407
MAYIS-HAZİRAN 2019
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK ELEŞTİRİSİ

“Zarf” ve “Mazruf”: Teknopark İstanbul Yönetim ve Ar-Ge Yapısı Üzerine Notlar

Funda Uz, Doç. Dr., İTÜ Mimarlık Bölümü

2018 Ulusal Mimarlık Ödülleri’nde “Yapı Dalı Ödülü”ne değer görülen Teknopark İstanbul Yönetim ve Ar-Ge Yapısı, ikonik kütlesi ve çift çeperli cephesi ile dikkat çekiyor. Enerji etkin bir yapı elde etmek amacıyla atılan adımların oldukça olumlu olduğunu vurgulayan yazar, yapının cephesine odaklanarak İstanbul’un giriş kapılarından biri olan Sabiha Gökçen Havalimanı’ndan kente girişte görülebilen yapının Türkiye’nin “modern ve mütevazı bir veçhesini” sunduğunu belirtiyor.

 

Mimarlar Odası’nın 2 yılda bir düzenlediği ve bu yıl 16. dönemi olan Ulusal Mimarlık Ödülleri’nde, üç yapı dalı ödülünden biri, İTÜ Mimarlık Fakültesi, Mimarlık Bölümü öğretim üyeleri Doç. Dr. Nurbin Paker ve Doç. Dr. Hüseyin Kahvecioğlu tarafından projelendirilen “Teknopark İstanbul Yönetim ve Ar-Ge Yapısı”na verildi. (Resim 1)

Ödül raporundaki “kütle geometrisi, mekân kurgusu ve malzeme kullanımındaki duru, yalın ve tutarlı mimari tavrı, sahip olduğu yapı tektoniğinin ayırt edici ve güçlü imgesel niteliği ve temsil ettiği incelikli rasyonel mimari dil nedeniyle” ifadesi, bina dış kabuğunun, başarılı kabul edilebilecek teknik özelliklerinden çok, biçim dilinin ürettiği mekânsal atmosfere dikkat çekiyor.

Yapının müellifleri, “Yaşam ve Üretim Mekanı Olarak Teknopark İstanbul” başlıklı proje raporunda, yeni bir tipoloji olarak teknoparkların tarihçesinden başlayarak, Türkiye ve İstanbul özelinde yeni nesil teknoparkları ve çalışma ve yaşam entegrasyonunun yaratıcılığı geliştireceği motivasyonuyla ürettikleri yapılarını detaylı biçimde aktarmaktadır.(1) Okumakta

olduğunuz metinle, bina dış kabuğunun hem rasyonel hem olgusal niteliklerini tartışmaya açarak yapının hikayesine katkıda bulunmaya çalışılacaktır.

Farklı eylemlerin bir aradalığını karşılayan ve farklı mekânsal örgütlenmelerle kurulan mekânlarda program, yaşamın hızlı döngüsünden etkilenir. Her şeyin hızla değiştiği ve kavramların iç içe geçtiği günümüzde, dönüşebilen mekânlar ve kullanıcı tarafından kontrol edilebilen ilişkiler önem kazanır. Mekân kurgusundaki bu değişimleri karşılayan serbest plan düzleminin etken olduğu çağdaş mimarlıkta, yapının dış ile ilişkilenen “cephe”si yerini, “deri”, “zarf”, “kabuk” ve “yüzey” gibi daha kapsayıcı kavramlara bırakmıştır. Binanın genellikle tek bir yüzünü öne çıkaran “cephe” kelimesi dış yüzeyinde bu ayrımı yapmanın mümkün olmadığı binaları tarif etmekte yetersiz kalmaktadır.

Teknopark İstanbul Yönetim ve Ar-Ge Yapısı’nda “cephe”, modern ofis yapılarının beraberinde getirdiği iki problemi karşılayacak şekilde özelleşmiştir: Modern ofis yapılarının mutlak kurulumunu oluşturan serbest plan düzeninin dayattığı yeknesak dış “yüzey” kurgusunu aşmak, diğeri ise katmanlaşmış dış “kabuk” ile yapıya daha sağlıklı iç mekânlar kazandırabilmek… (Resim 2-4)

