432
TEMMUZ-AĞUSTOS 2023
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
ULUSLARARASI GÜNDEM

UIA 2023 Mimarlar Kongresi Üzerinden Depremler Sonrası “Yeniden İnşa” Sürecine Bakmak

Nihal Evirgen, ODTÜ Mimarlık Bölümü Doktora Öğrencisi, Mimarlar Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Sekreteri

Uluslararası Mimarlar Birliği’nin (UIA) üç yılda bir düzenlediği Dünya Mimarlar Kongresi’nin 2023 yılı programı Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da 2-6 Temmuz 2023 tarihleri arasında “Sürdürülebilir Gelecekler-Kimseyi Geride Bırakma” (Sustainable Futures - Leave No One Behind) teması ile gerçekleştirildi. Kongrede 135 ülkeden 6.000’i aşkın katılımcının katkısıyla Birleşmiş Milletler’in (UN) belirlediği 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi (SDG)[1] çerçevesinde çok sayıda deneyim ve çözüm önerisi paylaşıma açıldı.

Sürdürülebilirlik kavramının post-modern ve liberal çevrelerce hoyrat kullanımı ve “green-washing” yoluyla neredeyse sermaye aklayıcı bir terime dönüştürülmesi nedeniyle ihtiyatla yaklaştığım kongrenin içeriği nitelikli ve verimli tartışmalara sahipti. Hem bu duruma yönelik eleştirel yaklaşımlar hem de toplum ve doğa odaklı tartışmalar kongrenin geneline hakimdi. (Resim 1) Açılış konuşmalarının en öne çıkanı Kopenhag’ın kent planlamasının başrol isimlerinden Jan Gehl’in konuşmacı olarak yer aldığı “Toplum için Kentler - 50 Yılın Ardından” (Cities for People - 50 Years Later) başlıklı oturumdu. Gehl, kendi meslek yaşamı öyküsünü aktarırken bir yandan da Kopenhag’ın 1960’lı yıllardan günümüze insan odaklı bir planlama sonucu dönüşümünü aktardı. 1960-1980 yılları arasında sokak yayalaştırmalar ile başlattıkları süreçte, 1980-2000 yılları arasında araç girişine izin verilmeyen meydanlar ve kafeler aracılığıyla toplumsal kültürün yeniden kazandırıldığını, kent merkezinin bir sosyalleşme alanına dönüştürüldüğünü etkili görsellerle destekledi. 2000 yılı itibariyle gündeme alınan sağlıklı yaşam ilkesi ve kent ilişkisi kapsamında tasarlanan aktivite parkları ve oyun alanlarının sporu yaşamın bir parçası kılmak için nasıl etkili olduğu görülmekteydi. Bu kapsamda özellikle otomobil kullanımının minimuma indirilerek bisiklet merkezli bir ulaşımın benimsenmesi için yapılan müdahaleler sonucu günümüzde bisiklet kullanım oranının % 62’ye ulaştığı verisi oldukça çarpıcıydı. Son olarak 2010’larda kentin iklim adaptasyonunu sağlamak için atılan kentsel tasarım adımları ile gelişim düzeyinin geldiği nokta önemli veriler sunmaktaydı.[2] (Resim 2, 3)

