424
MART-NİSAN 2022
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK ELEŞTİRİSİ

Şaşırtıcı Bir “Var-Yer”: Garanti BBVA Bankası Teknoloji Kampüsü

A. Derin Öncel, Doç. Dr., MSGSÜ Mimarlık Bölümü

“Metropolitan alanda yer alan yapının peyzajıyla kurduğu ilişkiyi tanımlayarak, ana şeffaf kütlesinin köprü formunda zeminden koparılmasıyla açık alan elde edilmesini ve çeşitli işlevleri barındıran yapay topoğrafik kütlelerin doğal topoğrafya ile güçlü ve uyumlu bir ilişki kurmasını sağlayan özenli kütle tasarımı; dikkat çekici kütle biçimlenmesini iç mekân-güneş ışığı ilişkisinin güçlü kılınmasını sağlayacak şekilde destekleyen plan kurgusu; yapı kabuğunun iklimsel dönüştürücü bir rol üstlenmesinin yanı sıra, ofis cephesinin yalın ve okunabilir dili; yüksek yapı teknolojisi sistemlerinin mekân üretiminde kullanımı ile yapının doğal çevresi ile ilişkisinin ortaya çıkardığı ikilemi mimari bir dille sentezleyen tasarım anlayışı nedeniyle” Garanti BBVA Bankası Teknoloji Kampüsü 2020 Ulusal Mimarlık Ödülleri’nde “Yapı Dalı Ödülü”ne değer görüldü. Yapının mekânsal etkisini fark etme, merak ve deneyim üçgeni üzerinden öznel bir okumayla anlamaya çalışan yazar; çevre verilerinin hızla dönüştüğü eski sanayi bölgesinde ve otoyol kenarında, teknoloji ağırlıklı bir yapının tasarımında insanın

 

Yaşamdaki hız, kentsel dönüşüm baskısı, bireyin sosyal mekândan kopmasına ve içe dönmesine yol açan güncel koşullar ve sanal mekân dinamikleri, özellikle yüksek teknolojili büyük yapıların tasarımında teknolojiye odaklanılarak “anlam” konusunun bir tarafa bırakmasına neden oluyor gibi görünüyor. Yine de yerle ilişki kurma, anlam yaratma gibi idealleri olan büyük projelerin varlığı ümit verici. Pendik’te E-5 / D-100 otoyolu ile Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan ve TEM otoyolundan gelen bağlantı yolunun kavşağında yer alan Garanti BBVA Bankası Teknoloji Kampüsü, bu ümit verici projelerden biri.

Bu yazıda yapının mimarlarının projenin ana fikrini, yapının mimari özelliklerini ve teknolojisini anlattıkları metinler, söyleşiler, profesyonel fotoğraf ve video çekimlerinden edinilen bilgiyle yapının yerinde deneyimlenmesi üzerinden bir izlek oluşturulmaya çalışılacaktır. Genel ve öznel iki bakışın iç içe geçmesiyle oluşan yazının amacı, yer ve anlam konusuna vurgu yaparak, teknolojinin araçsallaştırılması yerine odağa insanı alarak özümsenmesinin mümkün olabileceğini, Garanti BBVA Bankası Teknoloji Kampüsü’nü anlamaya çalışarak okuyucuyla paylaşmaktır.

ÖZNEL BİR OKUMA; FARK ETME, MERAK, DENEYİM

“Duyguların etkisi ve kuvveti sanılandan çok daha büyüktür. Duygularımız tüm hareketlerimize adeta nüfuz etmektedirler. Düşüncelerimiz hiçbir zaman tamamen berrak, hareketlerimiz de pratik olmadı.”[1]

20. yüzyılın başında Kübistlerin mekânsal ilişkileri göstermede izledikleri estetik yöntemin tartışmaya açtığı; hareket, zaman, algı kavramlarına vurgu yapan Giedion’dan[2]

