310
MART-NİSAN 2003
 
MİMARLIK'TAN

ODADAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

DOSYA: MİMARLIK EĞİTİMİ: Ağaç Yaşken Eğilir

YİTİRDİKLERİMİZ



KÜNYE
DEPREM

Bir Uygarlık Projesi Olarak İstanbul’u Depreme Hazırlamak

Yücel GÜRSEL

Mimarlar Odası 38. Dönem Genel Başkanı

17 Ağustos 1999 Kocaeli ve 12 Kasım 1999 Düzce deprem felaketlerinin üzerinden üç yıl geçti. Felaketin ardından oluşan duyarlılık, ulusal dayanışma ruhu yerini giderek anma günlerine, unutmaya, kaderciliğe ve vurdumduymazlığa bırakıyor. Ülkeyi yönetenler ve yönetme iddiasında olanlar için, dönüştürücü bir güç ve potansiyel olarak değerlendirilmesi gereken duyarlılık ve dayanışma ruhu, pasif bir beklentiye mahkum edildi. Oysa deprem bölgelerinin yeniden inşasında, yeni konutların ve yerleşme bölgelerinin yapımında, depremzedelerin iş gücü olarak görülmesi ve değerlendirilmesi, deprem şokunu aşmanın, acıları, psikolojik ve sosyolojik travmayı yenmenin en doğrudan çaresidir.(1)

İSTANBUL’DA DEPREM RİSKİ: HERŞEY APAÇIK ORTADA

Depremden bu yana Marmara denizinde fay hatları ile ilgili yapılan ulusal ve uluslararası araştırmalar, ağırlıklı olarak İstanbul’u etkileyecek olan bir depremin kaçınılmazlığını ve olası sonuçlarını apaçık ortaya koymuş durumda. Rahmetli Prof. Dr. Aykut BARKA’ nın yayınlanmış çalışmaları, Ulusal Deprem Konseyi’ nin raporu, Prof. Dr. Mustafa ERDİK’ in proje yöneticiliğinde hazırlanan rapor ve değerli pek çok çalışma, İstanbul’ un içinde olduğu deprem riskini tüm boyutlarını, can kaybının 40.000 civarında, 40.000 tam hasarlı, 300.000 ağır ve orta hasarlı bina kaybının olacağını, bina kayıp bedelinin yaklaşık 11 milyar Amerikan Doları, altyapı ve eşya dahil toplam kayıp bedelinin yaklaşık 50 milyar Amerikan Doları olacağını belirtmektedir.

Buna karşın, merkezi ve yerel yönetimler deprem riskini azaltmaya yönelik önlemler yerine, deprem sonrası önlemleri esas alan bir çalışmanın ötesinin geçememektedir. Zaman zaman basına yansıyan tekil ve mucizevi çözüm önerileri ile toplumsal bilinç saptırılmaktadır. Teknolojik veya finansal özellikli -çok katlı binalar, kat artışları ile deprem giderlerini finanse etmek gibi- indirgemeci çözüm önerileri, İstanbul’u deprem karşısında çaresiz bırakan son 50 yıllık sürecin tekrarı niteliğindedir.

İstanbul’un içinde olduğumuz zaman diliminden itibaren giderek artan bir oranda, 30 yıl içinde %65 olasılıkla kaçınılmaz bir tehdit altında olduğu, kayıpların büyük oranda, yapım kural ve tekniklerine aykırı, elverişsiz zeminlerde ruhsatlı ve ruhsatsız yapılaşmada olacağı biliniyor olmasına rağmen, niçin elinde yaptırım gücü olan, iktidar olan merkezi yönetimlerden ve belirli bir ölçüde de olsa yerel yönetimlerden, kapsamlı çözüm proje ve programlar ortaya çıkmamaktadır? Niçin parlamentoda temsil edilen yada edilmeyen siyasi partilerden ikna edici toplumsal mutabakatı sağlayıcı çözüm önerileri gelmemektedir ve niçin toplumun diğer örgütlü kesimlerinden, meslek kuruluşlarından, sendikalardan, birkaç istisna dışında kapsamlı proje önerileri gelmemektedir?(2)

