KORUMA / YAŞATMA
İstanbul’un Eksi(k) Silüeti
Hasan Fırat Diker, Prof. Dr., Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Mimarlık Bölümü
İstanbul yer altı anlatıları zamanla abartılı aktarımlara dönüşmüş, bu anlatılar negatif silüete ilgiyi artırırken, gerçekliğinin azalmasına neden olmuştur. Aslında bu görünmez yapıların çoğu, tarih boyunca su sorunu yaşayan kentin su temini, iletimi ve depolaması için inşa edilmiş su yapılarıdır. İstanbul'un çok katmanlı tarihi derinliğinin, kazılar sırasında tesadüfen ortaya çıkan sürprizlerin bütünü değil, kentin günlük rutinde görünmeyen gerçekliği olduğunu belirten yazar, kentin yer altındaki kayıp silüetinin kapsamlı bir mimari belgelemenin ve görselleştirmesinin gerekliliğine dikkat çekiyor.
İstanbul aynı kağıt üzerine farklı dillerde yazılmış metinlerin bakiyesi olan bir palimpsesttir.
[1] Her neslin kendi güncesini yazdığı bu yaprak üzerinde artık yer kalmamıştır. Aynı mekânı ayrı zamanlarda kullanmış olanlara ait bu metinler zamansız komşular halinde şehri katmanlaştırır.
[2] Bu komşuluğun hukuku en üst tabakadakinin çıkarları lehine gelişir. Alt katmandakiler de güncelin gündemi altında ezilir. Ezildikçe yabancılaşan mazinin üzerine gizem örtüsü serilir ve aşağılarda yaşamaya mahkum edilir. Gün gelir, derinlerdeki katmanı gayri ihtiyari bir temel kazısı ortaya çıkarıverir. Ancak bu “karanlık geçmişin” rantın “aydınlık geleceğine” “ipotek koyması” muhtemeldir. Zira, alenileşen tarihin meşru korunma hakkı rant için bir tehdittir ve ortaya çıkmanın akıbeti de bellidir. Ya betonun gündemine mâni olmasın diye yok edilir, ya da albenisi karşılığında turizme sermaye edilir. Üstüne kat çıkmak karşılığında kilimcilerde, otellerde ve muhtelif müesseselerde sergilenir.
Gerçekler hikayeleşmeye nasıl teşneyse şehrin altı da öyledir. Gözden ırak yer altı yapıları, andan uzak zamanlarda nice kurmacaya yol bulur. İçine girmeleri zordur, ama uzaktan temaşaları hoş olur. Kullanım süreleri çoktan dolmuş olsa da, auraları ekranlarda göz doldurur. Yer altındaki varlıklarını da bir bakıma yer üstünden görünmezliklerine borçludurlar. Bu yüzden, İstanbul’un yer altındaki eksi silüeti, eksikliğini hissettirmeyecek kadar erişime kapalıdır. Oysa yerleri de, yurtları da bellidir. Nerede oldukları ilgililerince bilinir.
[3] Her biri bulgulandıkça birer yayın konusu olur. Literatüre geçmelerinin akabinde, sanki birer ceset gibi üzerleri yayınlarıyla örtülür. Akademi kendi sanal aleminde işlerini görür ve mezarı açılan tarih yeniden kendi gerçekliğine gömülür. Yazılanlar o yapıları ne korur ne de yaşatır, ama yok edilenlerin belki de son görgü tanıkları olur. Yerin altı unutuldukça, hikayeleri çoğalır.