21. yüzyıl başında Marc Augé nin antropoloji alanına dair analiz ve savlarıyla tanımladığı “yok-yerler” kavramına kadar mimarlar, sezgisel olarak değişimi hissetseler dahi insan ve mekân arasındaki ilişkiyi algılayan özne - algılanan nesne ve bu nesnenin insan zihnindeki tezahürü üzerinden düşünmeye alışmışlardı. Diğer bir deyişle öznenin / kişinin mekândaki deneyimi üzerinden zihninde kurulan anlam özneldi ve bu düşünce biçimi algılanan mekânı “yer” haline getiriyordu.[3]

Yaşamın hızlanması, olay ve algıların peş peşeliğinin yarattığı zihinsel karmaşa, imgelerin çoğalması, mekânsal algıda hızlı ölçek değişiklikleri ile “yer” kavramının zayıfladığı hissine dayanan “yok-yerler” mimarlık alanında büyük yankı buldu. Farklı kültürel kodların varlığına rağmen dünya kentlerinin küreselleşme etkisiyle benzer mekânsal dönüşümlere sahne olmasıyla yer, kimlik, bellek kavramları yetersiz kalıyordu ve bu “durumu” açıklayan / tartışan yok-yerler kavramı, mimarlık alanında kabul gördü.[4]

Böylece otoyollar, havaalanları, alışveriş merkezleri gibi girişleri güvenlikli, içe dönük, belirli bir kullanımı olan ama nerede ve hangi zamanda olunduğuyla ilgili verisi bulunmayan mekânların bu kavramsal çerçeve içinden açıklanması mümkün görünüyordu. Her ne kadar bu bakış açısı “yer” kavramının karşıtı gibi algılansa da Augé’nin yaklaşımı mimarlar için oldukça heyecanlı bir tartışma alanı açıyor ve kavramın fiziksel hal ile ilgili olmayıp mekânda kimlik, ilişkisellik, tarihsellik, zihinde bıraktığı etki, bulunulan yere özgülük gibi özelliklerin olmamasına vurgu yapıyordu.

İstanbul’un yok-yer kavramının tartışılabileceği birçok mekânı içerdiğini söylemek yanlış olmaz. Türkiye’de inşaat sektörünün, ekonominin görece canlılığı süren tek sektör olması, İstanbul’un hızla kontrolsüz büyümesine neden oluyor. Köprü ve çevre yolları yapıldıkça büyüme doğrusal olarak bu izler üzerinde ilerliyor. Endüstrinin terk etmesiyle dönüşmekte olan E-5 / D-100 aksı bu durumun izlenebileceği en etkili yerlerden biri. Sanayinin gelişim hattı 70’li yıllarda bu otoyol izinde, eski Ankara Asfaltı’nda oluşmaya başlamıştı. Bu yıllarda İstanbul’un doğu yönünde sınırının Bostancı’nın ilerisine henüz geçmediği ve bu sınırın mekânsal sembolünün de Bostancı Altıntepe’de bulunan karayolu tüneli olduğu söylenebilirdi.[5]

Ankara’dan gelişte tünelin karanlığına giriş, İstanbul’a çok az kaldığını; gün yüzüne çıkış ise gelindiğini haber verirdi. Haydarpaşa İstasyonu’nun iskeleye inen basamaklarında İstanbul siluetiyle karşılaşmak kadar etkili olmasa da yol üzerindeki bu sekans, zihinde, İstanbul’a giriş imgesi yaratırdı. Oysa otoyol ölçeğine genişleyen bu yolların üzerimizdeki etkileri çok değişti. Bugün otoyollar ve bağlantı yollarını yok-yerler olarak tanımlıyoruz. Bunun nedeni, hızla akan hayatın içinde oldukça işe yaramalarına rağmen hareket halindeyken algımızı etkileyecek, zihnimizde bir imge yaratacak veya hatırlatacak bir özelliğe sahip olmamaları. Bu konuya mimar olarak daha öznel yaklaşırsak, otoyolların izinde hızla değişen çevre herkesten daha ziyade bizlerin ilgisini çekiyor olmalı. Buna karşılık yıkılan ve inşa edilen yapıların hızına yetişememenin, büyük yapıların her birinin kütlesel etkileri ve kompozisyonlarındaki karmaşanın da yine herkesten ziyade bizleri etkilediğini söyleyebiliriz. Bu hızlı ve karmaşık dönüşümün zihnimizde var olan çevre algısını dönüştürdüğünü, yerle kurduğumuz ilişkiyi zayıflattığını / başkalaştırdığını hissedebiliyoruz. Artık otoyol kenarında fark ettiğimiz her bir vinç, gelmekte olan büyük yapıların ve imge karmaşasına eklemlenecek yeni bir projenin habercisi gibi. Garanti Bankası BBVA Bankası Teknoloji Kampüsü ile ilk karşılaşma hikayemin böylesi bir önyargıyla oluştuğunu itiraf etmeliyim. (Resim 1)