İstanbul korkunç bir yıkım tehdidi ile karşı karşıyadır. En kapsamlı ve doğru görünen öneride, yapıların en riskli olanlarının yıkılıp yeniden yapılması, diğerlerinin ciddi bir takviye görmesi gerektiği ifade edilmekte, ancak böyle bir önerinin yaşama nasıl geçirileceği konusunda ikna edici, siyasal ve toplumsal mutabakatı sağlayıcı verimli bir tartışma ortamı oluşmamakta, bu doğrultuda projeler geliştirilmemektedir. Orta ve özellikle yüksek hasarlı yapılarda betonarme takviyenin yapıyı daha da ağırlaştırdığı, bunun da deprem riskini artırdığı tartışma ortamına getirilmemektedir. Toplumun ezici çoğunluğu, 40.000 ölü, 50 milyar Dolar zarar, 300.000’i aşkın yıkılmış bina tehdidine karşın, gidişin değiştirilemeyeceği inancı ile kaderine tevekkülle boyun eğmiş siyasal süreçten umudu kesmiş durumdadır.

KENTLEŞMENİN VE DEPREM RİSKİNİN EKONOMİ POLİTİĞİ

İstanbul’un son 50 yılda, içinde olduğu duruma niçin ve nasıl geldiği göz önüne alınmadan ve oluşturulan toplumsal ve siyasal kültürün eleştirisi yapılmadan, sağlıklı bir gelecek perspektifi de geliştiremeyiz.

1950’lerden bu yana Türkiye’de kentleşme, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmenin bir göstergesi olarak biçimlenmemiş, açık pazar ekonomisine geçişin ve sermaye biriktirmenin bir aracı olarak istismar edilmiştir. İstanbul’un kentleşmesi ve nüfus göçü, sermaye birikimi için ucuz iş gücü olarak değerlendirilmiş, kentin mevcut altyapısı, “sanayileşme“ altyapısı olarak kullanılmış, kentin planlı ekonomisi için altyapıya pay ayrılmamış, kentleşmenin sosyal ve kültürel maliyeti göz ardı edilmiştir. Sanayileşmek için bilime, teknolojiye, insana yatırım yapılmamış, sermaye biriktirmek yalnızca ucuz iş gücüne ve nüfus artışının yarattığı arsa rantlarının el değiştirmesine dayanmıştır. Bu süreç toplumsal kültürü, siyasi kültürü ve bilimsel etiği deforme etmiş, yozlaştırmıştır. İstanbul’ da yoğunlaşan sermayenin, kentin tarihsel dokusunu rant için yıkmasına, nüfus göçünün ise kentin gelişme alanlarını ve hazine arazilerini yağmalamasına göz yumulmuştur.

İstanbul’un son zamanlara kadar ikinci derecede deprem bölgesi kabul edilmesi, ülkemizdeki mülkiyet çeşitliliğine rağmen üniversitelerimizde imar hukuku kürsülerinin kurulmamış olması, hisseli tapularla ve parselasyon planları ile plansız kentleşmenin meşrulaşması, İstanbul’un yarım yüzyılda yağmalanmasında nasıl yaygın bir mutabakatın oluştuğunun, sermaye birikimi süreçleri ile gecekondu ve kaçak yapılaşma süreçlerinin, “bilimsel sorumluluk alanları ile “teknik sorumluluk” alanlarının nasıl bir zımni işbirliği içinde olduklarının göstergesidir.

