348
TEMMUZ-AĞUSTOS 2009
 
MİMARLIK'TAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

MİMARLIK MÜZESİNE DOĞRU ADIM ADIM


İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY


TÜRKÇE ÖZET



KÜNYE
DOSYA
MİMARLIKTA ELEŞTİRİ

Modernin Eleştirel Döngüsünde Kaçınılmaz Karşılaşma:

FÜTÜRİST KORUMA VE KORUMACI FÜTÜRİZM

Emel Kayın

Yrd. Doç. Dr., DEÜ Mimarlık Bölümü

19. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan zaman, endüstri devrimi aracılığıyla geleceği biçimlendirecek teknolojik atılımların ortaya çıktığı ve modernite aracılığıyla yepyeni düşünsel ufukların şekillendiği bir süreç olarak gelişirken, büyük kopuşlar, karşı çıkışlar, sıçramalarla birlikte derin paradoksların varlık gösterdiği bir dönem olarak da hatırlanacaktır. Özellikle 20. yüzyılın başları güçlü eleştiriler ve yenilikçi, yenilikçi olduğu için de sarsıcı fikirlerle karakterize olmuştur. Teknolojik olanakların güçlü bir gelişim göstermesi, mekân algısını değiştiren görelilik kuramının ortaya çıkışı, farklı bir mekân öneren modern mimarlığın biçimlenmesi, mekânın-hayatın yeniden kurulması zorunluluğunu yaratan savaşların yaşanması, eleştirel tavırlı ütopyaların kurgulanması ve tüm bunların inanılmaz bir devinim içinde birarada gerçekleşmesi, bu zamanı insan uygarlığının en ilginç dönemlerinden biri haline getirmiştir.

Yeni yaklaşımlar, geleceği kurma yolunda dönüştürücü rol üstlenir ve önemli bir potansiyeli harekete geçirirken, “ne şimdiki zamandan ne de gelecekten ayrılması mümkün olamayacak bir süreç olan geçmişe ne olacağı” konusu, bazen derin bir kaygıyı oluşturmuş, bazen ise görmezden gelinmiştir. Bu kaygı dizgesinin bir ucunda “muhafaza etme”, diğer ucunda “yıkma” eylemi bulunmaktadır. Sözü edilen farklı yönelimler, 20. yüzyıl başında iki kuram tarafından temsil edilmiştir: Bunlardan birincisi muhafaza etmeyi savunan ve varlığını modern bir disiplin olarak 19. yüzyıla temellendiren koruma kuramıdır. Diğeri ise, çağdaş bir mimarlık yaratmayı isterken varolanları yıkarak mekânı sürekli yenilemeyi savunan ve böylece koruma düşüncesine köktenci bir biçimde karşı olan fütürist kuramdır.

Muhafaza etmeyi savunan koruma kuramı ile yıkımı savunan fütürist kuram iki ayrı uçta gibi görünseler de, sözü edilen yönelimlerin üç temel ortaklığa sahip olduğunu öne sürmek mümkündür: Bunlardan birincisi, her iki kuramın da modernite dolayısıyla gelişen olgular olması ve bu çerçevede kendilerini dönüştürme potansiyelini içlerinde barındırmasıdır. İkincisi ise, koruma kuramı ile fütürist kuramın her ikisinin de gelecekçi olmasıdır. Koruma geçmişe ve şimdiki zamana ait olanı geleceğe aktarmayı isteyerek, fütürizm ise şimdiki zamanda inşa edilemeyecek bir mimarlığı gelecek için tasarlayarak, “olmayan geleceği” şekillendirmeye kalkmaktadır. Üçüncü konu ise, koruma ve fütürizm yaklaşımlarının birer eleştirel karşı çıkış niteliğini taşımalarıdır. Birisi yıkıma, diğeri de sürekliliğe karşı oldukları için bünyelerinde eleştirel bir nüveyi barındırsalar da, koruma alanı bu olanağı yeterince kullanamamış, fütürizm ise bu yenileyici gücü tahripkâr bir mecraya sürmüştür. Tarihi, kuramı ya da hayatı derinlemesine okuyan herkesin kaçınılmazlığını bildiği üzere, tüm karşıtlıklar gibi koruma-yıkım karşıtlığının da bir gün yüzleşmesi kaçınılmazdır. Bu makale, sözü edilen yüzleşmenin, modernin eleştirel döngüsünde kaçınılmaz bir karşılaşma olduğunu düşünmekte ve yukarıda açıklanan ortaklıklardan yola çıkarak “fütürist koruma” ve “korumacı fütürizm” kavramlarını telaffuz etmenin mümkün olabileceğine inanmaktadır.