Resim 1’de bu yazıyı hazırlarken yakın tarihte ulaştığım, İBB’nin 2013 tarihli fotoğrafında Garanti BBVA binasının yeni başlamış inşaatı görülüyor. Aynı tarihlerde havaalanından E-5’e ulaşmama çok az kalmışken yeni, hem de oldukça büyük olan bir inşaatın başlamış olduğunu fark ederek “havaalanı bölgesi olmasına rağmen kim bilir burada nasıl bir yapı yükselecek” düşüncesinin zihnimden geçmediğini söyleyemem. Birkaç anlık bu düşünce ve kaygı, kavşağa yaklaştıkça zihnimde geriye atılmış ve bastırılmış diğer benzer kaygıların yanında yerini almıştı. Böylece yapıyı “fark etme” sekansı benim için, inşaat aşamasının anlık ve yüzeysel algısıyla gerçekleşmiş oldu. “Merak” sekansı ise 2020 yılında bir UMSÖP ödülünün, yıllar önce önünden kaygılanarak geçtiğim inşaatın bitirilmiş haline verildiğini öğrenmemle başladı. Bundan sonra ise farklı birçok kaynak üzerinden proje, çevresi ve yapım konusunda bilgi edinme süreci başladı.

PROJE ALANI VE ÇEVRE

E-5 / D-100 otoyolu ve demir yolunun kıyaya yaklaşarak Pendik Tersanesi’ne bağlandığı Kaynarca kavşağının yoğunluğu giderek artmış. 2000’li yılların başından bu güne, TEM karayolu ulaşım ağına eklenmiş ve Sabiha Gökçen Havaalanı inşa edilmiş. Artan yoğunluğun da 1960’lı yıllardan itibaren bölgeye yerleşen sanayi ve işçi konut mahallerinin dönüşümüne neden olduğu görülüyor. Teknoloji kampüsü arsasında daha önce Alemdar Kimya sabun fabrikasının bulunduğu ve arazinin içinden Kemiklidere’nin bir kolunun geçtiği biliniyor. Arazinin yakın çevresinde ise Marmara un fabrikası, Parsan makine parça sanayisi ile yeni yıkılmış, Kiptaş tarafından projelendirilmekte olan Malazlar kibrit fabrikasının boş arazisi bulunuyor. Son yıllarda kavşak çevresinde 3 büyük alışveriş merkezinin de inşa edilmesiyle proje arazisinin tanımlı, referans alınabilir hiçbir çevre özelliğinin kalmadığı söylenebilir.

FİKİR ESKİZLERİNDEN YAPIMA

Kampüs projesinin fikir eskizleri 2009’da başlamış ve 2018 yılında yapının inşaatı tamamlanmış. ERA Mimarlık proje aşamasının ardından yapım yönetimi sürecinde de aktif rol alarak projenin ana ilkelerinden ödün vermeden ve kurumla uyum içinde inşa edilebilmesini sağlamış. Mimar Ali Hızıroğlu projenin ana ilkelerini; bankanın kurumsal gelişimi ve teknolojisini planlayacağı, yeni, gelişime adapte olabilecek esneklikte ve yüksek teknolojide bir yapı beklentisini, zayıf çevre verilerini reddedip içe dönmek yerine bulunulan yerin olumsuz koşullarını bertaraf edecek şekilde mekânı zenginleştirerek kurgulamış. Bu arada dere yatağına yakın konumun ileri teknoloji gerektiren bir yapıya getirebileceği risklerin[6] ve kampüs programının yoğunluğunun, projenin zorlayıcı koşullarını oluşturduğunu tahmin etmek güç değil.