İmar afları, İstanbul’da ve genelde Türkiye’de planlı ve sağlıklı kentleşme için teknik, sosyal ve kültürel altyapıya ayrılması gereken bedelin, sermaye birikim süreci ile gecekondulaşma arasında paylaşılmasıdır. Bu sürece hayır diyenler, paylaşımda yer almayı reddeden aydınlar, bilim adamları, teknik elemanlar, siyasi hareketler ve meslek örgütleri 12 Mart’da ve 12 Eylül’de susturulmuşlar, ağır baskılara uğramışlardır

Ancak 80 milyar Dolar iç borç, 120 milyar Dolar dış borçla ülkeyi yönetemez / yönetilemez hale getirenler, son bir çaba ile Avrupa Birliği sürecinden yararlanma yolunu seçmiş durumdadırlar. Bu süreci anımsatmamızın iki temel nedeni vardır:

1. İstanbul’u depreme hazırlamanın bedeli, geçmişe ödenmesi gereken gecikmiş bir bedeldir. Bu bedel İstanbul’un kentleşmesinden yararlananlar tarafından, demokratik ve yasal bir şekilde karşılanmalı, paylaşılmalıdır. Bu bedel, depremden önce 10 yıllık planlı ve programlı bir şekilde ödendiğinde, yaklaşık 20 milyar Dolarla sınırlı olacak; can kaybı en düşük düzeye çekilebilecektir. Bu bedel depremden sonra ödenecek olursa 50 milyar Doları bulacak, 40.000 can kaybı olacaktır.

2. İstanbul’u depreme hazırlamak, yalnızca kâr amaçlı bina yapımı ve ihale sürecine indirgenemez. İstanbul’u depreme hazırlamak, ulusun ortak eseri olan bir uygarlık projesi olmalıdır. İstanbul’un yalnız çürümüş yapıları yıkıp yenilenmemeli, aynı zamanda değer erozyonuna uğramış, mafyalaşmış, hukuk dışı olmuş ekonomik, sosyal ve kültürel yapısı da yenilenmelidir. Çünkü İstanbul’u deprem riski karşısında çaresiz bırakan bu yapıdır.

İstanbul’u depreme hazırlamak ekonomik, sosyal, kültürel bütünlülüğü, mali, idari, yasal süreçleri olan toplumsal bir projedir. Bir uygarlık seferberliği projesidir Bir ulusal proje ve aynı zamanda uluslararası Avrupa Birliği projesi olmalıdır. Bu projenin temel ilkeleri şu başlıklar altında ele alınabilir:

1. Konut Hakkı

Devlet, temel insan hakları ve anayasal bir hak olan konut hakkı çerçevesinde, tam hasar, ağır hasar ve orta hasar riski altında olan yaklaşık 350.000 konut sahibine / kullanıcısına, bir program dahilinde kademeli olarak konutlarını yeniden aynı bölgede ya da başka bir yerde yaptırmasına / yapabilmesine yetecek bedelde borçlanmalı ve bunu Türkiye’nin her yerinde geçerli tapu niteliğinde bir belgeye bağlamalıdır.

Tam hasarlı bölgeler öncelikli olmak üzere çürük yapı bölgeleri boşaltılmalı, yıkılarak yeniden yapılmalıdır. Bölgelerin boşaltılması sırasında, İstanbul’da konut fazlası olarak boş duran konutlar, devlet garantisinde kiralık konut olarak değerlendirilmeli, boşaltılan bölgelerin insanları, eğer istiyorlarsa buralara geçici olarak yerleştirilmelidir. Tapu niteliğindeki belgeler, üzerinde yazılı olan şartlarla birlikte ekonomi içinde, özellikle yapı sektörü içinde değerlendirilebilecek şekilde düzenlenebilir.

TC Devleti, son 10 yılda bankalar operasyonunda, devlet bankalarının görev zararlarının karşılanmasında 30-40 milyar Dolar borçlanmıştır. Bu borçlanmanın kimlere olduğu, gelir dağılımını nasıl haksızca bozduğu ayrı bir incelemedir. Ancak 350.000 tam, ağır ve orta hasarlı binanın yıkılıp yeniden yapılması ve 40.000 can kaybının önlenmesi için, devletin garanti edeceği bedel konutlar için 5-6 milyar ve altyapı için de bir o kadar gereklidir. Böyle bir yaklaşım ekonomiyi canlandırmak, dinamize etmek, istihdam yaratmak ve teknoloji geliştirmek için değerlendirilebilir.

