313
EYLÜL-EKİM 2003
 
MİMARLIK'TAN

ODADAN

MİMARLIK DÜNYASINDAN

SORUŞTURMA 2003

DOSYA: ULUSLARARASI SÜREÇLERDE TÜRKİYE MİMARLIĞI

MİMARİ PROJE YARIŞMASI
TÜRKİYE NOTERLER BİRLİĞİ MERKEZ BİNASI VE KÜLTÜREL VE SOSYAL TESİSLERİ

  • Eski New York'lar
    Gürhan Tümer

    Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi,

    Mimarlık Bölümü

YİTİRDİKLERİMİZ



KÜNYE
KENT TARİHİ

Sanayi Devrimi Kenti Berlin - I: Kent Gelişimi Sürecine Bir Bakış

Cihan Arın

Dr. -Ing., Mimar ve Kent Plancısı

2002’de Uluslararası Mimarlar Birliği UIA’nın 21. Dünya Kongresi’ne ev sahipliği yapan Berlin, kapsamlı kentsel yenileme projeleri ile “günümüzde iyi mimarlık nedir?” tartışmalarının gündemine oturdu. Uluslararası Yapı Sergisi IBA’da, kent yenilemesi alanında uzman olarak görevler üstlenen Cihan Arın, büyük ölçüde Sanayi Devrimi’nin şekillendirdiği kentin oluşum ve gelişimini, ülkenin ekonomik ve siyasal yaşamına referansla aktarıyor. Yazının ilk bölümü, kentin oluşum yıllarından, II. Dünya Savaşı sonrasında sosyalist ve kapitalist sistemin yan yana varolduğu, yazarın “Çift Berlin Dönemi” olarak adlandırdığı döneme kadar uzanıyor. Yazının gelecek sayıda yer alacak ikinci bölümünde ise, kentin günümüze kadar uzanan gelişim sürecine değiniliyor.

* Bu makale, yazarın, Uluslararası Mimarlar Birliği UIA’nın, Temmuz 2002´de Berlin´de yapılan kongresine Türkiye´den gelen mimar delegasyona yaptığı konuşmanın kısaltılmış şeklidir.

I. GİRİŞ

Berlin kenti, özünde, oluşmasına ve bugüne dek gelişmesine, sanayi devriminin belirgin olarak damgasını vurduğu bir kent. Veya, daha geçerli bir terimle, hâlâ kent dokusuna hakim desantral olma özelliği ile "bir çok kent". Berlin`in gelişimi, dünyanın birçok kentinde olduğu gibi bir süreklilik arz etmektedir ve de bu gelişimde kesin sınırların çizilmesi oldukça zordur. Gene de biz kentin günümüze dek arz ettiği gelişimi 6 dönemde irdelemeyi uygun görüyoruz.

Konuya girmeden önce, aşağıdaki tabloda, şu andaki Berlin´e ilişkin kısa ön bilgiler sunuyoruz. (Resim 1: FNP=Büyük Nazım Planı) Resim 2 ve resim 3´te, raylı sistem ve cadde sistemi görülmekte. Kentin merkezi etrafındaki birinci çember, raylı sistem ve otoyoldan oluşmaktadır; bu alan banliyölerden oluşan merkez Paris kenti ile yaklaşık aynı büyüklüktedir.

Sayılarla Berlin

Nüfus 3,4 Milyon Kent treni sistemi (S-Bahn) 15 hat toplam ray uzunluğu 325 km

Yabancı nüfus 434 bin (% 12,8) Metro sistemi (U-Bahn) 9 hat toplam ray uzunluğu 167,6 km

Türk nüfusu 126 bin (% 3,7) Berlin´deki en büyük yabancı nüfus; yılda 8 – 10 bin yabancı alman vatandaşlığına geçmekte, bunların yakl. yarısı Türk vatandaşı. Tramvay sistemi 28 hat toplam ray uzunluğu 429 km

Raylı sistemde Toplam ray uzunluğu: 921,6 km

Kent sınırları 234 km Otobüs sistemi 165 hat 2.748 km ayrıcalıklı yol

Toplam kent alanı 891,7 km² Yıllık yolcu sayısı

Toplam 1,2 Milyar Kent treni: 296 Milyon, Metro: 402 Mil.; Tramvay: 141 Mil.; Otobüs: 361 Milyon

Yapılaşmış alan 256 km² (% 28,7) Cadde uzunluğu 5.377 km bunun 62,3 km´si otoyol

Rekreasyon alanı 102,9 km² (% 11,5) bu alanın 8,6 km² si spor ve açık yüzme havuzu alanı Köprü sayısı 969 (Venedik´ten daha çok !)