20. yüzyılın mekâna yönelik en büyük dönüşümü, geleceği de belirleyecek olan modern mimarlığın gelişmesidir. Geç 19. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan zaman diliminde üretilen ve ortak olan bazı mimari karakteristikler, davranışlar-akımlar ile onları vareden düşünsel arka plan çerçevesinde açıklanan modern mimarlık büyük bir çeşitlilik gösterirken, çağın ruhunu yansıtmak, bilimsel-teknolojik gelişmelere temellenmek, rasyonel bir tavrı benimsemek gibi yönelimlerle şekillenmektedir. (1) Peki koruma ve fütürizm düşüncesi mekândaki gelişme sürecinin neresinde durmaktadır? Modernite bünyesinde gelişen bir yaklaşım olan koruma, insan uygarlığının geleneksel-eski birikimlerini, doğanın-zamanın tahribatı ve yeni paradigmalar paralelinde gerçekleşen hızlı mekânsal dönüşümlerin yıkıcı etkileri karşısında muhafaza etmek için kurgulanmış modern bir öneri olarak nitelenmektedir. (2) Modernleşmenin gelişme olanakları ile birlikte varolanları yoketme potansiyeli taşıdığına değinen Berman’ın ve modernliği açıklamak için “yaratıcı yıkma” kavramına başvuran Harvey’in bu kapsamdaki vurguları hatırlanmalıdır. (3) Böyle bir gerilim sözkonusu olsa da, koruma kuramı hiçbir zaman modern yapıların inşasına karşı olduğunu söylemediği gibi, büyük oranda rasyonel hareket eden modern mimarlık da genel kurgusuyla tarihî yapıların yıkımı konusunda bir önerme geliştirmemiş; üstelik koruma pek çok modernist mimarın dert ettiği bir mesele olmuştur. Bu gelişme sürecinin en uç noktasında ise sürekli yenileme ve yıkım öngörüsüyle koruma düşüncesine karşı eleştirel bir tavır ortaya koyan fütürizm durmaktadır.

Peki koruma alanı, yıkımı ve sürekli yenilemeyi savunarak varlığına saldırmış olan fütürist yaklaşımdan ne öğrenmelidir? Bu kapsamda koruma alanı için belki de en önemli çıkarım, her modern disiplin için gereken eleştiri mekanizmasının kendi bünyesinde geliştirici bir formatta kurgulanıp kurgulanamadığının sorgulanmasıdır. “Muhafaza etme” ile “muhafazakar olma” arasında sürekli bir çelişkiyi yaşayan koruma alanı, yıkma gibi en uç noktaya giden bir düşünsel deneyimin yüzüne soğukkanlılıkla bakabildiğinde ve tarihteki varoluşunun bu deneyimle eş zamanlı ilerleyişini farkedebildiğinde, eleştiri mekanizmasını kendi bünyesinde kurabilmesi nispeten kolay olabilecektir. Yıkmak üzerine düşünüp yıkmamayı başarabilmek, tarihsel ve çağdaş birliktelik açısından daha iyisini yapabilmenin olasılıkla en yetkin yoludur.

20. Yüzyıl Başında Koruma ve Fütürizm:

Mesafeli Bir Gerilim  

19. yüzyıldan itibaren modern bir disiplin olma sürecine giren koruma düşüncesinin 20. yüzyıl başındaki izleği, bu alanın disipliner çizgisinin somutlaştırılması ve ilkelerin uluslararası kabullerle yaygınlaştırılması biçiminde gelişmiştir. Bu dönemden başlayarak koruma alanı eylemliliğini, “sözleşme”, “tüzük”, “karta” gibi adlarla anılan ve Avrupa ülkelerinden başlayarak çevreye yayılırken evrensel bir bağlayıcılık içeren belgeler aracılığıyla şekillendirmiştir. Modern mimarlık alanı ise eylem biçimini manifestolarla deklare etmiş, bu belgelerin yasal bir bağlayıcılığı olmasa da, en az yasal belgeler kadar taraftarlarının üretimini etkilemiştir. Öyle ki modern mimarlık açısından 20. yüzyılın bu evresini “Büyük Manifestolar Çağı” olarak adlandırmak mümkündür. Fütürizm örneğinde olduğu gibi kimi manifestolar, inşa edilemeyecek bir mekânın kurallarını ortaya koymuş ve sözün etkisi yapılardan daha güçlü kılınmıştır.

