326
KASIM-ARALIK 2005
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
KORUMA

“Koruma Karar Organı Üyeleri” Sorgulanamaz ve Suçlanamaz

H. Besim Çeçener

Mimar

KORUMA KURULU ÜYELİĞİ ÜZERİNE GÖRÜŞLER Temmuz 2004’te yürürlüğe giren yeni ‘Koruma Yasası’nın eleştiri alan maddelerinden biri, koruma kurulu üyelerinin sayısının beşten yediye çıkarılması oldu. Böylelikle koruma kurullarında artık yerel ve merkezî yönetimin ‘temsilcileri’, ‘atanmış’ üyelerle beraber görev yapıyorlar. Tartışılan diğer bir konu ise, kurullarda üretilen ortak görüşün “karar” niteliğinde olması nedeniyle, üyelerin kararlara esas olan bilimsel görüşü nedeni ile savcılığa şikâyet edilebilmesi ve çeşitli nedenlerle görev yaptığı kurulun değiştirilebilmesi... Uzun yıllar kurullarda görev yapmış / yapmakta olan iki değerli ismin bu konulardaki görüşlerine yer veriyoruz.

12 Eylül harekâtının ünlü Konsey Başkanı’nın, eski Anıtlar Yüksek Kurulu’nu etkilemeyen ve kararlarından hoşnut olmayan bir takım kişilerin yakınması nedeni ile “Kimdir bu kurul üyeleri? Devletin tepesine oturmuşlar, dediğim dedik diyorlar!...” dediği, o tarihte belli çevrelerde yankı yapmıştı.

Söylentinin doğru olup almadığını bilmiyorum. Ama bu söylentilerin hemen arkasından eski “Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu”nun kaldırılması yerine bugünkü sistemin getirilmiş olması, söylentilerin doğru olabileceği izlenimini bırakmıştı. Olay, tek taraflı bir bakış açısından, tepeden inme bir uygulama idi!...

Yanlışlığın temelinde yatan görüş neydi?

Yanlışlık, Anıtlar Yüksek Kurulu’nun görüşlerinin kurul üyelerinin kişiliklerinden kaynaklandığı düşüncesiydi. Daha açık anlatımı ile, kurulun ortak görüşünün karar olduğu kabulü idi. Oysa tüm uygar ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de koruma karar organlarının ortaya koyduğu ortak bilimsel görüş, kurulun kuruluş yasasında yer alan “Devlet kurum ve kuruluşları dahil, tüm gerçek ve tüzel kişiler bu kurulun ortak görüşlerine uymak zorundadır” hükmü gereğince karar niteliğine dönüşür.

Aslında, ünlü Konsey Başkanı, 1951 yılında yürürlüğe konan 5805 sayılı Anıtlar Kurulu Kuruluş Yasası’na, yani Büyük Millet Meclisi’nin iradesine karşı çıktığının ayırımında değildi. Çünkü, konseyin onayıyla 1983 yılında göreve başlayan yeni “Yüksek Kurul”a aynı yetkileri devretmek zorunda kaldı. 1987 yılında ise, bu yetkiler “Koruma Kurulları”na verildi.

Olayın bilimsel niteliğinin getirdiği zorunluluk, koruma kurullarına atanan 5 üyenin bilimsel kimliğini öne çıkarttı. YÖK kontenjanından seçilen 3 üye akademisyenler arasından seçiliyordu. Bakanlık kontenjanından seçilecek 2 üye için ise bu konuda kendini kanıtlamış bilgi, bilinç, deneyim ve birikim sahibi olması koşulu, getirdikleri 2863 sayılı yeni yasada yer aldı. İdareyi temsil eden 1 üye ile 6 üyeden oluşan koruma kurulları, eşyanın doğasına uygun olarak, bilimsel niteliğini korudu.