Hızıroğlu, geliştirdikleri proje yaklaşımının, sürecin başından itibaren kurum tarafından desteklenmesinin önemine vurgu yapıyor. Mimar, proje ve inşa sürecinin sıkıştırılmış bir zamanda yapılma zorunluluğunun dayatılmamasının da projelendirme ve inşa sürecinde araştırmaya imkan tanıdığını belirtiyor. Bu araştırma sürecinin, binanın gerek inşa kararlarının gerekse teknoloji donatısının hedeflenen standartlarda gerçekleşmesinde etkili olduğuna hiç şüphe yok. Kurumun teknoloji ağırlıklı gelişiminin planlanması ve hazırlanmasına odaklanan ofislerin bulunduğu birimleri, personel eğitimlerinin gerçekleştiği salon ve çalışma alanları, konferans salonları, spor merkezi ve ortak mekanları, ayrıca data merkezi[7]

gibi teknoloji odağında gelişen ve bankanın kalbini oluşturan bölümleri ile yapı, hem birbirinden ayrı hem bir arada tasarlanmış, kendine özgü, adeta düşey bir kampüs niteliği taşıyor. Kampüs, kullanımı gereği çevreye kapalı planlanmış olsa dahi geçirgen bir etkiye sahip ve yapıyı çevreleyen yollardan bu etki kolaylıkla algılanabiliyor. Yapının en kuvvetli tasarım ilkesi, kapalı ortak mekânların yaratılmış topoğrafya içine gizlenmesi ve adeta suyun bu yaratılan tepeler arasında akışı gibi düzenlenen yaya yollarının, ofis mekânlarının bulunduğu ve on bir metre yukarıdan başlayan yatay cam bloğa ulaşması. (Resim 2) Yeşil doku ile üzerine oturan cam blok arasında ise düşey sirkülasyonu sağlayan, brüt betondan çekirdek hacimleri biçimlenmiş.

Dört bin kişiye çalışma imkânı veren bu dört katlı cam ofisin zemin kota oturmaması, arsanın tümünü kesintisiz bir bahçe olarak kullanmaya olanak tanıyor. Ayrıca bu karar kampüsün dıştan algısında hem kapalılık oluşturmuyor hem de yapıyı olduğundan çok daha hafif hissettiriyor. (Resim 3) Kampüsün içinde de dış mekânla görsel ilişki kurulmasına imkan veren bu karar, çevreyle bağlantının kopmamasını sağlıyor. Tasarımın bir diğer önemli ilkesi ise cam bloğun, avlular etrafında biçimlenmesi. (Resim 4) Yapı parselinin uzun kenarı doğrultusunda ve bu iç avlular etrafında oluşan biçiminin dinamik yapısı, cam yüzeylerin yansıtıcı özelliğiyle birleşince; topoğrafyaya oturan bu uzun cam blok, gökyüzü ve çevre dokunun içinde adeta görünmez oluyor.[8]

Mimarı, yapının topoğrafya üzerine oturabilmesi ve avlular etrafında geniş açıklık geçen köprüler ile yatay sirkülasyonun sağlanması gibi önemli mekân kararlarının, yapı statiğinde kompozit bir yaklaşımın geliştirilmesine yol açtığını ve yapıda betonarme sistemle beraber metal konstrüksiyona da başvurulduğunu söylüyor. Özellikle yapının hafif kütle etkisi yaratması için düşünülen konsollardaki kat plaklarının, çelik kolonlarla çatı kotundaki metal taşıyıcılara asılması, bir mimari kararın yapım aşamasında ödün vermeden inşa edilebilmesine verilebilecek iyi bir örnek.

