326
KASIM-ARALIK 2005
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
YAYIN TANITIM

BİR SİNAN YENİDEN-OKUMASI: Osmanlı’da Mimarlık Kültürü

Selen B. Morkoç

Y. Mimar, Adelaide Üniversitesi

Gülru Necipoğlu son kitabında Mimar Sinan’ı ele alıyor. Kitabın adı: “Sinan’ın Çağı: Osmanlı İmparatorluğu’nda Mimarlık Kültürü” (The Age of Sinan: Architectural Culture in the Ottoman Empire, 2005).(1) Kitap on yıllık bir çalışma ve birikimin ürünü ve historiyografik yazında aşırı tüketilmiş bir tarihsel figüre yepyeni bir perspektif sunuyor. Necipoğlu’nun çalışmasını çok farklı yönlerden değerlendirmek mümkün. Ben burada yalnızca Sinan’ın tarihsel bir figür olarak yorumlanmasına getirdiği katkılar üzerinde duracağım.

Ülke ve dünya çapında Sinan’ı ele alan eserler onun tekilliğinden, bağlamıyla uyuşmaz -neredeyse modern- yaratma sürecinden dem vurur. Dünya mimarlık historiyografisinde Sinan üzerine monografi yazmak, Sinan’ı genelgeçer mimarlık tarihi kronolojilerine dahil etmekten daha kolaydır.(2) Bu yüzden Sinan konusu özellikle Batı dışı kültürlerin ürünlerine ilgi duyan sınırlı bir okuma grubuna hitab eder. Spiro Kostof’un çalışmasını (A History of Architecture: Settings and Rituals, 1995) saymazsak mimarlık tarihine kültürlerarası bir karsılaştırmada Sinan’ın ürünlerini de dahil ederek yaklaşan çalışma yoktur.(3) Ülke genelinde ise Sinan historiyografisinin hâlâ çok kutsal (sacrosanct) bir tonda devam ettiğini söylemek herhalde abartı sayılmaz; Sinan ya her yıl tekrar eden anma törenlerinin favori teması ‘Koca Mimar’ ya da üzerinden tüm Osmanlı mimarisini açıklamaya calışırken dikkatli olmamız gereken, yorumdan kaçan, ayrıcalıklı bir modern-öncesi tarihsel sorunsaldır.(4) Her iki durumda da Sinan yaratıcılığını ürünlerinde kendi istediğince kullanan özerk bir dehadır, modern anlamda rasyonel ve deneyseldir.(5) Strüktürlerinin sağlamlığı, iç ve dışın birbirini yansıttığı formları, süslemenin strüktüre egemen olmadığı iç mekânları onu modernlik konusunda çokça dertli bir ulusun tarih-ötesi modern simgesi yapmaya yeterli sebeplerdir.

Necipoğlu kitabının teorik tabanını bu genelgeçer yorumların eleştirisi üzerine kuruyor. Hem tüm İslam mimarlığını içeren monolitik bir oryantalist tavrın Sinan mimarlığını marjinalize etmesine, hem de ulusçu söylemin Sinan’ı bir simge konumuna indirgeyip bağlamından koparmasına karşı çıkıyor.(6) Bunların dışında Sinan’ın özellikle İstanbul’da yoğunlaşan dini-törensel anıt mimarlığından yola çıkan lineer-kronolojik bir tarih modelinin form ağırlıklı biçem tartışmalarının mimarı ve mimarisini bağlamından koparmanın sürekli tekrarlanan başka bir yolu olduğunu savunuyor. Bu yüzden Necipoğlu, Sinan okumasında mimarlığı kültür üretiminin bir parçası olarak ele almayı yeğliyor. Sinan’ın bağlamında biçemin kronolojik olarak değil, projenin patronunun statüsü ya da coğrafi konum gibi bağlamsal faktörlere göre değiştiğini öneriyor. “Decorum”Necipoğlu’nun kitabında anahtar bir kavram, ama monolitik ve değişmez kuralları olan bir kavram değil. Sinan’ın mimarlık üretimi Necipoğlu’nun decorum dediği bireyin toplumdaki yerini vurgulayan ve belirleyen görsel göstergelere göre biçimleniyor. Bu göstergeler Sinan’ın mimari yaratımının özerk seçimi olmaktan çok, kültürel belirleyiciğe sahip kimlik ve bellek nosyonlarının karmaşık temsiliyet pratiklerinde kendilerini dışa vuruyor.(7)