Avrupa’da 19. yüzyılda koruma ve onarım sorunlarının ilke, yöntem, teknik, örgütlenme gibi konularda çok yönlü tartışmalarla geliştirilmeye çalışıldığı bir ortamın varlığı sözkonusudur. 19. yüzyılın deneyimleri, 20. yüzyıla da eklemlenmiş ve bu deneyimler yetkinleştirilmeye çalışılmıştır. Bu yüzyıl başında koruma alanındaki belirleyici gelişmelerden biri de, 1904 Madrid Uluslararası Mimarlar Kongresi ve bu kapsamda üretilen belge olmuştur. “Ölü anıtlar” ve “yaşayan anıtlar” kavramlarından yola çıkan bu belge, stil birliği gibi onarım yaklaşımları ile uzmanlık ve örgütlenme gibi konularda öngörüler getirmektedir. Sınırlı sayıda koruma meselesine değinilen Madrid belgesi, tartışma açmaktan ziyade yapılması gerekenleri söyleyen kısa bir metin olup, didaktik ve teknik bir yapıdadır.

Geleceği yaratabilmek için tarihsel olanla hesaplaşmaya girişen fütürizm, 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. Marinetti’nin öncülüğünde Balla, Boccioni, Carra, Russola, Severini gibi sanatçıların çevresinde gelişen bu akım, endüstri devrimi ile gelen teknoloji çağına geç giren İtalyanlar’ın ilerici sanat biçimleri arayışının bir ifadesi olarak tanımlanmaktadır. (4) 1909’da Marinetti tarafından hazırlanan “Fütürizm Manifestosu” başlıklı cüretkar metin ile ilan edilen akımın mevcut-eski sanat karşısında yeniliği yücelten ve saldırgan-yıkıcı bir tutum izleyen yaklaşımı, heykel, resim, mimarlık, edebiyat, müzik gibi birçok alanda ortaya çıkan manifestolarla çoğalmıştır. Fütürist düşünceyi yapıtlara dönüştürmek diğer sanat alanlarında daha kolay olsa da, “yenileyicilik, saldırganlık, yıkıcılık” olgularını bünyesinde taşıyan bir dünya görüşünün, ana eylemi “inşa etmek-yapmak” olan ve sanatsal özgürlükler ile toplumsal gerçeklikler arasında uzlaşma kurmak üzere koşullandırılmış mimarlık alanındaki varoluşu elbette zor olmuştur. Marinetti’nin 1909’daki ifadeleri “hız” olgusuna duyulan tutkuyu dile getirirken, yeni mekân estetiğini açıklamakta ve ikonik bir tarihsel öğenin üzerine giderek geçmişe yönelik bakış açısının ipuçlarını ortaya koymaktadır:

“Biz tehlike, enerji ve yalınlığın şarkısını söyleyeceğiz. Ve açıklıyoruz ki dünya yeni bir güzellikle zenginleşmektedir: Hızın güzelliğiyle. Yılanvari egzoz borularından çıkan patlayıcı nefesiyle bir yarış otomobili, kükreyerek giderken bir makinalı tüfek gibi sesler çıkaran bir otomobil, Somothrace’ın Kanatlı Zafer Heykeli’nden daha güzeldir.” (5)

Fütürizm mimarlık alanında 1914’de Mimar Sant’Elia ve Chiattone’nin Milano’da sergilediği “Yeni Kent” (Citta Nuova) tasarılarıyla varlık göstermiş ve serginin çağdaş bir mimarlık için çıkış yollarını araştıran düşünceleri, Marinetti’nin de katkılarıyla “Fütürist Mimarlığın Manifestosu” adıyla yayımlanmıştır. Metin yeni bir kent ve mimarlık yaklaşımı geliştirme düşüncesine odaklanırken, tarihsel olanı da sorgulamakta, klasik anıtsal mimarlığa, tarihî binaların korunmasına ve kopyalanmasına, dikey-yatay çizgilere, statik, ağır, ezici kübik-piramidal biçimlere karşıtlık belirtmektedir. 18. yüzyıldan beri mimarlığın olmadığını öne sürerek, başta neoklasik akım olmak üzere tarihsel öğelerin tekrarı ile gerçekleştirilen dönem yapılarını eleştiren metin, “Mekanik uzantılarımızla birlikte devinimi oluşturan bizler sanki gürültülü ve hızlı yaşantımızı, bundan dört, beş ya da altı yüzyıl önceki insanın kendi gereksinimlerine göre yarattığı sokaklarda sürdürebilirmişiz gibi.” cümleleriyle modern yaklaşımın en önemli parametrelerinden birini vurgulamaktadır. (6) Mekân-yaşam-zaman ilişkisinin kurulması, günümüze kadar hem modern mimarlığın, hem de modern korumanın en önemli sorunu olmayı sürdürmüştür. Modern mimarlığın çağını yansıtma ilkesi, uç önerilerden rasyonel çözümlere kadar hayatın içinde dururken, koruma alanı bu kapsamdaki kaygısını geçmişin mekânının çağdaş kullanımlara uyarlanması konusuna odaklayacaktır.

