387
OCAK-ŞUBAT 2016
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
KENTSEL MEKÂN

Tarihî İstanbul Silueti Kavramı ve Kamusal Görünürlük Sorunu

Işıl Uçman Altınışık, Yrd. Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi Mimarlık Bölümü

Zeytinburnu’ndaki Onaltıdokuz kulelerinin yeniden gündeme getirdiği siluet tartışmaları, kentsel değerin ne olduğunu, kamusal alanın sınırını ve kamusal alanda görünürlük önceliği gibi siyasi bir karar da olabilen hiyerarşileri düşünmemize neden oldu. Tarihî yapı siluetlerinin taşıdığı tarihsel ve kültürel anlamları irdeleyen yazar, tartışmaların sadece algı ve görme biçimi üzerinden şekillenmemesi gerektiğinin altını çiziyor.

KAMUSAL GÖRÜNÜRLÜK SORUNU

23 Ağustos 2014 tarihli Hürriyet Gazetesi, Onaltıdokuz (16 / 9) kulelerinin(1) Sultan Ahmet Cami minarelerinin arkasında yükselerek “tarihî silueti bozan kısmın yıkımı” kararına ilişkin ekonomi sayfasında yayımlanan bir haberi “Danıştay’dan Tıraşa Onay”(2) başlığı ile duyurur. Habere göre Danıştay 14. Dairesi, İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nin verdiği “kısmî yıkım” kararına ilişkin İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Zeytinburnu Belediyesi’nce yapılan itirazı reddetmiştir. Sözkonusu karar, 1983 yılında çıkarılan 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu(3) ve “öngörünüm”, “geri görünüm”, “etkilenme bölgesi” gibi kavramlarla ilişkilendirilerek düzenlenen ve “kentsel kimlik”, “kentsel statü” gibi kolektif değer yargıları üreten mimari ve siyasi bir gündeme ilişkin “tarihî silueti bozma” gerekçesine dayanan hukukî bağlayıcılığı nedeniyle önemlidir.

2011 yılından itibaren gazete manşetlerine taşınmaya başlanan konunun gelişim güzergâhı geriye dönük olarak izlendiğinde(4) ve İstanbul’un modern kentleşme süreçlerine katılan benzerleriyle birlikte, “tarihî siluet kavramı ve kamusal görünürlük sorunu” olarak nitelendirilebilecek bir gündem üretiminden bahsetmek mümkündür. Bu bağlamda 1990’lı yılların başında yaşanan “Park Otel” fenomeni etrafında gelişen tartışmalar ve 1993 yılında Danıştay’ın son 12 katının yıkılarak Alman Konsolosluğu seviyesine indiren kararı hemen hatırlanabilir.(5) 2013 yılından itibaren CVK Park Otel olarak hizmete açık olan ve Erhan Berat Fındıklı’nın yaşanan dönüşümleri “mekânın yeniden üretimi” olarak değerlendirdiği makalesinde özetlediği gibi, “İtalyan Elçisi Baron Blanc’ın binasından, Tevfik Paşa Konağı’na, Miramare’den Park Otel’e, Park Otel’den, yıktırılmış bir gökdelen enkazına varıncaya kadar” geçen süreç, sözkonusu gündemi izleyebilmek için mimarlığa, kente, siyasete ilişkin ve mimari projeler, şehircilik, iktidar ilişkileri, kent estetiği, kent hafızası ve koruma arakesitlerinde önemli bir görünüm sunar.(6)1930’lu yıllara ait Süleymaniye Camisi yanında yapılmış olan “Botanik Enstitüsü”nün fazla gelen 3 katının yıkılması kararı ise, Henri Prost’un İstanbul’un ilk nazım imar planı ve +40.00 kotu sınırlaması kararlarıyla birlikte değerlendirildiğinde bu gündemi bir durum olarak üreten önemli bir ilk olarak öne çıkar. Prost Planı’nın oluşturulmasında görev alan ve öğrencisi olan Aron Angel’e göre: “Şehir plancısının ilk endişesi, eski İstanbul’un eşsiz siluetini korumak için bir çözüm bulmaktı. Planın ana çizgileri, yalnızca büyük anıtların etrafını açmak değil, daha çok onları uzaktan tüm ifade bütünlükleri ile beraber görünür hale getirmekti. Büyük camiler genelde İstanbul tepeleri üzerinde denizden 40 metre yukarıda inşa edilmişlerdi. Prost bu kıyı üzerinde yapılacak yapıların üç kat ve 9,30 metreyi geçmesini sınırlayan bir yasak koyulmasını teklif etti ve kabul ettirdi. Hatta daha da ileri giderek bu yüksekliği geçen katların yıkılmasını öneren yeni bir istimlâk yasasının oluşmasını gündeme getirdi. [vurgular makalenin yazarına aittir]”(7)