Bu yazı İstanbul’un yer altı yapılarını anlamaya ve tanımlamaya yönelik bazı çabaları aktarmaya yöneliktir. Tarihi Yarımada'da Trakların kurduğu Lygos’tan sonra, Megaralıların kurduğu Byzantion ve karşı kıyıdaki Khalkedon (Kadıköy) varlığında şehrin kurulumu devam etmiştir. Roma İmparatoru Septimus Severus yok ettiği Byzantion üzerine imar ettiği şehre Antonina ismini verse de, öldükten sonra şehrine yine önceki adı verilmiştir. İmparator Konstantin Roma’nın başkentini Nea Rome olarak buraya taşımış, ancak başkent sonradan kurucusu olan bu imparatorun adıyla anılmıştır. Osmanlı döneminde şehrin ismine müdahale edilmeden resmi yazışmalarda Kostantiniyye adının kullanımıyla
[4] birlikte, İslambol ve Dersaadet gibi pek çok isim kullanılır. Cumhuriyetten sonra resmen İstanbul adını alır. Bu isim alternatifsiz bir tanımla Türkçeleştirilmiş bir müdahale gibi görülse de, Yunanca şehrin içinde anlamına gelen “stin poli” ya da Konstantinopolis'in “stanpoli” olarak bozulmuş söylenişi olabileceği yorumlanmaktadır.
[5] Tarihsel süreçte İstanbul’un adlandırılmasındaki sürekli güncelleme bile, şehrin imar tarihine yön veren ve halen güncelliğini koruyan “Kimin dediği olacak?” sorusuna işaret eder gibidir.
Mimarlığı bir mekânsal uzlaşma sanatı olarak kabul edersek, İstanbul’un görünen silüetinde, içinde yaşayanların ya da onu kullan(dır)anların uzun vadeli bir mutabakatından çok, devamlı bir kentsel çatışma olduğu söylenebilir. Özlenen silüetini kendisinden ancak zaman ve mekân boyutunda uzaklaşılması karşılığında gösterebilmektedir. Bünyesinde sürekli işlenen irili ufaklı kent suçlarından dolayı, kendisine dokunduracak kadar yaklaşıp sevdirmeye imkan vermemektedir. İstanbul ancak kendisinden uzaklaştıkça sevilebilir. İflah olmaz gibi görünen zâhiri silüeti, ondan beklediği doyumu alamayanları yer altındaki batıni varlığını hikayeleştirmeye teşvik eder. Görünenle görünmeyen birbirini besler. Yer altı yapılarının abartılı aktarımları İstanbul’un eksi silüetini kurmacalarda çoğaltırken, gerçekliğini eksiltmektedir. Bu yüzden, her imge gibi İstanbul’un yer altı miti de kendi gerçekliğinden büyüktür. (
Resim 1)
Şehrin altında kalmasından ötürü “eksi silüeti” olarak adlandırdığımız yer altı envanterini mimari görselleştirmeye yönelik çabaların olmayışı, şüphesiz sadece meraksızlıkla açıklanamaz. Bunda imar faaliyetlerinin akamete uğramaması için yeni yok oluşların bilinirliğine mani olma kaygısı da etkendir. Öte yandan, yer altı yapılarının tanımlanmasının getireceği, temizlik, koruma, onarım ve yeniden kullanım gibi sorunlar da ilgili idareler için yeni gündem maddeleri demektir. Yer üstündeki kültür varlıklarıyla baş edemeyen sorumlular için bir de yer altındakilerin getireceği yükümlülükler, harici birer “külfet” gibi algılanabilmektedir. Yerin altındakilerin üstündekilere nazaran sunabilecekleri ekonomik ve siyasi rantın son derece sınırlı olması da görmezden gelinmelerine bahanedir. Toprak altını tarif eden “yer altı” kelimeleri birleşik yazıldığında, “gizli ve kayıt dışı olmasından ötürü zararlı” anlamına gelir. Bu bağlamda yer altı yapıları da yer yer yeraltı kullanımlarına mesken olabilmektedir.
İstanbul’un silüetinde görünmeyen bu yapıların çoğunun şehrin tarihi boyunca sorunu olmuş su tedariği, iletimi ve depolamasına yönelik su yapıları olduğu söylenebilir.