Dünyanın en yaşanabilir kentleri listesinde ilk sıralarda yer alan kentin gelişim sürecinin radikal planlama kararlarını, bilimsel stratejileri ve bunu uygulayacak politik bir iradeyi gerektirdiğini gösteren konuşma, kendi ülkemizde süren kent ve çevre mücadelelerindeki argümanların da ne denli haklı olduğuna dair somut örnekler içermekteydi. Örneğin, Gehl’in sunumunu sonlandırdığı slaytların birisi doğrudan “Daha fazla araç yolunun daha fazla trafik anlamına geldiğini yıllardır biliyoruz. Oysa insanları aktiviteye davet eden iyi uygulamalarla daha fazla yürüyüş, bisiklet kullanımı ve toplumsal yaşamı elde edebilirsiniz.” cümlelerine sahipti. Ya da aynı oturumda Avusturya’nın Melbourne kentinde uygulanan planlamanın yerel niteliklerini aktaran şehir mimarı Rob Adams, iklim özellikleri nedeniyle çok sıcak olan Melbourne’de 46 dereceyi bulan sıcaklıklarda insan ölümleri ile karşılaştıklarını belirtti. Bu duruma önlem olarak, ısı adalarının oluşumunu engellemek ve kenti soğutmak için kentsel orman üretme stratejileri için çalıştıklarını aktardı. (Resim 4) Tüm bunları dinlerken, ülkemizdeki tam tersi istikamette uygulamaların aklıma üşüşmesine engel olmak oldukça zordu. Örneğin, Ankara’da tam da kent içi orman denilebilecek Atatürk Orman Çiftliği’nin talanı ve “trafiği rahatlatmak” için içinden geçirilen yollar ile parçalanması dahi tek başına sunumda “Ne yapmamalı?” sorusuna verilecek yanıt olmak için yeterliydi. Ancak kongrede daha da önemli dersler çıkarılabilecek ana gündem 6 Şubat depremleri sonrası Türkiye’deki “planlama” ve “yeniden inşa” hamlelerinin nasıl olması gerektiği konusundaydı.

Kopenhag’ın dünyanın en gelişmiş ekonomisine ve refah seviyesine sahip ülkelerden birinin başkenti olması ve yerleşik demokrasi kültürü nedeniyle mevcut uygulamalar konusunda Türkiye ile karşılaştırılması ne yazık ki yeterince adil denilemez. Fakat özellikle dünyanın az gelişmiş/gelişmekte olan ülkelerindeki iyi uygulamalar afet sonrası meslek alanı açısından yapılabilecekleri yeniden düşünmek gerektiğini kanıtlar nitelikteydi. 17 sürdürülebilir kalkınma hedefini altı kongre teması altında toplayarak, iklim adaptasyonu, kaynakların yeniden düşünülmesi, dirençli topluluklar, sağlık, kapsayıcılık ve değişim için ortaklıklar/işbirlikleri için tasarım başlıklarında kategorize edilen panel, sergi ve tartışmalardan bu temaların genelini kapsayan ve deprem, sel, göç ya da salgın hastalık gibi afet veya krizler sonrası mekân üretiminde ortaya çıkan üç iyi uygulamayı seçerek kısaca tanıtmak istiyorum. (Resim 5) Ardından sonuç yerine tüm bu kriz başlıklarına ev sahipliği yapan ülkemizde özellikle 6 Şubat depremleri sonrası gerçekleştirilen mevcut uygulamaları eleştirel bir gözle değerlendirmeyi deneyeceğim.

1. YASMEEN LARİ: PAKİSTAN ÖRNEĞİ 

Pakistan’ın ilk kadın mimarı olan Yasmeen Lari, ana konuşmacı olarak sel felaketleri sonrası Pakistan’da ortaya çıkan iklim göçü, açlık, yoksulluk ve barınma sorunu kapsamında sömürgeci üretim yöntemlerinin dünyaya nasıl zarar verdiğine ve artık mimarlığın güçlü bir araç olarak insanlığın büyük çoğunluğuna (% 99 diye de tabir edilen) hizmet etmek üzere yön değiştirmesi gerektiğine vurgu yaptı. Ana amaç olarak sürdürülebilir eko-topluluklar oluşturmayı hedeflediklerini belirtirken, öncelikle kendisinin 1980’li yıllarda yapmış olduğu ve yüksek karbon emisyonuna neden olan, ülkesinin elitlerine hizmet etmek için tasarlanmış projelerine ilişkin özeleştiri vererek o yıllarda bu bilince sahip olunmadığını aktardı. Mimarlık ortamında, üstelik de dünyaca tanınan isimlerden görmeye alışkın olmadığımız bu yaklaşıma ek olarak mevcut kapitalist üretim yöntemlerine, kaynakları tüketen politikalara karşı da mimarların sorumluluklarını hatırlatan giriş konuşmasının ardından, Heritage Foundation of Pakistan ile ürettikleri barınma birimleri hakkında bilgi verdi. (Resim 6)

