326
KASIM-ARALIK 2005
 
MİMARLIK'tan

MİMARLIK DÜNYASINDAN

YAYINLAR



KÜNYE
YİTİRDİKLERİMİZ

O, Mimar Nezih Bey’di…

Atilla Yücel

O Nezih Bey’di. 60’lı, 70’li yılların İTÜ Mimarlık Fakültesi öğrencileri için, o öğrencilerin mimarlığı günlük ders programı içerikleri dışında ciddiye alan, merak edenleri için, kış geceleri Taşkışla’nın soğuk resimhanelerinde proje masası başında sabahlayanları için Nezih Bey –belki bir idol demek abartılı olur-, ama bir adres, bir referans noktası idi… Mimari Proje dersinin, tasarım atölyesinin en parlak ismi: Yani bir mimar… Doğan Kuban’ın kültür dersleri için sahip olduğu konuma, mimari tasarım konusunda tartışmasız sahip olan kişi. Grubunda olmasanız bile onun stüdyosundaki eleştirileri izler, tartışmalara katılırdınız, kendinizi mimarlığa biraz daha yakın hissetmek için, işlek kaleminden çıkan karmaşık çizgileri, parmağının kağıt üzerindeki grafit izini kağıda yayışındaki büyüyü duymak, belki daha sonra taklit edebilmek için… O da bunun tadını çıkarırdı.

Yaşamı boyunca belki bir tek bunun, kendini mimar olarak algılamasının ve algılatmasının tadını çıkardı: Sahibi olmadığı arsalar için kendine mekânlar tasarladı, sipariş almadığı konular için programlar, projeler düşündü durdu; duyarsız üniversite yöneticilerine, umursamaz belediye başkanlarına öneriler sundu. Bu inanç bunların bir bölümünün uygulanmasını mümkün kıldı. Birkaç seçkin işvereni için az sayıda uygulanmış proje ve uygulamaya dönüşen bir yarışma bunlara eklendi. İTÜ’nün o yıllarda üretilen en ilginç mekânları: Taşkışla 109 sayılı anfisi, 103 sayılı salon, Fuat Külünk Laboratuarı, Çatı Katı, Maçka G Anfisi… ve aldığı diğer işler: Eski Şark Eserleri Müzesi, Askeri Müze, Yeniköy’de eski bir Mimar Vedad yalısında yaptığı restorasyon ve ek yapı, Karaköy Ziraat Bankası Şubesi’ne yaptığı ek, Bebek’te Arif Paşa Korusu’nda inşa edilen, içinden yol geçen, topografya ve Boğaz peyzajıyla diyaloğa giren ikiz apartman bloğu, İstanbul Üniversitesi Rektörlük Sitesi projesinin inşa edilen tek yapısı, Anıtkabir için yapılan küçük ekler ve müdahaleler…

Sonra çok sayıda uygulanmamış proje, öğrencileri, asistanları ile paylaştığı kentsel öneriler: Süleymaniye, Zeyrek, Sultanahmet korumacı rehabilitasyon ve işlevlendirme önerileri, koruma kampanyaları, son olarak da yaşamının son on küsur yılını işgal eden mütevazı ve Nezih Eldem arkitektoniği içinde giderek sönükleşen Eyüp projeleri.

Aileden gelen resim geleneği ve yeteneği, İtalya yıllarının Gio Ponti ve Bruno Zevi izleri bu verimi etkiledi. Mobilya tasarımına ve “iç”e, mekâna olan duyarlık, ayrıntı merakı ve bazen saplantıya varan karmaşık çözüm becerisi, işlevsellik – organik uyum – “yer’e aidiyet”, var olan çevreyle bütünleşme, inşailik gibi kavramlarla açıklanabilecek bir modernizm anlayışı.

Hoca olarak hiçbir zaman bir kuram üretme iddiası olmadı, ama biraz sezgisel bir usa vurma, biraz kendi “mimari meşrebi”, biraz da Saper Vedere l’Architettura’nın kavramlarıyla biçimlenen ve evde, uykusuz geceler boyu asetat üzerine boyanarak elle üretilmiş dialarla verilen ve yıllar içinde süzülerek neredeyse kuramsal bir bütünlük kazanan Mekân Örgütlenmesi dersi söylemi, Mimarlık Fakültesi curriculum’u içinde eşsiz bir külliyat olarak durur.

Bebek’teki apartman dışında en özgün ve en başarılı yapıtları sanırım ürettiği iç dünyalar, o etkili mekânlar ve kimi detaylar oldu. Mimarlığını ve pırıltısını en çok oralarda duyurdu. Mimar kişiliğini ise onları ve başaramadıklarını ısrarla önermekte gösterdiği dramatik dirençte… Galiba mimarisiyle olduğu kadar bu iyimser inancıyla da çağının –döneminin çocuğu olmayı bildi, yani hep bir modernist olarak yaşadı. Bu bağlamda, dostu ve kimi kez mücadele arkadaşı olan Turgut Cansever’le benzerliği olduğunu söyleyebilirim.

O, mimar Nezih Bey’di… Seksen küsur yaşında, son tasarımlarının, Eyüp Projeleri Sergisi’nin yorgunu bir hasta olarak hâlâ siparişi alınmadan tasarlamayı düşündüğü projelerden bahsettiği son günlerine kadar.

Bu satırları, onu yitirmenin ardından, O’nun eski bir öğrencisi olarak yazıyorum.

Bu icerik 6663 defa görüntülenmiştir.