[6] Yerebatan, Binbirdirek, Şerefiye sarnıcı gibi pek çok yapının görkemi, Tarihi Yarımada’nın en yoğun yerleşimlerine tedarik ettikleri su kapasitesiyle ilişkilidir. (
Resim 2, 3) Çeşitli saklama ve depolama ihtiyaçlarına yönelik yapılmış mahzenler de önemli bir varlık oluşturur. Yedi tepeli şehrin topoğrafyası eğimli arazilerin kullanımını gerektirdiğinden, temel ve düzleştirme için hafredilen toprağın yarattığı boşluklar, yer altında kalan mekânların inşa ve kullanımını da beraberinde getirmiştir. Örneğin Ayvansaray’daki Blakhernai Sarayı’nın bir parçası olan ve geçerli bir dayanak olmaksızın Anemas zindanları olarak anılan
[7] bu altyapı saray binaları için teraslamalar oluşturmak amacıyla inşa edilmiştir. (
Resim 4, 5) Yeşilçam sinemasında pek çok tarihi filme doğal dekor olmuş bu mekân, ilk kez 1993 yılında Zülfü Livaneli’nin “Şahmaran” filmiyle
[8] İstanbul’un yer altı dünyasına ışık tutan masalsı bir anlatıya mesken olmuştur. 2015 yılında İBB tarafından restore edilen Anemas zindanlarına muhtemelen kendine yakıştırılan isminden ötürü “İşkence Müzesi” gibi bir işlevlendirme düşünülmüştür. Herhangi bir kamu menfaatiyle örtüşmeyen bu tuhaf tasarı yeni yönetimle rafa kaldırılmış ve yeniden kullanım düşüncesi bu sefer de “İstanbul Tılsımları Müzesi”ne evrilmiştir. Ancak, halen bir müzeleştirmeye tabi tutulmadığı gibi ziyarete de açık değildir ve sadece film çekimlerine izin verilen pek çok yer altı yapısı gibi kamusal erişime kapalıdır. Gerektirdikleri ilgi ve özenin uzağında ama yerin hemen altındaki bu mekânlar, kendilerini birebir görmeye pek de hevesli olmayan kamuoyunun ilgisizliğiyle, belli bir süre daha sinema ve televizyon yapımcılarının kullanımında kalacak gibi görünmektedir.
İstanbul’un tam merkezinde olsa da yine göz ardı edilen başka bir yer altı zenginliği de Sultanahmet meydanındaki Hipodrom’un altyapısıdır. Eğimli bir araziye inşa edilmiş olan Hipodromun’un gerektirdiği düz alan için arazinin düşük kottaki kısmına örülen yarım daire formundaki Sfendon duvarının ardı özel bir mimari altyapıya sahiptir. (
Resim 6-8) Yapımı 2. yüzyılın sonuna kadar uzanan ve yer altı yapıları 6-8. yüzyıllarda sarnıç olarak kullanılmış olan Sfendon
[9] koruma bağlamında halen gündeme gelmeyi beklemektedir. İstanbul Valiliği 2017 yılında Sfendon duvarı ve üzerine inşa edilmiş Sultanahmet Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi Binaları ile ilgili bir mimari belgeleme çalışması başlatmıştı. İlgili koruma kurulu tarafından rölöve ve restitüsyon projelerinin onayının ardından, 2019 yılında konservasyon ilkelerinin benimsendiği ön proje de uygun bulundu. Ancak konservasyon kapsamında olmayan işlev, çevre parsellerdeki uygulamalar, giriş - çıkışlar gibi hususlar nedeniyle proje doğrultusunda bir uygulama yapılamayacağına ve yapının İstanbul Valiliği, İBB, Fatih Belediyesi ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü gibi pek çok kamu idaresini ilgilendiren kullanımından ötürü geniş katılımlı ve eşgüdümlü bir çalışmanın kurula sunulmasına karar verildi.
[10] Böylece, İstanbul Valiliği’nin Sfendon’un korunmasına yönelik başlattığı projenin sonuçlandırılması ötelenerek, yeniden bir bürokratik dolaşıma sokulmuş oldu. Bu projenin devamının getirilmesi mümkünken, 2022 yılında İBB tarafından Sultanahmet Meydanı’nın güncellenmesine yönelik yeni bir proje gündeme getirildi. Oysa yine İBB tarafından 2010 yılında hazırlanan Sultanahmet Meydanı Yol ve Tretuar Kaplama Malzemesi Rehabilitasyon Projesi kapsamında toprak zemin üzerine betonarme döşeme yapılmış, sert zemin granit parke ile kaplanmıştı.