Mimarlık tarihine baktığımızda, bina tasarımı, üretimi ve kuramları arasında, cepheyi oluşturan / tanımlayanın, birbirini izleyen farklı etkenler olduğu söylenebilir. Bu etkenlerden birincisi yeni yapım teknikleri ve malzemelerinin doğurduğu sonuçlardır. Yığma yapım sistemleri ile üretilen, bezemelerle donatılmış binaların yerini, teknolojik üretimin yapısal ve görsel yansıması haline getirilmiş binalar almıştır. Bu endüstriyel olan ve endüstriyel olmayan üretime / yapıma ait bir farklılığı ifade eder. Yapımda ve görünüşte açığa çıkan farklılaşmalar, yüzey kavramını ve mimarlığını var eder. Leatherbarrow ve Mostafavi’ye göre, aydınlanma dönemi mimarlığı ve erken yirminci yüzyıl mimarlığı arasında dik açılı düşeylik ve süsten arındırılmış cepheler bakımından benzerlikler bulunmakla birlikte, aydınlanma dönemi mimarları cephenin “konuşması” ve sosyal görevler yerine getirmesi konularından feragat etmemişlerdir. 19. yüzyılın sonlarında binanın cephesinin temsil alanı olarak bağımsız hale geldiğini belirten Leatherbarrow ve Mostafavi topografik, tektonik ya da mekânsal şartların ikinci plana itilerek göstergesel olanın ön plana çıktığına işaret ederler.(2)Mimarlık tarihinin en önemli aşamalarından biri, iç ve dış mekânın birlikte kavranmalarını birbirleri içinde tanımlanmalarını amaçlayan çağdaş düşünce, betonarme ve çelik karkas strüktürün uygulanmasıyla mimarileşir. Yapıda cephenin bütünü ile bir cam yüzeye dönüşmesi “ısı yalıtımı” ve “güneşlenme” sorunları için değişik ve yeni çözümlerin bulunmasına yol açmıştır, Brise-soleil giderek modern mimarinin simgesi haline gelmiştir. 1950’li yıllardan itibaren farklı malzemelerle denenen “giydirme cephe” (curtain wall), modüler koordinasyon ilkelerine uygun olarak hazırlanan bazen saydam yüzeylerden, bazen opak parçalardan oluşan bir “deri”, bir “kılıf” şeklinde bütün yapıyı sarar.

Modernizmin getirdiği “serbest plan-serbest cephe” mottosu, II. Dünya Savaşı sonrasında evrilerek hızla değişen yapı sektörünün gelişen ve farklılaşan iş ve yaşam çevrelerinin mekânlarına çok katlı “cam kutular” olarak yansır. Gelişmiş cephe sistemleri, ileri teknoloji ürünü camlar ile akıllı iklimlendirme ve havalandırma sistemleri pek çok tasarım probleminin çözümü olarak görülmeye başlanır. Bugün, bu yaklaşımın sonucu olarak dış dünya ile ilişkinin neredeyse tamamen kesildiği ve istenilen değerlerin yapay olarak kurgulandığı “modern ofis yapıları” nedeniyle karşımıza yeni bir kavram çıkmakta: sick building syndrome-SBS yani Türkçesiyle hasta bina sendromu. Bu kavram, yapay iklimlendirme sistemlerinin yarattığı fiziksel ve dış ortamdan tecrit olmanın neden olduğu psikolojik etkinin tetiklediği bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Paker ve Kahvecioğlu, daha önce tasarladıkları Arı-3 ofis binasında, bu konuyu dert edip alışılmış kapalı kutu tipolojisine karşıt bir öneri geliştirmişti. (Resim 5) Yapının konumundan kaynaklı rüzgar yükünün yol açacağı sorunların çözümü için çift cidarlı açılabilir bir cephe sistemi oluşturmuşlardı. Müelliflerin yarı bilimsel, yarı sezgisel / öznel yaklaşımları sonucu “kapalı kutuyu kırmak” motivasyonu, Arı-3 binasının birinci cidarını iç mekân ile uyumlu modüller, ikinci cidarını güçlü rüzgara siper oluşturan ama akımı tamamen kesmeyen bir cephe sistemi tasarlamalarıyla sağlanmıştı. Teknopark İstanbul Yönetim ve Ar-Ge Yapısı’nda ise cephe, içten dışa doğru, üç katmanlı bir zarf gibi düşünülmüş. İlk katman kullanıcının müdahale edebildiği açıp kapatabildiği, pencereli sistem, ikinci katman yapıya dıştan müdahaleye imkan tanıyan “cat-walk” koridoru ve yapının imgelenebilirliğinin en güçlü elemanı olarak delikli dış kabuk, yani mimari “file”… (Resim 6, 7)