TEKNOLOJİ VE İÇ MEKÂN KONFORU

Kampüsün iç mekânlarında rahat, işlevsel ve esnek olarak; ısı, ses, ışık ve hava kalitesi yüksek bir ortamda çalışılabilmesi, hem mimari yerleşim kararları hem de yüksek teknolojinin imkânlarıyla gerçekleşmiş. Mimarı bunda mimari kararların doğruluğu kadar disiplinler arası ve bütüncül çalışma yaklaşımının da etkisi olduğunu söylüyor.

Ofis katlarında çalışma mekânlarına ilişkin ana yerleşim kararının; iç avlular etrafında sirkülasyon alanlarının planlanması, açık ofis olarak tasarlanan bölümlerin dış cepheye alınarak doğal ışıktan en fazla yararlanması ve çevreyle etkileşiminin kesilmemesi fikri üzerine geliştiği anlaşılıyor. Ofis katlarında benimsenen bu net mekânsal karar ile zaman içinde gereksinimlerin değişmesi durumunda dahi yeni koşullara rahatlıkla uyumlanabilme potansiyeli oluşturulmuş.

Yapının ofis bölümünü oluşturan cam blok, dışta çift, iç avlularda ise tek cidarlı cephe olarak tasarlanmış. Yapının dıştan algısında kesintisiz cam bir zarf oluşturan çift cidarlı cephe, iç mekândaki ısı, ses ve ışık konforunu iki cam yüzey arasındaki güneş kontrolü panelleri ve iklimlendirme menfezleriyle sağlıyor. Bununla beraber, ofislerin aydınlatma sistemlerinde gün ışığına entegre teknoloji kullanılarak çalışma ortamında aydınlık düzeyi sabit tutulabiliyor. Çalışanların dinlenebilecekleri küçük molalar için tasarlanan, ofis dışındaki mekânlar; iç avluyu köprülerle geçerek sirkülasyon alanlarını birleştirecek biçimde tasarlanmış. Buralarda da iki kat arasına galeri boşlukları tasarlanarak dinlenenler için perspektif genişletilmiş. (Resim 5)

Yapıyı mimari ve teknik bilgiler üzerinden sanal ortamda öğrendikten sonra deneyimleme aşaması için yapının inşaatıyla ilk karşılaşmamdaki gibi Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan E-5 / D-100 yönüne bir rota oluşturdum. TEM otoyolu üzerinden bağlantı yoluna saptıktan sonra, havaalanının genişletilen pisti için düz yol üzerine toprak dökülerek oluşturulan tünel, her geçişimde olduğu gibi beni gülümsetti.

VE DENEYİM

Havaalanından E-5 / D-100’e bağlanan otoyolun her iki yönü, dönüşüm süreçlerini yaşayan mahalleler olarak güzergah üzerinde özel bir etki oluşturmuyordu. Ancak yolun kenarında teknoloji kampüsünün cam cephesi çok yüksek olmayan bir yansıtma yüzeyi gibi belirince, bu uzun ve sakin yapının çevresiyle kurduğu keskin kontrast ortaya çıkıyordu. Otoyolda hızla yol alma gereği binayı da hızla kaybettim. Kaynarca kavşağından geri döndüm, binanın bulunduğu karşı yöne geçerek otoyolda ilerlemeye başladım. Az sonra bina, ağaçların arasından görünmeye başladı. Ancak bu sefer yalnız bir yansıtma yüzeyi olarak değil, tüm mekânsal etkisini çok yalın ve çarpıcı bir biçimde görebildiğimiz bir bina olarak. (Resim 6) Otoyoldan ayrılıp binanın etrafında dönerek girişe yaklaşıldığında çevresiyle oluşturduğu yapısal kontrast daha netleşiyor; ancak çevreyi ve gökyüzünü yansıtan bu büyük yapı, tam da bulunduğu yerin ve zamanın bir parçası oluyordu.