[11] Dolayısıyla, zaten yer altıyla geri dönüşümü olmayacak şekilde ilişkisi kesilmiş olan meydan üzerinde kazı yapılması artık pek olası değildir. Meydan üzerinde farklı inisiyatifler geliştirmektense, Sfendon halihazırda yer altı mekânlarıyla birlikte temizlenip, korunmayı ve ziyarete açılmayı beklemektedir. İstanbul’un göbeğinde olmasına rağmen yüzyıllardır ihmal edilmiş bu çok istisnai altyapıyı ilgili kamu kurumları bir an önce gündemlerine almalıdır.
Tarihi yer altı yapılarının temel ortak özelliği görünür olmaksızın işlev sunmalarıdır. Bu yüzden gerektirdikleri zorlu yapım süreçleri ve yüksek bütçeler günümüzdeki altyapı projelerine benzerlik gösterir. Örneğin Süleymaniye Külliyesi için 35.000.000 akçe inşaat masrafı yapılmışken, Mimar Sinan’ın bu büyük projeyle yakın zamanlarda inşa ettiği Kırkçeşme su yolları 50.000.000 akçeye mâl olmuştur.
[12] Bu tek örnekten bile, İstanbul’un tarihi boyunca en temel ve elzem ihtiyacını gidermek için yapılmış su yollarının ne kadar pahalı yatırımlar olduğu anlaşılabilir. Su yolları, hafriyat ve yapım maliyetleri gereği yer kotuna yakın ve olabildiğince dar kesitlidirler. Erişimlerinin zor olmasının sebebi de gizemli olmaları için değil kirletilmemeleri gereğidir. (
Resim 9, 10) Yapıldıkları dönemde de, yer üstündekilerden gizlenemeyecek kadar uzun menzil ve vadelerde inşa edilmişlerdir. Su yollarının, içindeki künklerin döşenip bakımının yapılabileceği asgari ergonomik şartlara haiz, dar kesitli yapılar olması, inşaat bütçelerinin olabildiğince verimli kullanılmasıyla ilişkilidir. Sarnıçlara, maksemlere, su terazilerine bağlanarak şehrin su dağıtım şebekesini oluşturan bu yer altı yapıları doğrusal güzergahlara sahiptir. Fakat denetimsiz çarpık yapılaşmalar su yollarını kesintiye uğrattığından, artık birbirinden kopuk, bölük pörçük bir durum arz edebilmektedirler. İmara açılan her bölgeye eriştirilen modern altyapı yüzünden tarihi altyapı peyderpey kullanım dışı kalmış ve zaman içinde unutulup gitmiştir. Suyu akmadıkça susan tarihi çeşmeler, yok olup gitmiş su yollarının adeta yer üstündeki sessiz şahitleri gibidir.
İçinde yaşadığımız sokaktan geçen modern şehir altyapısının mimarisi nasıl çoğumuzun pek ilgisini çekmiyorsa, şehrin alt katmanlarındaki tarihi su altyapısı da muhtemelen yapıldığı dönemde şimdiki gibi ezoterik anlamlar içermiyordu. Ama geçmişin “yabancı bir ülke”
[13] gibi algılanması, işlevleri ne olursa olsun mazinin güncele yabancılaşmış mimari üretimlerini birer merak konusu haline getirmektedir. Mazinin zaruretlerini bugünün penceresinden birer tercih gibi algılamak tarihi idealize etmenin en meşru yolu olduğundan, yer altı yapılarına özgün işlevleri dışında tuhaf ve gizemli roller biçilmesi de olağandır. Bu yüzden, elzem ve rutin işlevlerini mazide bırakmış yer altı yapıları, zamanla eksilen olgularını gitgide artan kurmacalara teşne algılarıyla birlikte günümüze taşımaktadır.
