KENTLEŞME
Mimarlığın Nesnesi Olarak Kenti Yeniden Arzulamak: Ankara’nın Kentsel Yayılma Pratikleri ve Çeper Mimarisi Üzerine Spekülatif Bir Okuma
Esin Kömez Dağlıoğlu, Doç. Dr., Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü
Bugün kentleşmenin artık farklı dinamikler ve koşullarla da olsa tüm gezegene yayıldığına ve karşı karşıya kaldığımız bu yeni kentleşme ölçeğinde kent olgusunun çözülüşüne tanıklık etmekteyiz. Bugünün “yayılmacı” ve “vahşi” kentleşmesi, “kentsizleşmiş şehirler” yaratırken kent bilincinin de silinmesini tetikliyor. Yazar, Ankara kent çeperi odağıyla kent niteliği ve kentlilik kimliği üzerine spekülatif bir okuma yaparak “günümüzde kent fikrini geri kazanmanın ve onu en başta tekrar mimarlığın nesnesi olarak arzulamanın önemini” vurguluyor.
Kent nedir?
[1] Ankara’nın çeperine doğru özellikle son birkaç yılda yaptığım her yolculuk bana bu soruyu bugün tekrar sormanın anlamlı olduğunu düşündürüyor.
[2] Boş ve geniş arazilerin arasına serpiştirilmiş çok katlı apartmanlar ve yüksek duvarlarla çevrelenmiş güvenlikli sitelerin çeperde farklı gelir grupları için oluşturduğu türdeş dili üreten ve yaygınlaştıran mekanizmalar neler ve bu mekanizmaları işler kılan aktörler kimler? “Batı”daki kentsel yayılma pratikleri çoğunlukla şehrin gürültü ve kalabalığından kaçarak doğaya daha yakın olmak için tercih edilen müstakil evlerle şekillenir ya da çeperde apartman blokları genellikle düşük gelirli grupları barındırma motivasyonuyla üretilirken
[3] Türkiye’de çeper mimarisinin öznesinin çok katlı ve yüksek yoğunluklu apartman tipolojisi olmasının nedenleri neler? Kentsel yayılma ile ortaya çıkan bu yeni yerleşim alanları kentler mi yoksa kentsizleşmiş şehirler mi üretir? Tüm bu soruları tartışmak, bu vesileyle de güncel kentleşme kuramları ışığında başkent Ankara’nın son birkaç on yıldaki kentleşme pratiklerini anlamak amacıyla kentin güneybatı gelişim aksında önemli bir arter olan Kanuni Sultan Süleyman Bulvarı ve yakın çevresini alan çalışması olarak irdeleyen bu makale, bugün kent fikrini tekrar kazanmak için mimarlığın eylemliliğini “yeniden” keşfetmeyi hedefler.
GEZEGENSEL KENTLEŞME VE ANKARA’DA KENTSEL YAYILMA
Ankara, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren büyük bir nüfus artışı ile karşı karşıya kalır ve şehir 21. yüzyılda hızla büyümeye devam eder.
[4] Şehrin yayılma morfolojisinde kentin coğrafi özellikleri önemli bir rol oynar. Ankara kuzey, güney ve doğu yönlerinde dağ ve tepelerle çevrili bir çanağın içinde konumlanır. Çanağın yarattığı eşiği aşmak için ilk yaklaşımlar 1990 Ankara Nazım Plan şemasında ortaya konur ve Batıkent, Çayyolu, Sincan Yeni Yerleşmeler gibi kentin batı ekseninde büyüyen yerleşim alanları bu dönem ortaya çıkar.
[5] Kentin kontrollü genişlemesini yönetmeyi hedefleyen bu planı takip eden yıllarda konut yatırımlarıyla şekillenen kentsel yayılma kontrol edilemez bir hal alır.
[6] Kentin batı çeperinde son birkaç on yılda Bağlıca ve Yaşamkent gibi pek çok yeni ve türdeş dilde üretilmiş kentleşmiş alanlar ortaya çıkar. (
Resim 1) Batı eksenine ek olarak, kent özellikle üst ve üst-orta gelir gruplarının yöneldiği güneybatı koridoru yönünde de yayılır ve bu çalışma için seçilen Kanuni Sultan Süleyman Bulvarı da bu alanda yer alır.
[7] (
Resim 2) Ancak bu yayılma, yukarıda da değinildiği gibi tutarlı bir planlama yaklaşımının sonucu olarak ortaya çıkmaz. İlhan Tekeli, Türkiye’de kentlerin 1980’lere kadar bir yağ lekesi gibi merkezden çepere doğru büyüdüğünü ancak bu tarihten sonra izlenen neoliberal politikalar ve güçlü aktörlerin müdahaleleriyle merkezden sıçramalarla, çeperde saçaklanmalar yaratarak yayıldığını ve bu yayılmanın kent topraklarında oluşan rant ve onun nasıl bölüşüldüğü konusunda büyük bir değişime yol açtığını ifade eder.
[8] Güven Arif Sargın da Ankara’da “kent imgesini üreten itici mimari gücün” 1980 sonrası “bütünüyle sermayeye” terk edildiğini not eder.
[9]
Bu sıçramalı ve saçaklı büyümenin yalnızca Ankara’ya özel olmadığını söylemek mümkün. Henri Lefebvre’e atıfla güncel kentleşme kuramlarından gezegensel kentleşme tanımını ortaya koyan kent kuramcısı Neil Brenner sıçramalı ve saçaklı büyümenin tüm gezegene yayılmış bir kentsel doku ürettiğini iddia eder ve şöyle der: "ortaya çıkan genişletilmiş kentleşme süreci, bugün basitçe düğüm noktalarında yoğunlaşmaktan veya tanımlı bölgelerle kısıtlı olmaktan çok, eşit olmayan bir şekilde örülen ve yine de tüm dünyaya her zamankinden daha yoğun bir şekilde yayılan alacalı bir kentsel doku üretiyor.”