Trafik alanı 135,2 km² (% 15,2) Motorlu özel araç sayısı 1.225.588 (her 2,77 kişiye bir araba)

Tarım alanı 46,9 km² (% 5,3) Motorsiklet sayısı 85.319

Orman alanı 159,4 km² (% 17,9) Kamyon sayısı 87.853

Su alanı 59,2 km² (% 6,6) Su yolları (kanal, nehir) 190 km

Diğer alanlar 20,0 km² (% 2,3) bunun 10,4 km² si mezarlık Hava limanı 3 (2001 toplam yolcu sayısı: 12.333 Milyon, % 80´i Tegel Havalimanı’nı kullanmış)

Belediye sayısı 12 - ortalama nüfusu 250 – 300 bin, ortalama km² başına 3.800 kişi Tiyatro sayısı 50 yıllık ziyaretçi sayısı: 2.927.000

Konut sayısı 1,85 Milyon Sinema sayısı 289 yıllık ziyaretçi sayısı: 12.603.000

Kiralık konut sayısı 1,65 Milyon (% 89) Müze sayısı 114 yıllık ziyaretçi sayısı: 8.117.000

Sahibince kullanılan konut sayısı yaklaşık 200 bin (% 11) Hayvanat Bahçesi, Akvaryum sayısı 3 yıllık ziyaretçi sayısı: 3.609.000

Boş konut sayısı 140 bin (sadece 1990´lı yıllarda 145 bin yeni konut inşa edildi) Hekim sayısı 6.500 ortalama 523 kişi / hekim

Spor derneği sayısı 2.000 Diş hekimi sayısı 3.000 ortalama 1.133 kişi / diş hekimi

Üye sayısı 541.000 (nüfusun 6´da biri)

Eczane sayısı 900 ortalama 3.770 kişi / eczane

Hastane yatağı sayısı 24.000 142 kişi / yatak; tasarruf siyaseti çerçevesinde hedef: 22.000 yatak)

II. KENT GELİŞİMİ AŞAMALARI

1. Sanayi Devrimi Öncesi Berlin

Berlin kenti, sanki bilinen Doğu Berlin / Batı Berlin ayırımına atıf yapan bir tarih cilvesi gibi, 12. yüzyılın ikinci yarısında Berlin / Cölln adıyla çift kent olarak kurulmuş. Bu iki kent 1307’de birleşmişler. 1442’de Berlin, Brandenburg dükalığının başkenti olmakta ve 1486 tarihinden itibaren dükalar Berlin’de yaşamaktalar. Kentin ticaret merkezi olarak önemi, 16. yüzyıldan itibaren, özellikle 30 yıl savaşı akabinde artmaktadır. (Resim 4: Harita 1737’de yapılmıştır; planda kuzey aşağıdadır!)

17. yüzyıl ortasından bu yana, özellikle Friedrich Wilhelm yönetiminde, Berlin´de planlı bir gelişme ve yapılaşma gözlenmektedir ve kentin nüfusu artmaktadır (1670: 12 bin, 1712: 61 bin!). Berlin, dönemin Avrupasının en büyük kentlerinden biridir. Düka´nın eşi Dorothea´ya 1660´da armağan ettiği arazi üzerinde "Dorothea kenti" (Dorotheenstadt) kurulmakta ve Berlin / Cölln ile Dortehea kenti arasındaki alan, ilk kent gelişim alanı olmaktadır. Nüfus artışının en önemli etkeni, Friedrich Wilhelm´in ileri görüşlü bir siyasetle Fransa´dan kovulan ve de ileri manifaktür tekniklerine hakim olan Protestanları kente getirmesidir. Nitekim, "ilkel" Katoliklere oranla daha gelişmiş olan Fransız Protestanları, her ne kadar yerli Alman halkı tarafından hor görülseler de, Düka`nın koruması altında, kentin ticari ve manifaktür üretim açısından gelişmesine önemli bir ivme veriyorlar. 17. yüzyıl sonlarına doğru "Friedrichstadt" diye bilinen Friedrich kenti kuruluyor.

Kent gelişmesi 18. yüzyılda hızlanıyor; batıda, çift merkezden yaklaşık 7 km uzakta, Charlottenburg Şatosu inşa ediliyor ve bu Charlottenburg kentinin kuruluşuna bir başlangıç oluşturuyor. Friedrich, 18. yüzyıl başında Berlin / Cölln, Dorothea ve bir - iki küçük kasabayı idari olarak birleştiriyor.

Charlottenburg ile Berlin arasındaki yeşil av alanı, 18. yüzyıl ortalarından itibaren halk tarafından yoğun kullanılan bir parka dönüşüyor (Günümüzde "Tiergarten" adıyla anılan bu alan, kentin merkezi park alanı, "yeşil akciğeri"dir).

