333
OCAK-ŞUBAT 2007
 

İNGİLİZCE ÖZET / ENGLISH SUMMARY

TÜRKÇE ÖZET

MİMARLIK DÜNYASINDAN

  • Albert Gabriel’in İzinde
    Mathilde Pinon-Demirçivi

    Doktora Öğrencisi, Paris-IV Sorbonne Üniversitesi. Araştırmacı, Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü

    Pierre Pinon

    Prof., Paris-Belleville Mimarlık Fakültesi. Danışman, Institut National

MİMARLIK’tan 333



KÜNYE
ETKİNLİKLER

10. Venedik Mimarlık Bienali’nin Ardından: Kentler, Mimarlık ve Toplum…

Arzu Erdem

Doç. Dr., İTÜ Mimarlık Bölümü

Nurbin Paker

Yrd. Doç. Dr., İTÜ Mimarlık Bölümü

“Kent, Mimarlık ve Toplum”teması altında, 10. Uluslararası Venedik Mimarlık Bienali, Richard Burdett’in genel küratörlüğünde 10 Eylül - 19 Kasım 2006 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Bienalin Venedik’teki değişmez mekânları, ‘Corderie dell’Arsenale’ ve ‘Giardini’ adını alan sergi alanları yanında, paralel etkinlikleri ile kentteki farklı sergi mekânlarına, galerilere ve “City-Port” (Liman-Kent) sergisi ile Palermo’ya da taşınmıştı.

‘Corderie dell’Arsenale’ bölümü, asıl tematik sergiyi içermesi yanında, “gelecek” senaryolu kurgular üzerine hazırlanan, kentsel ölçekli proje sergileri (Italia-y-2026 sergisi örneğinde olduğu gibi) ve “Cities of Stone” (Taştan Kentler) sergisi gibi bir dizi özel ve paralel sergiyi de kapsamaktaydı.

21. yüzyılda dünya nüfusunun % 75’inin kentlerde yaşayacağı gerçeğinden yola çıkan küratör Richard Burdett, bienalin asıl tematik bölümünde, içinde İstanbul’un da yer aldığı, dört farklı kıta üstündeki 16 ülkeden 18 mega-kente yer vermişti. Saskia Sassen’in tematik bölüme konu olan bu kentlerin seçim kriterlerini teorik bir çerçevede sunduğu bienal katalogundaki yazısına göre, 1980’lerde başlayan ve 1990’larda artan ekonomik, teknolojik, kültürel ve politik değişim dinamikleri, dünya coğrafyası üzerinde genel mekânsal, toplumsal ve mimari değişim ve açılımları beraberinde getirdi. Büyük kentler, kendi ulusal konumları ve mikrokozmozları yanında, dünya ölçekli bir sistemin de parçası olmaya başladılar ve global devre içindeki mega-kentler coğrafyasında yerlerini aldılar. ‘Dünya ölçeğinde bir sistemin’ parçası olduğu düşünülerek, bienalin tematik sergisine seçilen kentlerden herbiri (Barselona, Berlin, Bogota, Kahire, Caracas, İstanbul, Johannesburg, Londra, Los Angeles, Mexico City, Milano-Torino-Cenova, Mumbai, New York, São Paulo, Shanghai ve Tokyo) sergi içinde, az ya da çok kendi enstrümanları ve özelleşmişlikleri ile yerlerini almaktaydılar. Sergi, global bir ağ içinde yer alan bu kentleri, kendi bağlamları içinde ortaya koymayı hedeflemiş görünüyordu. Kentlerin günlük yaşamları, önemli projeleri veya fiziksel-sosyal-ekonomik değerleri gibi verileri, sayısal okumalar ve kantitatif temsiller bir araç olarak kullanılarak ortaya konmuştu. Çağımızın hızı, değişen kent, mimarlık ve toplum verilerine ilişkin, her kent için sunulan analitik verilerden çıkacak sosyal ve mekânsal katmanların nasıl okunup algılanacağı, katmanlarının nasıl ilişkilendirileceği ise izleyiciye bırakılmış gibiydi.