33 milyon insanın yerinden edilmesine, 3 milyon ailenin yiyecek ve barınma erişimini yitirmesine, 10 milyon çocuğun ise hastalıklara yakalanmasına neden olan afetlerin sonunda çözüm olarak üretilecek yöntemlerin hızlı, düşük maliyetli, yüksek teknoloji ve işçilik gerektirmeyen ve yerelden elde edilen malzemelerle üretilmesi gerekmektedir. Bu koşullara uygun çok sayıda örneğe rastlanabilir ancak Yasmeen Lari’nin yaklaşımında esas ilgi çekici olan kısım, bu üretim sürecinin aynı zamanda afetten etkilenen toplulukların yaşamını iyileştirme, etkileri azaltma ve üretimin bir parçası olunması yoluyla yeniden bir toplum hissiyatı yaratmaya yönelik strateji üretmesidir. PFP (By the people and For the People) prensibine dayanarak yani; “insanlar için insanlar tarafından” üretimi ve dayanışmayı öne çıkararak tasarlanan bu süreçte, topluma ne yapılacağını bildiren değil onu yetkilendiren, bağımlılık ilişkisi yerine özgüven aşılayan, kişileri mağdur yerine gelişimin bir parçası hissettiren ve yerelden yapılacak eğitimler, bilgi paylaşımı ve kapasite geliştirme yöntemleri ile sorunların üstesinden hep birlikte gelinmesini sağlayacak adımların tasarlanmış olmasıdır. Bu yaklaşım aynı zamanda iklim krizi nedeniyle göçe tabi kalan toplumun doğaya ve çevreye karşı sorumluluklarını da benimseten, yapılı çevreyi üretirken bu duyarlılığı gözeten ve proje boyunca da malzeme seçiminden yapım tekniğine kadar her aşamayı sürdürülebilir yöntemlerle üreten bir süreci gerekli kılar.

Bu kapsamda, inşaat sektörünün dünya çapındaki enerji tüketiminin % 40’ını, su kullanımının % 16’sını kapladığı, çelik, çimento gibi malzemelerin çok daha yüksek enerji gerektirmesinin yanında yüksek karbon ve sera gazı emisyonuna neden olduğu için bunun yerine toprak, kireç ve bambu kullanarak yerel malzemelerle ve yerel halk ile birlikte mühendislik gerektirmeyen barınma üniteleri üretilmiştir. Çoğalabilen, modüler sistemlere de izin veren tasarımlar ile sosyal ve kültürel mekânlar da inşa edilirken aynı zamanda inşa sürecine katılan halkın kendi kimliğini yansıtabileceği şekilde yapıları özelleştirdiği, dekore ettiği görülmektedir. Enerji üretiminden su tüketimine, tuvalet-banyo kullanımından atık bertarafına kadar çok sayıda konu için doğal çözüm yöntemlerinin üretildiği ve özellikle gıda erişimine güçlük ve açlık kapsamında çiftçilik ve tarım eğitimlerinin verildiği belirtilmiştir. Tüm bu adımların sonunda ekonomik maliyetler bir barınma birimi için 150 dolara kadar indirilmiş, 2012-2014 yılları arasında 40.000 birimle başlayan üretim, günün sonunda hiç ağaç kesilmeden, karbon emisyonu olmadan 1.750 köyde 300.000 kişinin barınma ihtiyacının karşılandığı dünyanın en büyük sıfır karbon ayak izine sahip barınma programı niteliği kazanmıştır. Önümüzdeki iki yıl içinse 1 milyon barınma birimine ulaşma hedefi vardır.[3] (Resim 7)