19. yüzyıl başlarında, ünlü Peyzaj Mimarı Peter Joseph Lenné, alanı bir doğal park olarak düzenliyor; bu çerçevede kent gelişim alanları öneriyor. Bu anlamda Lenné, bugün hâlâ varolan kent dokusunun oluşmasına damgasını vuran ilk kent gelişim planlamacısı olarak yorumlanabilir.

Sanayi devriminin, kırdan ve özellikle doğu ülkelerden Berlin´e göçün başladığı, konut talebinin ve buna bağlı arsa spekülasyonunun hızla arttığı dönemde, kentsel gelişime kesinlikle bir düzen verme gereksinimi ortaya çıktı. Özellikle 19. yüzyıl ortalarında yapılmaya başlanan raylı ulaşım, kent nüfusunun hızla gelişmesine önemli bir ivme vermişti. Nüfus 1786`da yaklaşık 147.000´den, 1840´da 329.000´e ulaşarak eski ticaret metropolü Amsterdam´ın nüfusunu geçmekte ve Berlin, Londra, Paris ve Viyana´dan sonra Avrupa´nın 4. büyük kenti haline gelmekteydi. O dönemde sıkça çıkan yangınları azaltmak amacıyla, önce 1853 yılında bir inşaat polisi yönetmeliği çıkartıldı. Akabinde de, 1862 yılında, James Hobrecht, Lenné´nin planlamasını kaynak alarak yaptığı ve bugünkü Berlin planında hâlâ açık seçik okunabilen kent gelişme planıyla, bu nüfus patlamasının getirdiği gereksinimlere cevap veren gelişmelerin temelini atmış oldu. (Resim 5: Hobrecht Planı) Planlama, kent çeperlerindeki villa ve koloni yerleşmeleri hariç 4 milyon nüfusu barındırabilecek bir gelişimi dikkate almaktaydı. Planın en önemli özelliği, ortogonal yapı bloğu ilkesini içermesi ve kent gelişim alanlarının sokak ağını kurmasıdır. Bu anlamda da kentsel alanların "özelleştirilmesi" gelişiminin ilk önemli adımını oluşturmaktadır. Dönemde birçok Avrupa başkentinde olduğu gibi bina yıkımıyla geniş cadde açılması, Berlin´de de en önemli kent gelişimi yöntemidir. Berlin´de Hobrecht Planı’na göre yoğun yıkımlarla "Chausse"ler (şose) açılırken, örneğin Paris´te Hausmann Planı’na göre aynı yıkım yöntemiyle "Boullevarde" (bulvar)´lar açılmaktadır. İki kentte de bu operasyonlar, hijyenik koşulların düzeltilmesini ve salgın hastalıkların çıktığı alanlara ulaşabilmeyi gerekçe olarak göstermektedirler.

2. Sanayi Devrimi Berlin´i: Nüfus Patlaması

Resim 6, Berlin´in absolutizm´den bu yana kent surlarını ve yayılım alanlarını göstermektedir. 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Berlin, ilk planda tekstil, elbise ve metal sanayii olmak üzere belki de tarihin en hızlı sanayi devrimini ve nüfus patlamasını yaşamaktadır. 19. yüzyıl ortasında 450 bine varan nüfus, Berlin´in 1871´de başkent olmasının hemen akabinde yaklaşık 1 milyona çıkmaktadır. Büyük hızla gelişen demiryolu ağının yardımıyla Berlin, başta Şlezya, Polonya ve Rusya olmak üzere kaynağını doğu ülkelerinin oluşturduğu korkunç bir göçe sahne olmaktadır. Karl Marx´ın iktisadi siyaseti eleştirdiği yapıtında saptadığı gibi, kırsal alandan koparak oluşan göç, Berlin´de kısa zamanda büyüyen proletarya ordusuna malzeme sağlamakta, kent büyük hızla dolmaktadır. Nitekim kent nüfusu, 1870´li yılların başında ortaya çıkan ağır ekonomik krize rağmen 1900 yılında 2,7 milyonu aşmaktadır. Yapılaşma korkunç spekülatif bir hızla yürümektedir. 1860´lı yıllarda Hobrecht Planı’na göre ortaya çıkan blok çeperleri yapılaşması, kriz sonrası dönemde, özellikle 1890`lı yıllarda, korkunç kârlarla blokların içlerine doğru yoğunlaşmakta, avlu içine avlu yapılmakta, birçok "yan" ve "arka" bina oluşmaktadır. Avluların oluşmasında tek ölçek, inşaat polisi yönetmeliğinin getirdiği, en az 5,30 x 5,30 m olması gereken ölçektir; bu da dönemin yangın arabalarının manevra alanıdır. Güneş alma, havalandırma gibi kıstaslar yoktur. Resim 7, bu korkunç yoğun yapılaşmayı ve nüfus patlamasını yansıtmaktadır (Kreuzberg semti). Yapılaşmanın sistemi şöyledir: Caddeler kamu tarafından inşa edilmekte, araziler büyük kârlarla özel olarak parsellenmekte, bu pahalı parseller üzerine kiralık konutlar -veya yatak alanları- içeren binalar aynı kâr oranlarıyla yapılmakta ve böylece çok yüksek kiralı, sağlıksız, yoğun yerleşim alanları ortaya çıkmaktadır.