Böylelikle oluşan gündemin söylem alanında genel olarak işleniş biçimi ise, “tarihî siluet”i ya da “siluetin değişimi”ni esas alan bir karşıtlık kurgusu içinde gelişmiştir. Öte yandan, iki karşı ucu temsil eden her iki bakış açısının, belirli olguların tarihsel ve kültürel öncülüğü üzerine kurulu kentsel değer kurguları etrafında ortaklıklar kurdukları da söylenebilir. Bu yönleriyle her iki söylem de “kamusal alanda görünürlük” sorununu “kamusal alanda görünürlük önceliği” gibi (mimari ve siyasi) hiyerarşilerle birlikte anlamlandırma eğilimindedir. Bu makale ile niyetlenilen, sözkonusu gündem üretimini analiz etmekten çok makalenin ardından geliştirilebilecek yeni sorularla çeşitli boyutlarda analizler yapabilmek için, makale kapsamında seçilen ve “tarihî İstanbul silueti” anlatıları üzerinden konuyu bir biçimiyle de olsa görünür kılarak tartışmaya açmaktır.

TARİHÎ İSTANBUL SİLUETİ KAVRAMI

Etimolojik köken olarak Fransızca “silhouette”den aktarılan, genel anlamı itibariyle “bir şeyin yalnız kenar çizgileriyle tek renk olarak beliren görüntüsü, gölgesi” olarak kavrayabileceğimiz siluet(8), mimarlık özel alanında ufuk çizgisi üzerindeki yapılı çevreyi oluşturan mekânsal unsurların panaromik resim düzleminde yanyana, üstüste birleşerek yekpare bir konturla temsiliyeti ve algılanması olarak tanımlanabilir. “Tarihî İstanbul silueti” kavramı ise bu teknik anlamın çok ötesinde, bir coğrafyası olan “İstanbullaşma”nın konusudur.

Ayrıca, kavramın inşa süreci kültürel melezlenmelere söylemsel ve mekânsal açıdan verilebilecek bir örnek olarak da öne çıkar. Örneğin, kavram Bruno Taut’un 1937’de “Ankara Kamutay Musabakası Programı Hulasası”nda Kamutay (Türkiye Büyük Millet Meclisi) Binası “arkaplan”ına ilişkin önerdiği bir okuma, bir algılama önerisi olan “Stadtkrone” (şehir tacı) imgeleminden beslenir.(9) Avrupa kültürünün antik klasik mirasını sahiplenerek, Türkiye Cumhuriyeti modernleşme süreçlerini mekânsal anlamda yönetmeye talip olan bir Ankara projesi açıklama raporunun, İstanbul’da mekânsal gerçeklikler ve metaforlar üreten alt metinlerden birine dönüşümü olarak nitelendirmek yanlış olmayacaktır. Bu anlamda, Taut’un “Arkitekt mecmuasının arzusu üzerine, sadece nazari surette münakaşa edilmek maksadile” sunduğu şu ifadeleri önemlidir: “İşbu mevkii mimari bakımdan kuvvetle tebarüz ettirmek bir temaşa platosu ile taçlandırmak gayet mantıkîdir. Bu platodan bakınca bütün şehir ve etrafındaki peyzaj muhteşem surette görülebilir. Böylece, kamutayın şimalden görünüşü de tıpkı Cumhur Reisliği sarayının görünüşü gibi reprezantatif surette tebarüz ettirilmiş olur ve her ikisi birlikte, her hangi taraftan bakınca, mimari bir vahdet gösterir… bu vaziyete göre bina arazinin en yüksek noktasına konmuş oluyor. Böylece, aynı zamanda bir güç mesele de halledilmiş bulunmaktadır. Bu mesele, binanın üstün eb’adı itibarile hükümet mahallesi içinde doğru bir mikyas halinde bulunması meselesidir. Doğru mikyas, binaların, önlerindeki meydan ve bahçelerin ufkî sadmelerine nazaran iyi bir tenasüp halinde bulunmalarile elde edilmiş olur. Burada bina tabiî seviyesine uygun surette kademelendirilmiştir, Ankara şehrinin tacı halini alan bu bina ile onun etrafı, her halde muhteviyatıle görülecek olan bir vasıf alacaktır: bir Akropol olacaktır. [vurgular makalenin yazarına aittir]”(10)