2. KHWAJA FATMİ: BANGLADEŞ ÖRNEĞİ 

Kongre kapsamında belirlenen alt başlıklarda daha küçük grupların katılımına uygun şekilde çok sayıda panel ve tartışma da düzenlenmiştir. Değişim için ortaklıklar/işbirlikleri için tasarım alt başlığında düzenlenen “Toplum için Mimarlık” (Architecture For The People) başlıklı panelde farklı ülkelerden sivil toplum kuruluşlarının, inisiyatiflerin, enstitü veya çeşitli platformların kendi deneyimlerini paylaşması, toplum için mimarlık konusunda çalışma yapan farklı tasarım disiplinlerinin bir araya getirilmesi ve ortaklaşa yapılabilecek çalışmaların organize edilmesi için tartışmalar yürütülmüştür. (Resim 8) Konuşmacılar arasından Khwaja Fatmi, Myanmar tarafından Rohingya’ya uygulanan askeri müdahaleler, şiddet ve işkence sonucu göçe zorlanan Arakanlı halkın Bangladeş’e yoğun göçü sonrası oluşan dünyanın en büyük göçmen kampında yürüttükleri çalışmaları aktardı. (Resim 9)

Fatmi, mimarlığı değişimin bir ajanı şeklinde tanımlayarak başladığı konuşmasında, mülteciler için topluluk mekanlarının tanımlanması, temiz suya erişim, kadınlar ve kız çocukları için özellikle zorlaşan hijyen, güvenli ve mahremiyeti sağlanan tuvalet-banyo alanları kapsamında sanitasyon tasarımı çalışmalarını ve alanda var olan iyi uygulamaları işaret etti. Fatmi’nin aktardıklarına göre, sosyal mimarlık anlayışı ile tasarım sürecine ve karar mekanizmalarına toplulukları dahil etme yöntemleri önemli bir deneyim sunmaktadır. Mülteciler için tasarlanan geçici barınma birimleri için öncelikle hane halkının tüm üyeleri ile tasarım hakkında bir tartışma yürüttükten sonra elde bulunan, kullanılabilecek uygun malzemeleri tespit ederek işe başlanmakta, devamında pratik ve uygulanabilir bir tasarım hane halkı ile birlikte inşa edilip kalan yarısını tamamlama inisiyatifi ise aileye bırakılmaktadır. (Resim 10) Kalıcı-geçici kavramlarının tartışıldığı ve mülteciler için kalıcılığı gündelik yaşamlarında hakim kılmanın zorluğu nedeniyle genellikle geçiciliğe yönelen, bu nedenle de ücretsiz temin edilebilen, oluklu sac, kumaş, palmiye yaprağı veya bambu kamışlar kullanılarak inşa edilen yapıların sürdürülebilirliği de kendiliğinden sağlanmaktadır. Mülteci kampındaki yaşamı kullanıcılar için kalıcı ilan etmeden yaşamlarında mevcut aşamada sağlıklı ve nitelikli mekânlarda kısmi bir istikrar sağlamak hedeflenmiştir. İnsanların aynı zamanda bu geçici evlerin dışında iletişim kurmak ve sosyalleşmek için bir araya gelebilecekleri mekânlar yaratılarak çeşitli fiziksel ve sosyal ihtiyaçlarına cevap verecek topluluk alanları da tasarlanmıştır.[4]

Fatmi’nin çalışma kapsamında dikkat çektiği nokta, mimari projenin sonucunda ne çıktığından çok bunun ortaya çıkma ve gerçekleştirilme sürecinin değer taşıdığıdır. Bir anda kendisini mülteci kampında yaşar bulan insanların şaşırtıcı şekilde zaman içinde toplu tartışmalar, buluşmalar yapabilmek için kendiliğinden topluluk mekânları inşa etme iradesi gösterdiklerini ve süreçte mimarlar olarak bu iradeye alan açmak, bütünüyle Batı tekniklerini empoze ederek tasarlamak yerine kullanıcı önerilerine, uygulamalarına yer vermek gerektiğini anladıklarını aktarmıştır. Başlangıçta tasarladıkları topluluk alanının zamanla kullanıcılar tarafından değişikliğe uğradığını ve alanın sahiplenilmesinde bu müdahalelerin oldukça etkili olduğunu göstermiştir. (Resim 11, 12) Diğer ülkelerden konuşmacıların deneyimlerinden farklı şekilde Bangladeş’te mimarlığın profesyonel bir meslek ya da uzmanlık alanı olmaktan çok toplum tarafından bir zanaat/craft işi olarak algılanmasının da katılımın kolaylaşmasında etkili olduğunu söyleyen Fatmi, son olarak tüm bu deneyiminden hareketle panelin başlığına ilişkin de öneride bulundu. “Toplum için Mimarlık” yerine “Toplum ile Mimarlık” (Architecture with People) demek gerektiğini, mimarlığın topluma projeler ya da son ürün olarak binalar sunan bir pratik değil, insanlarla birlikte üretilen bir süreç olması gerektiğinin altını çizdi.