İşçilerin günde ortalama 16 saat çalıştığı bu dönemde, baş döndürücü hızla gerçekleştirilen yapılaşmaya rağmen, aşırı bir konut sıkıntısı çekilmektedir. Odalara ranzalar konup yataklar kiralanmakta, odalar aileler arasında perdelerle bölünmekte, ışık almayan bodrumlar veya çatı aralıkları kiralanmaktadır. Dönem, felsefenin sefaletiyle sefaletin felsefesinin tartışıldığı ve sefaletin, sağlık sorunlarının doruğa ulaştığı dönemdir: Dünyanın en büyük "taştan kiracı kışlaları" oluşmaktadır. İlişkiler o derece rezalettir ki, çoluk çocuk, kız erkek, bekâr işçi ve aileler aynı odalarda, bir perdeyle ayrılan ranzalarda yatmakta, yaygın hastalıklar ve de yoğun ırza geçme olayları (ki bunun kurbanları genellikle çocuklardır) günlük olaylar arasına girmektedir. Durum, artık kapitalist kesimi dahi rahatsız eder hale gelmiş, devrim tartışmalarının yanında, 20. yüzyıl başlarından itibaren reform talepleri yoğunlaşmaya başlamıştır.

Böylece 1. Dünya Savaşı öncesi Berlin´inde 2,7 milyonu aşan nüfusun en büyük sosyal sınıfını, imtiyazsız ve varlıksız göçmen işçi kesimi oluşturmaktadır. Bu sefalet yaşam ilişkilerine karşı eleştiriler yoğunlaşmakta, gerek devrim gerekse reform talepleri giderek artmaktadır. Bu ortamda sosyal demokrasi giderek güçlenmektedir. Resim 8, bu hızlı büyümeyi tüm kent alanı düzeyinde yansıtmaktadır.

Kentsel altyapının da gelişmesiyle (kanalizasyon, su sistemi vs.) Berlin’in merkezinin etrafında, bugün hâlâ kentin dokusuna damgasını vuran "hüzünlü bir taş duvar, taş kiracı kışlaları çemberi", "işçi çemberi" ortaya çıkmıştır.

Kent içi alanlarda, fabrikaların hemen çeperlerinde oturan işçi kesimi bu sefalet içindeyken, kapitalist azınlık, kent dışındaki yeşil alanlarda, genellikle villa tipi binalarda yaşamaktadır. Mutheisus gibi mimarlar, kentin güney ve güney batısında, kârlı villa kolonileri planlamaktadırlar.

Sokak ağının ve raylı sistemin hızlı gelişimi, zengin kesimin ulaşım sorununu çözmektedir. Kent alanı dışında kalan belediyelerde proletarya kesimi yaşamadığı için ve "fakir fukara vergisi" olmadığından buralarda hem vergiler düşüktür, hem de arsa fiyatları uygundur. İmtiyazlı kesim bu şekilde "taş Berlin"e sırtını çevirmektedir.

Böylece Berlin, 1. Dünya Savaşı öncesi dönemde, erken kapitalizmin önemli bir özelliğini, aralarında korkunç bir ekonomik uçurum bulunan toplumsal sınıfların, sömüren kapitalist ve sömürülen işçi sınıfının varlığını en çıplak ve çarpıcı bir şekilde sergilemektedir.

3. 1920´li yıllar: Liberal Berlin´in Altın Dönemi

1. Dünya Savaşı sonrasından, Nazilerin iktidarı ele geçirdiği 1933 yılına dek süren bu döneme, Berlinliler ağırlıkla ve severek atıf yaparlar. Gerçekten bu dönem, çok merkezli bir yapıya sahip olan ve değişik belediyelerden oluşan kentin, 1920 yılında, sosyal demokrat yönetim tarafından yapılan bölge reformu sonucu "çok Berlin"den "tek Berlin"e geçişin pekiştiği, demokratik ve çoğulcu bir Berlin dönemidir.