Diğer yandan hiç şüphesiz, Nazi zulmünden kaçabilmek için geride bıraktığı hayatın, bağlandığı yeni hayata taşıdığı imgeleme ait parçalardır yukarıda sıralanan. Yaşanan toplumsal ve bireysel trajedilerin ardından geldiği Ankara’yı memleket edinen Taut’un, burada belli bir yer edinen, ayrıcalıklı yabancı ve mimar kimliklerinden doğan, Ankara’ya minnet duyarlılığıdır. Doğu Batı Mimesis kitabında Kader Konuk sözkonusu duyarlılığa ilişkin önemli tarihsel açılımlar yapar. Konuk kendi ifadesiyle, “Nazi zulmünden kaçıp müslümanların hâkim olduğu bir topluma sığınan […] hümanist bilim insanlarının düştüğü müşkül durumun izini sürdüğü” kitabında, bu duyarlılığın, “bir yanda onları faşist Almanya’dan kovan, diğer yanda da onları Türkiye’de bir kültürel yenilenme programı için işlevsel hale getiren kuvvetleri temsil ettiğini”(11) tespit eder. Konuk Doğu Batı Mimesis’in iddiasını şöyle geliştirir: “Modern Türk kimliğinin yalnızca Kemalist kadrolar tarafından kurulmadığını; sığınmacıların yani Türkiye toplumu içerisindeki ayrıcalıklı yabancıların bu kimliğin inşasında önemli bir rol oynadığını öne sürüyor. Türkiye bu toprakların klasik mirasını sahiplenmeye ve antik Avrupa imgesinde kendi modern kültürünü yeniden yaratmaya karar verince, sığınmacılar özel bir önem kazanmıştır.”(12)

“Tarihî siluet” algısına yönelik metinsel dönüşümün kavramsal ögeleri Taut’un ifadelerinden seçilerek şöyle sıralanabilir: “temaşa platosu”, “taçlandırmak”, “muhteşem suret”, “reprezantatif suret”, “mimari bir vahdet”, “doğru mikyas”. Öyle görünür ki; kavram, doğduğu memleketinden edilen Taut’un kişiliğinde, yeni “bir bağlanma hali”(13) olarak beliren kişisel duyarlılığın, kültürel anlamda Avrupa’nın sahiplendiği antik miras ile erken Cumhuriyet döneminde Türkiye modernleşme süreçleri arasında mekânsal ilişkiler kurma çabasının bir parçasıdır. Hiç şüphesiz, günümüze uzandığı süreç içinde ve tarihsel olarak uğradığı dönüşümler boyunca, yukarıda tanımlanmaya çalışılan ilişkilendirmeden bağımsız, başka ilişkisellikler içerecektir.