3. STAR HOMES PROJESİ: TANZANYA ÖRNEĞİ

Kongrede aynı zamanda iki büyük sergi salonunda ve fuaye alanlarında çok sayıda pavyon, atölye, enstalasyon ve poster sergileri bunmaktaydı. Panellerde ve tartışma başlıkları altında sunumları da yapılan ürünleri deneyimlemek ve hakkında bilgi almak mümkündü. Bu kapsamda ana sergi salonlarından birinin ortasında 1/1 ölçeğinde sergilenen iki katlı ahşap strüktürlü bir ev prototipi dikkat çekiciydi. (Resim 13) Royal Danish Academy’nin katkılarıyla hazırlanan yerleştirme Tanzanya’nın Mtwara kentinde salgın hastalıklar ve barınma sorunu kapsamında tasarlanan Star Homes projesi hakkında bilgi vermekteydi.

Proje tanıtımına göre, Sahra Altı Afrika bölgesinin önümüzdeki on yıllar içinde dünyadaki nüfus artışının çoğunluğunu oluşturması ve 2050 yılına kadar nüfusunun ikiye katlanarak 2,5 milyara ulaşması beklenmektedir. Bu durum zaman içinde milyonlarca yeni konut inşa edileceği anlamına gelmekte ancak aynı zamanda sürdürülebilir, düşük maliyetli ve bölgeyi ağır şekilde etkileyen sıtma, ishal ve solunum yolu enfeksiyonları gibi önlenebilir hastalıklara karşı yeni barınma birimleri tasarlanması için de fırsat sunmaktadır. Bölgenin özellikle sıcak ve nemli kırsalındaki geleneksel konutlar genellikle tek katlı, zayıf havalandırma koşullarına sahip betonarme strüktürlü yapılardır. Sivrisineklere karşı yeterince korunmayan evlerde, sınırlı hava akışı termal konforu düşürmekte ve sıcak nedeniyle cibinlik gibi koruyucular da genellikle kullanılmamaktadır. Yeterli havalandırması olmayan mutfak alanlarında yemek pişiren pek çok kadın solunum yolu enfeksiyonu yaşamakta, su kaynaklarının ve sanitasyonun yetersizliği nedeniyle aile bireyleri, özellikle de çocuklar ve yaşlılar bulaşıcı bağırsak hastalıklarına yakalanmaktadır.

Star Homes projesi bu kapsamda, Tanzanya’dan CSK Araştırma Kuruluşu direktörü ve barınma ve halk sağlığı konularında çalışan Salum Mshamu’nun girişimleri ile mimarlar, halk sağlığı uzmanları, doktorlar ve entomolojistlerin (böcekbilimci) bulunduğu interdisipliner ve uluslararası bir ekibin çalışmaları sonucu geliştirilmiştir. Çok sayıda bilimsel çalışmanın konut tasarımında yapılacak modifikasyonların çeşitli hastalıkların önlenmesine dair geniş fayda sağladığını göstermesi ve daha önce yine Tanzanya’da gerçekleştirilen Magoda projesinin[5] başarısından ilhamla, iyileştirilmiş bir konut tasarlanmıştır. Mtwara’daki geleneksel konut tiplerine bakarak plan tipolojisi oluşturulmuş ayrıca çevresel simülasyon teknikleri ile iç mekan hava akışının en konforlu halinin belirlenmesi, dumansız bir ocak / pişirme ünitesi gibi bağımsız elemanların tasarımı da düşünülmüştür. Yatak odaları iç mekân sıcaklığının düşürülmesine yardımcı olmak ve sivrisineklerin girişini azaltmak için daha büyük, geçirgen açıklıklarla yükseltilmiştir. (Resim 14-16)

