405
OCAK-ŞUBAT 2019
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
DOSYA: Kriz Ortamında Mimarlık

Musibetten Medet Ummak!

Abdurrahman Çekim, Mimar, YTÜ Davetli Öğr. Gör.

Epey uzun zamandır ülke ekonomisi inşaat sektörü ile tarif edilince, yabancı sermayenin bir kısmının geçici olarak kendine uğrak yer olarak ülkemizi seçmesinin ardından, muhtelif üretime dönük sektörler; gıda, tekstil, turizm, bankacılık, yazılım, tedarik gibi tüm alanlardaki üreticiler yatırımlarını inşaata kaydırdı. Kentsel dönüşüm, arazi spekülasyonu, değiştirilen plan notları ve artırılan emsallerin hızlı para kazanma yöntemi olarak inşaat sektöründe kendine zemin bulmasıyla birlikte, yeni bir kitlesel uzlaşı / iş birliği alanı oluştu. Toprak sahipleri, daire sahipleri, aracılar, müteahhitler, arka planda rant artırımı pazarlığı yapan siyasiler, plan notlarını değiştiren şehirciler, onaylayan yönetimler, hormonlu emsalleri meşrulaştırmak zorunda kalan mimarlar ve diğer yetkililer, finanse eden bankalar hızlı ve kolay para kazanma yönteminde pay kapmak üzere toplumsal uzlaşı / iş birliğinin temel bileşeni oldular. Pazarlamacılar, komisyoncular, lobiciler de arka planda destekleyici ve manipülasyoncu rollerini oynadılar. Oluşan bu durum kendi işbirliği ve paylaşım ağını, bir diğer deyişle toplumsal ortaklığını kurdu. Paydaşların talep ettikleri ücretler gayrimenkul fiyatlarına yansıdı, pazar hem katlanarak büyüdü hem de geniş bir tabana yayıldı.

Toplumun tüm unsurlarına temelden dokunarak, tüm katmanlarını ayrıca ekonomik ve kültürel ilişkilerini derinden etkileyerek yeniden belirleyen, bu değerleri güç-para dengesi üzerinden tarifleyerek ayar veren bir durum oluştu. Doymak bilmeyen inşaat üretim süreçleri ve proje üretim süreçleri için temel faktör hız olurken, temel motivasyon herkesin hızlı ve kolay kazanması üzerine gelişti. Neredeyse her şeyin nicelikle tanımlandığı yapı sektöründe derinlik, anlam ve nitelik bir kenara bırakıldı. Bahsi geçen faktörler ve aktörlerin işbirliği-uzlaşı birlikteliği, dışarıdan alınan sermaye ile hayal edilemeyecek ölçekte proje üretim süreçlerine evrildi. Meşhur şarkıdaki gibi: “Herkes biliyor, zarların hileli olduğunu.” Ancak bu ortalıkta herkes pay sahibi; sürdürülebilir olmadığının farkında olunsa da, yıllar süren bu ortaklığın çok derin hasarları olacağı bilinse de, kriz kendini hissettirene kadar durum tüm hızı ile devam etti. Ölçeğe ve işin tabiatına uygun olmayan bu üretim biçimi en çok; mahallelere, kentsel boşluklara / dokulara, doğaya, toplumun birlikte yaşamak üzere kurduğu / kuracağı toplumsal dayanışmaya, işbirliğine, geçmişe ait / aidiyetle ilişkili hafızalara ve kültüre hasar verdi. Mahalle dokusu yerini kapalı sitelere ve gettolaşma yoluna giden toplu konutlara verirken; kamusal boşluklar AVM’lere; ihya edilmesi gereken tarihî meydanlar ve cami bahçeleri ıssız alanlara; genele bakınca da kent birbirinden kopuk parçacıklara / artıklara dönüştü. Temasa, tarihsel gelişmeye, iletişime dayalı kentsel gelişim yerini “ayrışmış” ve “kopuk” adalara bıraktı. Doğal olarak toplumsal yapı da bu durumdan nasibini aldı. Sosyolojik derin ayrışmalar, bir başka deyişle toplumsal derin yarıklar oluşarak, seküler, muhafazakâr, orta gelirli, yüksek gelirliye dayalı yerleşkeler oluştu. Kentsel dönüşüm adı altında mahalle karakterleri bozuldu. Alt yapılar aynı olmasına rağmen, yeni yapılacak yüksek sayıdaki birimler aynı arazinin üzerine inşa edilerek daha yoğun yerleşkelere neden oldu. Yeşil alanlar tahrip edilirken, eski ve kısmen daha yaşanabilir konutlar % 20-30 daha küçültülerek, insani koşullara uygun olmayan mekânsal kalitelerini yitirmiş mekânlara dönüştü. İnşaat sektörü kara delik misali kente ve insana dair ne varsa tüketir oldu. Sadece var olanı değil, geleceğe dair olanı da tüketti veya ipotek altına aldı. Üretim nicelikler üzerinden tariflenince, belli normu ve niteliği baz alan yerleşik firmalar tutunamadığı için yerine yeni ve tecrübesiz gayrimenkul şirket enflasyonu oluştu. İnşai faaliyeti bilmeyen, proje üretimi ve yönetiminden habersiz gayrimenkul şirketleri iş yapma biçimini ve piyasa koşullarını oluşturur hale geldiler.