[10] Dolayısıyla, kentleşmenin artık gezegen ölçeğine ulaştığından, kentsel yayılmanın heterojen ama sürekli ve birbirine eklemli bir kentsel doku ürettiğinden bahsetmek mümkün. Kentleşme ölçeğindeki bu genişleme ve süreklilik artık kentlerin tekil ve tanımlı öğeler olarak çalışılmasının ve üretilmesinin de mümkün olmadığını iddia eder. Bu bağlamda, kentsel nüfus ve kentleşme hızındaki ivmelenme ile birlikte son birkaç on yılda kent olgusunu tanımlamak üzere ortaya çıkan kenarsız kent, meta-kent, kümekent, kent-bölge ve benzeri kavramlar da güncelliğini yitirmiş görünür.
[11] Sonuç olarak, küresel ölçekte etkili olan ve farklı yerel sonuçlar doğuran bu “vahşi kentleşme”
[12], kent ve kır arasındaki ilişkiyi karmaşıklaştırırken kenti tanımlamayı da zorlaştırır. İçinde bulunduğumuz süreçte kentleşmenin artık farklı dinamikler ve koşullarla da olsa tüm gezegene yayıldığına
[13] ve karşı karşıya kaldığımız bu yeni kentleşme ölçeğinde kent olgusunun çözülüşüne tanıklık etmekteyiz. Öte yandan, kentleşmenin küresel mekanizmalarına odaklanmayı önceleyen bu güncel kentleşme kuramlarına karşı “kent”i bir araştırma nesnesi olarak hala anlamlı gören önemli bir literatür olduğunun da altını çizmek gerekir.
[14] Ben de küresel süreçlerle eş zamanlı ve ilişkili olarak yerel bağlamsal dinamiklere odaklanan çalışmaların yeni bilgi ve bakış açıları üretebileceğini düşünüyorum. Bu makale kapsamında da, seçilen alan çalışmasına odaklanmadan önce 20. yüzyılın başında özellikle sosyolog, mimar ve plancıların gündemini oluşturan “Kent nedir?” sorusuyla başlamanın önemli olduğuna inanıyorum.
KENT VE KENTSİZLEŞMİŞ ŞEHİRLEŞME
Öncü mimarlık ve kent kuramcılarından Lewis Mumford 1937 tarihli “Kent Nedir?” başlıklı makalesinde “[…] tam anlamıyla kent, coğrafi bir ağ, ekonomik bir organizasyon, kurumsal bir süreç, sosyal eylemin bir tiyatrosu ve kolektif birliğin estetik bir sembolüdür.” der.
[15] Mumford kentin sosyal uyumsuzluk ve çatışma fırsatlarıyla bir drama yarattığını ve kent çeperindeki banliyölerin bu dramdan yoksun olduğunu belirtir. Mumford’ın yazısı ile benzer bir dönemde, 1938 yılında kent sosyoloğu Louis Wirth de “Bir Yaşam Biçimi Olarak Kentlileşme” makalesini yayımlar. Wirth makalesinde yüksek nüfus, sosyal çeşitlilik ve nüfus yoğunluğunun kentli yaşam biçiminin gelişmesine katkı koyduğunu savunur.
[16] Dolayısıyla kent olgusunun temelinde sosyal çeşitlilik ve uyumsuzluğun yattığını, yabancılarla karşılaşmanın, sosyal çatışmaların ve çözümlerinin olanaklı kılındığı kamusal alanların kent kültürünün ayrılmaz bir parçası olduğunu söylemek mümkün. Benzer bir tanımlamayı, kent kuramcısı ve eylemci Jane Jabobs’un “Kentlerin kasabalardan farkı daha büyük ve yoğun olmaları değil, yabancılarla dolu olmasıdır.” ifadesinde de görmek mümkün.
[17] Bu tanımlamalara ek olarak, kent plancısı Montgomery de kentliliğin esas koşulu olarak kentsel canlılığın ve çeşitliliğin ürünü olan etkinliklerin önemine vurgu yapar.
[18]
Yayılmacı ve vahşi kentleşmenin kentsel durumu tanınmaz ölçüde değiştirmesiyle kent kavramı da emsallerinin ötesinde çarpıtılmış ve esnemiştir, dolayısıyla kimileri için geçtiğimiz yüzyıl boyunca kente ve kentliliğe dair geliştirilen yukarıdaki tanımlar bugün anlamını yitirmiş görünür ve kent fikrinin özünü hedeflemek nostaljik ve dolayısıyla yersiz bir çaba olarak görülür.
[19] Oysa 19. yüzyıldan bu yana dünyanın pek çok yerinde yaygınlaşan kentleşme uygulamaları, giderek kamusal ve özel arasındaki ayrımı azaltarak, sürekli büyüyen ve türdeş kentsel mekânların üretimini tetiklemekte ve küreselleşme ile kapitalizmin beklentilerini karşılamanın bir aracı haline gelmektedir. Fransız sosyolog Henri Lefebvre de 19. yüzyıl sonrası kentleşme pratiklerine ve onun sanayileşme ile ilişkisi üzerine odaklandığı
Şehir Hakkı kitabında “kentsizleşmiş şehirleşme”den bahseder ve bunu temelde işçi sınıfının kent merkezlerinden sürülerek banliyölere yerleşmeleriyle kentliliğin yok edilmesi olarak tanımlar.
[20] Bugün kentsizleşmiş şehirleşmenin sadece işçi sınıfının kentin dışına itilmesiyle şekillenmediğini, kentsel yayılmanın farklı sınıf ve sermaye odaklarıyla kent çeperlerini hızla dönüştürdüğünü gözlemlemekteyiz.