Klinik bir deneme olarak başlayan proje kapsamında Mtwara’da 60 köye 110 adet iyileştirilmiş konut inşa edilerek bu evlerde yaşayan hane halkının sağlığı üzerindeki etkileri 3 yıllık bir süre içerisinde 440 kontrol evinde yaşayanlarla karşılaştırılacaktır. (Resim 17) 2021 yılında ailelerin yerleştirilmeye başladığı evlerde 2024 yılına kadar izlenecek sürecin sonunda hem bölgede nüfus artışı nedeniyle inşa edilecek yeni evler için örnek yaratarak konut inşaatının çevre üzerindeki etkilerini azaltmak hem de halk sağlığının ve yaşam kalitesinin konut tasarımı yoluyla iyileştirilebileceğini hükümetlere, karar vericilere ve politika yapıcılara göstermek hedeflenmektedir.[6]

SONUÇ YERİNE: DEPREMLERİN ARDINDAN TÜRKİYE’DEKİ YENİDEN İNŞA SÜRECİNE DAİR BİR DEĞERLENDİRME

6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli üst üste gerçekleşen yıkıcı depremlerin ardından altı ayı aşkın zaman geçti. 11 ili etkileyen ve özellikle başta Hatay olmak üzere, Adıyaman, Kahramanmaraş, Malatya gibi kentlerimizde kentin büyük kısmının yok olmasına, ciddi sayıda yapının boşaltılmasına ve yoğun bir göçe tanıklık ettik. Bölgede susuzluktan salgın hastalığa, sıcak ve nem nedeniyle çadır ve konteynırlarda yaşamın dayanılmaz hale gelişinden halen hijyen ve güvenlik koşulları sağlanamamış tuvalet - banyo alanlarına, molozların taşınması sürecinde yapılan yanlış yer seçimlerinden asbest ve toz yayılımı kaynaklı halk sağlığı ve çevre sorunlarına, tarım arazilerinin yapılaşmaya açılmasına kadar sayısız sorun başlığıyla karşı karşıya kalmış durumdayız. (Resim 18, 19)

Yazı boyunca yer verdiğim örnekler afet ve kriz durumları kapsamında yapılacak bilimsel çalışmaların ne denli hayati önem taşıdığını göstermek ve tüm bu sorunların çaresiz olmadığını anlatmak amacıyla seçilmiştir. Öncelikle, Gehl ve Adams tarafından aktarılan Kopenhag ve Melbourne örnekleri, kentsel tasarım aracılığıyla kentlerin planlı şekilde büyümesinin ve toplumsal yaşamı öncelik edinerek tasarlanmasının ulaşımdan sosyal yaşama, sağlıklı toplumdan iklim değişikliği ve çevre sorunlarına kadar çok sayıda başlıkta elde edilebilecek ilerlemeleri göstermektedir. Afet öncesi alınması gerekli önlemler ve planlı kentleşmenin önemi kapsamında dikkate alınması gereken bu örnekler, ülkemizdeki “imar affı” uygulamalarının, plansız kentleşmenin, yanlış kentsel dönüşüm uygulamalarının ya da ulaşım politikalarının yerine bilimsel olarak mimarlığın ve planlamanın tercih edilmesi halinde doğa olaylarının afete dönüşmek zorunda olmadığını kanıtlamaktadır. Ancak ülkemizde 6 Şubat sonrası yayınlanan ilk OHAL kararnamesi ile uygulamada olan şehircilik ve planlama süreçleri dahi askıya alınmış, tek yetkili Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ilan edilmiştir.

