405
OCAK-ŞUBAT 2019
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
MİMARLIK GÜNDEM

Yerel Seçimlerin Eşiğinde

Eyüp Muhcu , Mimarlar Odası Genel Başkanı

“150 yılı aşkın süredir biriken yerel yönetime dair deneyimler, belki de ağır kriz koşulları nedeniyle toplumsal hafızadan silinmiş gibi. İlkeler ve hedefler yerine adaylar üzerinden bir seçim çalışması yürütülmektedir. Toplumsal yararın ve yaşam değerlerinin önemsendiği bir dayanışma yerine bireysellik ön plana çıkarılmaktadır.” “Demokratik yerelleşme, yerinde yönetim, kentlerin sağlıklılaştırılması ve afetlere karşı hazırlanması, insan haklarının kentlerde uygulanması gibi kavramlar üzerinden bir tartışma / değerlendirme sürecinin işletilmiyor olması tarihsel bir sorumluluktur.” “Rant çemberinde kim yer alıyorsa, iktidar / muhalefet ayrımı yapmadan ona açık tavır alacağız. Mahallede, sokakta, kent meydanında, salonlarda ve Türkiye’nin dört bir yanında yerel yönetim sürecinin bir dayanışma sürecine dönüştürülmesi için adımlar atmaya çalışacağız. Her zamanki gibi umudumuzu koruyacağız.”

2019 yılına girerken iradesi elinden alınmış Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Cumhuriyetin bir güvencesi olduğunu söylemek zor. Bir diğer güvencemiz olan yargının güdümlü olduğunu kabul edersek de adalet ve hukuktan yine söz edemeyiz. Böyle bir ortamda ülke ekonomisine bakarsak, “kentsel rant”ı ekonominin merkezine koyan politikaların doğal bir sonucu olarak, kent ve çevre değerleri yok olurken ekonomik kriz ivme kazanmaktadır. İşte böyle bir ortamda Türkiye yerel seçimlere doğru ilerlemektedir. Ülkede kurulan “otokratik rejim” ile yürürlüğe konmuş “otoriterleşme ve kriz politikaları” sonucu yaşanan sorunların, bölgesel gerilim ve çatışmalarla birleşerek derinleştiği koşullardaki bu yerel seçimler, 31 Mart 2019 tarihinde gerçekleşecek. Bu nedenle, yereli aşan bir süreçle karşı karşıya olduğumuzu bilerek hareket etme zorunluluğumuz var.

Mimarlar Odası’nın topluma ve çevreye karşı sorumlulukları kapsamında 3 Aralık 2018 tarihinde Kadıköy’de yapılan “Yerel Yönetimler Kentleşme ve Demokrasi Sempozyumu” ile tartışma ve değerlendirme süreci başlamıştır. Bu çerçevede hazırlanacak “2018 Yerel Yönetim Raporu” bilim çevrelerine, aday olanlara, ilgili tüm kesimlere ve yurttaşlara sunulacaktır. Bu değerlendirmelerin belediye yönetimlerine ne kadar yansıyacağı konusu ise kuşkuludur. 150 yılı aşkın süredir biriken yerel yönetime dair deneyimler, belki de ağır kriz koşulları nedeniyle toplumsal hafızadan silinmiş gibi. İlkeler ve hedefler yerine adaylar üzerinden bir seçim çalışması yürütülmektedir. Toplumsal yararın ve yaşam değerlerinin önemsendiği bir dayanışma yerine bireysellik ön plana çıkarılmaktadır. İyi niyetli insanlar bilmeden yanlış şeyler mi yapıyor? Evet, böyle istisnalar olabilir. Ancak, genellikle ve bilinçli bir tercihle, şirkete “iyi bir yönetici” atanması şeklinde bir tavır alınmaktadır. Yerel yönetimlerin toplumsal rolünü anlamayan bu yaklaşımın sonunda seçilecek isimler, ancak “otoriter düzenin parçası” olarak mevcut sistem içinde yerlerini alabilir.