Bina merkezinde oluşturulan ve dış atmosfer koşullarının kontrollü bir şekilde içeri alındığı boşluk, doğal aydınlatma ve havalandırma olanağı yaratmaktadır. Tasarıma konu olan tüm kitlelerde cephelerin çift çeperli yapısı, gün ışığından yararlanma ve aynı zamanda güneş kontrolü sağlama gibi işlevlerin yanında, mimari dilin ve imgesel özelliğin en önemli unsurudur. Doğal iklimlendirme ve gün ışığından yararlanma gibi olanakların, enerji etkin bir yapı elde etmenin ötesinde, kullanıcılar için psikolojik etkenler açısından da olumlu yansımaları olacak bir iş ve yaşam çevresi oluşturacağı öngörülmüştür. Kitlelerin iç mekân kurgusunda ise kiralanabilir ofis birimleri, “shell and core” olarak kiracıların kurumsal kimliklerine göre tasarlanmak üzere bırakılmış; düşey sirkülasyon alanları, giriş ve kat karşılaşma mekânları olarak düşünülmüştür.(3) (Resim 8-10)

“Üçüncü nesil teknopark” olarak adlandırılan, insan faktörünün ön planda tutulduğu ve yaratıcı çalışma ortamının mekânın ana bileşeni olduğu bu yapılarda, kullanım özelliklerindeki hızlı değişim ve kullanıcı belirsizliği nedeniyle yapıyı açık uçlu modüler bir mekânsal altyapıyla kurgulanma zorunluluğu doğmaktadır. Ancak müelliflerin daha önce Arı-3 yapısı ile başladıkları bu sistemi, Teknopark İstanbul Yönetim ve Ar-Ge Yapısı’nda bir adım daha ileri taşıdıklarını söylemek mümkündür. Modern ofis yapılarında, modüler alt yapının ve serbest planın bir ölçüde dayattığı söylenebilecek, tekrar eden ya da sözsüz-konuşmayan suskun cephe sistemi, Teknopark İstanbul Yönetim ve Ar-Ge Yapısı’nda, yapıya giydirilen delikli bir dış kabuk sayesinde parçalanmaktadır. Düşeydeki izdüşümünde haraketli, her yüzünde birbirinden farklılaşan bu dış kabuk, aynı zamanda ortagonal olmayan bir çatı sınırı ile tamamlanır ve asansör kulesi, orta avlunun hava geçiren delikli koruma örtüsü gibi yapının teknik gerekliliklerini de böylelikle gizleyen mütevazı üçüncü boyuta ulaşır. Yapının yer / zemin ile kurduğu ilişkide bu dış kabuğun bıraktığı boşluk ve gölge, yapıyı hafifleten bir vurgu da yapar.

“Teknopark İstanbul Yönetim ve Ar-Ge Yapısı”nın tanımlayıcı yapısal cephe özelliği yanında dile getirilmesi gereken başka özelliklerini de kısaca sıralayalım. Pendik’te bulunan master planı Hüseyin Bütüner tarafından tasarlanan İstanbul Teknoloji Geliştirme Bölgesi’ndeki Teknopark İstanbul’un 2. etap yapıları, 2013 yılında açılan bir yarışma sonucu projelendirilmişti. Yapının yerleşkenin ana kararlarıyla uzlaşan tavrı ilk olarak dile getirilmelidir. Teknopark yapılarının hem araştırma hem ofis mekânlarını içermesi, çalışanların burada uzun zaman geçireceklerinin düşünülmesi, master plan kararlarındaki alle ve başlangıç noktası konumundaki yapıya daha da güçlü bir anlam yüklemekte. (Resim 11, 12)

İçinde yer aldığı Teknopark İstanbul alanında farklı mimari özelliklere sahip yapılar arasında, yönetim yapısının ayırt edici, güçlü bir imgesel niteliğe sahip olması hedeflenmiş. Bu ayırıcı özellik, binanın kitle geometrisine yapılan basit ama etkili bir müdahale ile sağlanırken, rasyonel ve işlevsel gerekliliklerle dengeli “ikonik” bir yapı elde etmek amaçlanmış. Bina,

farklı içerik ve büyüklükteki Ar-Ge firmalarına evsahipliği yapmak üzere değişik olasılıklara imkan tanıyan bir temel mekânsal modülasyon üzerine kurgulanmış. Kitle merkezinde oluşturulan düşey boşluk, doğal aydınlatma ve havalandırma olanağı yaratmaktadır. Cephelerin çift çeperli yapısı, günışığından yararlanma ve aynı zamanda güneş kontrolü sağlama gibi işlevlerin yanında, mimari dilin ve imgesel özelliğin en önemli unsurudur. Doğal iklimlendirme ve günışığından yararlanma gibi olanakların, enerji etkin bir yapı elde etmenin ötesinde, kullanıcılar için psikolojik etkenler açısından da olumlu yansımaları olacak bir iş ve yaşam çevresi oluşturacağı öngörülmüştür.(4)

Yapıyı, içten dışa bağlamak, kullanıcıların kendilerine ait bir bakı noktasından, pencerelerle görsel ve işitsel olarak, yağmurun sesini, havanın serinliğini ve hatta yoldan gelen trafiğin sesini duyumsayarak çalışmalarına olanak sağlamak, tasarım öğretisinin vazgeçilmezi olan “doğal verilerle kurulacak mekânsal ilişki”yi yeniden tanımlamak anlamına geliyor.