Bu genel ve yüzeysel çerçeveden bakarak mimarlıktaki gelişmelere gelince, tasarımın etkin bir şekilde geniş bir tabana yayılması, hiç olmadığı kadar gündeme taşınmasını sayabiliriz. İşverenlerin, mimarların veya tasarımcıların kapılarını epey aşındırdığı bu dönemde, tasarım sektörde epey önemli yer edindi. Bu avantajlı durum mimarlara da yaradı elbette. Tasarım, iyi - kötü ayırt etmeksizin en etkin ve en ‘para eden’ etkinliklerden biri oluverdi. Zamanla “tasarım” etkinliği anlamının ötesine geçti. Öyle ki; tasarımların en temel sorunlara cevap vermesini bırakın, güç bela günlük hayata yararlı olması yeterli oldu. Yer yer insan ve tasarım arasındaki bağlar öyle koparıldı ki, gelişigüzel şekilde yüksek hızlarda elde edilen işler teoriyle, manayla, amaçla bağını koparmış tamamen pazarlama stratejilerini aklayan bir hal aldı. Oluşan devasa piyasada mimar ve mimarlık ofisi ihtiyacı da hiç olmadığı kadar arttı. Proje üretimi ve yönetiminden habersiz gayrimenkul şirketleri alanında tecrübesiz mimarları istihdam eden bir sürece dönüştü. İster usta-çırak ilişkisi olarak tarifleyelim ister yöntem, deneyim ve düşün aktarımı üzerinden; mimarlık meslek aktarımı, etiği ve hukuku sekteye uğradı.

Ofis olarak bizim için en zor durum bu kaygan ve savruk düzende yıllarca pozisyon belirlemek, pozisyon almak oldu. Bazen bazı projelerin içinde bulunmamak bir tercih olurken, bazen bir projeyi eleştirmek, doğruyu araştırmak veya gündem oluşturmak üzere bir pozisyon belirledik. Kriz ve krizin etkilerini çok yakından takip ettik. Anlık ortaya çıkmadığı aşikar bir süreci yakından yaşadık. Önceleri zaman ile yarışarak yapılan proje süreçleri daha zamana yayılan, daha ucu açık bir sürede yürütülen süreçler haline geldi. Bayram sonrası, yılbaşı ertesi ve seçimin hemen arkası beklendi. Proje bitirme ve sonlandırma isteksizliği katlanarak arttı. Bu sürecin mimari ofislere maliyeti her geçen gün arttı.

Belirsiz ortamda maliyetleri düşürmek üzere projeler kırpılmaya başlandı. Alan azaltma, projenin temel taşlarını azaltma, niteliklerinden ödün verme istediği sürecin en tatsız durumları oldu. Bir diğer taraftan aylara hatta yıllara sair yayılan bir türlü tamamlanamayan ödeme süreçleri mimari ofislerini temelden sarstı. Zor durumda kalan ofislerin yavaş yavaş küçülmeye gitmeleri sonucunda, işsiz mimar sayılarında inanılmaz artışlara tanık olduk. Kur artışlarıyla iptal olan projelerimiz oldu. Gündemde olan projeler konuşulmaz oldu. Temel sarf malzemelerinde fiyat artışları % 100’ü aşarken , kullandığımız yazılım (CAD ve 3D programları) ücretleri inanılmaz rakamlara ulaştı. Ofis idare ederken, çalışan mimar meslektaşlarımıza karşı sorumluluklarımızı sekteye uğratmamak bizim için temel meseleler oldu.

Bu çerçeveden bakınca sanırım son 10-15 yıl, bazı kazanımlarla birlikte, kriz nedeniyle derin tahribatları da beraberinde getirdi. Tüm mimarlık ofislerine, toplumun bileşenlerine dokunarak, toplumun katmanlarını, tüm ekonomik ve kültürel ilişkilerine temelden nüfuz eden ve erozyona uğratan bu durumun belki de dizginlenmesi için gerekli zaman geldi ve geçti bile… Mimarların krizde nasıl ayakta durması gerektiğinden, ya da nasıl ofis idame ettireceğinden daha önemlisi; yıllardır tahrip olan, ölçeğe ve işin tabiatına uygun olmayan, kenti delik deşik eden devasa üretim biçiminin kente, mahalleye, doğaya ve temel toplumsal düzene verdiği hasarların son bulması için önümüzdeki ekonomik kriz bir fırsattır belki de…

Bu icerik 2825 defa görüntülenmiştir.