20. yüzyılın ilk on yılında koruma alanı Avrupa’da tedirgin adımlarla ilerlemeye ve sağduyulu yollar bulmaya çalışmıştır. Fransa’da sanat ve anı değeri taşıyan yapılarla ilgili listeler yapılırken, 1913’de “milli önem” yerine “kamu yararı”nı öne sürerek özel ve dini yapıların koruma kapsamına alınması, kamulaştırma hakkının genişletilmesi, resmî örgütler kurulması gibi gelişmeler sözkonusudur. İngiltere’de de tarihi-mimarisi önemli sayılan anıtların, evlerin, alanların belirlendiği ve danışma kurulları, araştırma daireleri gibi yapılanmaların oluşturulduğu görülmektedir. (7) Tüm bu gelişmelere karşın koruma eyleminin yaygınlaşması zaman almış, üstelik koruma alanı mekânın hızlı devindiği bir ortamda kendi kendisini de zaman zaman muhafazakarlıkla yüz yüze geleceği bir çizgide korumaya girişmiştir.

Koruma ve fütürizm açısından 20. yüzyıl başındaki eş zamanlı gelişme sürecinde ilginç ve eksik olan, koruma alanının yıkmayı öneren ve varlığına karşı bir tavır sergileyen, dolayısıyla da koruma düşüncesini köktenci biçimde eleştiren fütürizm konusunda gerçek bir tartışmaya girmemiş olmasıdır. Radikal yıkımlar öneren bir yönelim ile aynı ortamı paylaşsa da, koruma alanı modern mimarlığın rasyonel yaklaşımına güvenmiş ve olasılıkla gerçekleşmesi imkânsız bir ütopya olarak gördüğü fütürist yönelimi gerçek bir tehdit olarak algılamamıştır. Bundan daha önemlisi fütürist mimarlığın “yıkma” metaforu üzerinden “mekâna yönelik her türlü yaklaşımın sürekli sorgulanması ve güncellenmesi” gibi koruma alanı için de önemli olabilecek bir önermesi, yıkım düşüncesinin yarattığı tedirginlik, korku, heyecan, coşku gibi duyguların gölgesinde iyi okunamamıştır. Fütürizm de ortaya çıktığı dönemde, koruma paradigmasını anlamak gibi bir kaygıyı duymamıştır. Oysa kuram gerçeklikle eşlendiğinde, fütürizm “yıkıcı” olduğu zaman yıkılacak, koruma ise “muhafazakar” olduğu zaman koruyamayacaktır.

Rus fütüristlerin de İtalyanlar gibi, geçmişin mekânına karşı tahammülsüz oldukları ve yıkım taraftarı oldukları gözlenmektedir. Mayakovski, “Zamanıdır / Mermilerin / Müze duvarlarında patlamasının” diyerek, benzeri İtalya’da da dile getirilmiş müze karşıtlığına eklemlenmektedir. Büyük bir kent olan Moskova’nın yeniden dirilişinden ve eski konakların yıkımından duyduğu sevinçten sözeden Malevitch ise, yenilik tutkusunu mimarlık boyutunda, “Yeni doğan evin çağdaş bir baba ve anadan olmasını, canlı ve güçlü olmasını sabırsızlıkla bekliyorum.” ifadeleriyle açıklamaktadır. Ressamların nesnesiz resim yaparken, geleceğin mimarisinin sorunlarını ortaya koyan yeni öğeler bulduklarını öne süren Malevitch, kentler konusundaki düşüncesini ise “Benim felsefem: Eski kentlerin, eski köylerin her elli yılda yıkımı.” sözleriyle açıklamaktadır. (8) Koruma alanına saldırı niteliği taşıyan bu ifadeler, iletişimle sonuçlanacak bir tartışmaya evrilememiş, her iki taraf da kendi yolunda ilerlemeye devam etmiştir.