Şehrin eksi(k) silüetinin tanımlanmasına yönelik isteksizlik, bu toprakların sahibi olmanın sorumluluğuyla değil de kiracısı gibi davranmanın yükümsüzlüğüyle açıklanabilir. Kaldı ki bu durum aslında İstanbul’u yaşamaktan öte kullanmak için gören kadim anlayışın ölmez sorunudur. Mevcut şartlarda kullanıcıların gitgide yerel maliklerden küresel sermayeye evrildiği de değerlendirilirse, öngörüsüz altyapı güzergahı ve inşaat alanlarının daha sorumsuz yıkımlara yol açacağı aşikardır. Yer altındaki envanter, koruma mevzuatının “güvencesi” altında olsa da, temel kazısı sırasında tesadüfen ortaya çıkan tarihi bir doku, gün yüzüne çıkmasına istemsizce sebep olan inşaat sürecinin ilerlemesine engel bir “külfet” gibi algılanmaktadır. Bu bağlamda, İstanbul’un eksi(k) silüetinin şimdiye kadar eksik bırakılmış mimari belgelemesindeki ihmal ve isteksizlik de, geçmiş ve gelecekten ziyade güncelin öncelenmesiyle ilişkilendirilebilir. Hal böyleyken, alt ve üst kotta arttırılan silüet, şehrin eksi(k) silüetini gitgide eksiltmektedir.
“Planlama” kavramının yatay izdüşümde iki boyutlu bir tanımlamayı çağrıştırdığı düşünülürse, pratikte ilk akla gelen baskın kullanımından ötürü kesit ve silüet bileşenleri dışlanmaktadır. Oysa İstanbul’un çok katmanlı tarihsel derinliği, hafriyat sırasında beliren tatsız sürprizler bütünü değil, şehrin görünmeyen gerçekliği, yani eksi(k) silüetidir. Kapsamlı bir ön belgelemenin sunacağı farkındalık, imar alanlarının yerini ve altyapıların güzergahını korumacılık açısından daha sağlıklı biçimde belirlenmesine imkan sunacaktır. Nitekim somut yer altı envanterinin mimari belgelemesi akademik bir araştırma konusu olmaktan çok, İstanbul’un planlaması için önemli bir ihtiyaçtır. Bilinçli bir imar politikasına, ancak eksi silüetin eksikliği giderilerek yön verilebilir. Yer altı yapılarının tanımlanmasına yönelik nitelikli bir üç boyutlu belgeleme, gerek altyapı, gerekse de yol ve metro gibi ulaşım projelerinin akamete uğramaması için güzergahlarının belirlenmesinde yönlendirici olacaktır.
Gözden ırak ve erişimi zor durumlarıyla tekinsiz mekânlara dönüşmüş yer altı yapılarının denetimsizliği aynı zamanda bir güvenlik sorunudur. Kendileri gibi görmezden gelinen ya da kayıt dışı kullanımlara açık olan bu yapıların zararlı kullanımlara imkân sunabilecek potansiyelleri göz ardı edilemez. Bilmesi gerekenlerin bilmediği ve bilmemesi gerekenlerin bildiği bir eksi(k) silüet, üzerindeki yaşam için bir tehdit konusu haline gelebilir. Çünkü yer üstü gündeminden uzak duran görünmezlikleri onların bilinmemesini gerektirmez. Bu yüzden yer altı yapılarının kamusal bilinirliği, onları denetim altına alarak güvenli mekânlara dönüştürebilir. Hatta turistik gezi rotaları için gizem alanları olmak dışında, elverişli olanlarına kamu güvenliği için sığınak işlevi kazandırılması bile mümkündür. Nitekim yüzyıllardır varlıklarını sürdürebilmiş olmaları, yapısal güvenliklerini de adeta tesciller gibidir. (
Resim 11)
Yer altı yapıları nadiren de olsa, güncellenen üstyapıyla ilişkilendirilerek bir yeniden kullanım konusu olabilmektedir. 2014 yılında Koruma Kurulu gündemine gelen ve KİPTAŞ tarafından hazırlatılmış Süleymaniye’deki bir kentsel dönüşüm projesinde, tescili olmadığı halde vaziyet planına işlenmiş bir yer altı mekânı buna bir örnektir. (
Resim 12, 13) Avan projede “sergi salonu” işlevi verilmiş bu tarihi yapı, varlığıyla Süleymaniye yenileme alanındaki kendisi gibi tescillenmemiş diğer yer altı yapılarının sorgulanmasını gerektirmiştir. Öyle ki bu konu bir doktora tezi
[14] için ilham verici bulunmuş ve alandaki yer altı yapılarının mimari görselleştirmesine vesile olmuştur. (
Resim 14-17) Tez süreci de konuyla ilgili bir araştırma projesi hazırlamak için fırsat olarak görülmüştür.