Türkiye’de son birkaç on yıllık süreçte kentsel yayılmanın temelde neoliberal politikalarla şekillendiğini söylemek yanlış olmaz. 24 Ocak kararları ve bu kararların uygulanmasını mümkün kılan 1980 askeri darbesi ile 1984’te yerel yönetimlerin yetki ve bütçelerinin genişletilmesi Türkiye’de neoliberal politikaların uygulamaya konulması için önemli bir zemin hazırlarken, 1984’te kurulan Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’nın (TOKİ) 2003’te yetkilerinin arttırılmasıyla da TOKİ ve büyük ölçekli özel yatırımcılar konut üretimi ile kent toprağından rant elde edilmesinin ana aktörleri haline gelir, sonuç olarak Ankara’nın çeperindeki sıçramalı ve saçaklı büyüme de bu gelişmelerden nasibini alır.
[21] Örneğin, yukarıda de belirtildiği gibi, Ankara’da kentsel yayılmanın saçaklı yapısı 2000 sonrası yoğunlukla konut politikalarıyla şekillenir, çok katlı ve yüksek yoğunluklu olarak inşa edilen apartman blokları ve güvenlikli siteler çeperin rant öznesi olagelir. Ankara’nın 1994’ten bugüne kentsel dönüşümünü araştıran Mustafa Kemal Bayırbağ, Seth Schindler ve Mehmet Penpecioğlu, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin “girişimci-otoriter” yaklaşımının pek çok farklı grup ve vatandaşın çıkar koalisyonuna dayalı bir kentleşme süreci ürettiğini ve bu sürecin devlet eliyle “yasal manipülasyonlar, gözdağı ve güç” ile güvence altına alındığını ifade eder.
[22] Dolayısıyla gezegensel kentleşmenin yayılmacı dinamiklerinin Ankara özelinde yerel yönetim ve devletin altyapı ve konut politikalarıyla şekillendiği bu süreçte, yeni gelişmekte olan çeperdeki alanlar kent mi yoksa kentsizleşmiş şehirler mi üretir?
ANKARA KENT ÇEPERİ KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN BULVARI ÖRNEĞİ
Ankara’nın güneybatı gelişim ekseninde yer alan Kanuni Sultan Süleyman Bulvarı ve çevresi, kentin çeperinde görülen saçaklı yayılmaya iyi bir örnek teşkil eder. Bulvar, kentin batısında 1990’larda gelişen ve üst ile üst-orta sınıfın kent merkezinden çepere doğru kaçışının ilk yerleşim yerlerinden olan Ümitköy ve Çayyolu mahallelerini kentin güneybatısında yeni gelişmekte olan ve üst gelir grubuna hitap eden İncek mahallesine kuzey-güney yönünde bağlayan bir ana arter görevi görür. Bilkent ile yine yeni gelişmekte olan Alacaatlı mahallesi arasındaki Beytepe mahallesinde yer alan Bulvar, kentin güncel güneybatı yönündeki yayılmasının ana omurgalarından birini oluşturur. Dolayısıyla bu alan kentin ana büyüme ve yayılma dinamiklerini okumak için önemli bir altlık sunma potansiyeli taşır. 2000’li yıllara kadar büyük bir rant üretme potansiyeli olmayan bu bölge, son 20 yılda arazi spekülasyonlarıyla hızlı bir dönüşüm geçirmeye başlar. Bu alan, 2006 yılında Kanuni Sultan Süleyman Bulvarı'nın açılmasından önce bazı küçük köy yerleşimlerine ve az sayıda düşük yoğunluklu güvenlikli sitelere ev sahipliği yapar. Bulvarın güneyinde yer alan İncek bölgesinde 2012 yılında biri özel yatırımcı tarafından diğeri ise TOKİ tarafından iki adet yüksek katlı konut sitesinin inşa edilmesiyle birlikte alana pek çok yeni yapı eklemlenir ve bulvarın çevresi hızla kentleşir.
2006 sonrası alandaki kentsel dokuyu gösteren şekil - zemin diyagramları, binaların müstakil ve bağımsız olduğunu ve bulvar boyunca iyi tanımlanmış açık alanlar oluşturmadığını gösterir. (
Resim 3) Diğer bir deyişle Bulvar çevresindeki kent dokusunun dolu ve boşluk ilişkisi, kentlerin ana öğesi olan belirgin ve birbiriyle ilişkili kentsel boşluklar oluşturulmadığını ortaya koyar. Alanda çok katlı apartman blokları çoğunlukla bulvar boyunca konumlanır, düşük yoğunluklu güvenlikli siteler iç kesimlerde yer alır ve çok kısıtlı oranda karma kullanım faaliyetleri sunar. (
Resim 4) İşlevsel çeşitlilik, kamu tesisleri ve toplu taşıma (sadece yakındaki metro istasyona ulaşımı sağlayan sınırlı sayıda otobüs hattı bulunur) yeterli oranda gelişmez. Alanın işlev analizi, Bulvar boyunca devlet tarafından sağlanması gereken sağlık, eğitim ve ulaşım gibi temel işlevlerin yetersizliğine karşın güzellik ve yeme-içme faaliyetleri sunan özel işletmelerin yaygınlığını gösterir. (
Resim 5) Parklar ve açık alanlar neredeyse bütünüyle güvenlikli sitelerin içinde özel kullanımlara aitken kamusal yeşil alanlar oldukça sınırlı sayıda ve yeterli büyüklükte değildir. (
Resim 6) Bulvarın enine kesiti, alanın insan ölçeğinden ve özgün bir kent kimliği kurmaktan uzak olduğunu bir kez daha gözler önüne serer. (
Resim 7) Her bir farklı güvenlikli site ve apartman bloğu Türkçe olmayan isimlendirmeleriyle tematik bir ayrışmayı hedeflese de türdeş bir kentsel dil oluşturur. (
Resim 8) Dolayısıyla bu kentleşmiş alan tanımlanabilir bir dokuya sahip olmadığını gibi herhangi bir kamusal mekân, sosyal bütünlük ve kimlik sunamaz, yalnızca farklı nesne binaların bir yığınıdır. (
Resim 9)
Burada tartışılan Kanuni Sultan Süleyman Bulvarı ve çevresi örneğinde kentleşmenin hızı öncelikle bulvarın eklenmesi, ardından da biri TOKİ, diğeri özel yatırımcı tarafından inşa edilen iki güvenlikli sitenin yapılmasıyla artar. Dolayısıyla çeperdeki bu saçaklı kentleşme örüntüsü öncelikle yol gibi temel altyapının gelmesi ardından da yüksek yoğunluklu ve üst gelir grubuna hitap eden güvenlikli sitelerin inşasıyla şekillenir. Yukarıda Ankara özelinde yapılan tartışmayı destekler nitelikte, altyapı ve konut politikaları iki temel araç olarak çeperdeki kent topraklarında rant oluşumu için tetikleyici unsurlar olur ve gezegensel kentleşmenin yerel dinamiklerini oluşturur.