Ülkedeki kentsel politikalar, merkezî ve yerel aktörler tarafından sermaye kesimleri ile işbirliği içerisinde yürütülüyor gibi görünmektedir. Bu duruma karşı, muhalefet partileri açık bir tutum takınmak zorundadırlar. Demokratik yerelleşme, yerinde yönetim, kentlerin sağlıklılaştırılması ve afetlere karşı hazırlanması, insan haklarının kentlerde uygulanması gibi kavramlar üzerinden bir tartışma / değerlendirme sürecinin işletilmiyor olması tarihsel bir sorumluluktur. Geçmişte yerel yönetimler ile merkezin vesayet ilişkisini tartışırken yapılan demokrasi ve hukuk dışı düzenlemelerle gelinen aşamada, bütün ülkede “kayyum belediyeciliği” fiilen uygulamaya konmuştur. Seçim sürecinde en önemli konuların başında bu yer almaktadır. Belediyelere kayyum atanması normalde bir tek diktatörlüklerde görülebilecek bir eylem biçimidir. Güneydoğu illerindeki belediyelere anti-demokratik bir şekilde kayyumlar atandığı zaman, siyasal partilerin ve diğer belediyelerin tutumu ve tepkileri ne ölçüde olmuştur? Bu sorunun yorumunu okuyucuya bırakıyorum. Bugün kayyum belediyelerinden söz ederken, Türkiye’deki 3500 belediyenin yarısının kapatıldığını unutmayalım. “Yerelleşme ve demokratikleşme” karşıtı bu ve benzeri düzenlemeler yaşama geçirilirken toplumsal kimi tepkiler dışında kurumsal bir davranış geliştirildiğine tanık olamadık.

6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun, belediyelerin yetkilerinin “gasp” edilmesine başka bir örnek teşkil etmektedir. Bu yasaya göre yerel yönetimlerin bahçesinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı AVM, otel, rezidans, gökdelen kurabilir. Belediye binalarını yerle bir edebilir. Peki, siyasi partiler açısından konuyu düşündüğümüzde, bunun karşılığında gerekli tepki, hem demokratik hem de hukuki mücadele verilebilmiş midir?

Devam edelim, soru işaretleri doğuran 24 Haziran seçimlerinden sonra “otokratik rejim” yasal ve resmî hale geldi. Bundan sonra yapılan düzenlemelerin en önemlilerinden biri 13 Eylül 2018 tarihinde çıkarılan 17 no.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile yerel yönetimlerin bütçesine ve yetkilerine el konmasıdır. Kararnameye göre belediyelerin programları, bütçeleri onaylanmadığı için gerçekleştirilemeyecektir. Örneğin, bölgede iyi niyetli bir belediye başkanımız toplum yararına ve planlama ilkelerine uygun olarak bir mahalle parkı yapmayı programına aldığında ve bunun için gerekli ödemeyi iktidar onaylamadığında proje gerçekleşemeyecektir.

Son olarak TBMM’den oy çokluğu ile geçerek 10 Aralık 2018 tarihinde yürürlüğe sokulan 7153 sayılı Çevre Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla bütün planlama kademeleri ve düzeni yok sayılmaktadır. Kanuna göre, hükümet tarafından alınan “mekânsal strateji planları” kararları yerel yönetimlerin ve ilgili kurumların görüş ve onayı aranmaksızın işlenebilecektir.

Yerel seçimlerde iktidarın olası zafer kazanması halinde, “seçimlerin kaldırılmasının ve belediye başkanlarının atanmasının” dahi gündeme getirilebileceği ülke yöneticileri tarafından dile getirilebilmektedir. Bütün bu gelişmelere rağmen seçim sürecinde, iktidarın yerel yönetimler üzerindeki baskıları, kayyum belediyeciliği, kapanan belediyeler, kriz karşısında yerel yönetimlerin sorumlulukları konusunda bugün neden tartışma değerlendirme ortamı sağlanmıyor? Neden yerel yönetim seçimlerine güçlü bir sesle, bir toplumsal muhalefet ekseninde adımlar atılmıyor? Şüphesiz bu bağlamda pek çok soru sorabiliriz. Yazı kapsamında, “Neden Maltepe’deki Adalet Mitingi’nde ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir araya gelen milyonların sesi olunmuyor?” diye son sorumuzu soralım.

