348
TEMMUZ-AĞUSTOS 2009
 
MİMARLIK'TAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

MİMARLIK MÜZESİNE DOĞRU ADIM ADIM


İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY


TÜRKÇE ÖZET



KÜNYE
ETKİNLİK

Sinan Ödüllü Mimarlar Programı’nın İlki Gerçekleşti:

ZİYA TANALI ve Mimarlığı

Derleyen: N. Müge Cengizkan

Sinan Ödüllü Mimarlar Programı Yürütücüsü

XI. Ulusal Mimarlık Ödülleri ve Sergisi Nisan 2008’de gerçekleştirilmiş, bu kapsamda değerli mimar ZİYA TANALI Sinan Ödülü’ne değer görülmüştü. Sinan Ödüllü Mimarlar Programı’nın ilki ise, “Ziya Tanalı 1965-2009” başlığı altında retrospektif bir sergi ve Tanalı mimarlığının değerlendirildiği, akademi, mimarlık profesyonelleri ve mimarlık öğrencilerinin yoğun katılımıyla gerçekleşen bir panel ile başladı. Ankara’da, 25 Nisan 2009 tarihinde gerçekleşen panelde Tanalı’nın mimarlığı üzerine sunumlar ve değerlendirmeler yer aldı. Aynı gün açılan “Ziya Tanalı Mimarlığı 1965-2009” başlıklı, Zeynep Onur’un küratörlüğünde hazırlanan sergi, 25 Nisan - 2 Mayıs 2009 tarihleri arasında Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde izleyicisi ile buluştu.

Zeynep Uludağ’ın yürütücüsü olduğu panelin ilk oturumunda, Ziya Tanalı’nın kişiliğine, mimarlığına, mimari yaklaşımına, akademik kişiliğine farklı yönlerden fakat aynı vurgularla yaklaşan sunumlar yer aldı. Özlem Taşkın Önen, Tanalı’nın entelektüel birikimi ve pratik tecrübesinden yararlanarak ortaya koyduklarının, hâlâ şekillenegeldiğini söyleyerek, “modern” mimarlık olguları ve günümüzün dinamik, ele geçirmesi derinlemesine bakış isteyen çağdaş mimarlık önermeleri için etkili bir üst-dil olduğunu ifade etti. Tanalı’nın modern mimarlık olguları ve çağdaş mimarlık önermeleri için nasıl bir üst dil oluşturduğunu ve bu bağlamda öne çıkan yaratıcı gücünü tartıştı. Özgün mimari dilin oluşturduğu ve özgün önermelerle dolu olan felsefesinden bahsetti. İlhan Kesmez ise, Tanalı’nın mimarlık eğitimine yaklaşımı üzerine birikimlerini anlatırken onun entelektüel kişiliğini iyi biçimde ortaya koyarak, gerçekten duyarlılıklar ve duyarlılıkların keşfi üzerine bir vurgu yaptı. Zeynep Onur, Tanalı'nın tüm sanat ve mimarlığı algılayış ve ortaya koyuş biçiminin nasıl etik bir anlayışı gündeme getirdiğini; onun yaratıcı gücü ve felsefesi ardında yatan değerleri ortaya koydu.

İkinci oturumda Güven Arif Sargın, Tanalı mimarlığını modernist mimarlığın epik bir anlatısı hem de modernizme tutkulu bir tasarımcının özeleştirisi olarak tanımladı. Tanalı’ya göre çağdaş bir toplumun mimarlığının modernizmin içinde saklı olduğunu ve modernizmin sosyal boyutuna ve mekânlarına yeniden dikkat çekerek yeniden sorgulanan bu söylemin Türkiye kültür ortamlarında yeniden çatkılanması gerektiğini söyledi. Bu nedenle de, gelenek/yenilik, yerel/evrensel, sahiplenme/dönüştürme, tarih/bellek ve yer/mekân benzeri gel-gitler arasında özgün olanı türetmeye çalışan modernizmi, mimarlığın “töz”ünü oluşturan “mekân”la sınamak ve modern tasarım yöntem ve süreçleriyle ulaşılan son ürünün, salınan karmaşıklıklara nasıl karşılık verdiğini ortaya koymak gerektiğini belirtti.