Teknoloji kampüsü, çevresinde dolaşırken, yalın ve dingin bir etki veriyor. Oysa plan düzleminde incelendiğinde dinamik bir yapısı olduğu hissediliyordu. Bu algı farkını “yerinde incelemek” ile “belge üzerinden incelemek” veya “mekânın deneyimi” ile “mekânın temsili” arasındaki farkta aramamız gerekiyor. Bu dinamik etki, cam ofis bloğunun, tepelerin üzerine oturması kararıyla da örtüşüyor. Yeşil tepelerden oluşan, doğal, dinamik ve geçirgen zemin kotu ile onun üstüne oturan cam blok, arada açıklıklarla beraber yapının yakın çevresinden rahatlıkla algılanıyor ve projeyi anlatan metinde söz edilen geçirimlilik, deneyim sırasında da fark ediliyor. (Resim 7)

Kampüse girdikten sonra cam bloğun kütlesi ile yaratılan topoğrafyanın arasındaki kontrast etki, girişin habercisi iki beton kolona doğru çekimi kuvvetlendirerek ziyaretçinin, yapının iç dünyasına girmesine olanak sağlıyor. (Resim 8) Yapının iç dünyası, dıştan algılanın tersine hareketli ve her yerden farklı perspektifler oluşturan zengin bir mekânsal etki bırakıyor. Yatayda olduğu kadar, yukarıda yükselen iç avlular ve köprüler yoluyla düşeyde de çok etkili olan bu “dış ama iç” mekân; yeşil doku ve su öğesiyle sakin ve dingin bir ortam yaratarak bir soyutlanma sağlıyor. (Resim 9) Çalışma ofislerinin bulunduğu cam blokta, dört çalışma katında da iç avlular çevresinde dolaşımı sağlayan sirkülasyon alanları ve köprüler, kesintisiz dolaşım imkânı ve birbirinden farklı perspektifler sunuyor.

Çalışma mekânlarıyla beraber tüm ortak mekânları da dolaştıktan sonra özenle tasarlanmış, dinamik ama dingin bu iç dünyanın deneyimi sırasında birçok kere durarak çevreye baktığımı ayrımsıyorum. Mekânın sunduğu perspektiflerin ve etkinin sürekli değişmesi karşısında her an durup izleyebilmenin ayrıcalığını, o mekânda çalışmayan birinin rahatlığıyla, sonuna kadar keyifle kullandım. İnsan algısı ve konforun tasarımda ön planda olduğu bir yapıda yaratılan mekânların sunduğu bu potansiyellerin, çalışanların performans ve mutluluğuna katkı sağladığına hiç şüphe yok.

BİTİRİRKEN

Yaşamın hızı dünyayı algılama biçimini değiştirmekte, zihnimizi etkilemekte, yapılabilirliklerin sınırını genişletmekte. Değerler dizisinde yaşanan bu köklü değişimin en görünür alanı hiç kuşkusuz kentsel çevre ve mimari. Bu yazıda değerlendirilmeye çalışılan Garanti Bankası BBVA Bankası Teknoloji Kampüsü’nün bulunduğu çevrenin özellikleri, bugün dünyada birçok kent için hiç yabancı değil. Kimlik, anlam, kendine özgülük, ilişkisellik, zamansallık gibi olgulardan söz edilmeyen ve hızla değişen, birbirine benzeyen bölgeler, yok-yerler… Böylesi bir çevre içinde inşa edilmesine rağmen kendine özgü mekânsal değerleriyle fark edilen bu teknoloji kampüsü, bu çağın genç insanları için, bu çağın genç insanları tarafından tasarlanmış. Dinamik ama dingin, iddialı ama mütevazı, çalışma odaklı ama dışa dönük, hem şeffaf hem yansıtan, hem doğal hem teknolojik… Bugünün insanının dinamik algısının ve yeteneğinin ürünü, ümit verici, anlam yüklü bir yapı.