Bu bağlamda, İstanbul, kendini kendi gerçekliği, değişimi, devinimi ve potansiyelleri ile ne kadar tanıttı, bizce bir soru işareti olarak kaldı. Daha çok nostaljik, oryantal vurgu ve imajlarla bezenmiş bir stand içinde, kentsel ölçekli bazı projeleri de olan, büyük bir kent izlenimi veriyordu. Ancak nüfus sayısı, kentin yerleşme alanlarındaki nüfus yoğunluğu, kentte doğanlar ve dışarıdan gelenlerin sayısı, yabancı sermaye şirketlerinin sayısı, havayolu yolcu trafiğindeki veriler gibi sayısal değerleri ile ‘global devre’ içinde yer almasının kaçınılmazlığı belirgindi. İstanbul, kentsel örüntüsünü belgeleyen ve sergilenen imajları arasında, güçlü gayrimenkul yatırımlar ve gecekondular gibi keskin kesişimleri birarada barındırması ile de farklı bir profil sergiliyordu…

Bienalin diğer bir bölümünü oluşturan Giardini’deki sergiler, farklı küratörlerin yönetiminde, farklı ülke katılımları ile oluşan ulusal pavyonları, farklı araştırma enstitülerini, yerel yönetimleri, üniversiteleri ve kurumları biraraya getirerek, çok sesli bir çerçeve sunmaktaydı.

Giardini’deki ulusal pavyonlarda, farklı ülkelerin katılımıyla uluslararası panaromayı gösteren çok sesli sergilemeden akılda kalanlar ve ön plana çıkanlar ise, bienalin ana teması doğrultusunda kentsel kurgu ve meta-kentsel kurgular üzerine eklemlenen mimarinin sonuçları ve açılımlarını vurgulayan özgün söylemler ve yaklaşımlardı. Sergilemede hedeflenen, güncel gündemin kritik konuları olarak da tanımlanabilecek kent-mimarlık-kentli ilişkileri ve mimarlık pratiğinin demokratik ve sürdürülebilir kent bağlamındaki rolünü dışlaştırmak ve tartışmak olarak da yorumlanabilir. 1996’dan bu yana, mimarlık söylem ve pratiğinin öne çıkan -ve aralarında Hollein, Portoghesi, Rossi gibi isimlerin de yer aldığı- küratörlerce belirlenen yakın zamanlı bienal içerikleri, özellikle önemli kentsel tasarım ve mimarlık önermelerinin sergilenmesini hedef almaktaydı.

Franco Purini’nin küratörlüğünü üstlendiği Italia-y-2026 sergisi bu yaklaşımın biraz dışında yer almaktaydı: Hedeflenen bugünün sergilenmesi değil, “gelecek” olasılıkları/öngörüleri olmakta ve 2026 yılı İtalyası için kentsel kurgular ve önermeler üzerinde yoğunlaşmaktaydı. Verona ve Mantua arasında yer alacağı varsayılan Vema kenti için tasarımlar ve bu gelecek kentinin konut, üretim, sanat, altyapı, medya, yeşil/doğa sorunsalları ve kentli bedenle ilişkileri sergileme bağlamındaki önermelerin ana eksenini oluşturmaktaydı. Sergilemede asıl olan, bir yandan 20 yıl sonrasının İtalyan mimarlığı üzerine hipotezler ortaya koyarak geleceğin kent örüntüleri, görüntüleri, sistemleri ve deneyimlerini görselleştirmek, diğer yanda da bu hipotezleri destekleyecek kuramsal çerçeveyi tartışmaktı. Bu bağlamda, mevcut tipolojilerin yorumları, hibrid kurgular, kontrollü kentsel gelişmeyi olanaklı kılacak politikalar da sergilemede vurgulanmaktaydı. Amaç, gelecekteki olası kentsel durumları ve bu durumları olanaklı kılacak süreçleri tartışmak olarak belirginleşmekteydi.

Benzer bir yaklaşımının benimsendiği Arjantin pavyonundaki Latitud 33° 41’, longtitud 59°41’0sergisi, Cuenca del Plata havzası çevresinde yaklaşık 60.000.000 nüfusu barındıran bölgenin metropoliten gelişme özelliklerini tartışmakta ve içinde Buenos Aires’in de yer aldığı bu coğrafyanın 2050 yılındaki olasılı durumuna yönelik öngörüleri içermekteydi. İtalyanların gelecek kentinin biçimsel özelliklerine ilişkin önermelerine karşın Latitud 33° 41’, longtitud 59°41’0 sergisinde geleceğe ilişkin önermeler salt politika düzeyinde kalmaktaydı.