1. Dünya Savaşı sonrası Almanyası oldukça çalkantılı bir durumdaydı: Büyük bir savaş yaşanmış ve kaybedilmiş, aşırı enflasyon ülkenin ekonomisini allak bullak etmekte, Rusya´da Bolşevikler devrimle iktidarı ele geçirmişler ve Almanya İmparatorluğu`nun başkenti Berlin´de yoğun bir iktidar kavgası sürmektedir. Bir yandan oldukça güçlenen sosyal demokrat evrimcilerle komünist devrimciler arasında keskin bir mücadele sürerken, diğer yandan da ülkeyi disiplinli ve düzenli hale getirme vaadleriyle nasyonalist ve aşırı sağ akımlar güçlenmektedir. "Ocak direnişi"nin kanlı bir şekilde bastırılmasının hemen akabinde, 15 Ocak 1919`da, Spatraküs Birliği’nin liderleri Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht tutuklanarak işkence sonucu öldürülmektedir. Bir yandan 3 sınıflı seçim sistemi değiştirilerek 1919 Anayasası ile cumhuriyet ilan edilip, ilk kez parlamenter demokratik sisteme geçilmekte, ilk kez bir sol iktidar oluşmakta (SPD – DDP Koalisyonu), liberal bir atmosfer esmekte, diğer yandan Yahudi düşmanlığı ve faşist akımlar güçlenmektedirler.

Bu çok çelişkili ve çalkantılı ortamda, "kiracı kışlaları"na karşı eleştiriler de giderek yoğunlaşmaktadır. Bunlar, varolan yüksek ipotek faizine ve yoğun arsa spekülasyonuna, ayrıca sağlıksız kent gelişimine yöneliktir. Hapishaneyi andıran darlıkta binalar, banyosuz, tuvaletsiz, insanların üst üste yaşadığı konutlar, sağlık ve ahlâk alanında ve özellikle varlıksız işçi nüfusun yoğunlaşmasından dolayı "siyasi" anlamda ortaya çıkan tehlikeler, reformcu yaklaşımların güçlenmesinde önemli etkenlerdir. Yaşam sefaleti savaş sonrası daha da artmış ve reformlar kaçınılmaz hale gelmiştir.

19. yüzyılın sonundan itibaren "taştan kiracı kışlaları"na alternatif oluşturan ve savaş sonrası oldukça güçlenen reformist akım şu temel talepleri getirmektedir:

- Konut üretimi, asgari sağlık gereksinmelerine cevap vermelidir;

- Konut alanları ile yeşil alanlar entegre edilmelidir;

- Spekülasyon önlenmeli, kamu desteği ile ödenebilir konut üreten modellere, özellikle toplu konut kooperatifleri ve kamusal konut şirketlerine öncelik tanınmalıdır.

Nitekim, ilk kez 1910 yılında düzenlenen Uluslararası Şehircilik Sergisi (şehircilik alanındaki en güncel yaklaşımları birebir yaşama geçirme amaçlı bu sergi, geçen yüzyılda 4 kez düzenlendi), bu tür yaklaşımları içeren projelerle doludur. Bu sağlıksız "taş kira kışlaları"na olan tepki, modern mimarinin oluşumuna önemli bir gerekçe oluşturmaktadır.

Savaş sonrası dönemde, 1920´de, Berlin´de konut sıkıntısı yeni bir doruğa ulaşmıştır: 100 - 130 bin konut açığı vardır. Bu koşullarda ve mevcut devrim baskısı altında, bir dizi köklü reform gerçekleştirilmiştir:

- Bölge reformuyla Büyük Berlin idari birimi kurulmuş, şehir gelişimi açısından yasal koşullar eşitlenmiştir; (Resim 9)

- Kiracı hakları geliştirilmiş, kiracıların mukavelelerine son verip evden çıkartılmaları oldukça zorlaştırılmış, kira yüksekliğine ve artışına sınırlar konmuştur;

- Bodrumların ve çatı aralıklarının konut olarak kullanımı yasaklanmış, konut kalitesine asgari normlar konmuştur;

- Ticari kazanç amacı olmayan konut üretimi sistemi geliştirilmiş ve toplu konut alanında devlet desteği oluşturulmuştur. Bu reform daha sonra 2. Dünya Savaşı sonrasında büyük çapta gerçekleştirilen sosyal konut üretimi sisteminin çekirdeğini oluşturmaktadır.

Ekonomik reformların yanında yukarıda belirtilen reformların da gerçekleştirilmesiyle, reformcu siyasetler oldukça güçlenmiştir: Örneğin Almanya´da, Sovyet Devrimi’ne benzer bir yöntemle gerçekleştirilmek istenen Ekim 1923 devrim girişimi, küçük bir ayaklanma olarak kalmış ve bu çerçevede sadece Hamburg kentinde sınırlı kanlı çatışmalar yaşanmıştır. Özellikle 1923 krizini takip eden yıllarda göreli bir ekonomik refah, çoğulcu bir kültürel yaşam dönemi yaşanmıştır. Bu arada Berlin, liberal atmosferi ve ekonomik gücü ile gene büyük bir nüfus artışına sahne olarak 1929 yılında 4,3 milyon nüfusu ile New York ve Londra´dan sonra dünyanın 3. büyük kenti haline gelmiştir.