Mimarlık eleştirmeni ve Tanalı’nın yakın dostlarından Abdi Güzer ise, Tanalı’nın çok önemsediği “sahicilik” kavramı üzerinden zaman, mekân ve gerçeklik ilişkisini aktardı. Özetle şunları söyledi:

“Konuşmamı da özetleyecek bazı başlıklar çıkardım: İlki “bağlam”. Naif anlamlı bir vernaküler, geleneksel ya da fiziksel bağlam değil, öncelikleri oluşmuş popüler hiyerarşilere göre belli olmayan, dolayısıyla arasından seçmeler yapmaya açık bir bütünlüğü temsil ediyor. Bunun içinde kültür, tarih, sanat, her şey var, ama daha önce söylendi, çok önemli, onun için cesaretle söylüyorum, Ziya Tanalı mimarlığında bunlardan herhangi biri, bu hiyerarşik sıralamaya bağlı olmaksızın seçilerek, altı çizilip öne çıkarılabilecek ve yeniden bütün o hiyerarşi sırası altüst edilebilecek bir şey olabiliyor rahatlıkla. Benim Tanalı’nın stüdyolarını izleme şansım çok olmadı, ama Tanalı bunu eğitim sürecinde de yaptığını söyler. Fakat, bu anlamda da indirgenmiş bir bağlamdan sözetmiyoruz, ama indirgenmeye bilinçli bir eleştirel süreç sonucunda seçilen pozisyona göre indirgenmeye açık bir bağlamdan sözediyoruz.

İkincisi “zaman” meselesi; güncel kültürün çağdaş zamanı ve zaman bilincini temsil etmesi nedeniyle her zaman o temsilin içinde olmayan, olmayabilen bir kavram olarak öne çıkıyor. Aslında güncel olanı temsil etmek, eğer bir çağdaşlık anlamında modernizmin kendini bulduğu bir zeminse, bu aslında rahatlıkla karşı durulabilecek ve kabul edilmeyecek bir şey de olabilir; bu bence önemli. O zaman, belki de bir karşı çıkıştır. Bu zorunlu olarak zaman dışı bir duruma referans vermeyi gerektirmez; bu anlamda modernizm her şeye rağmen sarılınacak bir simit ve her şeye rağmen sürdürülmesi gereken bir ideal mimarlık anlayışıdır anlamı çıkmamalı bunun sonucunda. Ancak buradaki ayrım noktası şurada: Modernizmin sürdürülebilirliği konusunda geliştirilen araçlar, aslında bizim önümüze konulandan çok farklı ve çeşitli olabilir. Bu ille Tanalı’nın kitabında bahsettiği gibi eklektik alıntılarla dili yapay bir şekilde zenginleştirmek ve renklileştirmek veya tersten gidildiğinde, bunun bir bireysel ekspresyonizmle taçlandırmak gibi bir zorunluluğu olmayabilir. Aynı dil içinde kalarak, ama kültürün başka öğelerini bunun içine katarak bu sürdürülebilirlik meselesini geliştirmek mümkündür; yani bir üçüncü alternatiften bahsediyoruz. Onun için bu zaman karşı durma meselesi bir tür modernizm şovenizmi gibi de algılanmamalı diye düşünüyorum.

Üçüncü başlık “dil”. Ziya Tanalı mimarlığını anlamak ve anlatmak için bu bence bütün bu görsellerde izlediğimizin aksine bir öncelik değildir. Niye böyle söylüyorum? Çünkü aslında Tanalı’nın binalarının dillerinde müthiş bir süreklilik var; yatay / dikey, dolu / boş, renk, malzeme seçimi ve kullanımında belki hiçbir şeyde olmayacak kadar hem bireysellikten arınmış, hem de kendi içinde süreklilik oluşturan bir durum var. Aslında bunu dil bazlı bir analizle anlamaya çalışmak ve bir dil olarak okumaya çalışmak şu çok kolay olabilir. Ama ben bunun birincil önemde olmadığını düşünüyorum. Buradaki bütün bu soyutlama ve yalınlaştırmanın, aslında bir minimalizm anlayışıyla karıştırılmaması gerektiğini düşünüyorum. O anlamda da burada gösterilen eskizin gerçekten çok önemli olduğunu düşünüyorum. O zaman mekânla dil arasında birebir bir ilişkiden bahsetmek mümkün.