I. Dünya Savaşı kültürel miras üzerinde önemli bir tahribat yaratarak koruma alanına önemli bir darbe vururken, savaş aynı zamanda toplumlarda kolektif bellek düşüncesini tetiklemiş ve yıkım paradoksal biçimde koruma alanının güçlenmesine yol açmıştır. Savaşın ardından çeşitli Avrupa ülkelerinde onarım ve örgütlenme çalışmalarına odaklanıldığı görülmektedir. Fransa’da zarar gören 850 kadar anıtsal yapının onarımı ile onarılamayacak durumda olanların yıkımı ya da savaş anıtı olarak korunması konularında tartışmalar vardır. Bu kapsamda yöntem ve teknik üzerinde de çalışmalar yürütülmüştür. İngiltere’de ise anıtsal yapıların yanısıra tarihî konutlara da odaklanan bir sistem içinde, eski binalarda çağdaş kullanım olanaklarını yaratmaya yönelen çalışmalar sözkonusudur. (9)

Fütüristler ise savaş sonrasında faşizm ile ilişkiler kurmuşlar, akımın yıkıcı öğeleri de bu kapsamda daha vurgulu biçimde ortaya çıkmıştır. Genç bir halk olduklarından, müzeye ayağını iki kez basmadığından, Romalıların anılarla yaşamayı reddetmeleri gerektiğinden ve başkanlık etmekten şeref duyduğu hükümetin bir “hız hükümeti” olduğundan sözeden Mussolini, “Nihayet işleyen büyük fabrikalardan bir manzara sunan Roma’nın uyanışına tanık olmaktan mutluyum.“ diyerek yeni kent düşüncesini desteklemiştir. (10) Bu ifadelerde, “müze kent Roma” imgesine de belirgin bir eleştiri mevcuttur.

Koruma ve fütürizm arasındaki ilginç paralelliklerden biri de “yer” bağlamında ortaya çıkmaktadır. Yıkıcı fütürizm akımı İtalya’da gelişirken, bu ülke koruma yöneliminin de en güçlü olduğu coğrafyalardan biridir. Savaş sonrasının en önemli belgelerinden biri olan 1931 tarihli Carta del Restauro İtalya’da üretilmiştir. İtalya’daki restorasyon ilkelerini somutlamak amacıyla hazırlanan Carta del Restauro, koruma uygulamalarının ağır bir sorumluluk içerdiğini ve kesin-açık kurallarla gerçekleştirilmesi gerektiğini bildirerek bu konudaki ayrıntıları açıklamaktadır.

II. Dünya Savaşı’ndan Günümüze Koruma ve Fütürizm:

Çözümcü ve Uzlaşmacı Arayışlar

II. Dünya Savaşı sırasında koruma alanının, yıkım tehlikesine karşı daha hazırlıklı olduğu görülmektedir. Savaş başladığında Fransa’da tezyinatlı pencereler, vitraylar gibi öğelerin sökülüp saklandığı ve 45 bin nesnenin muhafaza altına alındığı, yine de ülkenin tarihsel bölgelerinde önemli kayıplar yaşandığı bildirilmektedir. Taşıma veya kum torbalarıyla muhafaza altına alma gibi benzer bir çaba İngiltere’de de sözkonusu olmuş, yine de bu ülkede önemli tahribatlar gerçekleşmiştir. (11) Savaşın ardından koruma alanının onarım ve örgütlenme çabası yoğun olmuş, Avrupa’da kapsamlı bir restorasyon uygulaması başlatılırken, tahrip edilenlerin tüm dünya halklarına ait olduğu gibi bir düşünce uluslararası ortamda yer bulmaya başlamıştır.