Özlem Güzey, Ankara’nın batı yönündeki gelişim aksında bulunan Beysukent üzerine yaptığı kapsamlı araştırmada tüketicilerin bir yatırım aracı olarak güvenlikli sitelerden ev aldığını ortaya koyar.
[23] Nuray Bayraktar da İncek-Çayyolu yerleşimleri üzerine yaptığı, anket çalışmasına dayalı araştırmasında bu bölgede “konut niteliklerinin birincil önemde tercih nedeni olduğu ve kentsel yaşam kalitesi açısından önemli yoksunlukların kullanıcılar tarafından ikincil önemde görüldüğü” sonucuna ulaşır.
[24] Dolayısıyla, özellikle üst ve üst-orta gelir grubuna ait kentli yurttaş neoliberal politikalarla desteklenen bu rant sisteminin bir parçası haline gelir. Kent farklı aktörlerin ekonomik emelleriyle bir “büyüme (nema) makinesi”ne dönüşür.
[25] Bu dönüşümde kentsel yaşam kalitesini önceleyen bir kentlilik bilincinin gelişmemiş olması da etkilidir. Temelde 1950’lerde “muhafazakâr kentleşme” ile başlayan Ankara’da “sivil kamusal insanın çöküşü”
[26] bugün çeperdeki yayılmacı kentleşme alanlarında kendini çok daha hoyratça gösterir. Kamusal alanların yetersiz kaldığı ya da özelleştirildiği, sosyal çeşitlilik barındırmayan ve sonuç olarak farklı insanlarla bir araya gelmeyi mümkün kılmayan soyutlanmış bölgelerden oluşan, çatışmalara ya da onların çözümüne sahne olacak mekânlar ya da karşılaşmalar örgütleyemeyen, kısıtlı sayıda etkinlik sunarak işlevsel çeşitlilik barındırmayan bu alanlar salt kent merkezlerindeki yüksek yoğunluklu apartman tipolojisini araçsallaştırarak mış gibi bir kentlilik hali sunar. Özünde kent ve kentleşme arasında büyük fark vardır ve çeperdeki bu kentleşmiş alanlar temelde bir kent olgusu kurmaktan oldukça uzaktır.
“BU BİR ŞEHİR DEĞİLDİR”
Mimarlık eleştirmeni Manfredo Tafuri, Aldo Rossi ve ekibinin İkinci Dünya Savaşı sonrası endüstrileşmenin hızıyla özellikle Milano ve Torino gibi Kuzey İtalya’daki kentlerin maruz kaldığı kentsel büyümeye karşı bir öneri olarak geliştirdikleri Analojik Kent Çizimi’ni “Bu bir şehir değildir.” cümlesiyle eleştirir.
[27] Bu noktada tekrar “Kent nedir?” sorusuna dönmek için bu olgunun 19. yüzyılda İspanyol plancı Ildefons Cerdà ile hayatımıza giren kentleşme kavramından nasıl ayrıldığını anlamak büyük önem taşır. 1859 yılında Barselona kentinin büyüme planını hazırlayan ve var olan geleneksel kent dokusunun uzantısını katı bir ızgara ağı ile tasarlayan Cerdà, 1867 yılında
Genel Kentleşme Teorisi başlıklı kitabını yayınlar. Bu kitap, kentleşme kavramının ilk ortaya çıkışı ve kuramsallaştırılması açısından bugün hala bir milat olarak kabul edilir. Cerdà’nın ortaya koyduğu kentleşme (
urbanización) kavramının kökeni Latince
urbs kelimesinden gelmektedir. Öte yandan, kent olgusunun içkin özelliklerini tartışmak için kullanılan en yaygın referans antik Yunan’daki
polis’lerdir.
[28] Mimarlık kuramcısı Pier Vittorio Aureli
Mutlak Bir Mimarlık İmkânı başlıklı kitabında, Yunan
polis ve Latin
urbs kelimelerinin köklerinin izini sürerek kent ile kentleşme kavramlarını karşılaştırır.
[29] Bu iki kavramın ve karşılık geldikleri kentsel örüntünün tarihsel referanslarına inmek nostaljik bir tavırdan ziyade bugün kentsel yayılmanın etkilerini yorumlamak için bir altlık kurmayı hedefler.
Polis’in temel niteliği, özel ve kamusal alanların ayrışması ve sınırlarının çok tanımlı olmasında yatar. Hannah Arendt,
İnsanlık Durumu adlı kitabında bireylerle ilgili durumların politik olmadığını, politikanın ancak kamusal alanda mümkün olduğunu savunur.
[30] Aureli de Arendt’e referansla
polis kavramında izdüşümü bulunan kent olgusunun kamusal alanlarda farklı karşılaşmaların, toplumsal çatışmaların ve bunların çözümünün mümkün kılındığı politik bir yapı olduğunu belirtir.