Afet durumlarının ortaya çıkması halinde ise atılacak adımların planlamasına yönelik Yasmeen Lari’nin aktarımları ile gördüğümüz Pakistan örneği barınma birimlerinin nasıl tasarlanması gerektiği ve bu sürecin toplumun iyileştirilmesi ve güçlendirilmesinde nasıl rol oynadığı konusunda önemli veriler sunmaktadır. Pakistan’daki deprem ve sel felaketleri sonrası oluşan tablonun ölçeği Türkiye’deki ile benzerlik taşımaktadır. Buna rağmen Türkiye’de geçici barınma konusunda geliştirilmiş projelere, sahada geniş çaplı iyi uygulamalara rastlamak yerine ancak yardım çadırları ve konteynırlar ile karşılaşılmaktadır. Üretimi, nakliyesi, depolanması çok daha zor, maliyetli ve daha fazla enerji gerektiren konteynırlarda sağlıklı havalandırma koşullarını sağlamak ve iklim özelliklerine adaptasyon çok zor olduğu gibi “çadır kent” ya da “konteynır kentlerin” yerleşimi dahi plansız şekilde, yanlış yerlerde uygulanarak sel, salgın hastalık ya da yangın gibi yeni kriz başlıklarına davetiye çıkarılmıştır. (Resim 20) Sosyal açıdan ise halk devlete veya çeşitli yardım kuruluşlarına tabi hale gelen, yardıma muhtaç, mağdur konuma itilmekte bu durum afet sonrası travmanın atlatılmasını zorlaştırdığı gibi toplumsal bir inisiyatifin gelişmesine de izin vermemektedir. Aynı şekilde kalıcı konutların yapımı için hükümet tarafından açıklanan; bir yıl içerisinde 650.000 konutun inşa edilip teslim edileceği vaadi de yine topluma danışılmadan, halkı planlama ya da inşa aşamalarına dahil etmeden yürütülmektedir.[7] Oysa ikinci örnekte Khwaja Fatmi’nin Bangladeş’te göçmen kampında inşa ettikleri topluluk alanlarında önemle vurguladığı şekilde, krizden etkilenen toplulukların kendi inisiyatifi ile inşa sürecine katılımı doğru ihtiyaçların belirlenmesinden doğru malzeme seçimine, mekanların sahiplenilmesinden insanların iyileşmesine kadar çok sayıda önemli katkı sağlamaktadır.

Deprem bölgesinde kentler yerle bir olmuş ve yeniden inşa edilecek yüzbinlerce konut varken yeni bir sayfa açmak ve günümüzde yaşanan iklim değişikliği kaynaklı sorunların gelecekte daha da ağırlaşacak sonuçlarına karşı önlem almak mümkündür. Son örnek olarak Tanzanya’dan Star Homes projesi tam da bu kapsamda 2050’ye dek beklenen yoğun nüfus artışı kapsamında inşa edilecek yeni evler için planlama çalışmaları ile çevresel etki, halk sağlığı ve planlı gelişim açısından daha iyi sonuçlar elde edebilmenin olanaklarını araştırmaktadır. Oysa Türkiye’de kalıcı konut uygulamaları olmaması gereken bir hızda ve planlama faaliyeti, malzeme kullanımı, yapım tekniği, katılım stratejileri tartışılmadan tabiri caizse topluma yalnızca “kayalık zemin”, “tünel kalıp” ve “beton dayanımı” kavramları ezberletilerek ilerlemektedir. İktidarın uygulamaları bu yönde sürerken, Yuva Projesi, Herkes İçin Mimarlık, Urban.Koop gibi inisiyatifler ve sivil toplum kuruluşlarının, ODTÜ Acil Tasarım Stüdyosu, MEF Üniversitesi Tasarla Yapı Atölyesi gibi üniversitelerin mimarlık bölümlerinin iyi uygulama örnekleri alanda yer bulmaktadır. Ancak bunların genele yayılmasını sağlamak, tekil kalmasının önüne geçerek devlet politikalarına etki edebilmek yönünde stratejilere ihtiyaç vardır. Bölgenin ve esasında ülkenin geleceği açısından bu aşamada kentlerin yeniden ayağa kaldırılması, toplumun güçlendirilerek rehabilitasyonu için disiplinlerarası yoğun bilimsel tartışmalara, çalışmalara ve uygulamalara alan açılmalıdır. Geçici barınma birimlerinin güçlendirilerek uzun süre konforlu şekilde kullanılır kılınması, kalıcılığın yeniden tartışmaya açılması gerekmektedir.