Savaş sonrası, fütürizm için de önemli bir eleştiri zeminini oluşturmaktadır. 20. yüzyılın ortalarından itibaren 1909 tarihli manifesto çerçevesindeki bir fütürizm düşüncesi etkisini yitirirken, gelecekçi yaklaşımlar varlığını sürdürmüştür. Yıkım sonrasındaki ihtiyaçları karşılamaya yönelik bir rasyonalite içinde gelişen kent yapıları ve yeni endüstrileşme kurgularının yarattığı sorunlar, alternatif arayışları yeniden gündeme taşımıştır. Mimarlık tarihi yazıcılarının bu dönem konusundaki yorumları, bu evredeki gelecekçi önerilerin duyarlıkla ve teknolojiye yaslanarak mevcut pratiği sarstıkları yönündedir. (12) Mimarlığın “esneklik”, “büyüme”, “dönüşme”, “mobilite” gibi ihtiyaçlarını dikkate alan bu dönem gelecekçileri “Tak-Sök Kent” (Plug in City), “Yürüyen Kent” (Walking City), “Yaşama Kapsülü” (Living Pod) gibi projeler üretirlerken, olasılıkla tarihsel olanla yüzleşmelerini bitirdiklerinden, yıkmak yerine çözüm üretmeye odaklanan bir tavır içine girmişlerdir. Bunun pratik hayattaki karşılığı tarihsel ve çağdaş olanlar için birlikte yaşama düşüncesinin yerleşik hale gelecek olmasıdır.

II. Dünya Savaşı sonrası koruma alanı için gerek ulusal, gerekse uluslararası kapsamda önemli sözleşmelerin üretildiği bir evreye karşılık gelmektedir. 1954 yılı Avrupa Kültürel Sözleşmesi, Avrupa’nın ortak kültürel mirasının korunması düşüncesini gündeme getirmiştir. İtalya’nın evsahipliğini yaptığı 1964 tarihli Venedik Tüzüğü ise, koruma alanının günümüze kadar ulaşacak birçok temel ilkesini belirlemiştir. 1962 tarihli Malraux Sözleşmesi ise Fransa’da tarihî yerleşme ve yapıların korunması yönünde kapsamlı bir hukuksal dayanak oluştururken, yaklaşımlarıyla diğer ülkeler için de örnek teşkil etmiştir.

1970 sonrasında modern kentlerde-mimarlıkta yaşanan açmazların sorgulanmaya başlandığı ve yeni çıkış yollarının araştırılmaya başlandığı görülmektedir. Koruma alanında ise UNESCO’nun 1972 tarihli Paris toplantısında kabul ettiği Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme gibi metinler aracılığıyla ortak miras kavramının yerleştirilmesi sözkonusudur. 1975 Avrupa Mimari Miras Yılı ve Amsterdam Bildirgesi gibi gelişmeler benzer bir yönelimin sonuçlarıdır. 1980 sonrasında ise kentlerde küresel sosyo-ekonomik girdilerin ve tüketim unsurunun hızlanmasına bağlı olarak yeni mekânsal dönüşümler ortaya çıkmış, koruma alanı da bu kapsamda sarsıntılı bir gelişme çizgisine oturmuştur. Her alanda çok boyutlu uluslararası anlaşmalar düzenlenirken; kültürel mirasın meta olarak kullanılması, tartışmalı restorasyonlar ve kullanımlar dolayısıyla tarihî mekânların yaşayanlarla yabancılaştırılması, replikalarla geçmişin yeniden üretilmesi gibi sorunlu uygulamalar da hızla artmaktadır. Tüketici küresel dünyada, koruma, yaygınlaştığı oranda araçsallaşırken, gelecekçilik düşüncesi ise çevreci sulara yelken açmıştır.

21. yüzyıla gelindiğinde mekâna yönelik gelecekçi yaklaşımların yüzyıl başında tahmin edilemeyecek bir çizgiye oturduğu görülmektedir. Sürdürülebilir, ekolojik temelli ve insan yaşamı ya da uygarlığının dünya yüzündeki geleceği sorununa odaklanan projeler üretmeye soyunan şimdiki zaman tasarımcılarını “Yeni Fütüristler” olarak adlandırmak pekala mümkündür. Ancak onların eski fütüristlerden farkı, “Yavaş Kent” (Citta Slow) hareketinde olduğu gibi “hız” yerine “yavaşlama” kavramını önermeleridir. Hızı benimseyen 20. yüzyıl başı fütürizm akımı gibi İtalya’da ortaya çıkmış eleştirel bir yaklaşım olan ve “Yavaş Yemek” (Slow Food) hareketi ile bağlantılandırılan Yavaş Kent akımı, vahşi kapitalizme ve küreselleşme ile dayatılan davranış modellerine karşı bir tavır sergilemekte, insanın doğal yapısı ve dünyanın kaynakları ile uyumlu bir yaşam-mekân modeli önermektedir. Bu hareketin, 50’den fazla maddeden oluşan manifestosu, çevre politikalarının geliştirilmesi, yerel üretimin cesaretlendirilmesi, modern ile geleneksel arasında kaliteli yaşamı destekleyen bir denge oluşturulması, bölgesel kültür ve değerlerin korunması, gürültü kirliliğinin, trafiğin kesilmesi, yeşil alanların ve yaya bölgelerinin arttırılması, insana gerilimden uzak, huzurlu bir yerin duyarlığının getirilmesi gibi amaçlara odaklanmıştır. (13) Hızdan ve yıkımdan yola çıkan bir yaklaşımın yavaşlama ve varolanla uzlaşma yoluna girmesiyle, 21. yüzyıl için “korumacı fütürizm” kavramından sözetmek hiç de imkânsız olmayacaktır.