İstanbul’un yer altı kesit silüetinin çıkartılması adına bir başlangıç olabilecek bu çalışma için 2016 ve 2017 yıllarında iki sefer Başbakanlık Tanıtma Fonu’na proje başvurusu yapılmıştır. Proje, bu süreçte şehrin yönetim temsilcileriyle de paylaşılmış, İstanbul Valiliği, İBB Altyapılar Müdürlüğü, KUDEB ve Alan Başkanlığı projeye dahil edilmiştir. 2017 yılındaki başvuru sonrası, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Başbakanlığa olumlu görüş bildirilmişse de süreç olumlu sonuçlanamamıştır. Son olarak, 2017 yılında İstanbul Kalkınma Ajansı’na da İstanbul yer altı yapılarının belgeleme çalışması için başvurulmuş ancak kurum bu projenin sahibi olamayacağı gerekçesiyle konuyla ilgilenmemiştir.
İstanbul’un yer altı yapılarını anlama biçimini sadece mekânsal tarihleme ve görselleştirmeyle sınırlamak mümkün değildir. Bu mekânların tarihi kayıtlarda yer etmiş algısının, varlıkları ve kullanımları hakkında bilgi vereceği öngörülmüş ve bu yöndeki araştırmaların Osmanlı arşiv belgeleri incelenmediği sürece eksik kalacağı değerlendirilmiştir. Literatürdeki bu eksiklik 2021 yılında tamamlanan bir yüksek lisans tezine
[15] gerekçe olmuş ve Osmanlı belgeleri üzerinden Tarihi Yarımada’daki mevcut ve kayıp yer altı yapıları incelenmiştir.
2020 yılında Tarihi Yarımada’nın kalbi olan Ayasofya’nın yer altı yapılarının üç boyutlu mimari belgelemesine yönelik çalışmamız
[16], uzunca bir süredir İstanbul’un kesit silüetini çıkarmaya yönelik bir başlangıç olması niyetiyle ele alınmıştır. Araştırmamız şimdilik Ayasofya özelinde kalmıştır. (
Resim 18) Bu yönde yapılacak daha kapsamlı çalışmaların kamu kurumlarının desteğiyle Tarihi Yarımada’nın geneline yayılması beklenmektedir. Yaşanan deneyimler, böylesi bir projeyle iltisaklı olması gereken pek çok resmi ve özel paydaşın ancak istekli katılımlarıyla mümkün olabileceğini göstermiştir. Tek başına akademik bir ekibin uzun vadeli ve özverili çabası sonucu İstanbul’un yer altı yapılarının mimari belgelemesi ve eksi(k) silüetini görselleştirmesi mümkün görünmemektedir. Bu yönde yürütülebilecek bir çalışma, ancak paydaş kurumların iş birliği ve desteğiyle kamusal bilgi ve fayda sunabilecektir. Aksi takdirde harcanan münferit ve özverili çabalar asal amacına matuf olamayacak ve üretilen veriler geniş kitlelere ulaşamayacaktır.
Dünyada “Yeraltında İnşa Edilmiş Miras”ın (
Underground Built Heritage) sürdürülebilir kullanımı giderek daha popüler hale gelmiştir. Fakat halen konu özelinde kabul görmüş ortak bir yaklaşım belirlenememiştir.