[31] Öte yandan, Aureli’nin belirttiği üzere
urbs’ler herhangi bir politik nitelik taşımadan konutların oluşturduğu yığına verilen addır.
Polis’in belirgin ve iyi tanımlanmış bir sınırı varken,
urbs'ler tüm bölgesini ekonomik işleyişe dayalı olarak örgütlemek için sonsuz ve türdeş bir şekilde genişlemeyi amaçlar.
[32] Diğer bir deyişle, Antik Yunan’da polis duvarlarla çevrili ve sıkı bir şekilde çerçevelenmiş belirli bir sınıra ve biçime sahip iken antik Roma’daki
urbs sınırlandırılması amaçlanmamış, sonsuz büyüyen ve yollarla genişleyen bölgesel bir örgütlenmeye işaret eder.
[33] Dolayısıyla Cerdà’nın ortaya koyduğu
urbanización yani kentleşme kavramı, temelinde
urbs olgusunun izlerini taşıyarak, büyümenin ve yayılmanın hâkim olduğu, altyapı elemanları ile çevresindeki bütün bölgeyi ekonomik verimlilik temelinde örgütlemeyi hedefleyen bir yaklaşımı içerir.
Ankara örneğinde ve kentin güneybatı ekseninde yayılmasının özelinde de kentleşmenin benzer bir ekonomik verimlilik temelinde örgütlendiğini söylemek mümkün. Kanuni Sultan Süleyman Bulvarı, temel altyapı elemanı olarak kentin gelişme yönünü imler. Hemen ardından konut yatırımlarıyla biri TOKİ, diğeri özel bir şirket tarafından inşa edilen iki güvenlikli site alanın hızla yapılaşmasını tetikleyen ana unsurlar olur. Bu bağlamda, hızlı, yayılmacı ve vahşi kentleşme otoyol ve yüksek yoğunluklu konutu araçsallaştırarak kent toprağından rant elde etmenin, dolayısıyla devlet aracılığıyla farklı çıkar gruplarının koalisyonuyla ekonomik kazanç sağlamanın temel motivasyon kaynağı olagelir. Oysa kentler,
polis örneğinde de olduğu gibi, ekonomik işleyişine indirgenemeyecek önemli politik yapılardır ve bunu mümkün kılan da kamusal alanlardır. Ankara, Cumhuriyet tarihi boyunca parçacı ve ideolojik “resmi kamusallık” ile karşı-hegemonik “sivil kamusallık” çatışmasını yansıtan bir dizi mekânsal oluşuma sahne olmuştur.
[34] Bu çalışmada Kanuni Sultan Süleyman Bulvarı örneğinde gösterildiği üzere Ankara’nın çeperindeki yeni kentleşmiş alanlar her iki kamusallığı da kurmaktan oldukça uzaktır. Bugün kent fikrini geri kazanmak için sivil kamusallığı ve onun mekânlarını üretmenin yollarını keşfetmek oldukça önemlidir. Aksi takdirde, Ankara’nın çeperdeki kentleşmesi için kolaylıkla Tafuri’nin Rossi’nin çizimine atıfla söylediği gibi “Bu bir şehir değildir.” diyebiliriz.
SONUÇ: KENTİ YENİDEN ARZULAMAK
Ankara’nın özellikle güneybatı koridoru yönündeki yayılmasına ve çeperdeki mimarisine odaklanan bu makale, gezegensel kentleşme yaklaşımı ve onun vurguladığı küresel etki ve mekanizmalar ile kentlerin bağlamlarına özgü kentleşme pratiklerini eş zamanlı ve ilişkili bir şekilde incelemenin ölçekler arası bilgi üretmedeki önemini gözler önüne serer. Bu çalışma aynı zamanda “Kent nedir?” sorusunu tekrar tekrar sorarak kentlerin mimarlar için hala önemli bir düşünme ve üretme alanı olmasına vurgu yapar. Bu bağlamda, mimarlar kentleşmeyi ivmelendiren mekanizmaların parçası olmanın ya da onun sonuçlarının karmaşıklığını haritalamanın ötesinde kentlerin kolektif inşasında nasıl bir rol üstlenebilir? Yaygın bir şekilde tartışıldığı gibi aktivist mimar figürüyle kentlerdeki müşterekleşme
[35] eylem ve süreçlerinin parçası olmanın yanı sıra kent olgusunu ve mimarlığın onu üretme pratiklerini bugün yeniden keşfetmemiz gerekir. Aureli, “Kentin mimarlık için bir hedefi olmadığında bile mimarlık kenti işaret etmelidir.” der.
[36] Nitekim Alberti’den bu yana kent mimarlık arzusunun nesnesidir ve mimarlar pek çok alternatif kent tahayyülü üretmiştir.
[37] Nazım imar planlarının “mimarlığın yokluğunu maskelediği”
[38] günümüzde, kent fikrini geri kazanmanın yolu onu en başta tekrar mimarlığın nesnesi olarak arzulamaktan geçer. Bu arzu, 20. yüzyılın başında bir reçete sunmayı hedefleyen kent ütopyalarını yeniden çağırmayı hedeflemez.
[39] Ya da bu arzu, 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra kenti okunacak ve öğrenilecek bir metin olarak ele alan yaklaşımları sürdürme eğiliminde değildir.
[40] Aksine, bu arzunun temelinde sosyal bir metafor olarak ütopyadan vazgeçmeden kentlerin gelecek hayalini mimarlık disiplinin kendi araçlarıyla kurmak yatar. Bu çalışma sırasında gözlemlediğim en çarpıcı durum ise kentleşmenin ivmelenmesi, yayılması ve sonuç olarak da gezegensel ölçeğe ulaşmasıyla tetiklenen kent fikrinin çözülmesine paralel olarak mimarların da alternatif kent tahayyülleri üretmekten vaz geçmiş olduğudur. Mimarlığın eylemliliği en başta bu tahayyülleri "yeniden" üretmekten geçer.