Konut alanında yapılan köklü reformlar sayesinde, 20li yılların ikinci yarısında, kamu denetiminde faaliyet gösteren büyük özel konut şirketleri oluşmuş ve modern mimariye damgasını vuran konut yerleşimleri gerçekleştirilmiştir (Taut ve Wagner´in "At nalı" yerleşimi –Hufeisensiedlung, "Onkel Tom" yerleşimi, "Siemensstadt", "Otto-Suhr"- yerleşimi vb.).

Bu dönem, aynı zamanda Berlin´in kültürel alanda Paris´e rekabet edebildiği, kabarelerin, varyetelerin, müzik, dans ve tiyatronun doruğa ulaştığı, tam da "Kabaret" filminin yansıttığı ortamın yaşandığı bir dönemdir.

Ne yazık ki bu şaşaalı "Weimar Cumhuriyeti" dönemi, siyasi anlamda büyük hataların da yapıldığı, liberal bir atmosferde, Nazi hareketinin hızla palazlanmasına göz yumulduğu bir dönem. 1929 dünya iktisadi krizi Avrupa´da en yoğun Almanya´yı etkilemiş, işsizlik ve enflasyon baş döndürücü bir hızla yükselmiş, insanlar çok kısa bir sürede yoksullaşmış, yaşamda kalabilmek için tüm varlıklarını paraya ve gıda maddesine dönüştürmeye başlamışlar ve hızla bir karaborsa oluşmuştur. Naziler güçlenme olanağı bulmuş ve popülist bir stratejiyle siyasi bir seçenek olmayı başarmışlardır. Böylece 1929 ekonomik krizi de nazi iktidarına yol açan önemli etkenlerden biri olmuştur.

4. Nazi Almanyasının Başkenti Berlin

Berlin´in en karanlık dönemi, 3. İmparatorluğun başkenti olduğu 1933 – 1945 arası dönemdir. Dönemin bizim konumuz açısından en önemli özelliklerine aşağıda kısaca değiniyoruz:

- Düşük gelirli kesimden sağladığı siyasal desteği daha da geliştirmek amacıyla iktidar, kiracı haklarını korumuş ve kısmen geliştirmiştir.

- Fakat bu amaçla taban tabana çelişen bir siyaset de uygulanmıştır: Örneğin Nazi taraftarlarının hakim olamadığı "Kızıl Wedding", Schöneberg ve Kreuzberg gibi mahallelerde (muhtemelen 1970´li yılların Türkiyesinde büyük kentlerde Bozkurt´ların "Kurtarılmış Bölge" olgusuna kaynak oluşturan) para militer yöntemlerle "bölgesel temizlik"lere girilmiş ve kiracı hakları bir yana en temel insan hakları ayak altına alınmıştır. (yaralama, öldürme, toplama kamplarına sevkıyat)

- Konut sıkıntısının bilincinde olan Naziler, üretime ağırlık vermişler ve 1930’lu yıllarda yaklaşık 100.000 yeni konut üretmişlerdir.

- Temel mimarlık ve şehircilik anlayışı, form dilini klasisizme dayanarak geliştiren anıtsal yaklaşımlardır. Bu anlayış, özellikle devleti simgeleyen resmi binaların aşırı büyük boyutlarda tutularak, bireylerin kendilerini bu yapılar ve dolayısıyla iktidar karşısında oldukça küçük, önemsiz hissetmelerini desteklemektir.

- Nitekim o dönemde gerek gerçekleştirilen projeler (1936 Olimpiyat Stadı ve yapıları -ki bu yapılaşma için özel bir metro istasyonu bile yapılmıştır-, hükümet merkezi olan Wilhelmstraße, Fehrbelliner Platz) kökü klasisizme dayanan anıtsal yapılardır.

- Bu "en büyük olma" kompleksinin doruk noktasını, aslında mimar olmak isteyen Hitler´in birçok hayalini gerçekleştiren Baş Mimar Albert Speer´in 1937 yılında planladığı, Berlin kentini "Germania" adı altında, en azından tüm Avrupa ve Batı Asya’ya hakim olması hedeflenen Nazi İmparatorluğu’nun başkenti olarak geliştirmeyi amaçlayan projedir. Projenin ana fikri, Berlin´in merkezinde, güney-kuzey yönünde, milyonlarca asker ve sivil genci yürüterek gövde gösterileri yapmasına olanak sağlayan devasa bir aks açarak, bunun kuzey ucunda yer alan, içine 350.000 kişinin sığdığı, merkezi kubbeli devasa bir kapalı salon yapmaktı. Temelinde "alt ırklar mensubu" ve de Nazi ideolojisine karşı çıkan "parazit" gurupları iş kölesi olarak sömürmeye dayanan nazi ekonomisi, kaynak önceliklerini savaş hazırlıklarına ve savaş sanayiine tanıdığı için, "Germania" projesi sadece kâğıt üzerinde kalmıştır.