Gerek Askeri Konsey’in, gerek ondan sonra gelen sivil yönetimin istediği şey bu değildi. Onlar, merkezî yönetimin politikalarına uyan, yumuşak başlı bir bilimsel kurul istiyorlardı. Hesap edemedikleri, bir akademisyenin kendi kariyerini yok sayıp yanlış görüşler vermeyeceği idi. Kuşkusuz, toplumun her kesiminde olduğu gibi, yönetimin isteklerini yerine getiren birkaç üye çıktı ise de, genelde kurulların bilimsel ortak görüşleri (kararları) korumadan yana oldu. Zaten bu süreç içinde, koruma bilinci toplumda giderek arttı. Ama idarenin, koruma kurullarını baskı altında tutma emelleri yok olmadı. Kurul üyelerinin gözünü korkutma yolları denendi. Kültür Bakanlığı üst kademe yetkililerine yaranmak isteyen bazı kurul büro müdürleri ile kurul üyeleri arasında gerginlikler yaşandı. İş resmî şikâyete kadar uzandı. Bakanlık müfettiş incelemeleri açtı. Hatta daha ileri gidip bazı kurul üyeleri hakkında savcılık kovuşturması istedi.

Ortaya tam anlamı ile bir kara mizah çıktı !...

Kuşkusuz yapılan kovuşturmalar kara mizahın çok ötesinde, merkezî yönetimin hukuk anlayışının ne ölçüde yetersiz olduğunun da kanıtı idi. Koruma kurul üyeliği, (komik ölçüdeki hakkı huzur sayılmaz ise) ulusal bir görevdir. Büyük çoğunluğu akademisyen olan kurul üyelerinden bu görevi yapıp yapmayacağını istemek, rica anlamını taşır. Kurul üyeleri bu görevi devlet görevlisi sıfatı ile değil, bilim adamı kimlikleri ile yaparlar. Yani onlar Kültür Bakanlığı’nın memurları değillerdir. Bakanlığın onlara, 657 sayılı Memurin Yasası’nın getirdiği teftiş yetkisi içindeymişler gibi işlem yapmaya yasal açıdan hakkı yoktur. Ayrıca etik de değildir. Hele, kurul üyelerinden herhangi birini, kararlara esas olan bilimsel görüşü nedeni ile savcılığa şikâyet etmek, tam tersi idareyi suç işleme durumuna dahi düşürebilir. Bir üyenin savcılığa verilmesi, o üyenin kendine verilen yetkiyi, gene kendine herhangi bir çıkar sağladığı deliller ile kanıtlanması halinde, söz konusu olabilir. Bu bir polisiye olaydır. Eğer iddia yargı tarafından aklanır ise, üyenin idareye maddi ve manevi dava açma hakkı doğar. İdare bu nedenle tazminat ödemek zorunda kalırsa ülkemiz yasalarına göre, olayı yargıya götüren kendi elemanı hakkında rücu davası açması gerekir.

Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olmak zorundadır. Ve öyledir.

Kurul üyeleri konusunda Kültür Bakanlığı’nın bir diğer yanlış uygulaması, bazı kurul üyelerinin görevlerine süresi dolmadan son vermesi veya başka kurula atamasıdır. Kurul üyelerinin görevine hangi durumlarda son verileceği ilgili yasada belirtilmiştir. Yasada olmayan bir nedenle üyelik hakkı kaldırılamaz. Bakanlık, kaşını gözünü beğenmediği bir üye varsa, ondan kurtulmak için yasal sürenin dolmasını beklemek zorundadır. Bakanlık, üyenin kabul etmemesi halinde onu başka kurula atayamaz. Çünkü kurul üyeliği, her şeyden evvel üyenin kendi aslî görevinden ayıracağı zaman ve mesaiyi gerektirir. Koşulların değişmesi çoğu kez, üyenin olanaklarına ters düşer. Dolayısı ile istifa etmek zorunda kalır. Zaten amacın da bu olduğunu söylemeyeceğim ama, yetişmiş ve yetkin bir kurul üyesinin özveriye dayanan hizmetini engellemenin, ülkemiz yararına olmayacağı konusunda Kültür Bakanlığı yetkililerini uyarmak isterim.

Bu icerik 3773 defa görüntülenmiştir.