Tüm Giardini içerisindeki ülke sergileri içinde, belki de gerek içerik gerekse sergileme düzeni ve teknolojileri bağlamında en ön plana çıkan İspanyol pavyonuydu: Espanã [f.] nosotros, las ciudades-İspanya [f.] biz, kentler sergisi, kentin aktörleri/kentli aktörler arasındaki diyalogtan monoloğa, ilişki, iletişim, iletişimsizlik, kabullenme, benimseme, reddetme sorunsallarını özgün söylemleri üzerinden okuma olanağı sağlıyordu. Kentsel dinamik, mimarlık pratiğinin erkek egemen yapısına tepki olarak öteki aktörlerin bakışlarıyla tartışılmaktaydı. Benimsenen feminist yaklaşım, kentli kadının kolektif söylemini sergilemek yerine; aksine, kentin feminen yüzünü bireysel söylemlerden okumayı hedefliyordu. Sergileme ortamı ve kurgusunun görsel niteliği kadar -bağlamı destekleyen ve- sergi mekânını kuşatan seslerin ‘koral’ değil ‘bireysel seslerin oluşturduğu uğultuya’ dönüşen niteliği de sergilemenin hatırda kalma durumunu destekliyordu.

Avusturya Pavyonu’nda sergilenen City=Shape Space Net sergisi, görselliği kadar güçlü kuramsal çerçevesi ile de dikkat çekiciydi: Erken modern yaklaşımların da vurguladığı kent algısını belirleyen biçim, mekân, net/ağ olgularının farklı zaman kesitlerindeki yorumlarını, Friedrich Kiesler’in 1925 tarihli City in Space, Hans Hollein’ın 1964 tarihli –doktora çalışmasının da dayandığı- Flgzeugträger ve Gregor Eichringer’in güncel ağ önermeleri üzerinden okumalarla görsel ağırlıklı ortamlarla dışlaştırmaktaydı. Sergide belki de en ilginç olan, karmaşık ve dinamik kentsel kurgunun zamanla ilişkili parametrelerle soyutlandığı, mekanik/işlevsel/örüntüsel kent paradigmalarının görselleştirildiği mekânsal anlatının güçlü, çoklu medya ortamlarıyla desteklenmesiydi.

Amerika Birleşik Devletleri Pavyonu’nda yer alan After the Flood: Building on Higher Ground sergisi, Katrina kasırgası sonrasında yeniden yapılanacak New Orleans Körfezi çevresi için önermeleri içermekteydi. Architectural Record dergisinin bölgenin yeniden inşası ve yeni konut önerileri içerikli yarışmasının sonuçlarından oluşmaktaydı.

Küratör Jeremy Hill, İngiliz Pavyonu’ndaki Echo City düzenlemesinde Sheffield kentini, sosyal unsurları da vurgulayarak, dört farklı ölçekte -1:1, 1:100, 1:10000, 1:10000000- farklı medya kurgularıyla yansıtmayı hedefliyordu. Kentin hayal edilen, gerçek, kişisel, kısmen anımsanan, çoklukla unutulmuş kayıtlarını birarada ve ilişkilendirilmiş olarak sunan düzenleme, mimari unsurları da içeren bir kent öyküsüne dönüşüyordu. Ve bu özelliği ile de her yaştan kentlinin kişisel deneyim ve okumalarının açık uçlu olmasına olanak sağlıyordu.

Etkin olarak çoklu ortam özelliklerine başvurulan çoğu sergilemeden farklı olarak, Hollanda Pavyonu’nda Seeing is Knowing: The Dutch Urban Perspective sergisi, ‘görmek bilmektir’vurgusunu kentsel tasarımcıların ve mimarların perspektif temsilleri ile sunuyordu. 20. yüzyılın başından günümüze kentsel kurguya ilişkin temsiller, küratör Aaron Betsky’nin de belirttiği gibi ‘tanrısal bakıştan insan ölçeği ve bakışına değişen ölçekler ve mesafelerle’, tasarlanan kent parçalarına ilişkin bilgiyi aktarma ve geleceği yansıtma potansiyelleri vurgulanarak yer almaktaydı.

Japon Pavyonu iç içe geçmiş farklı sergilerden oluşmaktaydı: Terunobu Fujimori’nin bilinmeyen Japon mimari ve kentsel özelliklerini “ sürrealist mimarlık ve bilinçaltı kentsel kurgular ” teması bağlamında sunduğu sergileme, bilinmeyen/farkında olunmayan kent unsurlarına dikkat çekmek amacı ekseninde gelişiyordu. ROJO -yol[boyu] gözlemleri- sonucunda keşfedilen/farkına varılan ilginç, sıradışı, tuhaf, gizemli ve yere ait olmayan kentsel unsur ve olguların sunulduğu çadır sergilemenin odağını oluşturuyordu.