Dördüncü kavram “tasarım”. Tasarım şüphesiz çok önemli. Bu aslında bir yandan Tanalı’nın geldiği geleneği, ama öte yandan da o geleneğe onun katkısını temsil eder biçimde eleştirel bir süreçtir. Yani tasarım, bir metodoloji olarak, bir program doğrultusunda bir şeyin bulunması, keşfedilmesi, bu süreç içinde bireysel yaratıcılığın işin içine katılması veya oluşmuş bir çizgi, kimlik ile bunun meşrulaştırılması değil, aksine başa dönmelere, yeniden bakmalara, yapmalara, bu anlamda tekrarlara da açık eleştirel süreçtir. Mimarlık kadar, mimarlığın dirsek teması içinde olduğu her şeyi içerir. Çok küçük bir şey, bir sözcük, bunun için bir başlangıç noktası oluşturabilir.

Son olarak da “mimar” sözcüğü ve kavramı. Buna baktığımız zaman da aslında kendisini görüyoruz Tanalı’nın. Bu üç kavramın ortasında böyle bir mimarlık ve böyle bir karşı duruşu sergiliyor. Aslında her seçim aslında ister istemez bir karşı duruştur veya tersten gittiğimizde, her karşı duruşumuz bir seçimdir. Böylesine bir pozisyon da, zorunlu olarak klasik mimarlık modellerinin ötesinde entelektüel, çok disiplinli, çok girdili varoluşu, bu alanların hepsinde birikim oluşturmayı ve söz söylemeyi kaçınılmaz kılmaktadır. Bu da Tanalı’nın kendisiyle birebir örtüşen bir mimar temsiliyetidir diye düşünüyorum.”

İkinci oturum, Tanalı’nın yakın dostlarından Kıbrıslı sanatçı Emin Çizenel’in "Ziya Tanalı’ya Ada Mektubu” başlıklı, Tanalı’nın bu ‘Ada’ya karşı beslediği duygularını, mimar yanını, bir Adalı sanatçının okuma biçimi ile bir mektupta kurguladığı video enstalasyonu ile sonlandı.

Son söz Ziya Tanalı’daydı:

“Ben neymişim ben, ya da sahiden bu ben miyim? Ama kesin olan şu, elinden bütün oyuncakları alınmış bir çocuk gibiyim. Benim oyuncaklarımla herkes oynuyor. Bu aslında sevindirmesi gerekirken o kadar da sevinemiyorum, çünkü belki de emin değilim. Bütün bu konuşan sevgili insanlar, gayret sarfettiler bu olumluluğa varmak için diye yer yer geliyor aklıma.

Sahneye günün konusu olarak çıkarsanız ne yaparsınız? Bir kere, sahiden katkısı olanlara teşekkür edersiniz, değil mi? Adlarını vermeden... “Onlar kendini biliyor nasıl olsa… Sizinle buraya kadar gelmişlerse, sizin onları bildiğinizi de biliyorlar ve isimlerin ne kadar geçici olduğunu bilen insanlar onlar zaten”, diye de günah çıkartırsınız belki başoyuncu olarak çıkınca… Kısa bir biçimde bir duruma, kendinizi nasıl gördüğünüze ucundan, bucağından değinirsiniz fazla uzatmadan biliyorum herkes yorulur, yorulmuştur zira…

Sorgusuz sualsiz kabul edilenlerin nesli tükendi. Anlaşılan idoller, ikonlar dönemi kapandı galiba. Yoksa bu sefer mi böyle oldu?

Gerçekten Abdi Güzer’in söylediği gibi şaşırdım bu ödülün bana verildiği söylendiğinde… Nedenleri muhtelif, onu başka bir gün tartışırız karşılıklı. Yalnız bugün burada benim yaptığım işlerin tartışılması, bu soruları tabii gündeme getiriyor. Abdi Güzer çok iyi açıkladı, beter bir mimarlık eleştirmenidir zaten…

Vazgeçilmez biri değilim, biliyorum. Ama bakmayın, mimarlık adına pek çoğundan daha çok şey yapmış olduğumu da farkediyorum doğrusu. Pek ortalarda dolaşanlardan biri olmadım. Hayretimin yoğunluk kazanması belki de ondandı, diye düşünmüşümdür sonra da. Benim buraya gelmem de etrafı biraz şaşırttı doğrusu değil mi? Çok güzel sözlerle açıkladılar.