2. Dayanışma - Paylaşım İlkesi

İstanbul’u depreme hazırlayabilmenin ön koşulu, toplumsal ve siyasi iradenin biçimlenmesidir. Bu iradenin biçimlenme sürecinde, toplumun tüm kesimlerinin, yüksek bir özveri, dayanışma, zorlukları ve zorunlulukları paylaşma ilkeleri etrafında bilinçli olarak davranmalarının yaşamsal önemi vardır. Deprem sinsi bir tehdit değil, geleceğini ve nasıl geleceğini haber veren bir tehdittir. Toplumun tüm örgütlü ve organize olmuş kesimleri, 8-10 yıllık bir program doğrultusunda, yaklaşık 20 milyar Doların kendilerine düşen (borcu) payını, İstanbul ve kentleşmesinden aldıkları pay oranında ödemeyi tartışmalıdır.

Başta TÜSİAD, sanayi ve ticaret Odaları, bankalar, iş ve sermaye dünyasının önde gelenleri, sendikalar, esnaf ve sanatkar Odaları, tüm meslek örgütleri ve kuruluşları, kendi tabanlarında ve genel kurullarında konuyu tartışmalı, para, mal ve hizmet katkılarını belirlemelidirler. Bu katkı biçimleri parlamentoda yasallaştırılmalıdır. Bu katkıların hibe değil, bir borç olduğu, uygar ve demokratik bir kentin de güvenli ve insanca yaşamanın gecikmiş bir bedeli olduğu bilinçlere ve vicdanlara kazınmalıdır.

Avrupa Birliği sürecinin gelişmesine, bölgede barış sürecinin güçlenmesine bağlı olarak, milli savunma giderlerinden yapılacak tasarruflar, bu uygarlık savaşına katkı olarak değerlendirilmeli, askerlik süresi ve süreci de özel ve geçici bir yasa ile depreme hazırlık doğrultusunda programlanmalıdır. Bu seferberlikde TC ordusunun, modern ve organize yapısının özel bir önemi olduğu apaçıktır.

Tapu kayıtları bilgisayara geçmeli, şeffaflaştırılmalı, katkıların belirlenmesi ve dayanışmanın sağlanmasında göz önünde bulundurulmalıdır. Unutulmamalıdır ki, deprem tehdidi altında gayrimenkullerin değeri düşmekte, tapular kendiliğinden delinmektedir. Depremde yıkılmış bir kentte tapular bir nimet değil, külfet olacaktır. Uygar ve kentleşmiş bir toplum, mülkiyet bilinci, kültürü ve sorumluluğu olan bir toplumdur.

3. Üretim – Kalkınma - İstihdam

İstanbul’u depreme hazırlamak, kalkınma stratejilerinin bir ekseni, üretim ve istihdam alanı olarak programlanmalıdır. İstanbul son 50 yıllık geçmişinde, plansız ve programsız olarak 2-3 kez yıkılıp yeniden yapılmıştır. Nüfus göçüne paralel olarak İstanbul’da yoğunlaşan sermaye göçü, kendine uygun kentleşme yaratmak ve konut alanları açmak için kentin 2-3 katlı, özgün nitelikli, bahçeli yerleşme dokusunu yıkmış, yerine çok katlı apartmanlar yapmıştır. Bu durum yetmemiş, merkezi yerleşme bölgelerindeki 4-5 katlı kargir yapılar yıkılmış, yerine daha çok katlı yapılar yapılmıştır. 1960‘larda ve 1970‘lerde yaşanan bu süreçten sonra, 1980’lerin ikinci yarısında yapı stoku yeniden yıkılmış ve kentte gökdelen niteliğindeki yapılar yer almaya başlamıştır. Bu süreçte kentin mevcut alt yapısı kullanıldığı için sürekli olarak ulaşım, su, atık su, enerji tıkanıklıklarına sorun olmuş, plansız, programsız, ilkesiz gidişe yapılan eleştirilere, üretim ve istihdam yaratıldığı gerekçesi ile kulak tıkanmıştır. Bu 50 yılın acı deneyiminden, bugün için şu ilkesel sonuçlara varılabilir:

a) Kentin çürük ve sağlıksız bölgelerinin yıkılarak yeniden planlı ve programlı olarak yapılması, üretim ve istihdam yaratacak ekonomik bir süreçtir. Bu mümkündür; geçmişte olumsuz bir biçimde de olsa denenmiştir.