KÜNYE

Proje Adı: Garanti BBVA Bankası Teknoloji Kampüsü

Proje Yeri: Pendik, İstanbul

Proje Ofisi: ERA Mimarlık

Tasarım Ekibi: Ali Hızıroğlu, Ertun Hızıroğlu

Proje Ekibi: Faik Barutçu, Fahrettin Çiloğlu, Çiğdem Duman, Serap Aydınel, Gökçen Demirkır, Melis Uysal, Sevgi Paçcı, Çağla Özgen, Elif Taşal, Ekim Orhan İsmi, Süreyya Numanoğlu, Gülizar Bozdoğan, Şafak Kızılırmak

İşveren: Garanti BBVA Bankası

Yapımcı: Kaba Yapı: Koray İnşaat, Altınsoy İnşaat; İnce İşler: MOB, Decart İnşaat; Mekanik Elektrik Taahhüt: AE; Arma Elektropanç Cephe: Metal Yapı

Statik: Mpi / Melih Bulgur

Elektrik: Proma / Erdoğan Duman

İç Mekân Tasarımı: Hasan Mingü / Midek Mingü

Peyzaj: ERA Mimarlık

Fotoğraflar: Cemal Emden

Proje Tarihi: 2012

Yapım Tarihi: 2018

Toplam İnşaat Alanı: 142.000 m2

* Aksi belirtilmedikçe görseller TMMOB Mimarlar Odası UMSÖP arşivinden alınmıştır.

NOTLAR

[1] Giedion, Siegried, 1990, Espace, Temps et Architecture, Edition Denoel, s.255.

[2] 20. yüzyıl teorisyenlerinin çoğunun üzerinde durduğu mekân ve zaman kavramları üzerine düşünen Giedion, 19. yüzyıl sonlarından itibaren, mekânın estetik kalitesinin bir noktadan algılanan bir sonsuzluğa indirgenemeyeceğini ve mekânın gerçek özünü görmeye çalışan izleyicinin mekânda hareket edebilmesi gerektiğini savunur.

[3] Norberg Schulz “yer” ve “mekan”ı iki ayrı kavram olarak belirler: Mekân, fiziksel bir kavrayışla ilgilidir, yer ise mekânı algılayan kişiye / öze bağlıdır. Schulz bu teori üzerinden “genius logi” (yerin ruhu) kavramını tanımlayarak 20. yüzyıl teorisyenleri için heyecanlı bir tartışma alanı yaratır.

[4] Marc Augé’nin Yok-Yerler kitabının ikinci basımında çeviri güncellemesini Emre Akça ile beraber yapan Arbil Ötkünç’ün “yok-yer” kavramını tartıştığı konuşması, mimarlık alanından bakışı özetlemesi açısından önemlidir: https://www.youtube.com/watch?v=WQdqoNxVM3A [Erişim: 28 Şubat 2022]. Kavramın dilimize çevrilmesini ve bilgi kuramı üzerinden değerlendirmesini ise Gökhan Koçyiğit “Mark Augé’de Yok-Yer (Non-Lieu) Kavramı Üzerine Bir Epistemik Çözümleme” makalesinde detaylı olarak yapar: https://dx.doi.org/10.5505/megaron.2018.27880 [Erişim: 28 Şubat 2022].

[5] Tünel bugün mevcut ve yan yol olarak kullanılmakta olan eski Ankara Asfaltı’na hizmet vermekte.

[6] Mimar Ali Hızıroğlu, dere yatağının altyapı çalışmalarıyla bulunduğu doğrultuda, toprak altında kanal içine alındığını; ayrıca yapı arazisinin kenarından geçen açık bir kanal hattının da yapıldığını belirtiyor.

[7] İki ayrı enerji hattından beslenen ve kesintisiz tasarlanan enerji akışı, bankanın data merkezi için hayati öneme sahip. Ayrıca yapının bu bölümü olası su taşkınına karşı özellikle korunarak planlanmış ve dereye en uzak konuma yerleştirilmiş.

[8] E-5 / D-100 Kaynarca kavşağından havaalanına doğru yönlenirken karşımıza çıkan bu görünümün binayı algılayan üzerindeki etkisine “deneyim” sekansında yeniden dönülecektir.

Bu icerik 1459 defa görüntülenmiştir.