* Görsellerin tamamı, 2019-2022 tarihleri arasında yürütülen 10276 numaralı ODTÜ BAP projesi kapsamında proje yürütücüsü yazar ile proje bursiyerleri İlayda Güler ve Umut Bora Şahin tarafından üretilmiştir.
NOTLAR
[1] Maalesef bugün bu soru 6 Şubat’ta Türkiye’de meydana gelmiş ve 11 ili derinden etkilemiş olan depremin ardından özellikle kent merkezlerinin büyük yıkıma uğradığı Antakya, Adıyaman ve Kahramanmaraş kentlerinin kolektif çalışma ve yerel halkın katılımından uzak, tip projelerle ve alelacele alınan kararlarla yeniden inşa edileceğinin duyurulduğu şu günlerde tekrar anlam kazanmış görünüyor.
[2] Bu makale, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde 13.12.2019-14.12.2022 tarihleri arasında yürütülen 10276 numaralı BAP destekli bir araştırma projesinin çıktılarına dayalıdır. Araştırmada bir yıl süre ile ODTÜ Mimarlık Bölümü yüksek lisans öğrencileri İlayda Güler ve Umut Bora Şahin bursiyer olarak çalışmıştır. Proje kapsamında Ankara’nın çeperindeki yeni kentleşme alanlarının kentsel ve mimari özelliklerinin araştırılması hedeflenmiş ve bu kapsamda kentin güncel büyüme ekseninin ana omurgalarından birini oluşturan Kanuni Sultan Süleyman Bulvarı alan çalışması olarak seçilmiştir. Araştırma kapsamında geleneksel mimari analiz araçları olan ve kentteki yapılı çevre-boşluk ilişkisini gösteren figür-zemin haritaları geliştirilmiş, bölgedeki binaların mimari planları ve kesitleri ile tipoloji analizleri yapılmış, bölgedeki işlevlerin çeşitliliğini ve konumlarını saptamak üzere plan analizleri yapılmış, TÜİK verileriyle alanın nüfus yoğunluğunun analizi çıkarılmış, fotoğraf ve video yardımıyla alanın üç boyutlu niteliği kayıt altına alınmış ve proje araştırmacıları ile birlikte farklı zaman dilimlerinde yapılan gözlemlerle açık ve kamusal alan kullanımı haritalanmıştır.
[3] Źróbek-Różańska, Alina; Zadworny, Daniel, 2016, “Can Urban Sprawl Lead to Urban People Governing Rural Areas? Evidence from the Dywity Commune, Poland”, Cities, sayı:59, ss.57-65; Wachsmuth, David, 2014, “City as Ideology: Reconciling the Explosion of the City Form with the Tenacity of the City Concept”, Environment and Planning D: Society and Space, sayı:31, ss.75-90.
[4] Cengizkan, Ali, 2004, Ankara'nın İlk Planı: 1924-25 Lörcher Planı, Ankara: Ankara Enstitüsü Vakfı; Cengizkan, Ali, 2005, “1957 Yücel-Uybadin İmar Planı ve Ankara Şehir Mimarisi”, Cumhuriyet’in Ankara’sı: Özcan Altaban’a Armağan, (ed.) Tansı Şenyapılı, ODTÜ Yayıncılık, Ankara, ss.24-59.
[5] Günay, Baykan, 2012, “Ankara: Çekirdek Alan ve Çeper İkililiği, Kentsel Ekoloji”, Ankara Kent Atlası, (ed.) Güven Arif Sargın, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ankara, ss.xiii-xix.
[6] Batuman, Bülent, 2013. “City Profile: Ankara”, Cities, sayı:31, s.582.
[7] Çanağın coğrafi sebeplerden dolayı genişlemeye izin vermeyen eşiklerinde (Mamak ve Altındağ gibi) kentleşmenin yatayda yayılarak değil, dikeyde kentsel yenileme projeleri ile ivmelendiği görülmektedir.
[8] Tekeli, İlhan, 2012, “Ankara Kent Atlası Üzerine Bir Üst-Okuma”, Ankara Kent Atlası, (ed.) Güven Arif Sargın, TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ankara, ss.xx-xxvii.
[9] Sargın, Güven Arif, 2012, “Kurmaca Başkentlerin İmgesel İnşası: Ankara’nın Mekânsal Siyasası Üzerine Kısa Notlar”, İcad Edilmiş Şehir: Ankara, (ed.) Funda Şenol Cantek, İlatişim Yayınları, İstanbul, s.105.
[10] Brenner, Neil, 2014, “13 Theses on Urbanization”, Implosions/Explosions: Towards a Study of Planetary Urbanization, (ed.) Neil Brenner, Jovis, Berlin, ss.185-186.
[11] İlgili literatür için bakınız: Lang, Robert E, 2003, Edgeless Cities: Exploring the Elusive Metropolis, Brookings Institution Press, Washington DC; MVRDV, 1999, MetaCity / Datatown, 010 Publishers, Rotterdam; McGrath, Brian; Shane, Graham, 2012, “Metropolis, Megalopolis and Metacity”, The SAGE Handbook of Architectural Theory, (ed.) C. Greig Crysler, Stephen Cairns ve Hilde Heynen, SAGE, Londra, ss.641-655; Neuman, Michael ve Hull, Angela, 2014, The Futures of the City Region, Routledge, Londra.
[12] Lerup, Lars, 2014, “Foreword: Wild Urbanism”, Urbanisation, Unlimited: A Thematic Journey, Johannes Fiedler, Springer, New York, ss.v-viii.
[13] Gezegensel kentleşmenin farklı yerel bağlamlarda tartışılmasına dair Tuğçe Eken’in İstanbul’daki 3. havaalanı projesine odaklanan doktora tezi için bakınız: Eken, Tuğçe, 2020, “Rethinking Gentrification in Istanbul through Planetary Urbanization”, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Mimarlık Doktora Tezi.