b) Bu süreç, kat ve yoğunluk arttırılarak değil, kaliteli bir yaşam çevresi ve mimari yaratarak değer artışı yaratılmalı, bu değer artışı İstanbul’u depreme hazırlamanın maliyetinde de kullanılmalıdır.

c) İstihdam alanında, yıkılıp yenilenecek bölgelerde yaşayanlara öncelik tanınmalı, üretim süreci, yerel aidiyet ve kentsel kültürün gelişmesi doğrultusunda değerlendirilmelidir.

d) Bu süreçte, mimarlık ve mühendislik hizmetlerinin yarışmacı / yaratıcı bir biçimde gelişmesi ve deprem tehdidine “indirgenmiş” sağlam yapı psikozunun aşılmasının yanında, depreme, yangına, diğer doğal afetlere ve fizik etkilere karşı güvenli, yaşam kalitesi ve kültürel-estetik değerleri yüksek bir İstanbul yaratmak için de seferber olunmalıdır.

e) Böyle bir süreç, malzeme ve teknolojik açıdan da indirgemeci olamaz, ancak betonarmeye olan bağımlılık ve şartlanmışlık aşılmalıdır.

4. Yapı Yasası ve İmar Yasası’nın Ayrılması - Yapı Normlarının Yasalaşması

Türkiye de imar hakkı ve kuralları ile yapı üretimi kurallarının birbirinin içinde olması; göç ve yoğun talep karşısında imar kurallarının yarattığı spekülatif rant; yapı üretiminin rasyonelleşmesini ve gelişmesini, kaliteli yapı ile kalitesiz yapı arasındaki farkın anlaşılmasını ve tüketici hakları bilincinin gelişmesini engellemiştir. Belediyeler ve imarla ilgili kurumlar yalnızca imar haklarını “denetleyen” kurumlar olarak yozlaşmışlardır.

a) Yapı Yasası ve kuralları İmar Yasası’ndan ayrılmalı, yapı üretiminin kamusal denetimi ayrıca kurumlaşmalıdır. Yürürlükteki Yapı Denetim Yasası ve bağlı kurumlaşmalar iptal edilmelidir. Yapı Yasası, Türkiye’nin kendine özgü mühendislik ve mimarlık örgütlenme sürecine ve karakterine uygun tasarım-yapım-kullanım süreçlerinin bütünlüğünü esas alan, denetimi bu bütünlüğü deforme etmeyecek, parçalamayacak şekilde ve kamusal sorumluluk anlayışı içinde örgütleyen ve kurumlaştıran bir anlayışla tanımlanmalıdır.

b) İlgili kurumların işbirliği ile TSE, TÜBİTAK, üniversiteler ve meslek örgütleri, yapı üretiminin tüm süreçleri ile ilgili yapı normlarını belirlemeli ve yasalaştırılmalıdır.

Aslolan, güvenli yapının yapım süreçlerinin yasal olarak belirlenmesidir. Bu tanım yapılmadan ve yasallaşmadan, sağlıklı güvenli bir yapı denetimi yapılamaz

5. Üretkenlik, Beceri Kazanma, Eğitim, Özgüven, Kenti Yaratmayı ve Yaşamayı Öğrenmek

İstanbul’u depreme hazırlamak, yapım süreci ile ilgili meslek alanlarının ve insanların gelişmesini / geliştirilmesini zorunlu kılmaktadır. Öncelikle yenilenecek bölgelerin insanları olmak üzere, pek çok insanın yoğunlaştırılmış meslek kurslarından ve eğitiminden geçmesi, mimarların ve mühendislerin ve ilgili meslek Odalarının, üniversitelerin, sahibi oldukları bilgi ve deneyimi bu insanlarla paylaşması gerekmektedir. Ciddi bir biçimde eğitimden ve meslek kurslarından geçmeyen ve sertifika almayanların bu yapım sürecinde yer almaları kesinlikle engellenmelidir. Bu eğitim süreçleri kesintisiz olmalı, iş-uygulama pratiğine bağlı olarak gelişmeli ve kenti üretmenin ötesinde, kentin bakımı, kullanımı ve giderek kenti yaşamanın bilgilerini de kapsamalıdır.