Örneğin, yaklaşık yirmi yıl sonra, 1956 yılında yayımlanan İslam Ansiklopedisi’nin Semavi Eyice tarafından yazılan ve “şehir tacı” imgelemine referans veren Haliç maddesinde sergilenen duyarlılığın kurduğu ilişki repertuarı Taut’unkinden epey farklılaşmıştır. Yukarıda Taut’un ifadesinden seçilerek sıralanan kavramsal ögeler, Eyice’nin ifadesinde referans verilerek sürdürülmelerine rağmen içerdikleri anlam değişime uğramış; bu kez İstanbul ve tarihî camilerin bazıları için biraraya gelecek bu unsurlar, Haliç’i görmek ve göstermek için şöyle bir metin kurmuşlardır: “Haliç’in Türk dönemindeki görüntüsünün oluşmasında büyük rol oynayan bir unsur da İstanbul’un hâkim yüksekliklerine ve kıyıdan buraya tırmanan yamaçlarına serpiştirilen camilerdir. Osmanlı döneminin Türk mimarisi, büyük camileri ve bunları çevreleyen manzumeleri estetiklerini tamamlayacak şekilde araziye yerleştirmiştir. Alman mimarı Bruno Taut, İstanbul’un selâtin camilerini bu bakımdan ‘şehir tacı’ (Stadtkrone) olarak adlandırmıştır. İstanbul’un üzerinde kurulduğu yarım adanın bel kemiğini teşkil eden tepeler silsilesinin Edirnekapı’dan Sarayburnu’na kadar Haliç’e paralel olarak uzanması, Türk dönemi Haliç’inin büyük mimari eserlerle ‘taçlanmasını’ mümkün kılmıştır. Şehir, Türk medeniyetinin ilk damgası olan Fâtih Camii ile manzumesi, etrafındaki medreseleri ve Haliç tarafındaki dârüşşifâsı ile muhteşem bir mimari topluluk olarak Bizans’ın Havâriler Kilisesi’nin yerinde yükselmişti. Onu XVI. yüzyıl başlarında II. Bayezid’in camii ile az sonra Balat sırtlarında Yavuz Sultan Selim için yapılan cami takip etmiştir. Mimar Sinan, Şehzade Camii’ni Haliç’e bir vadi halinde inen sel yatağının başındaki yüksek noktaya inşa etmiş, Süleymaniye Camii ve Külliyesi için de Haliç’e bir mahmuz gibi uzanan bir tepeyi seçmiştir. Türk sanatının en büyük eserlerinden olduğu kadar Türk şehirciliğinin bu kudretli yapısını bütün ihtişam ve heybetiyle yalnız Haliç’ten veya karşı kıyıdan seyretmek mümkündür. Bu da Türk döneminin Haliç’e verdiği değer ve önemin ölçülerini gösterir. Süleymaniye’nin minare ve kubbelerinin yerleştirilişi, İstanbul’un bu taraftaki siluetiyle estetik bakımdan tam bir uyum gösterir. Haliç’e hâkim tepeler, Edirnekapı’da yine Mimar Sinan’ın eseri Mihrimah Sultan Camii ile, daha geç dönemde de XVIII. yüzyıl ortalarında Nuruosmaniye Camii ile süslenmiştir. Haliç’in girişinde Eminönü semtinde eski yahudi mahallesi yerinde, XVI. yüzyıl sonlarında yapımına başlanıp inşası XVII. yüzyıl ortasına kadar süren Yenicami bu eşsiz âbideler dizisinin Haliç girişindeki son halkası olmuştur.”(14)

Eyice’nin Haliç imgeleminde etkinleşen “şehir tacı” imgelemi, Taut’unkinden farklı olarak, yapma edimiyle barışık hümanist bir mimarlıkla değil, “doğaya içkin, onun içinden doğal olarak çıkan, öylece varolagelen, aşkın bir mimarlıkla ilişki kurar. Taut’un kendi kişisel “bağlanma inşası”nın mekânsal ögeleri olarak da değerlendirilebilecek “reprezantatif suret”, “mimari bir vahdet”, “doğru mikyas” gibi hümanizm kaynaklı, insan üretimine ve iradesine referans veren kavramlar ve hemen akabinde çağrışan metaforlar, Eyice’nin söyleminde “yamaçlara serpiştirilen camiler” ifadesinin içerdiği özcü bir “doğal olarak var olma”nın konusu haline gelirler. Taut’un hümanist, modernist ve klasisist imgelemi ve minnet dolu mimar duyarlılığı, yaklaşık yirmi yıl sonra Eyice’nin muhafazakâr, yurtsever romantikliğini ve sanat tarihçisi duyarlılığını besleyen ve ona katılan eşsiz bir kaynak olmuştur.