[14] Davidson, Mark; Iveson, Kurt, 2015, “Beyond City Limits: A Conceptual and Political Defense of ‘the City’ as an Anchoring Concept for Critical Urban Theory”, City, sayı:19:5, ss.646-664; Scott, Allen J. ve Storper, Michael, 2015, “The Nature of Cities: The Scope and Limits of Urban Theory”, International Journal of Urban and Regional Research, sayı:39:1, ss.1-15; Walker, Richard, 2015, “Building a Better Theory of the Urban: A Response to ‘Towards a New Epistemology of the Urban?”, City, sayı:19:2-3, ss.183-191.
[15] Mumford, Lewis, 2011, “What is a City?”, The City Reader, (ed.) Richard T. LeGates ve Frederic Stout, Routledge, Londra ve New York, s.93.
[16] Wirth, Louis, 2011, “Urbanism as a Way of Life”, The City Reader, (ed.) Richard T. LeGates ve Frederic Stout, Routledge, Londra ve New York, ss.96-104. Ayrıca bakınız: Lévy, Jacques, 2008, “Measuring Urbanness”, The City: Critical Essays in Human Geography, (ed.) Jacques Lévy, Routledge, Londra, ss.65-75.
[17] Jacobs, Jane, 1961, The Death and Life of Great American Cities, Random House, New York.
[18] Montgomery, John, 1998, “Making a City: Urbanity, Vitality and Urban design”, Journal of Urban Design, sayı:3:1, ss.93-116.
[19] Koolhaas, Rem, 1995, “Whatever Happened to Urbanism?”, Design Quarterly, sayı:164, ss.28-31.
[20] Lefebvre, Henri, 2020, Şehir Hakkı, (çev.) Işık Ergüden, Sel Yayıncılık, İstanbul, s.36.
[21] Neoliberal politikaların Ankara’nın kentleşme ve çeperdeki büyüme dinamiklerine etkisi üzerine pek çok güncel tez çalışması bulunmaktadır: Bayatlı, Semire, 2021, “The Role of Toponymy in Neoliberal Urbanization, Case Study: İncek”, Ankara, Bilkent Üniversitesi, Mimarlık Yüksek Lisans Tezi; Güller, Cansu, 2019, “Kentsel Yayılma Baskısı Altındaki Kent Çeperinin Gelişimi ve Sermaye Birikim Aracı Olarak Kentsel Rantlar”, Karadeniz Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Yüksek Lisans Tezi; Hayrullahoğlu, Gizem, 2018, “Kentsel Yayılma Alanları ve Bu Alanda Konut Talebini Etkileyen Faktörlerin Analizi: Alacaatlı-Yaşamkent Mahalleleri Örneği”, Ankara Üniversitesi, Gayrimenkul Geliştirme ve Yönetimi Yüksek Lisans Tezi; Uyanıker Kırbaş, Fatıma, 2017, “Neoliberalizmin Kent Üzerindeki Sosyo-Mekânsal Etkisi: Ankara Örneği”, Ankara Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Yüksek Lisans Tezi.
[22] Bayırbağ, Mustafa Kemal; Schindler, Seth; Penpecioğlu, Mehmet, 2022, “The Limits to Urban Revolution: The Transformation of Ankara, Turkey, Under the Justice and Development Party”, Urban Geography, sayı:44:8, ss.1677-1700.
[23] Güzey, Özlem, 2014, “Neoliberal Urbanism Restructuring the City of Ankara: Gated Communities as a New Life Style in a Suburban Settlement”, Cities, sayı:36, ss.93-106.
[24] Bayraktar, Nuray, 2017, Ankara Yazıları, Nobel Akademik Yayıncılık, Ankara, s.181.
[25] Molotch, Harvey, 1976, “The City as a Growth Machine: Toward a Political Economy of Place”, American Journal of Sociology, sayı:82:2, ss.309-332.
[26] Sargın, Güven Arif, 2017, “Bir Ankara Hikâyesi: ‘Kamusal İnsanın Çöküşü’”, (https://gasmekan.wordpress.com/2017/12/02/bir-ankara-hikayesi-kamusal-insanin-cokusu/) [Erişim:01.02.2023]
[27] 1976 yılında Venedik Bienali’nde sergilenen ve M.Ö. 15. yüzyıldan üretildiği güne kadar geniş bir zaman aralığından seçilen yaklaşık 40 projenin kolajını içeren “Analojik Kent” çizimi gerçek bir kenti temsil etmez, kişinin zihninde kent fikrinin ne olabileceğine dair kurmaca bir anlatı sunar. Rossi’nin çizimi her ne kadar gerçek bir kent imgesi kurmaktan, var olan bir bağlama yanıt vermekten ve kentsel yayılmanın etkilerinin kavranması ve çözülmesi için doğrudan bir yöntem önermekten uzak olsa da mimarın bir aktör olarak kentlerin güncel sorunlarına ve geleceklerine dair spekülatif bir önermede bulunması açısından oldukça anlamlıdır. Ancak, Manfredo Tafuri bu çizimi tarihsel bağlamından koparılmış özerk mimari biçimlerin tahrif edildiği arkaik bir düşünce olarak değerlendirmiş ve René Magritte'in “Bu bir pipo değildir.” resmine ve Foucault’nun aynı başlıklı makalesine atıfla “Bu bir şehir değildir.” alıntısıyla eleştirmiştir. Bakınız: Rossi, Aldo, 1976, “The Analogous City: Panel”, Lotus International, sayı:13, ss.4-9; Tafuri, Manfredo, 1976, “Ceci N’est Pas une Ville”, Lotus International, sayı:13, ss.10-13.