Şurası açıktır ki, kentin spekülasyona, haksız ranta dayalı üretimi ve bağlantılı tüm alanları toplumu ve siyaseti yozlaştırırken, yapım sürecindeki üretim becerilerini de yozlaştırmıştır. Bu sürecin mühendislik ve mimarlık hizmetlerini de yozlaştırdığı açıktır. Tasarım süreci, rantın oluşmasında zorunlu bir formaliteye, teknik uygulama ve mesleki denetim süreci baştansavmacılığa indirgenmiş durumdadır. Meslek örgütlerinin bu konudaki duyarlılığı, egemen alışkanlıklar ve toplumsal kabullenişler karşısında yetersiz kalmaktadır. Kentin deprem tehdidine karşı yeniden üretimi, plancıların, mimarların ve mühendislerin de kendilerini yeniden eğitmenin, meslek etiğini ve kurallarını geliştirmenin alanı olarak değerlendirilmelidir.

6. Saydamlık, Katılım ve Demokrasi

İstanbul’un depreme hazırlanması, yalnızca 350.000 konutun yıkılıp yeniden yapılması değildir. Bir kentsel doku ve bölge yenilemesi olarak, yıkılan binalarla bağlantılı ve yerleşme planı gereği başka binaların da yıkılması da gerekecektir. Yaklaşık 400.000’i aşkın binanın yıkılması, 2 milyona yakın insanın yaşamının yeniden düzenlenmesi demektir. Bu insanlar hem yerleşme bölgelerinin ve kentin yeniden üretiminde rol almalı, hem de gelecekteki yaşamlarının düzenlenmesinde söz ve karar sahibi olmalıdırlar .Yerleşme bölgelerinin planlanmasında, komşuluk ilişkilerinin düzenlenmesinde, kooperatifler, ortaklıklar, şirketler kurarak üretim süreçlerinin organize edilmesinde doğrudan yer almalıdırlar. Türkiye’de en büyük yolsuzluk ve yozlaşmaların eninde sonunda yapı üretim süreçleri ile bağlantılı olduğu göz önüne alınırsa,İstanbul’un yeniden yapılmasında, saydamlık, katılım ve demokrasi ilkelerine titizlikle uyulması, ülkede toplumsal ve politik yaşamın demokratikleşmesinde önemli bir adım olabilir.

7. Kent Yaşamının Yeniden Örgütlenmesi: Kentin Yeniden Kullanımı ve Kent Kültürü

İstanbul deprem tehdidi olmasa da, plansız, sağlıksız, kaçak yapılaşmanın ortaya çıkardığı kentsel çıkmazlar yüzünden yeniden yapılanması zorunlu bir kenttir. 2500 yıllık kültürel geçmişin olağanüstü mirasının, varlığını sürdürebilenleri de, bakımsızlık ve sahipsizlik yüzünden yokolma tehdidi altındadır. İstanbul’un gerek çürük, sağlıksız gelişmiş, kaçak yapılaşmış bölgelerinin, gerekse tarihsel-kültürel değeri olan bakımsızlık, ihmal ve yanlış imar politikaları yüzünde fonksiyon sapmasına uğramış bölgelerinin yenilenmesi gerekmektedir. Deprem tehdidi, bu gerekliliği ertelenemez bir zorunluluk haline getirmiştir. İşte bu yüzden İstanbul’u depreme hazırlamak, en az 8-10 yıllık bir programla bütünsel olarak yenilemeyi planlamaktır. Bu plan ve program, ekonomik, sosyal ve kültürel bir bütündür. Bu yüzden deprem tehdidi, aynı zamanda bir fırsattır ne yazık ki. Tıpkı Avrupa Birliği sürecinin de bir iç iradeye ve fırsata dönüşmesi gibi.