Böylece Necipoğlu, Sinan okumasında sultanın meşruiyetinin ve gücünün sembolü ulucamiler (Friday mosques) üzerinden Osmanlı kültürünün mimari üretim pratiklerinin yeni bir panaromasını sunuyor. Mimar Sinan hem bir birey hem de Hassa Mimarlar Ocağı bağlamında bir kurum olarak ele alınıyor. Yapım endüstrisi, tasarımcı ve uygulamacı olarak mimarbaşı statüsünün sorumlulukları, patronların değişen beklentileri, tutkuları ve amaçları tarihsel bir anlatı içinde veriliyor. Dönemin estetik eğilimleri tarihsel anlatının içinde diğer sosyo-kültürel eğilimlerin doğal bir parçası olarak ele alınıyor. İstanbul civarında yoğunlaşan, Sinan’ın birebir katkısının belirgin olduğu projeler kadar, imparatorluğun uzak köşelerindeki projeler de detaylı inceleme altına alınıyor. Daha önce yayımlanmamış vakfiyeler, resmî yazışmalar, fetvalar, padişah fermanları, inşaat defterleri ve kronikler tarihsel zemini sağlamlaştırmanın ötesinde mimarlık kültürü anlatısının canlılığını ve inandırıcılığını artıran bir yorumla sunuluyor. Geçmişte parça parça yayımlanmış ama yorum ağırlıklı Osmanlı mimarisi okumasında yeterince değerlendirilmemiş pek çok belge, Necipoğlu’nun anlatısında bağlam içinde yerini buluyor.

Örnegin Sâî Mustafa Çelebi tarafından kaleme alınmış biyografiler Sinan’ın birey olarak okunmasında merkezî bir konumda ele alınıyor. Beş ayrı biyografi versiyonunun dördünün sonunda farklı uzunlukta yer alan yapı katalogları, Sinan’ın kurumsal olarak üretilene birey damgasını vurma kaygısının bir göstergesi olarak yorumlanıyor. Necipoğlu İslam sanatında türünün tek örneği olan bu biyografilerin, Sinan’ın öz-imgesini temsil eden kaynaklar olarak önemini vurguluyor. Bunları Divan edebiyatının klişeleşmiş anlatımı çerçevesinde gören ve tarihsel gerçeklikle ilişkisini kuşkuyla karşılayan yaygın bakış açısının tersine, yorum olanaklarını zorluyor. Hatta Rönesans sanatçıları ve mimarları için yazılmış biyografilerle (vita) yazılım amacı ve ifade benzerliklerine dikkat çekiyor ve birebir karşılaştırmalar yapıyor. Manetti tarafından Brunelleschi, Condivi tarafından da Michelangelo için kullanılmış ilahi (divino) nitelendirmesinin Sâî’nin Sinan için kullandığı ‘azîz-i kârdān’ (divine maestro) ve ‘mi‘mâr-ı mübârek’ (divine architect) sıfatlarından çok farklı olmadığını savunuyor. Fakat böyle benzerlikleri aceleci genellemeler veya indirgemeler yapmak için değil, ele alınan tarihsel bağlamın ne tamamen özgül ne de başka bağlamların sözcükleriyle birebir açıklanabilir olmayan karmaşık doğasını vurgulamak için kullanıyor.(8)

Sinan’in kendi vakfiyesi Necipoğlu’nun mimarın temsili kişiliğini (persona) okumak için başvurduğu bir diğer önemli kaynak. Ölümünden sonra sahip olduğu mal varlığının varisleri tarafından nasıl bölüşüleceğinin ve sosyal işlevlerini halk yararına nasıl sürdüreceğinin bir ön taslağı olmasının ötesinde vakfiye, Sinan’in sünni alışkanlıklarının etkisiyle biçimlenmiş derin dindarlığının da bir göstergesi. Örneğin, Sinan Vakfiyesi’nde Süleymaniye Camisi’nin 30 tilâvetli müezzinine, mezarında üç İhlas bir Fatiha okumaları için her gün birer akçe ödenmesini vasiyet ediyor. Vakfiye buna benzer vakti ve mekânı özellikle belirlenmiş dualar ve anmalara ayrılmış bütçelerle dolu. Bunun dışında kendinden önceki mimarlar Atik Sinan ya da Acem Alisi’nin vakfiyelerinin tersine Sinan’ın vakfiyesi, Kanuni döneminde kökleşen sünni etkisinin bir sonucu olarak derviş tekkesi içermiyor. Vakfiyede dikkat çeken bir başka tema da dönemin ‘hayır yapma’ mantalitesiyle uyum içinde toplumsal duyarlılık ağırlıklı: Sinan halk yararına çeşmeler yapılmasını ve bozulan kaldırımların düzenli olarak gözetilip tamir edilmesini istiyor ve bunun için bütçe ayırıyor.(9)