Koruma alanı ise geleneksel olandan farklı bir içerik sunan modern mimarlığın korunması sorununun gündeme gelmesiyle eski-yeni, tarihsel-çağdaş gibi kavramlarla belirlediği ilkelerini gözden geçirmek ve nitelik, zaman gibi parametreleri yeniden tartışmak zorunda kalmıştır. Bu alan, telaffuz etmeye fazla cesaret edemese de, belki de ilk kez dünyayı kaplamış olan modernlerin çokluğundan dolayı bazı üretimlerin yıkılması gerekeceğini düşünmeye başlamıştır. Koruma nesnesinin modern olması sonucunda, replika, taklit gibi reddedişler ve kültürel belleğin korunması ile çağdaş yaşantının kurgulanması ihtiyaçları arasında denge oluşturma gibi modernlikle ilgili yönelimler bir kez daha hatırlanmaktadır. Dolayısıyla modern mimarlığın korunması sorunu, koruma alanında yeni bir dönüm noktasıdır. Bu saptamalara mekândaki modern üretimin sürmekte olduğu da eklendiğinde, “fütürist koruma” kavramına yakınlaşmak belki de daha kolay olacaktır. Yeniye odaklı fütürist yaklaşımın bile özü itibarıyla artık yıkıcı değil, bir tür korumacı bir tavırla hareket ettiği düşünüldüğünde, bu ifade elbetteki yıkımı özendiren bir içerik taşımamaktadır. Onun yerine koruma kuramının ve uygulamalarının güncellenebilmesi açısından bu alanda güçlü bir eleştiri mekanizmasının kurgulanmasına yönelik bir teklif sözkonusudur.

Sonuç: Yıkmaması Gerektiğini Düşünmeye Başlayan Fütürizm ve Muhafaza Etmenin Sınırlarını Yeniden Sorgulayan Koruma

Geçmişe ve geleceğe yönelik öngörülerin bir yüz yıllık serüveninden kısa bir özet çıkarılacak olursa, 20. yüzyılın başında ayrı çizgilerle gelecek yaklaşımları sunan koruma ve fütürizm düşüncelerinin 21. yüzyıl başlarında beklenmedik bir yakınlaşma çizgisine girdiklerini saptamak mümkündür. 20. yüzyıl başında “hız”, “yıkım” gibi kavramlarla yola çıkan gelecekçi düşüncenin mekândaki serüveni, 21. yüzyıla gelindiğinde “yavaşlama” ya da “insan doğası-dünya ile uzlaşma” kaygısına dönüşmüş ve bu yaklaşım insanın yeme, içme, nefes alma, sağlıklı yaşam gibi varoluşsal ihtiyaçlarıyla ilişkilenmiştir. Modern olan karşısında geleneksel olanı muhafaza etme amacıyla yola çıkan koruma ise, moderni koruma sorunu ile yüzyüze geldiğinde eleştiriyi gereğince içselleştirememiş yapısı içinde kendi modernliğini sorgulamak zorunda kalmış, üstelik her şeyi koruması mümkün olamadığında ne yapabileceği konusunda da düşünmeye başlamıştır. “Fütürist koruma” ve “korumacı fütürizm” kavramları, bu iki yönlü dönüşümün yalınlaştırılmış ifadesi ile ironisini ve eleştirisini içinde taşımaktadır.