Rossi, 1977 yılında düzenlenen ve 1978 yılında açılışı yapılan
Roma Interrotta sergisi için geliştirdiği çizimde de gerçek bağlama referans vermek yerine kendi mimarlık işlerinden seçtiği nesnelerle kurmaca bir kompozisyon üretmiş ve projenin açıklama yazısında Tafuri’nin önceki eleştirisine atıfta bulunarak “Eğer bu projenin bir mottosu olsaydı bu kesinlikle şu olurdu: Bu bir şehir değildir!” ifadesini kullanmıştır: Rossi, Aldo, 2014,
Roma Interrotta: Twelve Interventions on the Nolli’s Plan of Rome in the MAXXI Architettura Collections, Johan & Levi, Milan, s.185.
[28] Antik Yunan üzerine çalışmalarıyla bilinen Humphrey Davy Findley Kitto, city-state ‘şehir-devlet’ çevirisinin polis kavramını tam olarak karşılamadığını ifade eder ve kavramı orijinal haliyle kullanmayı tercih eder. Aynı sebeple bu makalede de özgün polis kavramının kullanımı uygun görülmüştür. Kitto, Humphrey; Findley, Davy, 2011, “The Polis”, The City Reader, (ed.) Richard T. LeGates ve Frederic Stout, Routledge, Londra ve New York, ss.40-45.
[29] Aureli'nin polis ve urbs karşılaştırmasına benzer şekilde, sosyolog Richard Sennett de Fransızca cité ve ville kelimeleri arasında bir ayrım yapar. Sennett, yaşanan ile inşa edilen, yer ile mekân, cité ile ville arasında büyük bir fark olduğunu savunur ve Haussmann, Cerdà ve Olmsted gibi 19. yüzyılın büyük şehircilerinin, cité'nin yaşanmış deneyimini dikkate almadan ville’i şekillendirmeyi amaçladıklarını iddia eder. 20. yüzyılda “kentleşme yaşanan ve inşa edileni ilişkilendirmek için daha az istekli hale gelmiştir”. Bu nedenle, cité ve ville arasında büyüyen bir boşluk vardır ve Sennett bu ikisini bir araya getirmek için “açık kent” kavramını sunar. Sennett açık kenti, deneyimi zenginleştiren ve insanların karmaşık yaşam koşullarını yönetmede giderek daha yetenekli hale geldiği bir yer olarak tanımlar. Bu bağlamda Sennett karmaşıklığı, benlik ve öteki arasındaki sınırları ortadan kaldırmadan, bizden farklı insanlarla birlikte yaşama, çalışma ve onlarla etkileşim kurma yeteneği olarak çerçeveler. Bakınız: Sennett, Richard, 2018, Building and Dwelling: Ethics for the City, Penguin Books, London ve Sennett, Richard, 2019, “The Open City”, Lotus International, sayı:168, ss.117-129.
Ayrıca “açık kent” kavramı güncel kent sosyolojisi ve planlama çalışmalarında yaygın bir şekilde tartışılmaktadır. İlgili literatür için bakınız: Ash, Maurice, 1969,
Regions of Tomorrow, Towards the Open City, Evelyn, Adams and Mackay, Londra; Friedmann, John, 2002, “City of Fear or Open City?”,
Journal of the American Planning Association, sayı:68, ss.237-243; Ipsen, Detlev, 2005, “The Socio-spatial Conditions of the Open City: A Theoretical Sketch”,
International Journal of Urban and Regional Research, sayı:29, ss.644-653; Rieniets, Tim; Sigler, Jennifer; Christiaanse, Kees, 2009,
Open City: Designing Coexistence, SUN Publishers, Amsterdam; Porqueddu, Elena, 2018, “Toward the Open City: Design and Research for Emergent Urban Systems”,
Urban Design International, sayı:23, ss.236-248.
[30] Arendt, Hannah, 1958, The Human Condition, University of Chicago Press, Chicago.
[31] Aureli, Pier Vittorio, 2011, The Possibility of an Absolute Architecture, MIT Press, Cambridge, MA, ss.1-13.
[32] Aureli, 2011, ss.1-13.
[33] Gezegensel kentleşme çağında tarihsel olarak belirgin sınırlarla tanımlanan kent olgusuna ulaşmanın mümkün olmayacağı iddia edilebilir. Bu bağlamda, Oswald Mathias Ungers’in archipelago (takımada) kavramı kent içinde tanımlı kent adaları yaratmanın alternatifi olarak oldukça önemli bir çerçeve sunar. Bakınız: Ungers, Oswald Mathias; Koolhaas, Rem, 2013, The City in the City: Berlin: A Green Archipelago, (ed.) Florian Hertweck ve Sébastien Marot, Lars Müller Publishers, Zürih.
[34] Sargın, Güven Arif, 2002, “Kamu, Kent ve Politika”, Ankara’nın Kamusal Yüzleri: Başkent Üzerine Mekân-Politik Tezler, (ed.) Güven Arif Sargın, İletişim Yayınları, İstanbul, ss.9-40.
[35] Stavrides, Stavros, 2016, Common Space: The City as Commons, Zed Books, London.
[36] Çeviri bana aittir. Orijinali: “Architecture must address the city even when the city has no goal for architecture.” Aureli, 2011, s.46.
[37] Gandelsonas, Mario, 1998, “The City as the Object of Architecture”, Assemblage, sayı:37, ss.128-144.
[38] Gandelsonas, Mario, 1996, "The Master Plan as a Political Site", Assemblage, sayı:27, ss.19-21.
[39] 20. yüzyılın başında üretilen kent ütopyalarına örnek olarak Le Corbusier’in Ville Radieuse, Frank Lloyd Wright’ın Broadacre City ve Ludwig Hilberseimer’ın Hochhausstadt’ı verilebilir.
[40] Bu yaklaşımın en bilindik örnekleri Robert Venturi, Denise Scott Brown ve Steven Izenour’un Learning from Las Vegas ve Learning from Levittown çalışmalarıdır.
Bu icerik 136 defa görüntülenmiştir.