Nazi iktidarının kent gelişimi açısından en önemli hedeflerinden biri de, Berlin´deki yapılaşmanın büyük bir kısmını oluşturan yoğun yapı bloğu sistemini, "kiracı kışlalarını", Hobrecht´i ortadan kaldırmak ve yıkım yöntemiyle yerleşim yoğunluğunu oldukça azaltmaktır. Bu süreçte, zorla boşaltılan Yahudi konutları, yıkım alanlarında yaşayan kesimin konut gereksinmesini geçici olarak giderme amacıyla kullanılacaktı. Bu yıkım yöntemine gerekçe olarak her ne kadar "daha sağlıklı yaşam koşulları gerçekleştirmek" gösterilse de, komünist nüvelerin ortadan kaldırılması ve iktidara bağlı, denetlenebilir büyüklükte, aileye dayalı komşuluk üniteleri oluşturmak gerçek ideolojik ve siyasal nedenlerdi.

2. Dünya Savaşı Berlin´i büyük ölçüde bir harabeler kenti haline getirmiş, Berlin´de mevcut 245.000 binanın savaş sonunda yaklaşık beşte biri kurtarılamaz hale gelmiştir. Resim 10, savaşta zarar gören binaları göstermektedir. Böylece Hitler´in "Hiçbir kent tamamen harap olmadan düşmana bırakılmayacak!" ifadesi, 1945 yılında, Hambug ve Leipzig yanında Berlin´de de hüzünlü bir gerçeğe dönüşmüş oldu.

Binaların yıkılmasına ve büyük hasar görmesine karşın, oldukça kapasiteli olarak inşa edilmiş olan kentsel teknik alt yapı (su, gaz, kanalizasyon, yol ve raylı sistemler) büyük ölçüde işler haldedir ki, bu da 50li yıllarda gerçekleştirilen onarım döneminde önemli bir "sermaye" oluşturmaktadır. Resim 11 ve 12, aynı bölgenin savaş öncesi ve sonrası durumunu göstermektedir.

5. Çift Berlin Dönemi –birinci bölüm-

Bu dönem, sosyalist ve kapitalist Berlin`in yanyana var olduğu, bu iki ekonomik sistem arasındaki rekabetin en belirgin olarak gözlendiği duvarlı Berlin dönemidir ki, kent gelişmesi açısından belki bugün en önemli yeri almaktadır. Almanların 2. Dünya Savaşı’nı kaybetmesiyle başlayan bu dönem, 1989 yılında iki Almanya´nın ve Berlin´in birleşmesiyle son bulmaktadır.

2. Dünya Savaşı sonrası Berlin´i, müttefik güçlerin (ABD, İngiltere, Fransa ve SSCB) işgal güçleri olarak denetlediği bir kenttir. Kent alanı 4 sektöre ayrılmıştır, her işgal gücü bir sektörde hakimdir. Daha sonra doğuda sosyalist "Demokratik Alman Cumhuriyeti" kurulduğunda, Sovyetler Birliği´nin denetimindeki doğuda kalan sektör, bu devletin başkenti olmakta, bu sektör "Doğu Berlin" ve diğer 3 sektör de "Batı Berlin" olarak tarihe geçecektir.

"Demokratik Alman Cumhuriyeti"nin kurulduğu 1949´dan sonra, doğu ve batı sektörleri arasında denetim artmış, Doğu Berlin´de 17 Haziran 1953 tarihinde çıkan ünlü işçi ayaklanması ve onun kanlı olarak bastırılmasından sonra da iki Berlin arasına duvar örülmüştür. Böylece Batı Berlin, sosyalist Doğu Almanya ortasında kapitalist bir ada, ideolojik anlamda bir ön cephe kenti görevini üstlenmiştir.

Savaş sonrası erkek nüfus oldukça azalmıştır ve ekonomik koşullar çok kötüdür. Kent gelişimine hakim olan resim, kadınların yıkılmış binalardan arta kalan tuğlaları disiplinli bir organizasyon çerçevesinde ayıklayıp ve olağanüstü çabayla tekrar kullanılır hale getirmesi ve çok zor koşullarla sürdürülen onarım olgusudur.