Kore Pavyonu, perma [n] stant sergisiyle kentin kalıcı dokusu üzerinde gelişen anlık durumları içeriyordu. Seul kenti ekseninde, değişmez coğrafi kurgu ve ona eklemlenen anlık imajlar ve değişimlerin tanımladığı kent katmanlarına ilişkin durumlar, okumalar ve deneyimler yansıtılıyordu. Sergileme, fiziksel sergi unsurlarını çoklu ortam olanakları ile destekleyerek oldukça yoğun bilgi içeriğini aktarması ile ön plana çıkıyordu.

10. Uluslararası Venedik Mimarlık Bienali, global ‘agenda’nın kitlesel büyüklüğü karşısında, kentlere odaklanarak, kent toplumunun geleceğini nasıl şekillendireceğimiz üzerine hem bir provokasyon ortamı, hem de bir tartışma platformu oluşturmuş oldu. Sergi, seçilen dünya kentlerinin sosyal, ekonomik ve kültürel dönüşümlerine ilişkin verileri ve bilgileri “gelecek” senaryoları için ortaya koymanın yanında; dünya ölçekli bir metropol ağının yoğunlaşmasıyla oluşacak yeni mimari ve kentsel projelerin, toplum yaşamını, çalışmasını ve hareketlerini nasıl şekillendireceğine ilişkin de bir düşünme ortamı oluşturdu.

Bu ortamın doğal sonucu olarak, kenti mimarlık bağlamında yeniden ve her boyutuyla okumaya çalışan, mimarın yerini, gelecek senaryoları içinde kentsel ölçekte mimarinin sonuçları ve açılımlarını tartışan yorumlar ortaya konmaya başladı. Bunlardan öne çıkanlardan Koolhaas’ın yorumuna göre, günümüzde aynı anda birbirinden çok farklı kent sistemleri üzerinde çalışabilen ilk jenerasyon mimarlar oluştu. Ancak, bu durum globalleşen dünyada, mimarlık ve kentsel ölçeklerde benzerliklere zemin oluşturarak, mimarlığın ve kentlerin özgünlüğü üzerinde bir problem alanı da oluşturmakta... Mimarlığın insandan bağımsız olamayacağından yola çıkan Fuksas’ın yorumuna göre ise, mimarın topluma karşı bir sorumluluğu olmalı... Bir anlamda kentin kentliyi, kentlinin de kenti şekillendirmesi gibi, mimar da ortaya koyacağı fiziksel, ekonomik, toplumsal coğrafya, bağlam ve yeni açılımlarla, topluma karşı sorumluluğunu yerine getirmeli ve mimarlıkla toplumu etkilemeli...

10. Venedik Bienali’nin ardından söylenebilecek son şey, teması, katılımcıları, tartışmaları, kente, topluma ve mimarlığa ilişkin önermeleri ile günümüzün çok sesli ve çelişkiler barındıran mimari söylem ve pratiğini son derece vurucu bir biçimde yansıtıyor olması.

RESİMLER

1. “Corderie dell’Arsenale”den genel bir görüntü. Sergiye konu olan kentlerin üç boyutlu olarak görselleştirilen grafikleri ile karşılaştırılması.

(Gülsün Tanyeli)

2. Arsenal’de Franco Purini’nin küratörlüğünü üstlendiği “Italia-y-2026” sergisi.

(Nurbin Paker)

3. “Giardini”de İtalya Pavyonu’na bakış.

(Nurbin Paker)

4. Giardini’de İtalya Pavyonu içinde yer alan üniversite katılımlarından Berlage Enstitüsü’nün sergisi.

(Nurbin Paker)

5. Giardini’deki İspanyol Pavyonu’nda sergilenen “İspanya [f.] biz, kentler-sergisi”.

(Nurbin Paker)

6. Giardini’de Avusturya Pavyonu içinde “City=Shape Space Net” sergisi.

(Nurbin Paker)

7. Giardini’de İngiliz Pavyonu içindeki “Echo City” sergisi.

(Nurbin Paker)

8. Giardini’de Hollanda kent perspektifinin sunulduğu Dutch Pavyonu’ndan bir kesit.

(Nurbin Paker)

9. Giardini’de Japon Pavyonu içinden.

(Arzu Erdem)

10. Japon Pavyonu içindeki “Rojo” sergisinin odağını oluşturan çadır.

(Gülsün Tanyeli)

11. Giardini’deki Kore Pavyonu içinden.

(Nurbin Paker)

Bu icerik 3705 defa görüntülenmiştir.