Benim yaptıklarım, alelade olmayan, özenli ve tercih edilmiş, kendi estetiğini kendi içinde barındıran; yalınlığı, sıradanlığı değerlendirmeye kalkışan bir alçakgönüllülüğü de kişinin kendine yakın bulabileceğinin, koydukları kadar koymadıklarında da anlam aramanın örnekleridir belki de...

Şimdi böyle baktıkça bu yaklaşımın, yani “koydukları kadar koymadıklarında da anlam aramanın” bir soyutlamalar dizisini, koyduklarına ve koymadıklarına duyarlılık yüklemeyi nasıl gündeme taşıdığını da görüyorum. “Herkes bilinen bir yerden başlar” demişim bir söyleşisi sırasında, bana sordular: “Siz nereden başladınız” diye? Bugün gülme eksik kaldı, “Meksika yoksulluğu ile İskandinav soğukluğu arasında biryerden başladığımı” söylediğimi hatırlıyorum. O azlığı sevdim, o duruluğu, az ya da hep varolan yokluğun, soğukluğun nasıl hüzne dönüşebildiğini iyi bilirim. Kendi yaptıklarımda bana iyi gelen budur. Becerebildiğim sürece, bunu, doğrusunu isterseniz denedim.

Her yapı mimarın kendisi dışında amaçlara bağlı ve bağımlı olarak yapılır hiç şüphesiz ama, bir mimar hiç çaktırmadan kendi için bir şeyler sıkıştırmaya çalışmazsa da o işi de neden yapar bilmem. Yapılan işlerde nesnenin arkasında okunmayı bekleyen bir duyarlılık gömmenin, sanatı sanat yapan şey olduğuna da inanırım. Biçimlerle pek ilgisi yoktur. Biçimler taşırlar sadece onu, hamallığını yaparlar. Ama uzlaşmanız gerekir onlarla. Bu huzurlu ama hüzünlü gizi olanak bulduğum sürece aramaya çalıştım gibi geliyor, geri dönüp bakınca. Nesnellikte, iki şeyi yan yana koyarken, hiç aklımdan çıkmadı o sevgili doğrusunu isterseniz. Bugün burada bir sergi olarak biraraya getirilmiş olan işlere bir de bu gözle bakın lütfen. En azından eğlendirir sizi. Onları gördükten sonra da beni istediğiniz yere koyabilirsiniz.

Son sıralarda keşfettiğim bir şeyi söyleyerek bitireyim bari bu çene çalma işini… Bu “sahicilik” ya da “kendine benzemek”, naiflikle şiirin gücü arasında bir yerde duruyor. Son emin olduğum gerçek bu. Sevgilerimi sunuyorum hepinize.”

SİNAN ÖDÜLLÜ MİMARLAR PROGRAMI HAKKINDA:

Mimarlar Odası, 1988 yılından beri her iki yılda bir Mimar Sinan anısına Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri’ni düzenlemektedir. Sergi ve Ödül Programı kapsamında verilen en büyük ödül, tüm meslek hayatı boyunca verdiği eserleri ve mimarlığa geçen hizmetleri nedeniyle bir mimara veya ortak çalışan mimarlara verilen “Sinan Ödülü”dür. Mimarlar Odası 2008 yılında düzenlenen programın 11. döneminden itibaren büyük ödülü alan mimar/ların üretimlerini derlemek ve mimarlık kamuoyuna sunmak amacıyla Sinan Ödüllü Mimarlar Programı’nı düzenliyor. Program, bu kapsamda mimarın etkinliğinin ve üretimlerinin değerlendirildiği bir panel, üretimlerinden oluşan bir sergi ve tümünü kapsayan bir kitabın yayımlanmasını kapsıyor.  

Bu icerik 6547 defa görüntülenmiştir.