1945´ten itibaren bir yandan 19. yüzyıl Berlin´i, modernizm öncesi Berlin, ekonomik koşulların dayatmasıyla ve mevcut konut sıkıntısı nedeniyle hızla onarılırken, diğer taraftan da kent gelişimine ilişkin kamuoyunda klasik modernizm ideolojisi hakimdir. Amaç tarihsel yoğun yapılaşmayı, "taştan Berlin`i" zaten savaşta harap oldu gerekçesiyle mümkün olduğunca bertaraf etmek ve 1920´li yıllarda başlanan, Naziler dönemi nedeniyle ara verilmek zorunda kalınan modern mimarlık ilkelerini hayata geçirmektir. Berlin´de mevcut blok geleneği bırakılarak hava, ışık, güneş ilkeleriyle 1920’li yılların anlayışını yansıtan geriye yönelik bir modern mimarlık anlayışı gerçekleştirilmek istenmektedir. Haklı olarak mimarlık tarihine adı geçen, Filarmoni, Devlet Kütüphanesi ve benzeri gibi ünlü tasarımları gerçekleştiren Hans Scharoun, 1945 yılında Berlin İmar Müdürlüğü’ne atanmıştır. Mimar olarak oldukça ilginç yapılara imzasını atmış olmasına karşın, kent plancısı olarak Scharoun oldukça sakıncalı bir eğilim içindedir: Kent dokusuna tarihsel damgasını vurmuş Erken Kapitalist Dönemi yapılaşmasının ve mevcut kent dokusunun hasar gören binalarının onarım yerine yok edilmesini savunanların önemli temsilcilerinden biridir. (Resim 13) 1958´de, Berlin Teknik Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptığı dönemde, bir yarışma çerçevesinde Berlin merkezi gelişimi için getirdiği radikal çözüm önerisi, kent merkezinde savaşta hasar gören tüm binaları yıkıp, ortaya çıkan alanları geleneksel modern mimarlık ilkelerine uygun yeniden inşa etmektir. (Resim 14)

Bu, döneme hakim yaklaşımdır. Gerek Batı gerekse Doğu Berlin´de, varolan sistem rekabetinin de hız verdiği bir yeni yapılaşma söz konusudur: Batıda, 1950´li yılların başından itibaren, 1910 ve 1931 yıllarında gerçekleştirilen "Uluslararası Yapı Sergisi" geleneğinde, mevcut aktüel kent planlamasını hayata geçirmeye yönelik yeni bir sergi fikri tartışılmaktadır. Nitekim 1953 yılında bir yarışma düzenlenmiş ve 1958 yılında, modern mimarlık tarihine geçen "Hansa Viertel" mahallesi yapılaşması, dönemin birçok ünlü mimarının katkısıyla gerçekleştirilmiştir. Tasarım amacı, yeşil alanlı, havadar, güneş alan sosyal konutlar üretmek ve savaş öncesi var olan yerleşme yoğunluğunu azaltmaktır (Bölgenin 1938 nüfusu 7.000, bu projeye göre 1958´de planlanan nüfus 3.500). Resim 15, bölgenin savaş yıkımı öncesi durumunu ve resim 16’da Uluslararası Yapı Sergisi sonucu gerçekleştirilen yerleşmeyi göstermektedir.

Zamanın en ünlü mimarlarının katılımıyla gerçekleştirilen toplu konut girişimi, aynı zamanda, 1950´li yılların başından itibaren Doğu Berlin´de, Stalinallee´de (bugünkü Karl-Marx-Allee), sosyalist mimarinin kapitalist mimariye üstünlüğünü kanıtlamaya soyunarak devlet eliyle gerçekleştirilen konut yerleşmesine (Resim 17) bir cevap olarak yorumlanabilir.

Dönemde hakim olan ve yukarıda örnekleri sunulan klasik modern mimarlık anlayışına göre, kent alanları, tarihi karışık kullanımdan arındırılarak (Tarihi yapılaşma: Blok içlerinde üretim binaları, sokağa bakan blok çeperlerinde daha üst düzeydeki gelir gruplarına, avlu içlerinde düşük gelirlilere hitabeden konutlar ve giriş katlarında dükkânların bulunduğu binalar), işlev ayırımı yaklaşımı ile "konut alanları", "iş yeri alanları", kültürel kullanım alanları" gibi, monofonksiyonel alanlara ayrılmalıdır. Nitekim, Hans Scharoun´un etkisiyle, tüm kültür etkileşimlerini bir araya toplama girişimi sonucu, kentin merkezinde "Kültür Forumu" (Kulturforum) olarak bilinen ve içinde Devlet Kütüphanesi, Filarmoni, Oda Müziği Konser Salonu (Staatsbibliothek, Philharmonie, Kammermusiksaal; mimarı: Hans Scharoun), Yeni Milli Galeri (Neue Nationalgalerie; mimarı: Mies van der Rohe), El İşleri Müzesi (Kunstgewerbemuseum; mimarı: Rolf Gutbrod) gibi ünlü binaların bulunduğu alan ortaya çıkmıştır. Bu alana daha da yoğun müze ve galerilerin yerleştirilmesi planlanmış fakat muhtemel bir savaş halinde tüm kültür varlığının yok edilme tehlikesinin oluşacağı nedeniyle bundan vazgeçilmiştir.

Bu icerik 18459 defa görüntülenmiştir.