Bu anlamda, “tarihî İstanbul silueti” kavramı, her kavramın inşasında olduğu gibi, çoğul, çeşitli ve hatta çelişkili söylemsel kültürel ve siyasi kaynaklardan beslenir. Denilebilir ki, bu nedenle günümüzde “tarihî İstanbul silueti” birbirinden farklı, birbiriyle örtüşmeyen, çelişen ve çeşitli görünümlerdeki söylemleri taşıyabilen kavramsal bir konstrüksiyondur. Sözkonusu biçimlendirmeye örnek olması açısından “İstanbul”, “tarihî siluet” ve “kültür” anahtar kelimelerini sıklıkla gündemine taşıyan (yakın zamanlarda hayata veda eden) Oktay Ekinci’nin 2011 yılında Cumhuriyet gazetesindeki “ÇED köşesi”nde yayımlanan bir değerlendirme yazısı için seçtiği “Siluet Şaşkınlığı!” başlığı önemlidir.(15) Kanun hükmünde kararnamelere (KHK) imza atanların aynı zamanda “silueti korumak zorundayız” diyenler olma çelişkisine karşı duyduğu tepkiyi, Ayasofya ve Sultanahmet Camisiyle gökdelenlerin hem-yüzey bir algıyla sunulduğu fotoğrafın altına düştüğü “Sultanahmet’i, Ayasofya’yı... Görebiliyor musunuz?” önerisiyle de yönlendirir. İronik formuyla, bir soru olmaktan çok “tarihî İstanbul silueti”nden yana kesin bir tavır bildiren resim altı yazısı, arkaplanda olmalarına rağmen görünürlükleri ve büyüklükleri ile birlikte etkinleşerek algıyı etkileyen; böylelikle Ayasofya ve Sultanahmet Camisinin ardında esaslı bir biçimde ve bir başka zaman-mekân katmanı olarak beliren gökdelenleri “tarihî imgenin doğallığı”na(16) karşı gelişen bir tehdit olarak okumaktadır.

Yukarıdaki farklı dönemlere, farklı zaman-mekân, aktör ve medyalara ait olmalarına rağmen “İstanbul’un tarihî silueti” başlığı altında toplanabilecek metinlerin ortak özelliği, kentsel-kamusal ve kültürel sorunlar bakımından çok boyutlu ve yönlü bir bakışla irdelenebilecek mekânsal bir konunun, anlatılmak için seçilen dilsel alanda indirgenerek, konuyu bütün çelişkileriyle birlikte görmek yerine belli bir görünüm hiyerarşisi eşliğinde kimin önde ve önce görünmesi gerektiğinin “sorun”laştırılmasıdır. Böylelikle konu, dönem dönem değişebilen, siyasi bir ajandanın izleğinde projelendirilerek araçsallaştırılabilmektedir. Oysaki sözkonusu anlatılar dışında konunun bir “ön-görünüm sorunu”nu da içeren, ancak onun da ötesinde sorunsallaştırılabileceği tartışma alanları bulunabilir. Örneğin, bu makalenin gündemine aldığı “danıştaydan yıkım kararına onay” haberleri üzerine geldiği söylenebilecek 31 Ağustos 2014 tarihli Aljazeera.com.tr’de yayımlanan makalesinde Cihan Aktaş, “İstanbul’un Silueti” tartışmalarını, kullanılan dilin büyüsünü bozacak bir biçimde “kültür-sanat bağlamındaki boşluk”a şöyle yerleştirir: “Şimdilerde kültür-sanat bağlamında bir boşluktan söz ediyoruz. Çünkü 30 yıldır Sultanbeyli’de neler olup bittiğiyle ilgilenmedik. Oysa siluetin tahribi, sadece bir kıyı meselesi olamaz. Bugün eğer ‘İstanbul’un silueti bozuluyor!’ deniyorsa, bunun sebebi, dokusunu ikiye bölen otobana çıkışı bulunmaksızın namevcut bir semt halinde yapılanmış Sultanbeyli gibi ilçelerin nefes alma ihtiyacında aranmalı.”(17)

Aktaş’ın yaptığı açılım, konunun alt metinlerin güdümündeki söylem alandan özgürleştirilmesi bakımından önemlidir. Her kentsel ve kamusal olayın içeriğinde varolan mekânsal süreçlerin çoğu zaman “Kimin tarihi?”, “Kimin kültürü?” soruları etrafında düğümlenen merkezî anlatıların dışında, özgülleşerek kavramsallaştırılmaları, bireysel, kamusal deneyim ve birikimlerin yeniden inşasına olanak sağlayan eleştirel bir alanın oluşması bakımından gerekli ve önemlidir. Ancak böyle bir alan içinde bilimsel aklı içeren “stratejiler” ve anlık iradeleri içeren “taktikler” birarada değerlendirilebilir olur.(18) Geliştirilecek çoğul aktörlü mekanizmalar ile düzenlenecek “tıraşlama”nın ötesinde, mimarlığa, şehirciliğe, siyasete, korumaya, hafızaya ve mekâna ilişkin çok boyutlu kentsel çözümler araştırılabilir ve kamusal deneyimi besleyecek sonuçlar oluşabilir.