Seçimler “özgürlük, eşitlik ve adalet” için yeni bir şans sunmaktadır. Toplumsal bilincin ve kültürün gelişmesi, dayanışma ağlarının örülerek güçlendirilmesi ve geleceğe taşınması, özgür ve demokratik Türkiye’nin kurulması için kazanım elde edilmesi amacıyla, yerel yönetim süreci bir mücadele alanı haline getirilmelidir. Kimi mevzilerin korunması ve yeniden kazanılması yetmez; yerelde bir toplumsal zafere gereksinim vardır. Mevcut olan önemli yerel yönetim deneyimlerin ve çalışmaların devam ettirilmesi, geliştirilmesi, güçlendirilmesi yönünde de çalışmalar sürdürülmelidir. Görevini yapmayan, toplumsal sorumluluklarını taşımayan ve kent suçu işlemeyi bir yerel yönetim anlayışına indirgeyenlerin görevlerini sürdürmelerine toplum oylarıyla bir son vermelidir. Bu koşullarda “yerel ve yerinde yönetim unsurları” olarak tarif edilen belediyeler, meslek odaları ve ilgili kesimler arasında “demokratikleşme ve sağlıklı kentleşme” için işbirliği ve dayanışmanın önemi artmaktadır. Karar verici mevkilerde olan yöneticiler otoriter ve baskıcı politika, karar ve uygulamalarla karşımıza çıktığında, birlikte tavır alınması yönünde çalışılmalıdır. Bu doğrultuda, halkın haklarının savunulduğu demokratik ve toplumcu yerel yönetim anlayışları geliştirilmeli; katılımcı süreçler organize edilerek demokratik yaklaşımlar hayata geçirilmelidir. Kimlikli ve yaşanılır kentlerin oluşturulması; kentler arası dayanışma, kentsel alanların barış ve kardeşlik içinde farklı kültürlerin bir arada yaşadığı bir ortamlar olarak planlanması, kent ve kamu olanaklarına erişim, afetlere karşı güvenli ve eşitlikçi bir anlayışın uygulamaya geçirilmesi ile mümkündür.

Sonuç olarak, meslek örgütleri bilimin rehberliğinde ve kamu yararı doğrultusunda çalışmayı sürdürerek ve bu ilkeleri örgütleme yükümlülüğünün farkında olarak hareket edecektir. Bu bağlamda öncelikle görevimiz, bugünkü yönetimin yetkisi altındaki yerel yönetimlerden, yetkisini yanlış kullanarak “gerici, otoriter ve yağmacı” anlayış geliştirenlerin teşhir edilmesidir. Bu yönde çabalarımızı bir kampanyaya dönüştüreceğiz. Rant çemberinde kim yer alıyorsa, iktidar / muhalefet ayrımı yapmadan ona açık tavır alacağız. Mahallede, sokakta, kent meydanında, salonlarda ve Türkiye’nin dört bir yanında yerel yönetim sürecinin bir dayanışma sürecine dönüştürülmesi için adımlar atmaya çalışacağız. Her zamanki gibi umudumuzu koruyacağız. Zira biliyoruz ki, yaşanan kriz koşullarında seçim süreci doğru yönetilebilirse, özgür ve demokratik bir Türkiye için 31 Mart 2019 karanlık rejimin failleri ile birlikte tasfiyesi için bir başlangıç olabilir…

Bu icerik 2232 defa görüntülenmiştir.
<p>Kriz Koşullarında Yerel  Yönetimler, Kentleşme ve Demokrasi Sempozyumu Sonuç Bildirisi Mimarlar Odası web sitesi olan mo.org.tr üzerinden okunabilir.</p>