[18] “Eksi yapı kültürü” olarak adlandırılan kavram için sıfır kotunun altında inşa edilen eserlerin değerlendirilmesi özel bir tanım gerektirmektedir. Çünkü yer altı yapılarının korunması kadar, ziyaretçiler tarafından erişilebilirliği de sorunlu bir alandır. Yapılan yatırımlarda gözle görülebilir projelerin tercih edilmesi, sundukları ekonomik ve siyasi rant ile eşgüdümlüdür. İster seçilmiş, ister atanmış olsun, karar vericilerin yer üstünde kırmızı kurdelesi kesilebilecek açılışlar yapmak varken, yer altı yapılarının belgelenmesi ve ihyası için harcama yapmaya çok hevesli olmadıkları, şimdiye kadar bu konuya gösterdikleri duyarlılıktan anlaşılabilir.
Kamuoyundaki farkındalıktan anlaşıldığı üzere, gerek zaman içerisinde toprak altında kalmış, gerekse de özgün halinde toprak altında inşa edilmiş yapılar sınırlı sayıdaki ilgilisi dışında pek fazla bilinmemektedir. Bu farkındalığı arttırmak için akademik bilgi üretmek yanında kamusal bilgiye evrilmiş mimari görselleştirmeler gerekir. Böylece, çoğuna fiziksel erişim ve ziyaret imkanı olmayan bu yapılardan insanları haberdar etmek mümkün olabilir. Yer altı yapılarının hurafelere dayalı anlatımlardan âzade, hizmete özel yorumlanmış nesnel grafik gösterimleri, kamuoyunda duyarlılık yaratmak ve koruma dürtüsü uyandırmak için önemlidir. Bu görselleştirmeler sonraki aşamada, yer altı yapılarının suretinden çok aslını temaşa etme isteğini tetikleyecektir. Böylelikle elverişli olan nice yer altı yapısı erişime uygun hale getirilerek, İstanbul’un eksi(k) silüeti bir mitten gerçekliğe dönüşecektir. Roma, Paris, Berlin, Moskova, Napoli gibi şehirlerdeki
[19] farklı dönem ve işleve sahip yer altı yapılarının elverdikleri ölçüde erişime açılmaları bu şehirlerin kendilerine özgü tarihsel derinliklerini sunabilme becerileriyle ilişkilidir. İstanbul’daki nice yer altı yapısı da önce zihinlerde can bulup, sonrasında kültür turizmine kazandırılmayı beklemektedir.
Mevcut durumda, İstanbul’un yer altı (eksi) silüetinin eksikliğinin hissedilmediği ve bir süre daha hissedilmeyeceği anlaşılıyor. Yer altının tanımlanıp mimari belgelenmesine duyulan ilgisizliğe yer üstündeki kültür varlıklarına gösterilen "özen" ayna tuttuğu için bu durum pek de olağan dışı görünmüyor. Oysa unutuldukça yabancılaşan geçmişle olası bir uzlaşı, önce tanıyıp, tanımlamayı gerektiriyor. İleride yapılacağını ümit etmek istediğimiz görselleştirmeler, İstanbul’un eksi silüetinin çok gecikmiş iç görüsünü sunarken hızlı bir şekilde kavranmasına da imkân verebilir. Binlerce yıllık tarihe sahip İstanbul’un bu eksikliği giderilirse, somut yer altı katmanları şehrin algısını daha da zenginleştirecek ve bize kendisini daha derinlerinde hissettirecektir.
NOTLAR
[1] Latince “palimpsestus” tekrar üzerine yazı yazmak için eski yazıların silindiği parşömene denir. Ayrıntılı bilgi için bkz: “Palimpsestus”, (https://www.perseus.tufts.edu/hopper/text?doc=palimpsestus&fromdoc=Perseus%3Atext%3A1999.04.0059). [Erişim: 17.12.2023]
[2] Diker, Hasan Fırat; Öztürk, Cahide Nur, 2017, “Aynı Mekânda, Ayrı Zamanlardaki “Komşuluk”: İstanbul’da Süleymaniye Semti Örneği”, X. Uluslararası Sinan Sempozyumu, Trakya Üniversitesi, ss.257-266.
[3] Ayrıntılı bilgi için bkz: Altuğ, Kerim, 2022, Arkeolojik Gezi Rehberi: Yeraltındaki İstanbul, İBB yayınları, İstanbul.
[4] Ferman, berat gibi padişah tuğrası taşıyan resmi belgeler yanında vakfiyelerde de İstanbul’un adı Kostantiniyye olarak geçmektedir.
