

Başveren ucu bir güçlü bir sürgün hale getirmenin yolu herhalde öncelikle Türkiye siyasetini ötekileştirme söylemlerinden temizlemeye çalışmakolmalıdır. Aklı olan siyasetçiler toplumun bu talebi karşısında bu yola başvurur. Ama bu konuda siyasetçi olmayanlara da çok şey düşüyor. Yapılabilecek olanların en basiti, ötekileştirme söylemlerine, onun da ötesinde nefret söylemlerine kulakları tıkamaktır. Tabii bunun günümüzdeki en kolay yolu “zaping”. Ama siyasetimizde ve medyamızda ötekileştiriciler o kadar yaygın ki, ben bazen nefret söylemlerinden kurtulmak için TV’de üst üste 12 kez zap yapmak durumunda kalıyorum.

Demokrasinin ötekileştirerek seçim kazanmak olmadığı bilincinin yaratılması ancak bir başlangıç. Bununla birlikte insanların biraraya gelerek, kamusal alanları yeni bir kamusallaşma anlayışıyla kullanarak, toplumun yeni ve kaliteli demokrasi talebinin içeriğinin geliştirilmesi ve bunun siyasal kültürün dönüşmesini zorlayacak bir toplumsal hareket haline getirilmesi gerekiyor. Bu oluşumun önünün açılması gerekiyor. Bu da yeni kamusal alanlarda barışçı ve kendisini ötekileştirici siyasal pratiklerden ayırmış yeni Gezi deneyimleri anlamına geliyor.

Ben “Gezi”deki gençler neslinden değilim. Aramızda uzun yıllar var. Onlar adına konuşmam sözkonusu değil. Sadece olup biteni siyasal ihtirasları olmayan bir kişinin konumundan anlamaya çalışıyorum. Yapabildiğim anlayabildiğim kadarını sizinle bölüşmek.

 

 

Bu icerik 3692 defa görüntülenmiştir.