Teknopark İstanbul Yönetim ve Ar-Ge Yapısı, bugün ileri teknoloji ve nitelikli malzemelerle üretilen, son 50 yılın modern iş ortamını simgeleyen ofis yapılarının getirdiği başlıca iki soruna, yeniden “pencere”yi hatırlatarak ve çeperi yapının her yüzeyinde farklılaştırarak başarıyla cevap veriyor.

İç ile dışı ayıran yüzeyler, görsel ve duyumsal olarak insanların binalarla ilk iletişim kurdukları yerdir. İnsan binanın içine girmese bile önünden yürürken binaya dokunabilir, uzaktan görebilir. Bina dış yüzeyleri, kentin yapısal katmanlarından birini oluşturur. Kentin görsel bütünlüğü ya da silueti anlamında önem taşır.

Tarih boyunca kentler, hafızalara iki katmanlı bir örüntüyle işlenmiştir; daha önce deneyimleyenlerin aktardıklarından dolayı “tanıdık”, arzulanana varmanın heyecanıyla birlikte, “yeni” imgelerle. Bugün anlamını yitirmiş bir karşılaşma olsa da eskiden kentlerle buluşmanın ilk noktası, ilk kapısı limanlar ve tren istasyonlarıydı ve bunlar kentin ilk görülen yüzünü oluşturuyorlardı. 2017’de hizmete açılan Teknopark İstanbul Yönetim ve Ar-Ge Yapısı, İstanbul’un kapılarından biri niteliğindeki Sabiha Gökçen Havalimanı’na giderken yaklaşırken görülebiliyor, İstanbul’a gelenleri karşılıyor, gidenleri uğurluyor. Son yıllarda görmeyi daha çok arzuladığımız, Türkiye’nin modern ve mütevazı bir veçhesini sunuyor. (Resim 13)

KÜNYE

Proje Adı         : Teknopark İstanbul Yönetim ve Ar-Ge Yapısı

Proje Yeri        : Pendik, İstanbul

Proje Müellifi   : Nurbin Paker, Hüseyin Kahvecioğlu

Proje Grubu    : M. Cem Altun, Melis Nur İhtiyar, Elçin Kara, Seda Sultansu, Gülin Kara, Özen Aksu, Ayşegül Taşkın, Mine Koyaz, Merve Deniz Efe

Danışmanlar   : Bahar Aksel Enşici (kentsel tasarım), Oğuz Cem Çelik (taşıyıcı sistem)

İşveren            : Teknopark İstanbul A.Ş.

Yapımcı          : Haldız İnşaat A.Ş.

Statik              : Özcihan Mühendislik

Mekanik          : Tanrıöver Mühendislik

Elektrik           : Cedetaş Mühendislik

Peyzaj Tasarımı: CEY Peyzaj

Proje Tarihi     : 2016

Yapım Tarihi   : 2017

Toplam İnşaat Alanı: 19.891 m2

Fotoğraflar      : Cemal Emden

NOTLAR

1. Paker, Nurbin; Kahvecioğlu, Hüseyin, 2018, Mimarist, sayı:62 (Yaz 2018), ss.107-111.

2. Leatherbarrow, David; Mostafavi, Mohsen, 2002, Surface Architecture, MIT Press, Londra, ss.32-34. Leatherbarrow ve Mostafavi’nin Yüzey Mimarlığı isimli kitabında “cephe” kavramı modernizmin bir getirisi olarak modern öncesi ve sonrası döneme ait bir inceleme alanı olarak ele alınmıştır.

3. Paker; Kahvecioğlu, 2018.

4. Proje raporundan. Bkz. 2018, “YAPI DALI Ödülü: TEKNOPARK İSTANBUL YÖNETİM VE AR-GE YAPISI, Pendik-İstanbul”, Mimarlık, sayı:401, s.50.

 

 

Bu icerik 4124 defa görüntülenmiştir.