[5] “Nişanyan Yeradları”, (https://nisanyanmap.com/?y=istanbul&lv=&t=&cry=TR&ua=10). [Erişim: 17.12.2023]
[6] Ayrıntılı bilgi için bkz: Crow, James; Bardill, Jonathan; Bayliss, Richard Andrew, 2008, The Water Supply of Byzantine Constantinople, Society for the Promotion of Roman Studies; Gengeç, Mesut (haz.), 2022, İstanbul Su Kültürü, İBB Yayınları, İstanbul; Sönmezer, Şükrü; Şahin, Soner (haz.), 2023, Osmanlı Dönemi İstanbul Suyolu Yapıları, İBB Yayınları, İstanbul.
[7] “Blakhernai Sarayı ve Sözde Anemas Zindanı”, (https://istanbulsurlari.ku.edu.tr/tr/essay/72/blakhernai-sarayi-ve-sozde-anemas-zindani). [Erişim: 17.12.2023]
[8] Başrolünü Türkan Şoray’ın oynadığı bu filmde Anemas zindanları, ilginç bir şekilde hem “yer altı” yapısı olma özelliğiyle, hem de senaryo gereği “yeraltı” kullanımıyla işlenmiştir.
[9] Büken Cantimur, Burcu; Diker, Hasan Fırat, 2019, “Istanbul’un Orta Yerinde Bir Koca Duvar: SFENDON”, İkinci Uluslararası İslami Mimari Mirası Konferansı (ISLAH 2019) Bildiri Kitabı, FSMVÜ yayınları, İstanbul, ss.161-174.
[10] İstanbul 1 Numaralı Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 26.09.2019 tarih ve 4277 sayılı kararı
[11] İstanbul IV Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun 10.02.2010 tarih ve 3582 sayılı kararı
[12] “Kırkçeşme Suları”, (https://islamansiklopedisi.org.tr/kirkcesme-sulari). [Erişim: 17.12.2023]
[13] Lowenthal, David, 1999, The Past is a Foreign Country, Cambridge University Press, Cambridge.
[14] Danışmanlığı bu makalenin yazarı tarafından yapılmış doktora tezi: Özdemir, Cahide Nur, 2020, “Unesco Dünya Miras Alanları Bağlamında Süleymaniye Bölgesi Yer Altı Envanterinin Değerlendirilmesi”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü.
[15] Danışmanlığı bu makalenin yazarı tarafından yapılmış yüksek lisans tezi: Ulaş, Arzu, 2021, “Osmanlı Belgeleri Işığında İstanbul Tarihi Yarımada Bölgesinin Yer Altı Yapılarının İncelenmesi”, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü. Bu tez 2023 yılında kitap haline getirilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz: Ulaş, Arzu, 2023, Osmanlı Belgeleri Işığında İstanbul Yer Altı Yapıları, Vakıflar Genel Müdürlüğü yayınları, Ankara.
[16] Diker, Hasan Fırat; Esmer, Mine, 2021, “Preliminary Evaluation of the Terrestrial Laser Scanning Survey of the Subterranean Structures at Hagia Sophia. Preservation”, Digital Technology & Culture, sayı:50(2), De Gruyter, ss.65-84. https://doi.org/10.1515/pdtc-2021-0014
[17] Varriale, Roberta, 2021, “Underground Built Heritage’: A Theoretical Approach for the Definition of an International Class”, Heritage, sayı:4(3), ss.1092-1118. https://doi.org/10.3390/heritage4030061 [Erişim: 17.01.2023]
[18] Varriale, Roberta; Genovese, Laura, 2021, “Underground Built Heritage (UBH) as Valuable Resource in China, Japan and Italy”, Heritage, sayı:4(4), ss.3208-3237. https://doi.org/10.3390/heritage4040180 [Erişim: 17.12.2023]
[19] Berlin ve Moskova’daki II. Dünya Savaşı’nda kullanılmış yer altı yapıları için özel turistik turlar düzenlenmektedir.
Bu icerik 374 defa görüntülenmiştir.