NOTLAR

1. İstanbul Zeytinburnu Kazlıçeşme’de 89 pafta 771 ada 12 parselde yapılan 26, 32, 36 katlı 3 gökdelen projesi Onaltıdokuz(16/9).

2. “Danıştay’dan Traşa Onay”, Hürriyet ekonomi, 23 Ağustos 2014. www.hurriyet.com.tr/ekonomi/27042961.asp [Erişim: 21.03.2015]

3. “2960 Sayılı Boğaziçi Kanunu”, 1983, www.mevzuat.gov.tr, [Erişim:22.04.2015]. Aysu, Emre; Akın, Oya; Berkmen Yakar, Hülya, 1993, “Son 10 Yıl İçinde Boğaziçi Fizik Mekanını Şekillendiren Kurum ve Gruplar”, Planlama, sayı:1-4 (İstanbul Özel Sayısı), ss.38-45.

4. Bardakçı, Murat, 16.09.2011, “Ulan İstanbul Bu Sen Misin?”, Habertürk. Ekinci, Oktay, 2 Ekim 2011, “Siluet Şaşkınlığı”, ÇED Köşesi, Cumhuriyet, s.14. Barlas, Mehmet, 18.10.2011, “İstanbul’un Silueti Sürekli Değişmedi Mi?”, Sabah. Aköz, Emre, 18.10.2011, “Ertuğrul Günay Samimiyse Önce Gökkafes’e Dokunsun”, Sabah. “Silüet İçin Doğru Fotoğraf Değil”, 20.10.2011, Akşam. “Türkiye’de 20 Aylık Konut Stoğu Var”, Dünya. “Türkiye’nin 6 Milyon Konuta Ihtiyacı Var!”, 23.10.2011, Haber7.com, İstanbul; Öztürk, Erhan, 24.10.2011, “O Siluetten Eser Yok Zaten…”, Sabah.

5. 1993, “Park Otel’in Fazla Katlarının Yıkımına Başlandı”, Mimarlık, sayı:255, s.10.

6. Erhan Berat, Fındıklı, 2015, “Bir Mekânın Yeniden Üretimi: Park Otel”, Mekânın Hafızası: Dolmabahçe, (ed.) Bahar Kaya, Bilgi Üniversitesi Yayınları, ss.427-438.

7. Angel, Aron, 1993, “Henri Prost ve İstanbul’un İlk Nazım Planı”, Planlama, sayı:1-4 (İstanbul Özel Sayısı), İstanbul, ss.6-9.

8. Hasol, Doğan, 1998, “siluet” maddesi, Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü, YEM, İstanbul, s.141. Ayrıca bkz: tr.wikipedia.org/wiki/Siluet, [Erişim: 22.04.2015]

9. Bilgin, İhsan, 29 Ağustos 2012, “Perspektif ve Yerin Ruhu”, Taraf.

10. Taut, Bruno, 1938, “Kamutay Müsabakası Programı Hülasası”, Arkitekt, sayı:4 (88), s.132.

11. Konuk, Kader, 2013, Doğu Batı Mimesis, (çav.) Can Evren, Metis Yayınları, İstanbul, s.16.

12. Konuk, 2013, s.18.

13. Konuk, 2013, ss.28-29.

14. Eyice, Semavi, 1956, “Haliç”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul, cilt:15, s.275.

15. Ekinci, 2011.

16. Barthes, Roland, 2000, Mythologies, Vintage, Londra, s.131.

17. Aktaş, Cihan, 31 Ağustos 2014, “AK Parti’nin Kültürelliğinin Sorunları”, Aljazeera Türk.

18. Michel, de Certeau, 1984, The Practice of Everyday Life, (çev.) Steven F. Rendall, University of California Press, Berkley-Los Angeles-Londra, ss.11-25.

Bu icerik 5983 defa görüntülenmiştir.