Sonuç olarak 20. yüzyılın başında, gelecek öngörüleri sunan koruma ve fütürizm düşüncelerinin yüzleştiği nokta, 21. yüzyılın başında şudur: Yıkmaması gerektiğini düşünmeye başlayan fütürizm ve muhafaza etmenin sınırlarını yeniden sorgulayan koruma. İkisi de birbirlerini reddederlerken, modernite ortamı içerisinde doğal olarak birbirlerinden, zamandan ve bir “yer” olarak dünyadan öğrenmiş ve etkileşmişlerdir. Günümüzde vardıkları sonuç, koruma ve fütürizm yaklaşımlarının her ikisi için de kaçınılmaz bir modern özeleştiridir. Ancak gelenek ve gelecek, koruma ve yıkma düşüncesi arasındaki derin sorgular, belki de sanıldığı kadar yeni değildir. Gerçeklik, geçmişçiler ya da gelecekçiler farketmeksizin, onu görebilenler için her zaman yakın olmuştur. Kışlık Saray’dan ve müzelerden tiksinse de, yıkmanın da kurmak gibi geleneksel ve sıkıntı verici bir durum olduğunu kavrayan şair Blok’un 1918’de dile getirdiği ve şimdiki zamanlarda da anlamlı olmayı sürdüren şu sözleri, onun gerçek bir gelecekçi olduğunu kanıtladığı gibi, zamanın içinde ne kadar küçük bir mesafe katedildiğini de ortaya koymaktadır.

“Yıkarken eski dünyanın kölesi kalmış oluruz yine: Geleneği durdurmak, onu sürdürmektir. Daha büyük bir kargış ağırlığını duyuruyor üzerimizde: Uyumadan, yemeden edemiyoruz. Kimileri kurmayı, kimileri yıkmayı sürdürecek, çünkü güneş altında her şeyin kendi zamanı vardır, ama ne kurmaya ne de yıkmaya benzeyen bir üçüncü güç doğmadıkça, bizler köle olmayı sürdüreceğiz.” (14)

 

NOTLAR

  1. Tanyeli, 1997, ss.1286-1287.

  2. Kayın, 2007, ss.25-26.

  3. Berman, 2002, s.27; Harvey, 1999, s.29.
  4. Adam, 1997, s.664.
  5. Kortan, 1986, s.25.
  6. Sant’Elia ve Marinetti, 1991, ss.21-23.
  7. Erder, 1975, ss.175-176, ss.231-233.
  8. Bumin, 1990, s.112.
  9. Erder, 1975, ss.177-181, ss.235-238.
  10. Bumin, 1990, s.108.
  11. Erder, 1975, s.182, s.235.
  12. Frampton, 1994, s.280.
  13. http://www.cittaslow.org.uk/ (Mayıs 2009)
  14. Batur, ed. 1997, s.103.

KAYNAKLAR

  • Adam, Mehmet, 1997, “Gelecekçilik”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, ed. Z.Rona ve M.Beykan, cilt:1, Yapı Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul, ss.664-666.

  • Berman, Marshall, 1994, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, çev. Ü.Altuğ ve B.Peker, İletişim Yayınları, İstanbul.

  • Bumin, Kürşat, 1990, Demokrasi Arayışında Kent, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

  • Erder, Cevat, 1975, Tarihi Çevre Bilinci, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Yayınları, Ankara.

  • Frampton, Kenneth, 1994, Modern Architecture: A Critical History, Thames and Hudson Ltd., Londra.

  • Batur, Enis, Ed. 1997, “Gelenek, Yenilik, ‘Üçüncü Güç’: Rus Avant-Garde’ı 1900-1930”, Modernizmin Serüveni, YKY, İstanbul, ss.103-106.

  • Harvey, David, 1999, Postmodernliğin Durumu, çev. S.Savran, Metis Yayınları, İstanbul

  • Kayın, Emel, 2007, “‘Modern’ Bir Kurgu Olarak Koruma Paradigmasının Dönüşümü ve Modern Mimarlık Mirası”, Mimarlık, sayı:338, s.25-29.

  • Kortan, Enis, 1986, 20. Yüzyıl Mimarlığına Estetik Açıdan Bakış, Yaprak Kitabevi, Ankara.

  • Sant’Elia, Antonio ve Tommaso Marinetti, 1991, “Fütürist Mimarlık”, 20. Yüzyıl Mimarisinde Program ve Manifestolar, der. U.Conrads, çev. S.Yavuz, Şevki Vanlı Mimarlık Vakfı Yayınları, Ankara.

  • Tanyeli, Uğur, “Modern Mimarlık”, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, ed. Z.Rona ve M.Beykan, cilt:2, Yapı Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul, ss.1286-1289.

  • http://www.cittaslow.org.uk/ (Mayıs 2009)

Bu icerik 13273 defa görüntülenmiştir.