Dünyanın az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerinde bu örneklere rastlamak mümkünken, deprem sonrası ilk günlerde ortaya çıkan dayanışma ve örgütlenme yeteneği ile Türkiye’nin insan kaynağı, toplumsal birikimi ve -her şeye rağmen- ekonomisinin çok daha ileri seviyede uygulamalara sahne olabilecek güçte olduğu görülmüştür. Kongre sonunda yayınlanan 10 maddelik ilkeler listesinde[8] de yer aldığı gibi mimarlıkta tüm insanların temsili ve insan onuruna yakışır mekânların üretimi gereklidir, yapılı çevreyi inşa ederken toplumun tüm kesimleri ile uyum öncelikli olmalıdır, hiçbir yeni gelişme alanının yeşil alanları yok etmesine, doğal sistemlerin bozulmasına ve gıda üretimini engellemesine izin verilmemelidir. İnşa sırasında kullanılacak malzemelerde yerel ve yenilenebilir malzemelere öncelik verilmeli, atık üretilmeden ve karbon ayak izi minimuma indirilerek çalışılmalıdır. Dünyanın ve ülkemizin bugün içinde bulunduğu durum göz önünde bulundurulduğunda ise tüm bunları sağlamak için yine kongre sonunda vurgulandığı gibi “cesur, hatta radikal” olunmalıdır.[9]

NOTLAR

[1] Detaylar için bkz: https://sdgs.un.org/goals [Erişim: 07.08.2023]

[2] Kongrede yer alan ana konuşmalara YouTube üzerinden erişilebilmektedir. Jan Gehl ve Rob Adams ile gerçekleştirilen oturumun tamamı için bkz: https://www.youtube.com/watch?v=Z7T8gcRrlLM&t=1s&ab_channel=UIAWORLDCONGRESSOFARCHITECTSCPH2023 [Erişim: 07.08.2023]

[3] Yasmeen Lari’nin sunumuna erişmek için bkz: https://www.youtube.com/watch?v=eKEP9xwaYsc&t=2314s&ab_channel=UIAWORLDCONGRESSOFARCHITECTSCPH2023 [Erişim: 07.08.2023]

[4] Daha fazla bilgi için bkz: https://www.floornature.com/community-spaces-rohingya-refugees-ukhiya-teknaf-bangladesh-17163/ [Erişim: 07.08.2023]

[5] Bkz. http://ingvartsen.dk/the-magoda-project/aidccb00sm3wo4dux5nwdc0ihv1fqb Erişim:07.08.2023

[6] Proje hakkında detaylı bilgi için bkz: http://ingvartsen.dk/star-homes/05j7kpd9jgwrs3g4yattohlxwnyz3q ve https://www.starhomes.wiki/ [Erişim: 07.08.2023]

[7] Bakan Kurum: 1 yıl içerisinde 319 bin konut yapacağız ve toplamda 650 bin konutun yapımını sürdüreceğiz,” Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı resmî web sitesi: https://csb.gov.tr/bakan-kurum-1-yil-icerisinde-319- bin-konut-yapacagiz-ve-toplamda-650-bin-konutunyapimini-surdurecegiz-bakanlik-faaliyetleri-38492. [Erişim: 07.08.2023]

[8] Bkz: “copenhagen lessons”, https://uia2023cph.org/ [Erişim: 07.08.2023]

[9] A.g.e.

Bu icerik 697 defa görüntülenmiştir.