Bütün bu verilerden yola çıkarak Necipoğlu, Sinan’ı ortaçağ zihniyetine kapılmış bir toplumun içinden nasılsa çıkıvermiş, döneminde yeterince anlaşılamamış ‘mimarlık rasyonalitesinin dehası’ olarak ele almanın meşruiyetini haklı olarak sorguluyor. Çünkü biyografilerinin ve vakfiyesinin temsil ettiği Sinan, tam da döneminin adamı olarak karşımıza çıkıyor. Üstelik Necipoğlu’nun karşılaştırmalı olarak alıntıladığı padişah fermanlarındaki övgü dolu ifadelerden Eyyubi, Celalzade Mustafa ve Mustafa Ali gibi şair ve yazarlara kadar uzanan bir çok kaynak aracılığıyla Sinan’ın zamanında da oldukça ayrıcalıklı algılandığını anlıyoruz.(10) Sinan’ın kimliği ve dönemi ile ilişkisi üzerine bu sorgulamalar ve örnekler yalnızca mimarı değil, onun mimarisini anlamak için de büyük önem taşıyor; çünkü yorumlarımızı yaparken mimarlık ürünlerine mimar ve dönemi hakkındaki ön-kabullerin örgüsünden yaklaşıyoruz.

Özet olarak, Necipoğlu’nun kitabı burada yalnızca iki grup tarihî kaynak üzerinden kısaca örneklendirmeye çalıştığım Sinan ve Osmanlı mimarisi üzerine genelgeçer kabulleri ve önyargıları sorgulayan yeniden-okumalarla dolu. Hem mimarlık ve özel olarak Osmanlı mimarlığı uzmanlarına hem de genelde Osmanlı kültürüne ilgi duyanlara hitab eden edebî açıdan da zevkle okunacak bir çalışma.

1. Necipoğlu, G. 2005, The Age of Sinan: Architectural Culture in the Ottoman Empire, Princeton University Press, Princeton-Oxford.

2. Bir örnek için bakınız: Goodwin, G. 1993, Sinan: Ottoman Architecture and its Values Today, Saqi Books, London.

3. Kostof, S. 1995, A History of Architecture: Settings and Rituals, Oxford University Press, New York.

4. Türkiye’de Sinan historiyografisi eleştirisi için bakınız: Tanyeli, U. 2005, “Klasik Osmanlı Dünyasında Değişim, Yenilik ve Eskilik Üretimi: Bir Grup Sinan Türbesi Üzerinden Okuma,” Afife Batur’a Armağan: Mimarlık ve Sanat Tarihi Yazıları, ed. Mazlum, Ağır ve Cephanecigil, İstanbul, s.25.

5. Doğan Kuban’ın çalışmaları bu konuda örnek teşkil ediyor: Kuban, D. 1987, “The Style of Sinan’s Domed Structures,” Muqarnas: An Annual for Islamic Art and Architecture IV, s.72-97. Ya da son monografik çalışması: Kuban, D. 1997, Sinan’ın Sanatı ve Selimiye, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.

6. Necipoğlu, G. 2005, s.15.

7. Necipoğlu, G. 2005, s.21.

8. Necipoğlu, G. 2005, s.135.

9. Necipoğlu, G. 2005, s.152.

10. Necipoğlu, G. 2005, s.146.

Figürler:

1. Sinan Kanuni’nin türbesinin yapımında, Süleymannâme, 16. yüzyıl minyatürü.

2. Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi önündeki Sinan heykeli (1956, heykeltraş: Hüseyin Anka).

3. Gülru Necipoğlu’nun kitabının kapağı.

Bu icerik 6047 defa görüntülenmiştir.