En azından deprem tehdidinin anlık bir parlamento davranışı ile geçiştirilemeyeceğini, uygar bir kent yaratmanın, demokratik bir toplum yaratmanın, uzun erimli, bilinçli, sürekli bir çabanın ürünü olabileceğini görmemiz gerekecektir. Uygar ve demokratik bir toplumun mekansal biçimlenişi, alıştığımız İstanbul’un biçimlenişinden farklı olacaktır.

PROGRAM

İstanbul’un depreme hazırlanması programının başlangıcı, mali, idari, hukuki düzenlemeleri içeren yasal değişiklilikler bütününü gerçekleştirmektir. Geniş kapsamlı bir çerçeve yasa ile temel işleyişi oluşturmak ve bağlantılı yasalardaki yasa değişikliklerini bu çerçeve yasa içinde gerçekleştirmek mümkündür. Bu çerçeve yasa, aşağıdaki başlıklarda ifade edilen yasal değişiklikleri içermelidir:

1. İstanbul Öncelikli Ulusal Afetler - Deprem Fonu ve Özerk Kurulu

a) 3 ayda bir toplanan ve raporda belirtilen tüm kuruluş temsilcilerinin oluşturduğu karar kurulu; b) Merkezi yönetim, yerel yönetim ve toplumsal üçlü ayağı olan icra kurulu.

2. İstanbul Kentsel Yenileme - Afetlere Hazırlık Planlama Kurulu

Merkezi kurul - yerel yönetim - toplumsal akslı.

3. Mali Konularla İlgili Yasa Değişiklikleri.

a) Ticaret Yasası; b) Vergi Usul Yasası; c) Bankalar - Şirketler Yasası; d) Diğerleri.

4. İdari Konularla İlgili Yasa Değişiklikleri

a) Yerel Yönetimler Yasası (3030 sayılı Yasa); b) İl, ilçe ve muhtarlıklarla ilgili yasalar; c) Kat Mülkiyeti Yasası; d) Kooperatifler Yasası; e) Dernekler Yasası; f) Vakıflar Yasası; g) Meslek kuruluşları ile ilgili yasalar (TMMOB, Sanayi ve Ticaret Odaları, Barolar, Tabipler Birliği gibi); h) Sendika Yasaları; k) Esnaf ve Sanatkarlar Odaları; m) Diğerleri.

5. Konut ve Yapı Üretimi İle İlgili Yasalar

a) İmar Yasası; b) Yapı ve Yapı Normları Yasası; c) İhale Yasası; d) Kültür Yasası; e) Çevre Yasası.

6. Üniversiteler – TÜBİTAK - TSE Yasaları

7. Beş Yıllık Kalkınma Planı Yasaları

a) Beş Yıllık Kalkınma Planı Revizyonu Yasası; b) Beş Yıllık Kalkınma Planı Yasası

Elbette ki bu yasa değişiklikleri, öncelikle İstanbul’u ve diğer kentleri depreme ve diğer afetlere hazırlama perspektifi doğrultusundaki değişiklikleri içermektedir; bütün bu yasaları değiştirmeyi değil. Yine de ilgili tüm kesimlerin, yoğun bir tartışma ve değerlendirme çabasına girerek, toplumsal katılımı, desteği ve mutabakatı sağlaması ve toplumsal ve siyasi iradeyi oluşturması yasama sürecinin temelidir. Toplumun ortak iradesi olmayan hiçbir açılım ve yöneliş başarı şansına sahip değildir.

(1) Gürsel, Y. Aralık 1999, Deprem Sonrası İnsana Dayalı Çözümler, Yapı, no: 217; 51-55.

(2) Nisan 2000, Mimarlar Odası 37.Genel Kurul Bildirisi .

Bu icerik 3722 defa görüntülenmiştir.